Steve Stewart Williams – Darwin, Tanri ve Yasamin Anlami

Onun adı, gelecek kuşaklar açısından Batı uygarlığının entelektüel gelişiminde bir dönüm noktası olacaktır. … Şayet haklıysa, insanlar modern düşüncenin başlangıcı olarak 1859 yılını göstereceklerdir. — Will Durant (1931), s. 22 Tüm organizmalar ortak bir kökten geldiğinden, insanlık doğduğunda biyosferin bir bütün olarak düşünmeye başladığını söylemek doğru olacaktır. Canlılığın geri kalanı vücutsa, biz akılız. — E. O. Wilson (2002), s. 132 Yalnızca bu dünya ile sınırlı olan bir görüşe tahammül edemiyorum. Diğer dünyalara açılan pencereleri olmadıkça, yaşamın çok küçük olduğunu düşünüyorum. Bunu, güçlü bir şekilde, içgüdüsel olarak ve tüm benliğimle hissediyorum. — Bertrand Russell, alıntı Ray Monk (1996), s. 248 Neden buradayız? Evrim kuramı, insanların kendilerine sorduğu en temel ve kökten sorulardan birisini, düşünen zihinleri evrende var oldukları sürece kurcalayıp duran bir soruyu yanıtlar: Neden buradayız? Bu evrende var olmaya nasıl başladık? Üzerinde bulunduğumuz gezegen birçok yönden oldukça sıradandır. Üzerinde yaşam barındırmasaydı, bilinen evrendeki milyarlarca galaksiden birisinde bulunan sıradan bir yıldızın (sıradan bir güneş sisteminin) sıradan bir uydusundan farkı olmayacaktı. Başka bir şekilde düşündüğümüzde bu gezegen oldukça gariptir, çünkü yüzeyinin küçük bir kısmı, kendini bir şekilde canlandırmıştır. Daha da garip olan, gezegenin üzerindeki yaşam biçimlerinin küçük bir kısmının kendi varlıklarının farkında olmaları ve -bir dereceye kadar- çevrelerindeki dünyayı anlamlandırma yetilerinin bulunmasıdır. Bu nasıl oldu? Küçük parçacıklar, kendilerinin ve dünyada kapladıkları alanın bilincine varacak şekilde nasıl birleşti? Charles Darwin, evrildiğimiz için burada olduğumuzu ilk olarak söyleyen bir İngiliz bilim adamıdır. Ama bu yanıt herkes tarafından kabul görmez. Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim kuramı, ayrım yaratabilecek fikirlerden birisidir. Bir tarafta, birçok insan bu fikri beğenir. Bu fikir onları heyecanlandırır, cezbeder ve dünyayı kavrayışlarını aydınlatır. Diğer tarafta ise, bu fikirden gerçekten nefret eden birçok insan vardır. Bu fikrin kötü niyetli olduğunu ve toplumu yıpratacağını düşünürler. Darwin’in dünya görüşünü rahatsız edici bulurlar. Bu kamptan birisi bunu “karanlığın ve ölümün dogması” olarak tanımlamıştır. [1] Bazıları evrim kuramının insanları Tanrı’dan uzaklaştırıp ateizme sürüklemek için tasarlanmış büyük bir komplonun parçası olduğuna inanır. Yine de bu kuramın savunucularının ve düşmanlarının fikir birliğine vardığı bir nokta vardır: Darwin’in kuramının ne olursa olsun düşünce tarihindeki en önemli fikirlerden birisi olduğunu kabul ederler. Aslında birçok insan en önemli fikir olduğunu öne sürer. Bu kadar önemli olmasının sebeplerinden birisi de yalnızca küçük bir entelektüel çevreyi ilgilendiren türden batıni, akademik sorular içermemesidir. Örneğin, atom kuramının ve görelilik kuramının aksine evrim kuramı, kendimizi ve evrendeki yerimizi nasıl gördüğümüz hakkında önemli içerimler barındırır. İnsanlar için gerçek anlamda önemli olan, insanları çok ilgilendiren, çoğumuzun bir fikre sahip olduğumuz konularla ilgili içerimleri vardır. Bunları, bu kitapta inceleyeceğiz. Evrim kuramının, özellikle felsefenin aşağıda listelenen “sıcak gündem maddeleri” ile ilgili içerimlerine göz atacağız: 1. Evrim ve Tanrı’nın varlığı. 2. Evrim ve insanın doğadaki yeri. 3. Evrim ve genel ahlâk (neyin doğru, neyin yanlış olduğu sorusu). [2] İlk bakışta, Darwin’in kuramının -veya herhangi bir bilimsel kuramın- felsefenin herhangi bir konusu ile ilgili içerimler barındırabileceği akla gelmeyebilir. Bilim, gözleme ve olgulara dayalı konuların oluşturduğu bir dünya ile ilgilenir. Felsefe ise, neredeyse tanımı gereği, bilimin etkinlik alanı dışında kalan konularla ilgilenir. Uygulanabilirlik alanı içerisinde, evrim kuramı çarpıcı bir başarıdır, fakat felsefecilerin uğraştığı soruların herhangi birisi için açık veya dolaysız içerimleri yoktur. Bazıları, içerisinde hiç felsefi içerim barındırmadığını öne sürer. Örneğin, Yaratılışçı veya İncil’i en tutucu anlamıyla yorumlayanlardan birisi değilseniz, evrim kuramının Tanrı’nın varlığı hakkında hiçbir şey barındırmadığını; ateizme doğal olarak uygun olduğunu, fakat aynı zamanda Tanrı inancına da uygun olduğunu öne sürersiniz. Bazıları ise, evrim kuramının ahlak sorunları hakkında hiçbir şey ima etmediğini, çünkü evrimin olgularla, ahlakın ise değerlerle ilgilendiğini ve değerlerin olgulardan türetilemeyeceğini iddia eder. Anlaşılması zor bir kişi olan Ludwig Wittgenstein, “Darwin’in kuramının felsefe ile, doğa bilimlerindeki herhangi başka bir kuramdan daha fazla ilgisi yoktur” [3] şeklindeki sözleriyle, konu hakkındaki genel tutumunu özetlemiştir. Birçok kişi ise, onunla aynı fikirde değildir ve haklıdırlar. Her şey bir yana, geleneksel felsefi hükümlerimiz, evrimci biyolojinin bakış açısından çok farklı görünür. Büyük İngiliz düşünür Bertrand Russell şöyle yazmıştır: İnsan daha düşük yaşam biçimlerinden, fark edilemeyecek aşamalarla evrilerek farklılaştıysa, birkaç şeyi anlamak çok zorlaşır. Atalarımız evrimin hangi noktasında özgür iradeye kavuştu? Amipten başlayan uzun yolculuğun hangi evresinde ölümsüz ruhlara sahip olmaya başladılar? Ne zaman, bağışlayıcı bir Yaratıcı’nın kendilerini sonsuz eziyete göndermesini haklı kılacak türden bir kötülüğü yapabilecek düzeye geldiler? İnsanlar böyle bir cezanın, Avrupalıların kafasına Hindistan cevizi atmaktaki ısrarlarına rağmen maymunlar için bile ağır olacağını düşünür. Peki, pithecanthropus erectus? Elmayı yiyen gerçekten o muydu, yoksa homo pekinensis mi? [4] Bunlar garip sorulardır ve daha pek çok böyle garip soru vardır. Evrenin her şeye gücü yeten yaratıcısı neden iki ayaklı, tropik bir maymuna bu kadar çok bağlansın? Neden özellikle bu kuyruksuz primatlardan birisinin vücut şekli üzerinde çalışsın? Neden bu kadar görkemli bir varlık, yalnızca bir memeli türünün, özellikle de dişi üyelerinin kılık-kıyafetlerine ve cinsel davranışlarına kılı kırk yararcasına kafayı taksın, bu önemsiz konularda bu kadar takıntılı olsun? Melekler nedir? Doğal seçilimle mi evrildiler? Yoksa Neanderthaller gibi homo sapiensin ilkel kuzenleri mi? Değilse, bize neden bu kadar benziyorlar? Bu gibi sorular, evrim kuramının geleneksel felsefi kanılarımız için oluşturduğu tehlikeyi işaret etmeye başlar. Yine de içerimler garip sorular sormanın ötesine geçer. En başından beri insanlar, Darwin’in kuramının felsefeye yönelik radikal içerimleri olacağını hissetti. Darwin’in kendisi de böyle olacağından şüphelenerek, türlerin dönüşümü üzerine tuttuğu notlardan birisinde üstü kapalı bir tespitte bulundu: “İnsanın kökeni artık kanıtlandı. Metafiziğin ilerlemesi gerekir. Babunu anlayanlar, metafizik alanına Locke’dan da büyük bir katkı yapacaktır.” [5] Oldukça dikkatli birisi olduğu için, bu önermenin üzerinde fazla durmadı. Diğerleri ise o kadar sakin değildi. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, Darwin’in kuramının ne demek istediğini açıklama amaçlı birçok fikir vardı; birçok da görüş ayrılığı. (Psikolog William James’in belirttiği gibi, bu çok şaşırtıcı değildir, çünkü düşünürlerin güvenilir olduğu tek nokta, birbirleriyle düştükleri fikir ayrılıklarıdır.) Bazıları evrim kuramının Tanrı inancına tehdit oluşturduğunu düşünürken, bazıları da “teolojik düşüncede bir ilerleme” olduğunu ileri sürdü. [6] Bazıları bu kuramın bizleri hayvan krallığı tahtımızdan indirdiğini belirtti; bazıları ise hayvanlar arasında nasıl ve neden üstün bir konuma geldiğimizi açıkladığını iddia etti. Bazılarına göre bu kuram, kendisine yaklaşıldığı sürece doğru olanı gösterirdi; bazılarına göre ise, evrim hiçbir şeyin doğru veya yanlış olduğunu anlatmazdı; diğer bir deyişle ahlak kavramının tamamını yerle bir ederdi. Ölümünü takip eden on yıl içerisinde Josiah Royce, Darwin’in en büyük eseri olan Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine hakkında: “Yalnızca Newton’ın Prensipler’i hariç olmak üzere, hiçbir ampirik bilim kitabı felsefe için Darwin’in bu çalışmasından daha önemli olmamıştır” [7] dedi. Yine de maalesef, yirminci yüzyılın büyük bölümünde, düşünürler Charles Darwin hakkındaki hemen hemen her şeyi unuttu. [8] Bunların çoğunluğu, evrim kuramının kendi alanlarına dair hiçbir şey söylemediğini ileri süren Wittgensteincı görüşü benimsedi. Darwin’in felsefe çevrelerindeki talihi, Daniel Dennett, Michael Ruse ve Peter Singer gibi düşünürlerin, çalışmalarında evrim kuramını büyük ölçüde onayladıkları yirminci yüzyılın son yıllarına kadar herhangi bir değişme göstermedi. Özellikle Dennett, Darwin’e övgüler dile getirmeyi bir görev haline getirdi. Onun görüşüne göre Darwinizm, insan düşüncesinin her alanına sızarak bulaşan “evrensel bir asit”tir. Felsefe de bundan nasibini almıştır. Tabii ki bazen en temel inançlarımızı yerle bir eden felsefenin kendisi zaten aşındırıcı bir madde olma özelliğine sahiptir. Hazımsızlıktan mustarip on dokuzuncu yüzyıl düşünürü (Darwin’in fikirlerinden oldukça fazla etkilenmiş olan) Friedrich Nietzsche bunu, “etkisi karşısında hiçbir şeyin güvende olmadığı korkunç bir patlama” olarak nitelendirmiştir. Bu sebeple, bu kitapta ilgileneceğimiz soru şudur: Evrensel bir asidi korkunç bir patlayıcıyla karıştırdığınızda ne olur. Bu sorunun kısa cevabı, Tanrı, insan ve ahlak üzerine olan en sarsılmaz ve köklü inançlarınızın bazılarına meydan okunacağıdır. Uzun cevabı ise bu kitabın geri kalanıdır. Fakat bu konuların ayrıntılı bir tartışmasına girmeden önce, ilgi alanımız içinde kalan konularda soracağımız sorular arasında kısa bir tur atalım ve yolda karşılaşacağımız fikirleri inceleyelim. Kısım I. Darwin Dini Ele Alıyor [9] Tanrı’nın varlığı sorusuyla başlıyorum. Tanrı mı bizi kendi görüntüsünde yarattı, yoksa biz mi onu kendi görüntümüzde yarattık? Veya Nietzsche’nin ortaya koyduğu gibi: “İnsan mı Tanrı’nın, yoksa Tanrı mı insanın yanılgılarından birisidir? Bu bölümde soracağımız soruların bazıları şunlardır: Evrime inanan birisi Tanrı’ya da inanabilir mi? • Evrim sürecini Tanrı doğrudan mı yönetti? • Tanrı, yaşamı yaratmanın dolaylı bir yolu olarak doğal seçilimi mi seçti? • Yaşamın, evrenin ya da bilincin kaynağını açıklamak için Tanrı’ya mı başvurmalıyız? • Doğal seçilimin neden olduğu ıstırap, Tanrı’nın olmadığını, varsa bile kötü bir varlık olması gerektiğini mi öngörür? Bu kitapta Tanrı’nın varlığını destekleyen veya buna karşı olan savları değil, yalnızca Darwin’in kuramı ile ilgili olanları bulacaksınız. Aşağıda Kısım I’i oluşturan bölümlerin (2-7 arası) bir özeti verilmiştir. Bölüm 2. Titanların Savaşı En baştan başlayacağız: Evrim mi geçirdik, yoksa Tanrı bizi şimdiki şeklimizde mi yarattı? Tabii ki seçenekler bu kadar değil, fakat bunlar, üzerinde en çok tartışılan ve insanların çoğuna göre en önemli olanlar. Evrim kuramını ve evrim-yaratılış tartışmasını bilen okurlar doğrudan bir sonraki bölüme geçmeyi yeğleyebilir, fakat ümit ediyorum ki bu okurlar bile burada kayda değer bir şeyler bulacaktır. Bu bölüm, yaratılışçı görüşün bir özetiyle başlar ve evrim kuramının bir özetiyle devam eder. (Evrim kavramını ortaya atan kişinin aslında Darwin olmadığını biliyor muydunuz?) Daha sonra, Darwin’in kuramını destekleyen şaşırtıcı ve garip kanıtlardan bazılarını inceleyeceğiz. Yarasa kanatlarının neden kuş kanatlarına pek benzemeyip balinaların yüzgeçlerine daha çok benzediğine; uçmayan kuşların neden kanatlarının olduğuna; insan embriyosunda neden solungaç yarığı bulunduğuna; balinaların neden arka ayaklarıyla insanlarınsa kuyruklu olarak doğduğuna göz atacağız. Son olarak, evrim kuramının karşısındaki savların bazılarını masaya yatıracağız. Bu savların en inandırıcı olanlarından birisi, canlılar dünyasında doğal seçilim yoluyla evrilmemiş şeylerin olduğunu öne sürmektedir. Bunlar, kamçılı bakteri, bağışıklık ve pıhtılaşma sistemleridir. Bu mantıklı savlar, biyoloji dışı alanlardan bilimsel düşünceye sahip bazı kişilerin durup düşünmesine sebep olmaktadır. Şayet onlardan biriyseniz, Akıllı Tasarım hareketinin bu titiz pazarlama taktiğinin etkisine kapılmışsınızdır. Umarız, Bölüm 2’nin sonundan itibaren bu dertten kurtulacaksınız. Bölüm 3. Darwin’den Sonra Tasarım Savı Bölüm 3’te dikkatimizi Tanrı’nın var olduğunu kanıtlama temelli önemli bir felsefi sava yönelteceğiz: Tasarımdan ortaya çıkan tezler. Temel fikir şöyle: Doğal dünyanın belirli kısımları tasarlanmış gibi görünür (örneğin, gözler, dişler ve tırnaklar); bir tasarımcı olmadan tasarımın olması imkânsızdır. Buradan hareketle bir tasarımcının olması gerekir ve bu da Tanrı’dır. Evrim kuramının bu tezi çürüttüğünü ve başka sebeplerden dolayı, inananların Tanrı inancına bile ciddi bir tehdit oluşturduğunu göreceğiz. Aynı zamanda, bu felsefi alan içerisinde Darwin’in, tüm zamanların en büyük düşünürlerinden birisi olan David Hume’dan daha büyük bir etki yarattığını anlayacağız. Bölüm 4. Darwin’in Tanrısı Kısım I’in kalan bölümleri şu soruya yanıt arıyor: Evrime inanan bir kişi Tanrı’ya da inanabilir mi? Bir bakıma, yanıt açık bir şekilde evettir; ikisine de inanılabilir. Bunu biliyoruz, çünkü birçok kişi hem evrime, hem de Tanrı’ya inanmaktadır. Bu durum sıklıkla bu iki inancın birbirleriyle uyumlu olması gerektiğinin bir delili olarak görülür. Fakat bu düşünce fazla iddialıdır; bu uyumsuzluğun ilk bakışta fark edilmesi güç olduğunu gösterir. Daha yakından incelediğimizde, birbirleriyle uyumlu olmadıklarını görürüz. Bu konuya hitaben, Tanrı’ya inananların, inançlarını evrim gerçeği içerisine yerleştirmeye çalışmak için kullandığı bazı yolları sunacağız. Örneğin, bazıları evrim sürecini kısmen veya tamamen Tanrı’nın bizzat yönettiğini söyler. Bazıları ise, Tanrı’nın doğal seçilimi yaşamı oluşturmanın yolu olarak seçtiğini öne sürer. Birçok önemli bilim insanı ve bazı aydınlar bu tür fikirleri savunmuştur. Bu sebeple, bunlardan birisinin Tanrı ile evrimi uzlaştırmak için mantıklı bir çözüm olduğunu düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Fakat aynı zamanda haklı da değilsiniz. Bölüm 4’te sizi belirli ölçüde buna inandırmayı ümit ediyorum. Bölüm 5. Boşluk Doldurucu Olarak Tanrı Bu bölümde, bazı okurların zaten aklını kurcalamış olan başka bir karşı savı inceleyeceğiz. Evrim kuramı, canlılar dünyasında görülen tasarımı açıklayabilir, fakat hâlâ açıklanması gereken, Tanrı’nın varlığını kabul etmemizi gerektirebilecek bilinmezlikler vardır. 1. Bilinmezlik: Yaşam nasıl başladı? Evrim kuramı, mevcut türlerden yeni türlerin ortaya çıkmasını açıklayabilir, fakat cansız varlıklardan canlıların oluşmasını açıklayamaz. Kendini çoğaltan ilk moleküller nasıl ortaya çıktı? 2. Bilinmezlik: Evren nasıl oluştu ve yaşamın evrilmesine neden bu kadar mükemmel bir şekilde uygun? 3. Bilinmezlik: Yalnızca hareket halindeki maddelerin bulunduğu bir dünyada zihin ve bilinç nasıl oluştu? Bu soruların her birisi, dünyanın bilimsel görüntüsünde, muhtemelen yalnızca Tanrı’nın doldurabileceği bir boşluğu ortaya çıkarmaktadır. Bunları ele alırken, bu evrenin birçok evrenden birisi olduğunu ve Darwinci ilkelerin, evrenlerin sahip oldukları özellikleri nasıl elde ettiklerine ışık tuttuğunu da içeren, birçok kişiye çok garip gelecek fikirlerle karşılaşacağız. Yine de, fizikteki son durumu göz önünde bulundurulduğunda, bu fikirlerin -en kötü olasılıkla- kabul edilemez olmadığını göreceğiz. Aynı zamanda, şaşırtıcı çıkarımlarımız üzerinde dururken, evrilmiş zihnin incelenmesinin Tanrı’nın varlığı üzerine yaptığımız tahminleri güçlendirmek yerine zayıflattığını göreceğiz. Bunun yanında, en büyük soruya değineceğiz: Neden varız? Bölüm 6. Darwin ve Kötülük Sorunu Evrim kuramı, yalnızca Tanrı’ya inanmak için gerekli olan nedenleri ortadan kaldırmıyor, aynı zamanda inanmamak için nedenler sunuyor. Kötülük sorununu duyanınız var mı? Bu, her şeye gücü yeten ve mutlak anlamda iyi olan bir yaratıcının, dünyada gördüğümüz “kötülüklere” (ya da acılara) izin vermeyeceğini öne süren ve buradan yola çıkarak, Tanrı’nın olmadığını iddia eden karşıt bir görüştür. Evrim kuramı, kötülük sorununu beklenmedik bir şekilde alevlendirir. Bizi hayata getiren evrim süreci, farklı zaman aralıklarında garip güçlüklere yol açmıştır. Darwin bunu “hantal, müsrif, beceriksiz, alçak ve dehşet verici bir şekilde zalim” olarak betimlemiştir. [10] Tanrı, neden bu kadar acımasız bir yaşam biçimi yaratmayı seçsin? Bu bölümde varacağımız sonuç, Tanrı varsa Yaratılışçıların haklı olacağını, fakat haklı olmadıkları için Tanrı’nın muhtemelen olmadığını öngörür. Bu sonuca ulaşırken, bu gibi bazı konularla ilgileneceğiz: Diğer hayvanlar bilince sahip midir? Zevk ve acı hissederler mi, yoksa yalnızca bilinçsiz birer biyolojik makine midirler? Gerçekten bir Tanrı varsa bile ona itaat etmeli miyiz? (Bu son soru ilginizi çektiyse, ilgili notları mutlaka okumalısınız.) Bölüm 7. Dinin Paketlenmesi Bölüm 7, şimdiye kadar tartışılan savlara, yani Tanrı’nın yalnızca geleneksel antropomorfik (insan biçiminde) bir çerçevede algılanmasına ortak bir cevap içerir. Birçok kişi, inandıkları Tanrı’nın bu geleneksel algıdan çok daha büyük ve ince çizgilerle belirlendiğini; Tanrı’nın En Üst Gerçeklik’i, Tüm Varlığın Temeli’ni veya her şeyin varlığı için bir ön koşulu temsil ettiğini… iddia eder. Belki de böyle bir Tanrı görüşü, Darwinizm’in evrensel yıpratıcılığına karşı koyabilir. Belki yine de karşı koyamaz. Bunlar Kısım I’in sonunda yer alan Bölüm 7’nin konusunu oluşturmaktadır. Kısım II. Darwin’den Sonra Hayat [11] İkinci büyük konu başlığımız, felsefenin; insanlar, insanın doğadaki yeri, insan yaşamının anlamı ve amacı ile ilgilenen alt disiplini, felsefi antropolojidir. Bu bölümdeki sorularımızın bazıları ise şöyle: (Bölüm 8-10): Bedenin ölümünden sonra zihin yaşamını sürdürür mü? • Evrenin bilinci var mıdır? • Diğer hayvanlardan üstün müyüz? • Diğer hayvanlardan aşağıda mıyız? • Doğal seçilim kaçınılmaz olarak ilerleme mi kaydeder, yoksa Darwin’in kuramı yanlış mı anlaşılmıştır? • Hayatın anlamı nedir? • Evrim kuramı yaşamın anlamsız olduğunu mu ima eder? Bölüm 8. İnsanlar ve İnsanların Evrendeki Yeri Bu bölüm insanı ve insan beyninin doğadaki yerini inceler ve bana göre kitaptaki en iyi bölümlerden bir tanesidir. Bu bölümde, evrenin tarihindeki her şeyin bir usa sahip olup olmadığını, insan veya insan-olmayan ve canlı veya cansız gibi sınıflandırmalar da dahil olmak üzere, en oturmuş ve tüm insanlığın paylaştığı fikirlere evrim kuramının tehdit oluşturduğunu göreceğiz. Aynı zamanda evrimin bakış açısından, zihnin doğanın dışında olmak yerine doğanın bir parçası olduğu gibi önemli çıkarımları bulunan olguları inceleyeceğiz. Bunlardan birisi, bilincimizin yalnızca evrene dair olmadığı, aynı zamanda evrenin bir parçası olduğu ve bu nedenle evrenin de kısmi bir bilincinin bulunduğudur. Bu konuyu içeren bölüm (“Bilinçli Evren” başlıklı bölüm) belki de bu kitapta en sevdiğim kısmı oluşturur. Geri kalan hiçbir şeyi okumasanız dahi, bunu okumanızı tavsiye ederim. Bu bölümün geri kalanında, insanlar ve hayvanlar arasındaki ayrımın, Darwin’den sonra da geçerli olmasına rağmen, örneğin, yunuslar ve yunus olmayanlar arasındaki ayrımdan daha az keyfî olmadığını göreceğiz. İnsanlar, canlılar ve zihinler ezelden beri var olmamasına rağmen, ilk insan, ilk canlı ve ilk zihin gibi şeylerin olmadığı şeklindeki açıkça çelişkili hükme geçerek, tıp doktorlarının neden yalnızca abartılmış birer veteriner, cerrahların ise abartılmış birer tamirci olduğunu masaya yatıracağız. Bölüm 9. İnsanın Hayvanlar Arasındaki Yeri Bu bölüm, önceki bölümün bıraktığı yerden devam etmektedir. Bu bölümün, kitabın alanına en büyük katkılardan birisini yaptığını düşünüyorum. Konu hakkında yorum yapan birçok kişi, Darwin devriminin, öncesindeki Kopernik devrimi gibi, insanın, kendisinin büyük resimde önemli bir yere sahip olduğu görüşünü haksız çıkardığını gözlemlemiştir. Zoolog Desmond Morris’in ortaya koyduğu şekliyle, artık düşmüş melekler değil, ayağa kalkmış maymunlardık. Yine de, Darwin’in kuramını kabul eden birçok kişi, insanların diğer hayvanlardan üstün olduğu düşüncesiyle teselli bulur. Bu yaklaşım, evrimin aşamalı olduğu, daha yüksek zekâ ve karmaşıklığa doğru kaçınılmaz bir ilerleme anlamına geldiği ve bizim bu gidişatın ön sırasında olduğumuz fikrine dayanır. Siz de böyle bir fikre sahip olabilir ve bu nedenle, Bölüm 9’da bunun her açıdan yanlış olduğunu öne süreceğimi öğrendiğinizde şaşırabilirsiniz. Amacım, bu bölümün sonunda, şempanzeye veya başka bir hayvana “insandan aşağı hayvan” veya “alt insan” denildiğinde, tıpkı birisi sizi şempanzeden veya hindiden aşağı bir hayvan olarak tanımlamışçasına utanç duymanızı sağlamak. Aynı zamanda, “daha çok evrilmiş” veya “daha az evrilmiş” gibi söz öbeklerini fikir dağarcığınızdan atmanızı sağlamayı umuyorum. Bu sırada, rock yıldızı Jim Morrison’ın, yirmi yedi yaşında ölmesine rağmen, neden evrimsel bir başarı hikâyesi olduğunu; belirli bir açıdan neden mavi balinalardan ve hatta karıncalardan büyük ölçüde daha zeki olmadığımızı ve insanların daha alt seviyedeki hayvanlardan geldiğini söylemenin neden yanlış olduğunu göreceğiz. Son olarak, yalnızca birkaç kişinin sormaya cesaret edebildiği bir soruyu soracağız: Hiç evrilmemiş olsak dünya daha iyi bir yer olur muydu? Bölüm 10. Hayatın Anlamı Huzur İçinde Yatmak mı? Bölüm 10’da en önemli sorulardan birisine odaklanacağız: Hayatın anlamı nedir? Evrim kuramı, bu soruya verdiğimiz cevapları birkaç şekilde sınıflandırabilir. Bu konudaki yaygın bir sezgi, bir cismin amacının, onu yaparım niyetinden türediğini öngörür. Örneğin, bir tornavida yaparsam, ona bir amaç yüklemiş olurum. Benzer şekilde, Tanrı tarafından yaratılmışsak, amacımız Tanrı’nın bizi yaratma amacı olur. Buradan hareketle, doğrudan Tanrı tarafından değil de doğal seçilimle yaratılmışsak, bu soruya en az iki yanıt vardır. Birincisi, doğal seçilimi Tanrı’nın yerine koymaktır: “Yaratıcımız doğal seçilimse, hayattaki amacımız doğal seçilimin ‘aklında olan’dır, yani genlerimiz yoluyla geçenler.” İkinci yanıt ise çok farklıdır: “Yaratıcımız doğal seçilimse, aslında bir yaratıcımız olmamıştır ve bu da, hayatımızın bir amacının olmadığı anlamına gelir.” Bu bir seçim sorunu gibi görünmemektedir, fakat bu seçeneklerden birisinin doğru olduğunu savunacağım. Hangisi olduğunu öğrenmek için Bölüm 10’u okumanız gerekecek. Kısım III. Hurafeden Arınmış Ahlak [12] Sırada ahlak gibi önemli alanlar var. Bu kısımda (Bölüm 11-14) cevaplayacağımız sorular şunlardır: Bir davranışın evrimsel bir kökeni varsa, bunun anlamı, bu davranışın doğal ve bu nedenle ahlaki yönden kabul edilebilir olduğu mudur? • Psikolojiye evrimsel yaklaşım, bu nedenle insanların yaptıklarından sorumlu tutulamayacakları sonucuna varır veya eşitsizlik ve savaşı haklı çıkarır mı? • İntihara veya gönüllü ötenaziye ahlaki olarak izin verilebilir mi? • İnsan-olmayan hayvanlara nasıl davranmalıyız? • İnsanların yaşamlarının hayvanların iyiliği için feda edilebileceği durumların olması söz konusu mudur? • Evrim kuramına inanmak insanları daha ahlaksız mı yapar? • Evrim kuramı, hiçbir şeyin ahlaki olarak doğru veya yanlış olmadığını mı ima eder? Bölüm 11. İyinin Evrilmesi Kısım III’ün ilk bölümünde, insan ahlakının doğal seçilimin gizli müdahalesiyle oluşturulmuş bir uyum olup olmadığını soracağız. Bu, tuzaklı bir sorudur. Bir tarafta evrim kuramının, özgecilik ve belirli cinsel davranış türleriyle ilişkili ayırt edici özelliklerimiz gibi, ahlakın alanına giren davranışlardan bazılarının kökenine ışık tutabileceğine neredeyse hiç kuşku yoktur. Diğer tarafta ise, “uyum olarak ahlak” varsayımı ciddi bazı zorluklarla karşı karşıyadır. Ahlak evrimin doğrudan ürettiği bir şey ise, insanlar neden sürekli neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tartışıp dursun? Neden çocuklarımıza iyi olmayı öğretmemiz gereksin? Ahlaki olarak doğru olduğunu düşündüğümüz ile gerçekte yapmak istediğimiz arasında neden bir iç çatışma yaşayalım? Evrimci psikolog olarak, bu soruların her birisi için hazır bir cevabım olacağını düşünebilirsiniz. Fakat durum böyle değil; bütün bunların önemli eleştiriler olduğunu düşünüyorum ve ahlakın, evrimin doğrudan sonucu olduğunu düşünmüyorum. Doğru olduğunu düşündüğüm ve bu bölümde tartışacağım şey ise ahlakın sosyal bir olgu olduğu; bir noktaya kadar evrilmiş eğilimlerimizi bünyesinde taşıyarak yansıtması, fakat bir noktaya kadar da bunlara karşı gelmesidir. Bölüm 12. Ahlakı Yeniden İnşa Etmek Bölüm 12’de, yıllardır çok fazla insana çok fazla uykuya mal olmuş bazı sorularla ilgileneceğiz. Evrim kuramı, en güçlünün hayatta kalması ilkesini ahlaki kural edinmemiz gerektiğini mi öne sürer? Süre gelen durumu ve kadınların toplumda ezilen konumunda olmasını haklı çıkarır mı? Erkeklerin ihanetten veya tecavüzden sorumlu tutulamayacağını mı ima eder? Sosyal refahın ortadan kaldırılmasını ve kıran kırana rekabete dayalı kapitalizmin kabul edilebilir tek siyasi sistem olduğunu mu öngörür? En güçsüz olanlarımızın çocuk sahibi olmasını zorla engellememiz gerektiğini mi iddia eder? Nazilerin gen havuzunu arıtma girişimini haklı mı çıkarır? Genellersek; kötü olarak değerlendirdiğimiz bir şeyin, (örneğin, şiddet, cinsel ayrımcılık veya ırkçılık) zihnin evrimiyle ilgili olduğunun ortaya çıkması, aslında onun iyi bir şey olduğuna mı işaret eder? Bütün bu soruların cevabının net bir şekilde “hayır” olduğunu duymak sizi rahatlatacaktır. Yine de bu, düşündüğünüz sebep olmayabilir. Alan hakkında biraz bilginiz varsa, “doğalcılık yanılgısı”nı duymuşsunuzdur. Bu, genellikle bir şeyin doğal olduğu için iyi olduğunu veya aynı sebepten, olayların cereyan ettiği şekilde cereyan etmesi gerektiğini düşünmektir. Teknik olarak, bu gibi çıkarımlar mantıksal açıdan aldatıcı olur, çünkü bir şeyin evrimsel bir kökeninin olması, otomatik olarak bunun zorunlu ve hatta ahlaki olarak kabul edilebilir olmasını gerektirmez. Yine de, Bölüm 12’de, belirli mantıksal ayrıntılara dikkat ettiğimiz sürece, evrimsel olguların ahlaki çıkarımlarımıza ipuçları vermesinin önünde aslında hiçbir engel olmadığını göreceğiz. Böylece, yukarıdaki paragrafta değinilen ahlaki çıkarımlarla ilgili bir sorun olursa (ki kesinlikle vardır), bunun sebebinin doğalcılık yanılgısı olmadığını söyleyebiliriz. Bunların hepsi Bölüm 12’de açıklığa kavuşturulacak. Bölüm 13. İnsanlık Onuru İlkesinin Kökünün Kazınması Bu bölüm, kitaptaki en sevdiğim bölüm unvanının bir diğer adayı. Bu bölümde evrim kuramının intihar, ötenazi ve insan-olmayan hayvanlara doğru şekilde davranma gibi uygulamalı ahlak ile ilgili bir dizi konu için ifade ettiklerini inceleyeceğiz. Bölümün kapsamı, ahlaki düşüncede insanlık onuru ilkesi olarak adlandırılan önemli bir akımdır. Bu ilkenin işaret ettiği görüşe göre insan yaşamı son derece önemli olup, insan-olmayan hayvanların yaşamı daha az öneme sahiptir veya hiçbir öneme sahip değildir. Darwinizmin evrensel aşındırıcılığının bu tarihi dogmayı çürüteceğini ve bunun da bizi, rahatsız edici birtakım çıkarımlar yapmak durumunda bırakacağını göreceğiz. Örneğin, insan yaşamının en üst düzeyde değere sahip olmasının yalnızca bir batıl inanç olması; masum bir canlının yaşamını sonlandırmanın ahlaki olarak kabul edilebilir; bir kişinin yaşamını sürdürmesini sağlamanın ise tamamen ahlak dışı olacağı çıkarımları. İnsanlık onuru ilkesinin terk edilmesinin, insan-olmayan hayvanlara nasıl davranacağımız hakkında da önemli içerimleri vardır. Türümüzün, hayvanlara kötü davranma konusunda uzun bir sabıka kaydı vardır. Bazıları hayvanlara yönelik davranışlarımız Nazi Soykırımı’na bile benzemektedir. Geçtiğimiz yüzyıllarda kölelik ve kadın hakları gibi ahlaki sorunlarla mücadele etmiş olmamıza rağmen, çok az kişi diğer türlerin üyelerine karşı davranışlarımızın ahlaki boyutunu sorgulamayı akıl etmiştir. Son zamanlarda ise konuyla ilgili farkındalık artmış olup, artık belirli bir türe dahil olma üzerinden yapılan ayrımcılığın bir adı dahi vardır: Tür ayrımcılığı. Bölüm 13’te Darwinci bakış açısının tür ayrımcılığına da, cinsiyet ve ırk gibi ayrımcılıklara yaptığı kadar karşı çıktığını göreceğiz. Sonuç olarak, dünyada daha az acı çekilmesi, daha fazla acı çekilmesinden iyidir ve insanlık onuru ilkesini dışarı attığımızda, acı çekenin insan veya başka bir canlı olmasının ahlaki yönden pek farkı yoktur. Avustralyalı düşünür Peter Singer, savını, hayvan özgürlüğü hareketinin, günümüzde, cinsiyet ayrımcılığı ve ırkçılık karşıtı toplumsal hareketlerden bile daha önemli olduğunu öne sürecek kadar ileri götürmüştür. [13] Singer aynı zamanda, belirli durumlarda bir şempanzenin veya domuzun hayatının bir insanın hayatından daha değerli olabileceğini öne sürmüştür. Evrim kuramına bağlı bir ahlaki sistem, Singer’ın görüşleriyle tutarlı olur. Bazı okurların bunu aşırı ve anlaşılmaz bulacağını ve hiç düşünmeden reddedeceğini biliyorum. Bu okurların Bölüm 13’ün sonuna vardıklarında ne düşüneceklerini bilmek ise ilgi çekici olurdu. Bölüm 14. Evrim ve Doğru ile Yanlışın Ölümü Kitabın son bölümünde iki temel soruyu değerlendireceğiz. Birincisi, evrim kuramını kabullenmenin insanları kötü yapıp yapmadığı. Darwin’in yaratılışçı eleştirisini yapan birçok kişi, kuramının varlığın tüm temel anlamlarını ortadan kaldırarak, insan yaşamının değerini sıfıra indirdiğini iddia eder. Bunu yaparken de, ahlakı yok ettiğini, bencilleştirdiğini, cinsel farkları ortadan kaldırdığını ve insanı şiddete daha yatkın bir hale getirdiğini belirtir. Bu durum, on dokuzuncu yüzyılda yaşamış bir piskoposun karısının (muhtemelen uydurulmuş) sözleriyle örneklenmektedir: “Darwin’in söylediklerinin doğru olmadığını umuyorum. Doğruysa dahi yaygınlaşmamasını umarım.” Birçok kişinin görüşü bu yöndedir. Peki, iyi olmak; birbirimize iyi davranmak ve birbirimizin iyiliğini istemek için evrimsel köklerimizi gerçekten reddedip, evren hakkında yanlış ve temelsiz inançlara mı sahip olmamız gerekir? Ahlakı din ile özdeşleştirmemek daha güvenli ve etkin olabilir mi? Bölüm 14’ün ilk konusu budur. İkincisi ise, ahlaki inançlarımızın -tüm ahlaki inançlarımızın- nesnel olarak doğru olup olmadığı sorusudur. Ahlak hakkındaki kanılarınızın doğruluğundan muhtemelen oldukça eminsinizdir. Cinayetin yanlış, insanlara yardım etmenin doğru, bunun aksini iddia edenin ise hatalı olduğunu düşünürsünüz. Ben de aynı şekilde düşünüyorum. Yine de şunu bir düşünün: Düşünebilen karıncalar olsaydık, bireysel hakların kötü olduğunu düşünecektik. Birer termit olsaydık, kardeşler arasında çiftleşmeyi gerektiren bir aşk kavramı hakkında hiçbir ahlaki kaygımız bulunmayacaktı (ve aslında bunu destekleyecektik). Diğer taraftan, bal arısı olsaydık, kovanımızdaki arıları öldürmeyi kutsal bir görev olarak değerlendirecektik. Karınca, termit veya bal arısı olarak bizi türümüzün evrilmiş yaşam tarzına uygun kılacağından, bu davranışları sergileyecektik. Tam da bu yüzden, gerçekte sahip olduğumuz ahlaki davranışları sergiliyoruz: Çünkü bunlar bizi homo sapiens türünün evrilmiş yaşam tarzına uygun kılar. Ahlaki inançlarımız, yalnızca atalarımızın genlerini aktarmasına yardım etmek için var olan arzular ve duygular tarafından belirlenir. Öyleyse, ahlaki inançlarımızın nesnel olarak doğru olduğunu nereden biliyoruz? Daha açık bir şekilde, herhangi bir ahlaki inanışın nesnel doğruluğundan nasıl emin oluruz? Bölüm 14’te varılan yargı, bunların doğru olduğunu bilmediğimiz yönündedir ve bunlar gerçekten de doğru değildir. Yine de bu durum, ahlaktan vazgeçebileceğimiz veya vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmez. Aksine, kitabın son sayfalarında evrim kuramının ahlaka faydacı bir yaklaşım için zemin hazırladığını öne sürüyorum. Eylemlerimizin doğruluğunu veya yanlışlığını, bu eylemlerin tümü üzerindeki etkileri açısından yargılayan bir yaklaşım için. Sonuç Sonuç olarak, konumuz şu: Evrimin ışığında Tanrı, insan ve ahlak. Bu konular yoğun bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olup, evrim kuramının bunlardan birisiyle ilgili içerimleri olduğunda, genellikle diğerleri için de içerimleri olur. Örneğin, evrim kuramı, bizlerin doğaüstü bir varlık tarafından yaratılmış ayrıcalıklı varlıklar olmamız ihtimalini azaltır. Bunun doğadaki yerimiz ile ilgili içerimleri de vardır (insan-olmayan hayvanların yalnızca ihtiyaçlarımızı karşılamak için var olması ihtimalini azaltır) ve bu da ahlak ile ilgili bazı içerimler doğurur (bizi, diğer hayvanlara karşı davranışlarımızı gözden geçirmeye zorlar). Bu örnek, kitabın gidişatı hakkındaki bazı şeylere de ışık tutar. Kısım I (Tanrı’nın varlığı hak-kındaki kısım), daha sonra gelecek konular için temel teşkil eder. Kısım II ve III ise (sırasıyla insanlık ve ahlak hakkındaki kısımlar) daha özgün ve daha az tartışılan fikirler içerir. Başlangıç noktanız ne olursa olsun, tüm yolculuk boyunca bana katılacağınızı umuyorum. Yol boyunca, Yaratılışçılar ve Tanrısal Evrimciler, dirimselciler ve mekanistler, evrimci psikologlar ve Boş Tahta Darwincileri, Sosyal Darwinciler ve insanın üstünlüğünü savunanlar gibi çeşitli ve renkli bir karakterler dizisiyle karşılaşacağız. Papa II. Jean Paul’ün evrim kuramını kabul ettiği gibi yaygın inanışları sorgulayarak; çok eski (neredeyse Platon zamanından kalma) bir flört tavsiyesini değerlendirecek ve hatta evrenin kaderi hakkında fikir yürüteceğiz. Son olarak da, asırlardır süregelen gizemlere kesin yanıtlar bulacağız: Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan? Masum insanlar neden acı çeker? Öldüğümüzde neler olur? Üstesinden gelinecek çok konu var. Bunun için, bir yerden başlasak iyi olur. Gündemimizin ilk maddesi Tanrı.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir