Sean Stewart – Karanlik Bulusma

Coruscant’ta güneş batıyordu. Gölgeler akan kara sular gibi önce arka sokakları doldurmuş, sonra da yükselerek kara bir dalga gibi tüm başkenti örtmüştü. Alacakaranlığın loş ışığı büyük merkezlerin üzerinde belirmiş ve güneş ufkun ardında kaybolurken kara bir leke gibi Şansölye’nin evinin duvarlarından yukarı doğru tırmanmıştı. Kısa süre sonra günün son ışıklarından faydalanan sadece binaların çatıları olacaktı; yakında onlar da Senato’nun sütunlarına ve Jedi Tapınağı’nın kulelerine tırmanmakla meşgul gölgelere yenik düşeceklerdi. Cumhuriyet’in bir günü daha sona ermek üzereydi. Coruscant’ta gün batımı. Bir milyon standart yıl önce, ay ışığı olmayan bir gecede, belki de akıllı varlıkların varoluşundan bile önce, günün batımı mutlak karanlık demekti, uzakta yanmaya devam eden yıldızların ışığı hariç. Ama şimdi öyle değil. Galaksi Savaşı sırasında bile Coruscant galaksinin medeniyet tarihinin parlak ışığı olmayı sürdürüyordu. Güneş geri çekilirken şehrin sayısız ışığı da hayat bulmaya başladı. Uzun kuleler arasında speeder’lar, saydam çelikten bir çayırda dans eden ateş böcekleri gibi, gökyüzünü bir an bile boş bırakmıyorlardı. Caddelerdeki işaretlerin ışıkları yanmış gelip geçenlere davetkar şekilde göz kırpıyordu. Dairelerin, dükkanların ve ofislerin penceleri birbiri ardına aydınlandı. Büyüyen karanlığa rağmen hayat devam ediyor, diye düşündü Senatör Padme Amidala, penceresinden dışarı bakarken. Her bir bireyin yaşamı gecenin karanlığına karşı cesurca meydan okuyan bir mumun ışığı gibi.


Jedi Tapınağı’nın yakınındaki uzay limanının pistine baktı. “Bu lüks değil,” dedi. Şaşıran hizmetçi kız dönüp ona baktı, “Affedersiniz?” “Umut. Bir lüks değildir. Bizim görevimizdir,” dedi Padme. Hizmetçi verecek bir cevap bulmaya çalışırken Padme devam etti. “Birisi iniş yapıyor,” dedi. Kuyruğunda ve kanat uçlarında ışıklar yanan bir gemi, bir yusufçuk gibi, Tapınak’a en yakın olan piste iniş yaptı. Padme makrodürbünü alıp gece görüşünü açtı, kurye gemisinin savaş yaralı gövdesindeki işaretleri okumaya çalıştı. Kokpitten çıkan kukuletalı kişiye baktı. “Hanımım?” Padme yavaşça makrodürbünü kenara koydu. “Bu o değil,” dedi. Başteknisyen Boz Addle, bakımından sorumlu olduğu tüm gemileri severdi ama zarif kurye gemilerine karşı zaafı vardı. Henüz evine dönmüş olan Hoersch-Kessel Seltaya sınıfı bir kurye gemisi olan Limit of Vision’ın metal gövdesinde eldivenli elini gezdirdi. “Elektrik kıvılcımları, meteor çarpması, lazer yanığı,” diye mırıldandı.

Geminin koruyucu kaplamasının eridiği bir noktadaki boşlukta elini durdurdu, içinde bir şarapnelin saplanıp takıldığı bir kablo öbeği vardı. “Tahminimde yanılmıyorsam protonlardan da nasibini almış.” Jedi Üstadı Jai Maruk kokpitten dışarı çıktı. Yüzü çökmüştü, şarapnel kesikleriyle kaplıydı ve yanağında boylu boyunca uzanan bir yanık izi vardı. Eve dönüş yolculuğu sırasında bir miktar iyileşmiş olan yanığı su toplayıp gerilmiş ve ağzının bir kenarını hafif yukarı çekmişti. Başteknisyen ona ters ters baktı. “Gemimi geriye üzerinde tek sıyrık olmadan geri getireceğine söz vermiştin, hatırladın mı, Üstat Maruk.” Acı bir gülümseme. “Yalan söyledim.” Sıhhiyeci hemen koşup geldi. “Müsaadenizle bir kontrol edeyim.” Durdu, Jedi’ın yanağındaki yanığa yakından baktı. “Üstat Maruk! Ne -” “Buna zamanım yok. Derhal Jedi Konseyi’yle görüşmem gerek – tabii konseyde kalmış kaç kişi bulabilirsem.” “Fakat Üstat Maruk -” Jedi elini sallayarak onu uzaklaştırdı.

“Kusura bakma, doktor, ama hiç sırası değil. Teslim etmem gereken acil bir mesaj var ve hâlâ onu teslim edecek kadar iyi durumda sayılırım.” Yine acı bir gülümseme. Hemen fırladı ve ancak hangarın kapısına geldiğinde durdu. “Şef Boz,” dedi kibarca. “Evet, Üstat?” “Gemi için özür dilerim.” Doktor ve başteknisyen iniş pistinde yan yana durdu ve onun gidişini izledi. “Işın kılıcı yanıkları mı?” diye sordu Boz. Doktor gözlerini kocaman açmış halde başını salladı. Başteknisyen düşünceli şekilde yere tükürerek cevap verdi. “Ben de öyle tahmin etmiştim.” Klon Savaşları, Jedi’ları galaksinin dört bir yanına dağıtan güçlü bir tokat gibiydi, Tapınak’ta aynı anda ancak az sayıda kıdemli Jedi bulunuyordu. Tarikat’ın Üstadı ve Şansölye’nin askeri danışmanı olan Yoda ise doğal olarak hemen her zaman Coruscant’taydı. O gece Jai Maruk’un anlattığını dinlemek için sadece iki kişi daha ona katılacaktı: Jai Maruk’un yakın dostu Üstat Ilena Xan, öğrencilerinin verdiği takma isimle Demir El –yakın dövüş öğretmeniydi ve uzmanlığı da eklem kilitlemeydi– ve kimsenin isim takmaya cüret edemeyeceği Konsey üyesi Mace Windu. “Outer Rim’de keşif faaliyetlerimiz sürüyor,” dedi Jai.

“Hydian Way civarlarında garip gelişmeler yaşandığını düşünmeye başladık. Wayland bölgesine girip çıkan çok sayıda küçük nakliye gemisi peydahlanmaya başladı. Ticaret Federasyonu bölgeyi tecrit ettiği için bunda şaşıracak bir şey yok… ama garip olan bunların beklenmedik bir koordinattan ortaya çıkmaları. Yerel trafikten değil de derin uzay vektöründen. Ben de bundan şüphelendim ve klon gemilerinden birini korsan gemisi kılığına sokup bu nakliye gemilerine yaklaştım. Yaklaştığımda bu gemilerin Neimoidia jakrabları gibi bacakları olduğunu gördüm. Bir plazma ateşiyle kaşla göz arasında hiperuzaya atlayıp kaçtılar.” Üstat Yoda bir kaşını kaldırdı. “Bir nerf postuna bürünmüş krayt ejderidir bu.” “Kesinlikle.” Üstat Jai Maruk titreyen sağ eline baktı. Avucunda çirkin bir yanık izi vardı. Elini kasarak titremesini durdurdu. Genç bir Padawan, on dört yaşlarında kızıl saçlı bir kız, elinde üzerinde bir sürahi su ve bardaklar olan bir tepsiyle içeri girdi. Eğilerek onları bir sehpanın üzerine koydu.

Üstat Xan bir bardağa su koyup Jai’ye verdi. Tuttuğu bardağın camının ardındaki yanan elinin görüntüsüne baktı ve ardından bardağı dikti. “Kısacası Ticaret Federasyonu Hydian Way’e önemli bir şey taşıyor,” diye devam etti Jai. “Neden?” yeni bir silah değil; bölgede kayda değer bir birlik yığınağı da yapılmıyor. Ayrıca bu gizlilik niye? Kendi filolarına ait işaretleri rahatlıkla taşıyabilirler – böylece korsan ve sıradan yağmacılar da onlardan uzak durur. “Onlarla ilgili bilmememiz gereken bir şey olmalı,” dedi Ilena. Mace Windu, Jai Maruk’un yanağındaki yanık izlerini inceledi. “Ya da birisi.” Yoda değneğiyle Konsey salonunun zeminine belirli bir ritimde vuruyordu. “İzledin herhalde bu kraytlardan birini.” “Ama yakalandın,” dedi Mace. Jai’nin yüzü gerildi. “Onları Vjun’daki buluşma noktasına kadar takip ettim.” Üstat Yoda başını iki yana salladı. Diğerleri ona baktı.

“Vjun’da çok güçlü karanlık taraf,” diye mırıldandı. “Bilir misiniz hikayeyi?” Hayretle ona baktılar. Yoda’nın ağzının kenarları aşağı kıvrıldı. “Yaşlının imtihanı böyledir işte: kişinin hangi genç kulağa hangi şeyi dediğini hatırlayabilmesi. Ama o biliyor; o daha Padawan’ken bundan bahsettiğimizi hatırlıyorum…” Diğer Jedi baktı. “Kim biliyor?” diye sordu Üstat Xan. Yoda soruyu bastonunu sallayarak geçiştirdi. “Fark etmez. Üstat Maruk, devam et.” Jai sudan bir yudum daha aldı. “Başta güneş tarafında durup kendimi krayttan gizledim ama gezegende sadece yakıt ikmalinden daha uzun süre kalınca onu yüzeye kadar takip etmek zorunda kaldım. Kilometrelerce uzaktaki bir noktaya iniş yaptım, ısı ve enfraruj izlerimi olabildiğimce gizledim, yemi ederim ki -” durdu. Eli yine titremeye başladı. “Fark etmez. Beni yakaladı.

” “Kim?” diye sordu Üstat Xan. “Asajj Ventress.” Suyu getiren Padawan bunu duyunca yutkundu. Yoda uzun uzun baktı, yüzünün her parçası ayrı oynuyordu sanki. Sadece onu iyi tanıyanlar gözlerindeki neşeli ışığı fark edebilirdi. “Çocukların kulağı delik olur, yok mu işin yapman gereken, Scout?” “Pek sayılmaz,” dedi. “Akşam yemeğimizi yedik ve sabaha kadar da yapacak başka işimiz yok. Yani aslında eğitim odasında talim yapmaya niyetliydim ama -” Kız tüm Jedi Üstatları’nın gözlerini dikmiş kendisine bakmakta olduklarını fark edince kızarıp sustu. “Padawan Scout,” dedi Mace Windu, “yaklaşan Çırak Turnuvası’nı göz önüne alırsak bu kadar boş zamanının olması beni şaşırttı. Senin sıkıldığını duymak istemem. Sana yapacak bir şeyler bulmamı ister misin?” Kız yutkundu. “Hayır, Üstat. Gerek yok. Dediğiniz gibi talim, yani ben…” Eğilerek selam verdi ve kapıya doğru gitti. Kapının aralığından sadece bir gözü görünecek şekilde bakıp.

“Ama eğer bir şeye ihtiyacınız olursa çekinmeden -” “Scout!” “Tamam!” ve kapı kapandı. Üstat Windu başını iki yana salladı. Bunda Güç çok zayıf. “Bilmiyorum -” Üstat Xan elini kaldırdı ve Mace sustu. Xan’ın parmakları yıllardır sürdürdüğü yakın dövüş eğitiminin sonunda gerçekten de kas ve eklemle örülü demir çubuklar haline gelmişti. Elini kapıya döndürüp hafif bir Güç itişi gönderdi. Kapı sarsıldı ve onlar da bir anlık bir irkilme sesi duydular. Az sonra hızla koridordan uzaklaşan birinin ayak sesleri. Mace Windu sabrı tükenmiş şekilde başını salladı. “Chankar’ın bu kızda ne bulduğunu bilmiyorum.” “Artık asla bilemeyeceğiz,” dedi Jai Maruk. Hepsi birden Chankar Kim’in de Geonosis’te yitirilen Jedi’lardan biri olduğunu hatırlayıp sustu. Başta bu korkunç katliamın anısına anma törenleri düzenlenmişti ama zaman ve savaş ilerledikçe Tapınak’ın verdiği kayıplar gün be gün artmaya başladı. Her bir iki haftada bir diğer bir silah arkadaşlarının Thustra’daki savaşta kaybolduğu, Wayland’deki uzayda havaya uçtuğu ya da Devaron’a yönelik bir diplomatik görevde suikasta kurban gittiği haberi geliyordu. “Dürüst olmak gerekirse,” dedi Mace, “Padawan olmayı başarırsa bile şaşarım.

” Yoda’nın bastonunun ucu salonun zemininin üzerinde havada dönüyordu, sanki sadece onun gördüğü bir havuzu karıştırıyor gibiydi. “Gönderilmeli bence Tarım Grubu’na, sence?” “Evet, bence de.” Mace Windu’nun ses tonunda şefkat hakimdi. “Bunda bir onursuzluk yok. Kendisinden çok daha küçük olan çocukların seviyesine bile çıkabilmek için ne kadar çaba harcamak zorunda olduğunu görünce… belki de kendi seviyesinde bir iş yapmasına fırsat vermek daha vicdanlı bir hareket olacak.” Yoda başını çevirip hayretle ona baktı. “Gördüm ben de bu çabasını. Ama durmasını istersen ondan kibarca durmayacaktır.” “Belki öyle,” dedi Jai Maruk. “Fakat çocuklar her zaman kendîleri için en iyi olan şeyi istemezler.” “Jedi Üstatları da öyle,” dedi Yoda. Yanık Jedi devam etti. “Dürüst olalım. Her Jedi ve Padawan, Obi-Wan ve Anakin gibi değil ama savaşta olduğumuz da bir gerçek. Bir Jedi’ı kendisini bile koruyamayacak bir Padawan’la göreve göndermek ikisinin de hayatını riske atar ve Cumhuriyet bu aralar hiç de böyle risklere girecek durumda değil.

” “Scout’un Güç’teki seviyesi olması gerektiği gibi değil,” dedi Ilena. “Ama yıllardır benim derslerime katılıyor. Tekniği gayet iyidir. Zeki ve sadıktır. Elinden geleni de yapar.” “Denemek yoktur,” dedi Üstat Maruk, farkında olmadan sesinin tonunu, Jedi Tapınağı’ndaki küçük çocuklar arasında yaygın olduğu şekilde, Yoda’nınkine benzeterek. “Sadece yapmak vardır.” Diğer üç Jedi mahçup şekilde Yoda’ya baktı. Somurtmuştu ama dudaklarından keyfinin yerinde olduğu belliydi. “Mm. Öğrencileri düşündüm de. Belki de savaşa gitmeli Güç’te en kudretli olanla. Skywalker’la birlikte derim ben.” “Henüz hazır değil,” dedi Ilena. “Ve çok aceleci,” diye ekledi Mace.

“Hm.” Yoda yine bastonunu çevirmeye başladı. “O zaman en iyi öğrenci olan mıdır en güçlü? En bilge ya da Güç’ü en iyi bilen?” başını salladı. “Belki de en iyisi Dooku’dur!” Birer birer diğer Jedi’lara baktı, hepsi de gözlerini kaçırdı. “En büyük öğrencimiz!” Yoda’nın kulakları dikildi, sonra da düştü. “En büyük hayal kırıklığımız.” Üstat Yoda tepsiye uzanıp kendisine bir bardak su aldı. “Yeter. Hikayenizin geri kalanını anlatın, Üstat Maruk.” “Ventress beni buldu,” dedi Jai. “Savaştık ve kaybettim.” Yanık eli yeniden titredi. “Işın kılıcımı aldı. Beni öldüreceğini zannediyordum ama beni esir almayı tercih etti. Gözlerimi bağladı ve beni bir speeder’la kısa mesafede bir yere götürdü, bir saatten kısa bir yolculuktu.

Kont Dooku orada bizi bekliyordu.” “Ah!” Mace Windu öne doğru eğildi. “Demek Dooku Vjun’da.” “Dooku ve Ventress’in elinden sağ mı kurtuldun?” dedi Ilena. Jai Maruk’ın yanık yanağında soğuk bir gülümseme belirdi. “Eğer şimdi buradaysam Kont Dooku öyle olmasını istediği içindir. Ventress istese beni öldürebilirdi ve bunu da açıkça söyledi ama Dooku’nun bir elçiye ihtiyacı vardı. Güvenebileceği birine,” dedi Jedi, ironik bir ses tonuyla. “Önce Senato’ya değil de buraya rapor verecek birine. Bunu kesin olarak belirtti – mesajı sadece Tapınak’a ve Yoda’ya iletmem gerekiyordu, başkalarına değil.” “Peki, neymiş bu acil mesaj?” dedi Mace Windu. “Barış istediğini söyledi.” Jai Maruk, Jedi’ların şaşkın yüzlerine bakıp omuz silkti. “Barış mı?” diye gürledi Üstat Xan. “Biyolojik silahlarla Honoghr’da milyonlarca canlıyı yok ettiler ve şimdi de barış mı istiyorlar? Cumhuriyet her tarafından kanarken o barış mı istiyor? Onun barıştan kastettiğinin ne olduğunu tahmin edebiliyorum.

” “Dooku temkinli olmamız konusunda bizi uyardı.” Jai Maluk elini cebine koydu. “Beni geriye hem bir hediye ve Üstat Yoda’ya yönelik bir soruyla gönderdi. Hediye benim yaşamım. Soru ise şu…” Elini cebinden çıkardı ve açtı. Titreyen elinde bir kabuk vardı – bir tane sıradan bir kabuk, herhangi bir dünyada deniz kıyısında bulunabilecek türden bir şey. Jedi’ların aklı karışmıştı ve Yoda da her zamanki gibi huzurlu görünmüyordu. Derin bir nefes aldı ve kaşları çatıldı. “Üstat?” Jai Maruk başını titreyen avucundaki kabuktan çevirdi. “Bu şeyi ta galaksinin öbür ucundan getirdim. Bu ne demek?” Altmış üç standart yıl önce. Akşam vakti, Jedi Tapınağı’nın üzerindeki gökyüzü koyu mavi bir renk almış. Tapınak’ın duvarlarla çevrili bahçesinde alacakaranlığın ışıkları havuzun üzerine düşmüş. Yoda’nın en gözde öğrencisi havuzun kenarındaki bir taşın üzerine oturmuş ve suya bakıyor. Bir elinde bir kabuk tutuyor ve başparmağıyla sürekli olarak kabuğun üstünü sıvazlıyor.

Hemen önündeki suyun üzerinde su böcekleri dans etmekle meşgul. Çırağın dikkati de onlarla birlikte hareket ve dans etmekte, sessizliğin yüzeyinde; Güç’ün sınırsız derinliklerinde. Her zaman çok çevik biri olmuştu; Güç dikkatinin hemen altında derinleşiyor ve aynı zamanda hiç çaba harcamadan onu ayakta tutuyordu. Nedense sadece bu akşam üzgün ve garip deredece yorgun hissediyordu kendini. Sanki ilk kez ayağının bu Güç’ün derinliklerine nasıl kayabileceğini fark etmiş gibiydi – karanlık derinliklere batıp oralarda boğulmak. Tik. Tak. Çak. Tik. Tak. Çak. Ayak sesleri yaklaşıyordu, bir iki ve ardından da yere vuran bastonun ucunun sesi. Üstat’ın odasının bulunduğu yönden parlak bir ışık yaklaşıyordu, bahçedeki asma ve yapraklarının arasından geçip gelen bulanık bir ışık. Ona tanıdık bir histi bu, öğrencisi, Yoda’yı daha ona yaklaşmadan çok önce hissedebilmişti, yaşlı zihni parlak bir ışık kadar sıcak ve göz alıcıydı. Jedi Tarikatı’nın Üstadı yavaşça onun yanına geldi.

Öğrencisi gülümsedi ve başını eğdi. Sayısı bilinmez meditasyonlarda ve ışın kılıcı talimlerinde Yoda ona defalarca bir kişinin ya da saldırının asıl şekli tam olarak belirmeden önce onun niyetini her hücresinde hissetmesi gerektiğini söylemişti. Başını eğmesi yılların ürünü olan minnettarlığı ve saygıyı barındırdığı gibi korkunun ve suçluluk duygusunun da göstergesiydi. Jedi Tarikatı’nın Büyük Üstadı taşıdığı ışığı kenara koydu ve kayanın üzerine çıktı ve biraz mücadeleden sonra öğrencisinin yanında kendisine uygun bir yer bulup yerleşti. Öğrencisi gülümsedi ama yardım teklif etmemesinin daha doğru olacağını biliyordu. Yoda oflaya puflaya kayanın üzerinde rahat oturabileceği bir şekil almaya çalıştı, cübbesinin uçlarını geriye attı ve ayaklarını da havuzun üzerine doğru uzattı. Bu yeni gelen kişi su böceklerinin ilgisini çekmiş olacaktı ki şimdi de ayağının altında dönüp durmaya başlamışlardı. “Nedir bu düşüncen, Dooku?” Öğrencisi inkâr etmeye kalkışmadı. “Eminim korkmadığından bu görevden, değil mi?” “Hayır, Üstat.” Öğrenci devam etti. “Konu görevle ilgili değil.” “Güvenmelisin kendine. Hazırsın sen.” “Biliyorum.” Yoda yerde bıraktığı ışığı istermiş gibi görünüyordu.

Döndü ve bastonunu uzatıp ışığın halkasına takmaya çalıştı. Yüzünü buruşturmuş şekilde birkaç kez denedi ama ışığı almayı başaramadı, homurdandı. Öğrencisi hiç zahmet etmeden Güç’ü kullanarak feneri aldı ve hocasına teslim etti. “Neden kolay olan yoldan yapmıyorsunuz, Üstat?” diye sordu – sözü biter bitmez gelecek cevabın da farkına vardı. “Kolay da ondan,” dedi Yoda. Genç adam deneyimleri sayesinde öğrencilerin Yoda’dan sık sık buna benzer cevaplar aldığını biliyordu. Işığını almamazlık etmedi, diye düşündü Dooku. Birlikte bahçede oturdular. Görüşlerinin dışında bir yerde bir balık sudan dışarı sıçradı ve tekrar suya düştü. Yoda öğrencisini bastonunun ucuyla hafifçe dürttü. “Dün hazırdın sen, ayrılmaya demek ki!” “Ve geçen ay, geçen yıl ve önceki yıl.” Dooku’nun yüzünde beliren gülümseme geldiği hızla gitti. “Fakat bu sefer gerçekten olacak…” etrafına bakındı. “Ayrılmak istemediğim bir zamanı hatırlamıyorum – uzaklara gitmek, yıldızlara yolculuk edip diğer dünyaları görmek. Yine de bir yanım burada kalmak istiyor.

Burası benim yuvam oldu. Siz benim yuvam oldunuz.” “Ve yine de.” Yoda hafifçe başını sallayarak karanlığa doğru baktı. “Biz olacağız burada her zaman. Yuva evet… Alderaan’da öyle derler. Yuva geldiğinde kapısına sorgusuz sualsiz davet edildiğin yerdir içeri!” akşam havasını ciğerlerine çekip tebessüm etti. “Hm. Burada senin için her zaman bir yer olacak.” “Sanırım öyle. Öyle olmasını umarım.” Öğrenci elindeki kabuğa baktı. “Bunu sıranın üzerinde buldum. Bir tatlı su keşiş yengeci bırakmış. Bilirsiniz onların evleri yoktur.

Sürekli evlerinden daha fazla büyürler. Ben de Jedi’ların beni Serenno’da bulmalarını düşünüyordum. Tahminimce anne ve babamla. Şimdi tam olarak hatırlayamıyorum. Bunun ne kadar garip olduğunu bir türlü aklımdan çıkaramıyorum. Jedi’ların tamamı aslında anne babalarının onlarsız yaşayabileceklerine karar verdikleri çocuklardır.” Yoda dikkatle dinlemeye devam etti ama konuşmadı. “Kimi zaman düşünüyorum eğer bizim itici gücümüz bu ilk ayrılış ise ispat etmemiz gereken çok şey var demektir.” Bir ateş böceği sarmaşıkların arasından çıkıp sanki ateşten fırlayan bir kıvılcım gibi havuzun üzerine geldi. Öğrenci onun suyun üzerindeki belli bir şekli olmayan uçuşunu izledi. Yoda’nın sormak istediği bir soru vardı: “Sence neyiz biz, Dooku?” Öğrenci her seferinde farklı bir cevap vermeye çalışmıştı: Bizler Güç’te atılmış düğümleriz, Bizler Kaderin vekilleriyiz ya da Bizler Tarihin bedenini oluşturan hücrelerin her biriyiz… ama bu akşam, önlerinde kanat çırpan ateş böceğini izlerken, ondan çok daha doğru bir cevap geldi. Aslında biz buyuz: yalnız. Kaşla göz arasında sudan bir balık fırladı ve ateş böceğini kapıp geldiği yere geri döndü. Ardında suyun üzerinde oluşan dairelerden başka bir şey bırakmamıştı. “Sanırım benim de keşiş yengecinden bir farkım yok,” dedi öğrenci.

“Ailemin evi için çok büyüktüm. Beni buraya getirdiniz ve aradan geçen yıllardan sonra bu sefer de Tapınak bana dar gelmeye başladı. Bence…” genç adam durdu, döndü, yandan vuran ışık cübbesinin başlığının gölgesini yüzüne düşürüyordu. “Beni asıl düşündüren eğer buradan bir kez çıkarsam bir daha asla buraya sığamayacağımdır.” Yoda başını salladı, kendi kendine konuşur gibiydi. “Gururlusun. Nedenin de var buna.” “Biliyorum.” “Tehlikesiyle birlikte.” “Bunu da biliyorum.” Öğrenci kabuğu bir kez daha ovaladı ve havuza attı. Şaşıran su böcekleri taşın düştüğü yerden uzaklaşıp suya batmamaya çalıştılar. “Ne Jedi’lardan ne Güç’ten olamazsın büyük,” dedi Yoda. “Ama güç Jedi’lardan büyüktür, Üstat. Güç sadece bu duvarlar ve öğretilerden ibaret değil.

Her şeyin içinde o var. Hızlı yavaş, büyük küçük, aydınlık -” birden bire durdu. “- ve karanlık,” dedi Yoda. “Evet, öyle, genç adam. Zannediyor musun ki ben hiç hissetmedim karanlık tarafı? Geçen sekiz yüzyılda nedir bilir misin Yoda’yı Yoda yapan?” “Üstat?” “Bir sürü hata!” yaşlı öğretmen gülerek bastonunun ucuyla öğrencisini dürttü. “Seninle dalmak derin düşüncelere!” birkaç kez daha dürttü. “Üstat’ın, Thame Cerulian söyledi senin en yetenekli Padawan olduğunu gördüğü. Gerekmez senin kendine güvenmen. Ben, Yoda, Güçlü ve Büyük Jedi Üstadı güveniyorum sana! Yetmez mi bu?” Çırak gülmek istedi ama gülemedi. “Bu çok fazla, Üstat. Korkarım…” “Güzel!” dedi Yoda. “Kork karanlık taraftan, korkmalısın da. Güçlülerin en güçlüsüdür. Ama şimdilik ne Thame’ye, ne bir Jedi Şövalyesi’ne ne de Konsey üyelerine denksin. Bu şeyin içine sığmaya devam ettiğin müddetçe,” dedi öğrencisini hafifçe dürterek.

“Gitmelisin yarın, yıldızların arasındaki karanlığa. Ama yuvan hep burası olacak. Eğer kaybolursan dön ve bak bu bahçeye tekrar.” Yoda fenerini kaldırdı ve gölgeler kaçışan böcekler gibi uzaklaştı. “Evinin yolunu bulabilmen için yakacağım ben bir mum.” Altmış üç yıl sonra, Jai Maruk revire ve Ilene Xan da odasına Jedi Çırağı Turnuvası için hazırlık yapmaya gittiğinde Mace Windu ve Yoda baş başa kaldı. “Dooku istiyor eve dönmek,” dedi Yoda. “Olabilir tuzak.” “Muhtemelen,” dedi Mace. Yoda iç çekti ve kabuğu inceledi. “Bir soru demiş buna. Ne soru ama! Bence gelmeliyiz görmezden. Ne dersin?” Beklenmedik şekilde Mace başını iki yana salladı. “Dooku ölmüş olmalıydı. Onu Geonosis’te öldürmeliydim.

O zaman tüm savaşı sona erdirmiş olurdum. Ama hâlâ bu savaşın anahtarı o. Sence dürüstçe görüşmeye yanaşır mı? Zayıf bir ihtimal. Tekrar gelip bize katılabilir mi? Bu daha da zayıf bir ihtimal. Ama milyonların yaşamı söz konusu olduğunda ne kadar zayıf da olsa bu riske girmemiz gerek. Benim düşüncem budur, Üstat.” Yoda homurdandı. “Kaybettiğim öğrenciye karşı beslemek zor umut yeniden!” “Zor mu?” dedi Mace. “Jedi Üstadı olmak hiçbir zaman zor değildir, hatta sizin için bile.” Yoda homurdanarak etrafına bakındı. “Pöh. Hepiniz de oldunuz pek bir bilge. Sadece Yoda bilgeyken daha iyiydi önceden!” Mace’e baktı ve güldü. Eğer Geonosis’te tüm neşesini yitirmemiş olsa Mace şimdi kahkahayı patlatırdı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir