Suat Parlar – Ortadoğu – Vadedilmiş Topraklar

Global vahşet cephesi Ortadoğu’ya saldırıyor. Emperyalist sistemin kan dolaşımım sağlayan petrol, barbar bir güç gösterisinin maddi gerekçesini oluşturuyor. ABD hegemonyasının perçinlenmesi adına büyük bir katliam gerçekleştiriliyor. Kendi müttefikleri başta olmak üzere, dünyanın patronunun kim olduğunu göstermek adına harekete geçen ABD emperyalizmi, Irak’ı işgal ediyor. Ortadoğu’nun Latin Amerikanlaşması temelinde projeler ardarda gündeme getiriliyor. Parçalanmış, aşiretleştirilmiş, ulusal kaynaklan elden gitmiş, kamusal güçleri dağıtılmış yapılar oluşturulmaya çalışılıyor. Bu temelde gelişmeler İrakla sınırlı kalmıyor. Suriye ve İran’ı hedefleyen bir planın varlığı netlik kazanıyor. Filistin açısından ise değişen bir durum yok. İsrail, hain kralın yönetiminde bulunan Ürdün’ü, Filistin devleti kabul ediyor ve kuşatılmış özerk bölgeleri ABD hegemonyasını üst otorite sayan işbirlikçi bir bürokrasinin yönetimine vermeye hazırlanıyor. Bu dönemde Türkiye, ABD tarafından bölge ülkelerine “örnek” gösteriliyor. Bunun ne kadar utanılacak bir durum olduğu aşikar. Ancak stratejik önem pazarlamacısı, egemenlik sistemine bu durumu övgü saydığı biliniyor. Bu tür övgüler artık büyük kredilerle desteklenmemesine rağmen, ABD ile hiyerarşik ittifak devam ediyor. Türkiye’nin oligarşik istibdat Ortadoğu: Vaadedilmiş Topraklar düzeninin sahipleri kendi halkından korkuyor.


ABD ve tsrail olmadan ekonomik, politik, toplumsal hakimiyetlerini sürdürmenin mümkün olmadığını biliyor. Ortadoğu prizmasından yansıyan çelişkilerle de beslenen krizler iyice derinleşiyor. Bu arada ABD emperyalizminin çıkarları ile uyuşmayan politikalar, sistemin meşrutiyet temellerini çürütme pahasına tasfiye ediliyor. Komprador rejim ulusallığın politik, kültürel, ekonomik potansiyellerini tahrip ediyor. Emperyalizm, tüm işbirlikçi kadrolarını cepheye sürüyor. Özellikle enformasyon savaşı kızışıyor. Yoğun bir beyin bombardımanı yürütülüyor. Düşük yoğunluklu bir dünya savaşının önemli ideolojik cephelerinden biri de Türkiye’de açılıyor. Bu ideolojik savaş, Ortadoğu eksenli olarak yürütülüyor; kavramları ve sembolleri bölgenin dini, siyasi, ekonomik, sosyal çelişkilerinden besleniyor. Türkiye’de anti-Amerikancı mücadele geleneğinin güçlü etkisi varlığını duyuruyor. 60’ların ikinci yarısından itibaren gelişen birikimin de etkisiyle lrak’a yönelik emperyalist savaşta egemenlik siteminin gündemi bozulabildi. Tüm saptırma çabalarına rağmen, hayatı pahasına cüretkar davranacağını gösteren bir muhalif anlayışın merkezi etkisi kınlamıyor. Giderek Ortadoğu’nun devrimci dinamikleri ile bütünleşme eğilimi gösteren dirençli ve özverili bu birikimin Türkiye’de derin kökleri bulunuyor. İnsan haklan ve demokrasi koordinatlarına sıkıştırılmaya çalışılan bu birikim, Batıya dayalı yaklaşımları reddettiği ölçüde bölge dinamiklerine oturacaktır. Emperyalizmi yenilgiye uğratacak doğal, beşeri, kültürel ve ekonomik kaynaklara sahip bulunan Ortadoğu gerçeğinden kopuk anlayışların ise geleceği yoktur.

Amerikan yaşam biçiminin kültürel politik, ideolojik, ekonomik etkilerine karşıtlığı çıkış noktası yapan bir mücadele programı, insan hakları ve demokrasi yanılsamasının yarattığı, suat rarıar tahripkâr kuşatmayı kıracak taze bir başlangıçtır. Ölümü küçümseyen ve bir insanlık onurunu yüksek tutan binlerce insanın Türkiye toprağında canları ile oluşturdukları mücadele geleneği tarihsel güvence niteliğindedir. Ülkemizi emperyalist mezata sürenler, Siyonizmin kapıkulları, iğdiş kavramlarını ideolojik baskı aracına dönüştüren batıcılar ve oligarşik istibdatın kadroları cepheleşmişlerdir. Bu cephe, Ortadoğu’da ve Türkiye’de emperyalizmin kanlı taşeronluğuna hazırlanıyor. Böyle bir dönemde dinin merhamet, adalet ve zalime direniş temellerine en büyük saldırının, inanç değerlerini emperyalizme peşkeş çeken sözde “dindarlardan geleceği kesin. Anti-emperyalist mücadelede duvarlar örmenin anlamı yok. Simdi birlik zamanıdır. ABD’nin önderi olduğu global vahşet cephesi en büyük düşmandır. Bu düşmana karşıtlık ve mücadele ise insan olabilmenin vazgeçilmez varlık temelidir… SUNUŞ Kaynakları, kültürel birikimleri, muazzam tarihsel zenginliği ile eşitlik, banş ve bollukla birlikte anılması gereken “vadedilmiş toprak” tam tersi çağrışımları akla getiriyor. Savaş, sömürü, ırkçılık, Ortadoğu’nun “cehennemi” gerçekliğini oluşturuyor. Emperyalizm en kanlı düzeneklerini burada kuruyor. “Bir damla kan, bir damla petrol” denklemi bölge halklarına kader olarak dayatılıyor. Ancak insanlığın en büyük yigitleme ve direnişleri de burada çiçekleniyor. Bu kitap, Ortadoğu’ya ilişkin temel olguları ayrıntılı bir biçimde çözümlemek yolunda bazı soru işaretlerini gündeme getirmek amacıyla yazıldı. Yöntemsel bakışın ilkeleri, olgusal bütünlük kurulurken bu bütünlüğe içerildi.

Böylece “entelektüel” tatmin (!) asgaride tutuldu. “Derinlik” satan lafazanlıkların bulunmayışı bu kitabın en önemli ve belki tek başarısı oldu. Bu bakımdan “iş bitirici” eleştirmenler bu kitabı okumadan bile eleştirebilirler. Kitapta dipnot olarak değinilen ve alıntı yapılanlar dışında da çok sayıda kaynak kullanıldı, bunların tamamı kaynakçada gösterildi. Özellikle “Ortadoğu’nun Egemen Gerçekleri” bölümünde çok sayıda kaynaktan yararlanıldı, geniş bir basın taraması da bu çalışmaya eşlik etti, ancak bunlar tek tek verilmek yerine kaynakçada topluca belirtildi. Okur, çalışmada birçok varsayım bulunduğunu görecektir. Öte yandan kitapta O rtadoğu’da devrimler ve halk hareketlerine çok uzun yer verilmedi. Bu konuda başka bir çalışma planı gündem ­ de. Dolayısıyla bu konu bilerek eksik bırakıldı. Ortadoğu: Vaadedilmiş Topraklar 12 ORTADOĞU: TARİH VE KÜLTÜR Uygarlıklar Merkezi: Ortadoğu Yeryüzü cennetinin tüm tariflerinin mitoloji harmanında boyutlandıgı alandır, Ortadoğu. İncil, “…Bir nehir çıkar cennetten ve cennetin bahçesini sular; sonra dört kola ayrılır (…). Bunlardan üçüncüsünün adı Dicle’dir, Asur’un doğusuna doğru akar. Dördüncüsünün adı Fırat… “Efendi Tanrı, insanı aldı ve Cennetin bahçesine koydu; toprağı eksin ve ona sahip olsun” diye anlatıyor vaadedilmiş bu toprakları. Mitolojik imgelerin Tanrı kelamına aktığı kutsal kitaplar, 100.000 yıllık geçmişe dayalı köy yerleşimlerinin “Altın Çağ” vurgusunu hep bu topraklardan başlatıyor.

Ancak çağın sorunsallan kıskacında tarifler ve sınırlar bu kadar kolay belirlenemiyor. Ortadoğu, bir kavram bütünlüğü görünümü altında muazzam çelişkileri simgeliyor. Çelişkiler, ansiklopedilerin yalınlığına yansıyor. “Ortadoğu, hem Uzakdoğu hem Batı kavramıyla karşıtlaşan bir coğrafi kavram. Ayrıca, aynı ülkeler için kullanılan ve içeriği açık seçik belirlenmemiş olan Yakındoğu kavramını da rahat rahat kapsar. Böylece Ortadoğu terimi, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri, Türkiye’yi, verimli hilal ülkelerini (Suriye, Lübnan, İs- Ortadoğu: Vaadedilmiş Topraklar rail, Ürdün, İrak), Mısır’ı Arabistan yarımadasını, İran’ı ve genellikle, Afganistan’ı içine alır. Ama bazen Libya’yı, Sudan’ı ve hatta Hindistan yanmadası ülkelerini (özellikle Pakistan) kapsayacak biçimde de genişletilir.”1 Coğrafi yalınlık temelinde geliştirilen Ortadoğu kavramının belirsizliği, aslında bir çelişkiler yumağım andıran bölgeye oldukça uygun. Ancak, Ortadoğu’nun kimlere ve hangi ölçütlere göre bir tür Doğu’yu simgelediği tartışmalı. Batı’yı eksen alan bir yaklaşımın tanım güzergahında “uygarlık dışı” oluşumların odağıdır Ortadoğu. Batı-merkezci sosyo-ekonomik formasyonlar dogması, köleci-feodal toplum yapıları sıralamasında bir hamlede Helenistik Dünyayı tüm değerleriyle Batı’ya “ilhak” etmiştir. Helen Dünyasının Mısır, Mezopotamya, Suriye, İran’la bağlan koparılmış, felsefi birikimi, siyasi yöntemleri, kent kültürü ile “demokratik” Atina, “barbar” Dogu’nun karşısına konulmuştur. Doğu kökenli Hıristiyanlık da, İslamiyet’in karşısına dikilerek XIX. yüzyılın sonlanndan itibaren Ortadoğu halısı, emperyalizmin tezgahında dokunmaya başlanmıştır. Oysa “uygarlık” adına ortaya konulan ve insan emeği ile onun tarihin öznesi olmasıyla biçimlenen miras bu bölgede oluşmuştur.

“Ortadoğu’nun tahıl tarımının ve evcilleştirilmiş hayvanlarının insanlık tarihinde özel bir yeri vardır, çünkü ilk uygarlık onların yol açtığı, yaşam biçiminden doğmuştur. Dünya’nın en eski uygarlığı, Dicle ve Fırat ırmaklarının aşağı kıvrımları boyunca Basra Körfezi’ne kadar dayanan alüvyon ovası üzerinde uzanan Sümer ülkesinde doğdu. Sümer topraklarını yaratmış olan ve her yıl yenilenen ırmak milinden bol ürün alınabilmesi için, ilkel tanm tekniklerinin kökten değiştirilmesi gerekti.”2 Bu değişim insan emeğinin toplum1) Büyük Larousse, CM, s.8903 2) William Me. H. Neill, Dünya Tarihi, Çev. Alaadin Şenel, İmge Kitabevi. Suat Parlar sal örgütlenmesinde önemli bir aşamayı oluşturdu. Sulama kanallannın, setlerin yapımı ve bakımı, yüzlerce hatta binlerce insanın emeğinin örgütlenmesini zorunlu kıldı. Emeğin örgütlenmesi sürecinde ortaya çıkan seçkin yöneticiler Mezopotamya mitoslarından güç aldılar. Bu mitoslar, tanrılann insanları her tür ihtiyaçlan için kullandıklan üretim nesneleri olarak değerlendiriyordu. Böylece, Sümer’de Ortadoğu’nun giderek insanlığın ilk egemenlik sistemlerinden biri geliştirilmeye başlandı. Lagaş’ta bulunan bir yazıda, kentin topraklan, sahiplerinin tannya ödeyecekleri paylann türüne göre üçe aynlır. Tann’ya en ağır payları çiftçiler öderken, yaşamlanm sürdürmek için ellerinde çok az şey kalıyordu.

Çiftçiler ayrıca yılın belli bölümünde tanrı adına çalışıyorlardı, yani rahiplerce planlanan işlerde ve sulama kuruluşlannda. Bu yolla tapmakta biriken tanmsal ürünlerin bir bölümüyle tüm becerilerini tanrıya adamış çok çeşitli sanatçılann yaşamlarını sürdürmesi mümkün oluyordu. Bu kişiler, zamanlannı basit yeniden üretim doğrultusunda tüketmedikleri için insanlığın o zamana değin yarattığı beceri ve bilgileri büyük ölçüde geliştirdiler. l.Ö 4000 ile l.Ö 3000 yıllan arasında, Dicle-Fırat Vadisi’nin aşağı bölgelerinde ilk yerleşimlerin görüldüğü tarihten sonraki 1000 yıllık sürede insanlık tarihinin zembereği boşaldı. Teknik gelişmeler son derece hızlıydı. Tunç metalürjisi, çarkta yapılmış çömlek kaplar, tekerlekli araçlar, suda yüzen tekneler, heykeltıraşlık, anıtsal yapılar, karasaban arkeolojik kayıtlarda aynı anda görülür. Mezopotamya kentleri için önemli bir dışsatım malı olan yünün dokunup boyanması, ölçme sanatları, kanallann, bentlerin ve ovada yapay dağlar gibi yükselen anıtsal tapmakların yapılması hep Sümer damgası taşır. Tarım yılı düzenini yaşamsal hale getiren ekim-dikim işleri, rahiplerin takvim çalışmalarına hız verdi. Takvimin yürü­ Ortadoğu: Vaadedilmiş Topraklar tülmesi konusundaki becerilerini, sulama konusundaki önderlikleri ile bütünleştiren rahiplerin ayrıcalıkları daha da pekişti. l.Ö 3000’den az sonra, Sümer’de kutsal öyküler, yasalar ve anlaşmalar yazıya dökülebiliyordu. Fırınlanmış kil tabletlere yazılanlar, Mezopotamya ile açılan insanlığın ortak temellerine ışık tutuyor. Bilinen tüm yazı biçimleri Sümer yazısından kaynaklanıyor.

Sümer aynı zamanda güçlü bir egemenlik sisteminin de mirasını bıraktı, insanlann belli bir uzaklıktan denetlenmesini sağlayan yönetimsel ve siyasal yöntemler de bu dönemde şekillendi. “Bu Sümer buluşlarından bazıları, o zamandan beri uygar yönetimlerin asal öğeleri olarak kaldılar, örneğin derlenip yayımlanmış yasalar, görevlere bürokratik atamalar ve resmi posta hizmetleri gibi temel öğelerin geçmişi eski Mezopotamya’ya dayanır. Dahası, Sümer ülkesinin ‘her zaman’ tek bir tanrı ve tek bir kralın yüksek yöneticiliği altında birleşmiş olduğu yolunda resmi bir propagandanın varlığının izlerini görüyoruz.”3 Tarihin kapılarını açan Sümerleri, Babil imparatorluğu takip etti (Bab-ı Lu: Allah kapısı). Başkentlerinin adıyla anılan Babilliler, sınıflı toplum hukukunun en önemli kodlarını oluşturdular. M.Ö 792’den, M.Ö. 750’ye kadar hüküm süren Hammurabi, insanlığın bilinen en eski hukuk metinlerine adını verdi. Mülkiyet hukuku ve eşitsizlikçi toplum kodlannın yer aldığı bu metin diyorit dökme taş üzerine fazılıdır. Hammurabi kanunlan, toplumu, hakları ve yükümlülükleri, bulundukları mevkiyle orantılı üç hukuksal sınıfa ayınr: Avilum (üstün “insan”, soylu), muşkenum (sıradan insan), vardum (köle). Bedensel yaralama durumunda şiddet eğer bir aviluma yönelikse çok daha sert biçimde cezalandmlırdı; herkesin önünde hakaret etme durumunda, bu suçu işleyen avilum en ağır maddi tazminat cezasına çarptırılır3) (a.g.e.,s.

28)|14] Suat Parlar dı. Kanun, bazı ücret ve hizmetlerle borç faizleri için bir tavan belirler. Hammurabi kanunları, Hitit yasalanndan Musa yasalarına uzanan bir akış içinde etkisini sürdürmüştür. Bürokrasinin, hukukun ve pazar fiyatları düzeninin geliştiği zeminde yükselen Babil, daha sonraki siyasal sistemler açısından önem taşıyan bir miras bırakmıştır. Sümer ve Akat’ı inceleyen Babil rahipleri, Babil’in koruyucusu Marduk’u yüceltme yolunda önemli adımlar attılar. Böylece ortaya çıkan “yaradılış destanı” ince ayrıntılarıyla, görkemli bir dini mirasın temellerini attı. Kutsal Kitap’ın, Tekvin bölümünde yankılanan destan, Marduk’u baş tanrı ilan eder. Ortadoğu’yu bir uygarlık merkezi haline getiren yönetim sanatlan, genişletilmiş yeniden üretim teknikleri, askeri örgütlenme ve sınıflaşma olgusu Sümer, Akat, Babil çizgisinde süreklilik kazandı. Sümer rahiplerince, dünyayı ve insanın tanrılarla ilişkilerim açıklamak için ortaya konulan düşünceler, tüm dinlere yansıyan kalıcı özellikler taşıyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir