Orhan Kemal – Bereketli Topraklar Üzerinde

Orta Anadolu’nun seksen evlik köylerinden Ç. köyünün erkekleri o yıl da çalışmak için çeşitli iş bölgelerine dağıldılar: Sekizi onu Kayseri Dokuma fabrikasına gitti, dördü beşi Sivas Çimento fabrikası, Cer atölyesine. İçlerinden üçü de Çukurovanın yolunu tuttu. Bu üç kişi, tflahsızın Yusuf, Köse Hasan, Pehlivan Ali köyde kapı komşuydular, çocukluklan bir arada geçmişti, Biraz palazlanınca şunun bunun tarlasına, dağa oduna birlikte gidip geldiler. Birbirlerinden çokluk ayrılmadılar. Yalnız tflahsızın Yusuf, birinde Sivas Cer atölyesinde iki ay harnallık etmişti. ötekilerse köyden siftah çıkıyorlardı. Omuzlarında beyaz torbaları, koltuklarında birer er kaputu gibi kıvnlıp kınnapla çeke çcke bağlı yorganları, trene indiler. Sıvastan gelen tren, köyün üç saat ötesindeki ufacık istasyonda birkaç dakika dururdu. üç arkadaş gece yarısı vardılar istasyona. Kaba bir rüzgar ortalığı altüst ediyordu. Yukarda da öfkeli, kapkara bulutlar. En uzunları tflahsızın Yusuf, burnunun bir deliğini tıkayıp ötekinden var gücüyle hıhlayarak elinin tersiyle bumunu sildi, sonra, yeşil bir fener tutan istasyon makasçısına sokuldu: – öyle mi hemşerim? Tren geç mi gelecek ola? Köse Hasan’la Pehlivan Ali de sokulmuşlardı. Karnı fena halde sancılanan makasçı kesti attı: – Ne zaman gelirse o zaman binersiniz! 5 Barakaya girdi. Köse Hasan’la Pehlivan Ali barakanın duvarı dibine çömeldiler.


İflahsızın Yusuf karşıianna bağdaş kurdu. Cigaralan yaktılar . � Ufak tefek, kupkuru Köse Hasan: – Uyurmuyuz da, dedi. Yusuf lafını ağzına tıkadı: – Uyunur muyunur muymuş? Evel Allahın izniyle Çukurovaya diye çıktık köyden! Kalın bedenli Pehlivan Ali tamamladı: – Tabanlarımızı hassaydık bir kerre Çukurova toprağına sağlıcakla! ‘İflahsızın Yusuf bu sefer de burnunun öbür deliğinden hıhladı: – Allah diyen neden geri kalmış? Basacağı;_ evel �Ilahın izniyle tabanlarımızı da, gövdelerimizi d�. Lakin biz biz; olalım, şehir yerinde göz kulak olalım kendimize kardaşlar. N eden derseniz, şeipr yeri köy yerine benzemez. Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar. Birbirimize iyice sarılalım, el· sözüne kulak asmayalım. Anca beraber, kanca beraber! Pehlivan Ali: – Tabii canım, dedi. Kulak asılır mı? Gurbete çıktık mesela . – Emmim derdi ki, uşaklar derdi, gurbete düştünüz mü, siz siz olun, sılayı içinizden atın derdi. Atamadınız mı yandı· nız derdi. Köse Hasan içini çekti: – Emmin de, fıkara. Sıla deyi d ey i. – Sılaya hasret kaldı.

Lakin emınimin avradı… Avrat dediğin öyle olmalı. Tam Osmanlı. Köy yerinde o kadar ettiler de ere vardı mı? Köse Hasan’la Pehlivan Ali az kalsın güleceklerdi, kendilerini tuttular. Yusufsa keiıdi kendini yanıtladı: – Varmaz. Niye varmaz? Eski toprak, halis Osmanlı da ondan! 6 Kaba rüzgar, kaynaşan bulutlar . Yusuf su dökrneğe kalkınca, Köse Hasan kıs kıs güldü: – Emınisinin avradı, duyuyor musun Ali? Ali de güldü: – Halis Osmanlı mıymış? Yıldız dolu, berrak bir yaz gesesini hatırladılar. Ağustos ortasında, sıcak bir geceydi. Suyu çekilmiş derede Çerçiyl� bastırmışlardı. Çerçi korkmuş kaçmış, Dudu abla korkmamıştı. Yattığı yerden kımıldamamıştı bile. tıkin Pehlivan Ali ışını bitirmişti, sonra Köse Hasan. Köse Hasan içini çekti: – Lakin zorlu avrattı ne yapacaksın onu, dokuzu! – Zorlu da söz mü? Hamurlu avrattı. – Ne dediydi? Gavurlar, kimseye derseniz öldürürüro sizi dediydi. – Dediydi ki dediydi kahbel – Şimdi olmalı ki, hı? Ne diyorsun? – Yusuf olmamalı ki tadı çıksııı. – Tabii canım.

Yusuf uçkurunu bağlayarak geldi: – Lakin bu gurbet, dedi. Gurbet gibi kötü var mı? Gavurdan beter d inim e imanıma •. Torbasını omuzuna vurılp evden çıktığı sırayı hatırlamıştı. Köse Hasan anlamadı: ·, – Niye? – Kötü tekmiL Adamın gözü ardında kalıyor. Ben Sivas’tayken köy aklımdan töbe çıkmazdı. En biri emmim. Gurbete düştün mü, sılayı yüreğinden atacan derdi, derdi ya, kendi atabildi mi? Ne mümkün? Adamın vatanı derdi, vatan başka derdi… Yerden bir taş aldı, karanlıklara fırlattı. Köse Hasan da evden ayrılışını hatırlamıştı. İçinden bir sızı geçti: – Doğru. Adamın içi bir tuhaf oluyor. O, bu değil ya, gittiğimize göre zorlu birer iş tutaydık bari . 7 – Tutarız Allahın izniyle. Bizi yurdumuzdan, yuvamızdan eden Allah … – Doğru, yurdumuzdan, yuvamızdan … – Kadere kırk beş! – Bu işde de var bir hayır … Pehlivan Ali başım havaya kaldırdı. Ayın önünde kaynaşan simsiyah bulutlar korkunçtular. Orktü.

– Yusuf lan, dedi. Bulutlara bak hele. Hep baktılar. – Ne var bulutlarda? – Kara kara. – Allahın bulutu. – Doğru. Yusuf! – Hı? – Allahımız o bulutların öte başında mı? Yusuf’un pek bir fikri yoktu. Gene de: – Töbe estafurullaaaah, dedi. – Günah mı? Yusuf başını kıvrattı. Nelerine gerekti günah, sevap. Hasan’a baktı: – Benim oğlanı biliyon mu? dedi. Cip sakariandı bu yıl. Bıldır çelik gibiydi. Hasan başını salladı: – Ekiniere kara kurt indi ondan. Benim Emine de; kulak asma.

O, bu değil, ardımdan melil melil bakışı yok mu, töbe aklımdan çıkmıyor. Ne dediydi biliyon mu? – Ne dediydi? – Babam babam dediydi, gelirken bir saç tokasıyla bir de üstü işli tarak getir ‘dediydi, anasından gizli. Pek korkar anasından . Yusuf kurnazca göz kırptı: – Anası ne istedi gayri? – Hiç bir şey. Hani avradım diye değil, bunca yıllık eyatim mesela, töbe istemez. Benim oğrumda su içmez be! – Benim avrat gibi. 8 – Uikin iyi bir para kazandım mı . – Nörecen? – Biliyorum ben nöreceğimi. Sen nörecen? – Ben mi? Ben iyi bir gazocağı alacağım arkadaş. Köy yerinde söylensin! – Gazocağı da ne ki Ian? tflabsızın Yusuf gururla güldü: – Sen bilmezsin! Gazocağının pompası var. Bastın mı ateş püskürür, hem de yılan ıslığı gibi seda verir. Sivas’ta, Cer atölyesinde hamalken, bizim bir şef vardı. Lakin iyi adamdı. Namaz mamaz kılmazdı ya, iyi adamdı. Onda vardı.

Bir yakardı ki, eh. Yemek mi pişireceksin? Koy üstüne tencereyi, su mu ısıtacaksın? Koy tenekeyi. Anide. On beş, yirmi hankonota veriyorlarmış … Hasan’ın gözleri büyüdü: – On beş, yirmi bankanot mu? -Ne beliedin ya! -Çok lan. – Lakin tevatür bir şey. Pompası da var. Bastın mı ateş püskürür. Bizim şef bir yakardı ki. – Demek yılan sedası gibi? – Yılan sedası gibi dinime imanıma. -Bak hele Yusuf, bu şehir dedikleri de aboo değil mi? – Ne di yon Köse ne· diyon? Gece olmaz mı, sokaklarda tekmil elektrikler yanar, gündüz gibi, ipil ipil. O tomafiller, o avratlar, o ne bileyim canım, dille tarifi mümkünsüz. Siftah gidince adamı bir çarpar ki eh. Kendi kendini yitirirsin, ne yana bakacağını şaşırırsın. Lakin kardaşlar, biz biz olalım, şehirlinin dolabına düşmeyelim. Anam avradım olsun, bizi yek ekmeğe mühtaç ederler! – Bir şey olmaz evel Allahın izniyle.

Şehir adamı olduysa . – Orası öyle. – Biz kardaştan ileriyiz. Değil mi? – Tabii canım. Bizim gibi var mı? – Biz şehirliyi yanıltırız değil mi? 9 – Yanıltırız ya, gene de şehirli … Şehirli bir cin. Şehirliyi biliyor musun sen? Pehlivan Ali’ye baktılar. Alaca karanlıkta yüzü görünmüyorrlu pek. Görünmüyorrlu ya, kötü kötü düşündüğünü anladılar. Yusuf: – Ne düşünüyon kardaş? Pehlivan Ali iki yanına kımıldandı bes. Köse Hasan usullacık: – Ayşe’yi düşünüyor olmalı, diye mırıldandı. Ne yapsın? Onunki cip kötü. Biz hadi neyse … – O da evli sayılır … — Sözlü amma? – Olsun. Sözlü demek yarı evli demek … Pehlivan Ali hata oralarda <.lejil<.li.

Yusuf üsteledi: – öyle değil mi kardaş? Pehlivan Ali bir cıgara yaktı, ajız dolusu bir duman üfledi göğe doğru. Yusuf: – Emmim derdi ki, dedi, gurbetc düştün mü, sılayı unutacaksın derdi. Unutınadın mı, kor insana pek derdi. tş miş tutamazsın, aklın fikrin dağılır. Hepimizinki <.le bir ekmek derdi mesela. öyle değil mi? Köse: – Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne diye teptik? – Gurbette sılanı düşündün nıü yandın. Hani emmim diye değil, nasıl adamdı? Adamın tekesi değil miydi Köse? O bile gurbette kalmadı mı? Yanından gelenler de yi verdil erdi, sıl� deyi deyi ruhunu teslim etmiş fıkara! üçüne de bir gariplik, çökmüştü. Uzaklara, taa uzaklara baktılar. Koyu karanlıklardan başka şey görünmüyordu. – Ayağın gurbete düştü de alıştın mı, bırak. Her zaman gidersin. Gurbet çağırır, duramaz, mümkünü yok duramaz gidersin. Gitmesen köy yeri batar, bunalırsın.

Kendir kement zaptedemez seni, gidersin. Gidince de durabilir misin? Ne mümkün? 10 Bu kez sıladır içinde yaf yaf eder, burcu burcu kokar, düşlerine girer. Ah bir gitsem diye can atarsın, iple çekersin sılayı. Gidersin de, gitmeye gidersin. Bir gün, beş gün … Kardaşıma deyim, bu kez gurbettir el eder, çağırır seni. Köydür batar, yüreğindir daralır daralır, ceviz kabuğu gibi daralır. Buraya ne demeye geldim ‘(}ersin, kahredersin. Bir kez yolun gurbete düştü mü, yu elini kendi kendinden! – Niye? – Sen eski sen değilsin ki. Gurbete düşersin sıla çağırır, sılana kavuşursun gurbet el .eder. Şehir yerinde eyleşmeğe alışan adamı köy yeri sıkar. En biri ben! Ben Sivas’a gitmeyeydim, Çukurova’ya heves etmezdini ki! …. …… . ? – Lakin Çukurova … Tam bu sırada gök yarılır gibi oldu, bir şimşek çaktı. Ortalık mavi mavi ışıdı.

Bu bir anlık mavi aydınlıkta tflahsızın Yusuf Pehlivan Ali’yi gördü, beğenmedi. Kötii kötü düşünüyordu. Şimşekten ötürü: – Hak şüküüü;, dedi. Bizim hcmşerilerin fabrikası. – Ne olmuş? dedi Köse Hasnn. — Pek tevatürmüş hani. – Doğru. Bize yaban gözüyle bakmaz ya! – Bakar mı? Hemşerimiz be. Hemşerinin kötÜsü mü olur? Bizi bir gördü de kim idiğimlzi beliedi mi . – Amanın hemşerilerim gelmiş diye.,. Bizi tutmayıp da şehirliyi ne diye tutsun? – Tabii canım, akıl var yakın var … – Hemşeri demek hısım demek. Ben kendi nefsime, hemşerim şurda dururken, yazının şehirlisini niye işime alayım? Sen olsan alır mısın Köse? – Alınır mı Yusuf? Hemşeri, de, dur arda. Demek fabrikası pek tevatürmüş? – Dil’le tarifi mümkünsüz. Sivas’da, Cer atölyesindeyken ben, bir şefimiz vardı.

O anlattıydı, lakin hemşerimiz parayı tam demetlemiş! Allah kılıcını daha keskin etsin. Hemşerimiz gibi var mı?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir