Terry Deary – Ates Hirsizinin Kacisi

Ben bizzat orada değildim, ama o günlerde olanları çok iyi bilen biriyle tanıştım. Bu öykünün her kelimesinin doğru olduğunu söylediğimde, bana muhtemelen güvenmen gerekecek. Tamam tamam, çoğu doğru. Her şeyin daha akla yakın görünmesi için, bazı boşlukları doldurmuş olabilirim. Evet, çok yalan söylediğimi göreceksin. Ama bu dünyada, güvenebileceğin yegâne insanlar, yalancılardır. Güven bana, ben bir yazarım. Zeus bir bulutun üzerinde oturuyordu. Bir Yunan tanrısıysan bu tür şeyleri yapabilirsin. Ama SEN deneme. Bulutlara tırmanabilmek için çok uzun bir merdiven bulman gerekir ve merdivenden adımını attığın anda, muhtemelen, bulutun içinden geçip düşersin. Çok pis bir iş olabilir bu; özellikle de o anda altından geçmekte olan biri için. Ancak babam ve benim gibi özel kişiler bulutların üze¬ rinde süzülebilirdi. Ben bunu nasıl yapabiliyordum? Bekle ve gör. 6 Nerede kalmıştım? Ah, evet, bulutunun üzerinde oturan Zeus.


Kanatları vardı ve görüp görebileceğin en güzel şeylerdi onlar. O kadar güzeldi ki sıradan insanlar -senin ve benim gibi insanlar- onlara bakmaya doyamazdı.1 Zeus’un yanında karısı Hera oturuyordu ve Hera o kadar güzel değildi, çünkü surat asıyordu. Burnu tırtıl sırtı gibi kırışmıştı ve dudakları karınca bacakları kadar inceydi. “Tatile gideceğimize söz vermiştin,” diye terslendi Hera. “Ama tatildeyiz hayatım,” dedi Zeus gülümseyerek. “Işıl ışıl, mavi bir deniz, kilometrelerce uzanan kumsallar.” “Kumsal insan cesetleriyle kaplı!” diye ciyakladı Hera. “Ama bir savaş sürüyor, güzelim,” dedi kocası, omuzla¬ rını silkerek. “Tiyatroda küçük oyunlarını izleyen insanlar gibi, biz de oturup seyredebiliriz.” Hera dudaklarını büzdü. “Bilemem. Beni hiç tiyatroya götürmüyorsun.” “Bu, gerçek hayat, çok daha eğlenceli,” diye itiraz etti Zeus. “Hatta, oyuna katılabiliriz bile.

” “Çok cimrisin, beni hiç tiyatroya götürmüyorsun. O ka¬ dar cimrisin ki kör bir örümcekten ölü bir sinek bile çala¬ bilirsin.” 1 “Aha!” diye bağırıyorsun. “Daha geçen hafta açlıktan ölüyordum ve gördüğüm en güzel şey peynirli bir sandviçti! Bir Yunan tanrısından bile daha güzeldi.” Buna söyleyebileceğim tek şey şu: Bu şekilde bağırıp durursan öykü¬ me devam edemem. Bunun için itiraz etmeyi bırak da dinle! 7 “Yalnızca sen acıktığında,” diye mırıldandı Zeus. Hera bunu duymadı. Zaten duymaması daha iyiydi. “Şehirler iğrenç,” dedi Hera. “İnsanlar iğrenç. Neden bir yıldırım yollayıp yakmıyorsun, hiç anlamıyorum. İyi bir yangın hepsini temizlerdi.” “Ah, ateş!” diyerek başını salladı Zeus. “Onların benim ateşime ihtiyaçları yok. İnsanlar kendi ateşlerini yakabili¬ yor.

” Hera şirret bir ifadeyle ona döndü: “Peki, onlara ateş denen gücü kim verdi?” “Biliyorum, biliyorum,” diye içini çekti Zeus. Hera, rahat edebilmek için bulutu yumruklayarak ka¬ barttı. “Sana bir soru sordum Zeus. Onlara ateşi kim verdi?” “Kuzenim Prometeus,” dedi Zeus ve gözlerini kapattı. Bunu söylememiş olmayı diledi. “Evet, kuzenin Teus! Ateşi tanrılardan çaldı ve o küçük sürüngen, kavgacı, iğrenç insanlara verdi.” “Onu cezalandırdım. Benimle uğraşma. Gerçekten ce¬ zalandırdım onu…” diye başladı Zeus. “Ah, onu cezalandırdın demek. Onu bir kayaya zincir¬ lettin. Ve İntikamcı, Gazap, her gün kartal kılığına bürü¬ nüp geldi ve onun karaciğerini söktü. Nasıl bir ceza bu?” diye terslendi Hera. Bulutta gürleyerek kocaman kıvılcım¬ lar çaktı. 8 “Her gece karaciğeri yeniden büyüyordu, bu yüzden iki yüz sene boyunca, bu ıstırabı her gün çekmek zorunda kaldı… ” diye itiraz etti Zeus.

O öfkelendikçe bulut daha da karardı. “Ama ne oldu? Hı?. Ne oldu?” dedi Hera küçümseye¬ rek. “Kaçmasına izin verdin!” “Tam olarak izin verdiğim söylenemez…” “Tamam, Herkül’ün onu kurtarmasına izin verdin. Aynı şey. Peki, Teus şimdi nerede? Saklanıyor. Zaman ve me¬ kânda yolculuk etti ve her yerde olabilir. Onu bulacağım diye zavallı küçük Gazap’ın kanatlan aşındı!” “Zavallı mı? Küçük mü? Bahsettiğin, Olimpos Dağı’nın bu yanındaki en keskin gagalara sahip, kör olası devasa bir kuş. O pençeler bir gergedanın derisini bile parçalaya¬ bilir… ” “Benimle tartışma Zeus! Her seferinde kaybediyorsun,” dedi Hera, başını iki yana sallayarak. “Teus ateşi insanlara verdi ve yaptığı yanına kâr kaldı. Tek umudum, Gazap’ın bir gün onu bulması. Hâlâ onu arıyor!” Zeus dirseğine dayandı. “Teus’a bir söz verdim, hayatım. Ona meydan okudum. Tek bir gerçek insan kahraman bulursa onu affedeceğimi söyledim!” Hera hıhladı… Sonra, şehirden yükselen pis kokuyu duyunca, burnu seyirdi.

“Başarısız olacak. Asla bir insan kahraman bulamaz. Daha önce Gazap, Teus’u bulur.” 9 “Gazap biraz meşgul olacak, hayatım,” dedi Zeus ve bulutun kenarından aşağı, deniz kıyısındaki şehre baktı. “Bir sürü savaşçının Hades’e, Yeraltı Dünyası’na götürülmesi gerekecek. Bu Truva’dan bıktım usandım.” “Çocuk gibisin,” diye güldü Hera acı acı. “Tulumba gibi güzel bir tatlıdan bile hemen bıkıyorsun.” “Truva dedim, tulumba değil,” diye burnunu çekti Zeus. “Yunanlılar on senedir şehri almaya çalışıyor. Çabuk yorul¬ dukları da söylenemez! On sene.'” Hera yuvarlanıp kocasının yanına yüzüstü uzandı. Tan¬ rılar aşağıya baktılar. Şehrin içinde, perişan durumdaki Truvalılar sokaklarda zorlukla yürüyorlardı. Bitmek bilmeyen savaş yüzünden zayıflamış, yorulmuşlardı.

Gizli tüneller ve saklı kapılar sayesinde, on sene boyunca dayanmalarına yetecek kadar yiyeceği şehre sokmayı başarmışlardı. Tatlı su dolu dipsiz kuyular sonsuza dek yeterdi onlara. Ama halkın morali de, tıpkı giysileri gibi, fena halde yıpranmıştı. Özgürlüğü özlüyorlardı. Şimdi zindanları olmuş bu şehirden kurtulma¬ yı -surların yıkılacağı, karşılarında kesici, biçici, delici bir ölüm bulacakları korkusundan kurtulmayı- özlüyorlardı. Truva şehrinde sıçan yoktu. Bütün sıçanları uzun za¬ man önce yemişlerdi. Şehrin dışında, sıcak kıyıda bin Yunan gemisi çürüyerek yatıyordu. Lime lime olmuş, soluk ve yamalı çadırlar, yu¬ muşak kumların üzerinde esen sıcak rüzgârda çırpınıyordu. 10 Yıpranmış silahlarını üç bin altı yüzüncü defa parlatmakta olan, kayalara çökmüş askerler, evlerini özlüyorlardı. “Ee, bu konuda ne yapacaksın kocacığım?” diye sordu Hera. “Buna bir son vereceğim,” dedi Zeus. Hera başını salladı: “Peki, kimin kazanacağını söylememi ister misin?” Zeus’un omuzları çöktü. “Zaten söyleyeceksin.” Hera, bir çanak dolusu sütü köşeye kıstırmış kedi gibi, hafifçe gülümsedi: “Yunanlılar Truva’ya girecek.

O acınası Prens Paris’i ve onun iğrenç karısı Helen’i öldürecekler.” “Ben de böyle diyeceğini düşünmüştüm,” diye mırıl¬ dandı Zeus. Hera, Paris ile Helen’e fena kin besliyordu. On sene önce, tanrıça bir güzellik yarışması düzenlemişti ve kazananı Prens Paris seçecekti. Hera, ona, tüm Asya’ya hükmetme hakkı vaat etti. Savaş Tanrıçası Athena ona, her savaşında zafer; Aşk Tanrıçası Afrodit, dünyadaki en güzel kadını armağan etmeyi vaat etti. Ve herkes, dünyadaki en güzel kadının Spartalı Helen olduğunu biliyordu. Paris, Afrodit’i birinci ilan etti ve Helen’i kazandı. Hera . ise, surat asmayı tercih etti. “Helen’den nefret ediyorum! Nefret ediyorum, nefret ediyorum, NEFRET EDİYORUM!!!” diye haykırdı. “Demek ondan pek hoşlanmıyorsun, ha?” dedi Zeus gülümseyerek. 11 “Ondan ne kadar nefret ettiğimi ANLATAMAM sana!” diye çığlık attı Hera. Bulut titredi ve aşağıdaki Truvalıların tozlu başlarına bir yağmur fırtınası silkeledi. “O, dünyada¬ ki en güzel kadın değil.

Saçları fazla düz, burnu çok kısa ve kulakları… eh, böyle kulaklara sahip bir kadın için ne diyebilirim ki?” “Aynı zamanda, Menelaus ile evli elbette,” diye ekledi Zeus, karısının öfkesini kışkırtarak. “Aaaaah! Evet! Ne vefasız kadın. Zavallı Kral Menelaus ile evlendi, sonra da Truvalı Paris ile kaçtı.” Hera dudakla¬ rını gererek vahşi vahşi sırıttı. “Truvalı delikanlı ve Helen! Sebep olduğu sorunlara bir bak,” diye ekledi, elini aşağıda¬ ki manzaraya doğru sallayarak. “Onu Yunanistan’a götür¬ mek üzere gönderilmiş bin gemi ve elli bin asker. Bana so¬ rarsan, bırak Truva’da çürüsün. Nasıl koktuğuna bakılırsa şimdiden çürümeye başlamış.” Zeus burnunu çekti ve başını salladı. Hera, hızla Zeus’a döndü: “Ee? Hangi tarafa katılacaksın? Truva’nın kazanmasına izin verirsen seni öyle pişman ederim ki Hades’te yaşama¬ yı, insanların öldükten sonra orada çektikleri bütün işken¬ celeri çekmeyi dilersin.” Zeus kudretli ellerini kaldırdı: “Ah, endişelenme karıcığım. Truva kaybedecek, çünkü Paris’in şehre yıkım getireceğini söyleyen eski bir lanet var. Eski lanetlere karşı çıkamayız,” dedi. 12 “Eski lanet, aynı zamanda, Yunan kahraman Aşil’in Truva’da öleceğini söylüyor.” Hera parmağını Truva ovalarındaki Yunan çadırlarına doğru uzattı.

“O hâlâ yaşıyor.”2 Zeus yorgun yorgun gözlerini ovaladı. “Evet, yapacak çok iş var. Nereden başlayacağımı bilemiyorum.” “Gazap’ı yolla,” dedi Hera ona. “Aşil ve Paris ölürken işine yarar. Gazap onları doğrudan Hades’e götürebilir.” Zeus başını salladı, parmaklarını dudaklarına götürdü ve Truva’nın duvarlarını sarsan bir ıslık çaldı. Islığı Hera’nın kulaklarını çınlattı. “Bunu yapmak zorunda mısın?” “Habercimiz Hermes’i yollamak zorundayım.” “Tamam. Sonra Aşil’in ölümünü ayarlamalısın… ve sonra Yunanlıların Truva’ya girip Paris’i öldürmesini sağ¬ lamalısın.” Zeus yavaşça başını salladı: “Evet, yapmam gereken bu,” diye onayladı. Hera yanaklarını şişirdi, gururla üfledi ve kumsalda bir kum fırtınası çıkardı, çadırların daha çok lime lime olma¬ sına sebep oldu. “Püf! Ben olmasam ne yapardın, gerçekten bilmiyorum Zeus,” dedi.

2 Hera ile Zeus, Aşil’in kampta dolandığını GÖREBİLİYORLARDI, çünkü inanılmaz bir görme yetenekleri vardı. Benim gibi uçabiliyor olsan yerdeki insanlar sana karınca gibi gelir. Fakat tanrıların gözleri dürbün gibiydi. Şaşır¬ tıcı, ama gerçek. 13 “Ben bir denemek isterdim,” diye mırıldandı Zeus, kendi kendine. “Ne dedin?” “Dedim ki hayatım, sanırım ateşlerden bazılarını söndürdün!” “Ateş mi söndürdüm? Neler geveliyorsun Zeus?” “Yok bir şey hayatım,” dedi yüce tanrı, sonra kanat ses¬ leri duyunca döndü. Beline bir çanta asmış olan genç bir adam buluta kondu. Elinde, üzerine yılanlar dolanmış tah¬ ta bir asa tutuyordu. Sandaletlerinde ve miğferinde kanat¬ lar, yüzünde şımarık bir ifade vardı. “Ah, Hermes de geldi,” dedi Zeus. “Bu sefer ne istiyorsun, benim pis, üvey babam?” diye içini çekti Hermes. Zeus derin bir nefes aldı ve öfkesine hâkim oldu. Kolay iş değildi. “Senden Gazap’ı bulmanı ve Truva’ya getirmeni istiyo¬ rum.” Hermes asasını yere fırlattı ve şok olmuş yılanlar şaşkın¬ lıkla tısladılar.

“Aaaaah! Benden Gazap’ı bulmamı istiyor. Öylesine mi? Yani, öylesine?. ” Zeus öfkeyle bulutu yumrukladı… Ama bulut yumruk¬ lamak pek işe yaramaz. Alçak, öfkeli bir sesle, çabuk çabuk konuşmaya başladı: 14 “Hermes, sen tanrıların habercisisin ve senin işin mesaj taşımak. Niye para alıyorsun? Yakınmayı bırakıp işine ba¬ kar mısın?” Hermes gözlerini kırpıştırdı. “Para mı? Bana ne zaman para verdin ki? Sabahtan akşa¬ ma, akşamdan sabaha, kanatlı ayaklarımla koşturup duru¬ yorum. Değil para almak, bir teşekkür bile alamıyorum. Tek işittiğim azar!” Gömleğinin eteğini çekiştirip sümkürdü. “Şimdi de Hermes’i ağlattın,” diye inledi Hera. “Üzgün olduğunu söyle Zeus.” “Acınası durumdasın Zeus,” diye homurdandı tanrı, kendi kendine. Sonra burnunu çekmekte olan haberciye döndü. “Hermes. Lütfen bu küçük şeyi benim için yap. Sana o kadar minnettar olurum ki bir daha asla bağırmam.

” “Söz mü?” diye burnunu çekti Hermes.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir