Tess Gerritsen – Mefisto Kulubu

Yazmakta olduğum her kitap kendi başına bir mücadele gerektirir. Önceleri tırmaıulması güç bir dağ gibi gözükür. Yazma süreci ne kadar zor olursa olsun, meslektaşlarım ve olağanüstü arkadaşlarmun varhğı ve desteği beni rahatlatır. Yeri doldurulamaz temsilcim Meg Ruley ve tüm Jane Rotrosen Ajans’ı ekibine sonsuz teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim. Sizlerin rehberliği yolumu aydınlattı. Her yazarı parlatma gücüne sahip müthiş editörüm Linda Marrow’a, yıllarca bana olan inancım kaybetmeyen Gina Centrello’ya, her konuda desteğini esirgemeyen Gilly Hailparn’a ve Transworld’den Selina Wal-ker’a da teşekkür ederim. Son olarak bu uzun yolda her zaman benim yanımda olan eşim Ja-cob’a teşekkür ederim. Bir yazarla evli olmanın tüm zorluğunun farkında, ama evet, hâlâ yanımda… “Kötü tohumlara ait tüm ruhlan ve onların koruyucularını yok et, çünkü onlar günaha sapmış insanogullandır.” Hanok’un Kitabı X: 15, eski İbrani metni, M.ö. II. yy. Mükemmel bir aile gibi görünüyorlardı. Babasının açık mezarı yanında durup, papazın İncil’den okuduğu basmakalıp sözleri dinleyen oğlanm düşündüğü buydu. O ılık ve böcekli haziran gününde Montague Saul’un göçüp gidişi ardından yas tutmak için sadece küçük bir grup toplanmıştı, bir düzine insandan fazlası yoktu ve oğlan bunların büyük çoğunluğuyla az önce karşılaşmıştı.


Geçen altı ay boyunca oğlan bir yatılı okuldaydı ve bugün bu insanların bazılarım ilk kez görüyordu. Bunların büyük çoğunluğu oğlanm ilgisini birazcık bile çekmiyordu. Ancak amcasının ailesi, onlar oğlanm ilgisini fazlaca çekiyordu, incelemeye değerdi. Ölü kardeşi Montague’ye fazlasıyla benzeyen Dr. Peter Saul, bir baykuşun gözlerim andıran büyük ve yuvarlak gözlükleriyle, zayıf ve oldukça ciddi görünüyordu. Kaçınılmaz bir kelliğe doğru seyrelmekte olan kahverengi saçları vardı. Karısı Amy, yuvarlak, sevimli bir yüze sahipti ve on beş yaşındaki yeğenine, sanki kollarım bedenine dolamaya ve onu sarılarak boğmaya can atarmış gibi endişeli bakışlar atıp duruyordu. Oğullan Teddy on yaşındaydı, çiroz gibi kollan ve bacaklan vardı. Baykuş gözlüklerine varıncaya kadar, Peter Saul’un küçük bir kopyası. Son olarak kızlan Lily vardı. On altı yaşında, Saçlannın lüleleri at kuyruğundan kurtulmuştu ve şimdi sıcaklıkla birlikte yüzüne yapışıyorlardı. Siyah elbisesi içinde rahatsız görünüyordu ve sanki ok gibi fırlamaya hazırlanan bir taymış gibi öne arkaya hareket edip durmaktaydı; bu mezarlıkta vızıldayan böcekleri eliyle uzaklaştırmaya çalışmaktansa başka herhangi bir yerde olmayı tercih edermiş gibi. öylesine normal görünüyorlar, öylesine sıradan, diye düşündü oğlan. Benden ne kadar da farklı. Sonra Lily’nin bakışları aniden oğlanın bakışlarıyla buluştu ve oğlan bir şaşkınlık ürpertisi hissetti.

Karşüıklı tanımanın neden olduğu bir ürperti. O anda, oğlan kızın bakışlarının beyninin en karanlık yarıklarına işlediğini, hiç kimsenin asla görmemiş olduğu tüm gizli yerleri incelediğini neredeyse hissedebiliyordu. Görmelerine asla izin vermediği yerleri. Kendini huzursuz hisseden oğlan, başka tarafa baktı. Dikkatini kızın yerine mezarın etrafında duran diğer kişilere yoğunlaştırdı: Babasının kâhyası. Avukat. İki yan kapı komşusu. Sevgiden çok âdet yerini bulsun diye gelmiş, sadece tanıdık birkaç kişi. Montague Saul’u sadece yalan zamanda Kıbrıs’tan dönmüş, günT lerini kitaplar, haritalar ve minik çanak çömlek parçalan üzerine titreyerek geçiren sessiz bir âlim olarak biliyorlardı. Adamı gerçekten de tanımıyorlardı. Tıpkı oğlunu da gerçekten tanımadıkları gibi. Nihayet tören sona erdi ve topluluk, babasını kaybetmesinden dolayı ne kadar üzgün olduklarmı söylemek için, onu anlayışla sarmalayıp yutmaya hazırlanan bir amip gibi oğlana doğru ilerledi. Hem de Birleşik Devletler’e yerleşmesinin üzerinden bu kadar kısa bir zaman geçmişken. “En azından ailen sana yardımcı olmak için burada” dedi papaz. Aile mi? Evet, sanırım bu insanlar benim ailem, diye düşündü oğlan, annesi tarafından ilerlemeye zorlanan küçük Teddy utangaç tavırlarla yaklaşırken.

“Artık sen benim kardeşim olacaksın” dedi Teddy. “Öyle mi?” “Annem odanı hazırladı. Benimkinin hemen yanında.” “Ama ben burada kalacağım. Babamın evinde.” Şaşıran Teddy annesine baktı. “Bizimle eve gelmeyecek mi?” Amy Saul hemen, “Tek başına yaşayamazsın, tatlım” dedi. “Sadece on beş yaşındasın. Belki Purity’yi çok sever ve bizimle kalmak istersin.” “Okulum Connecticut’ta.” “Evet, ama okul tatile girdi artık. Eğer eylülde yatılı okuluna dönmek istersen, tabii ki yapabilirsin. Ama yaz aylarında bizimle eve geleceksin.” “Burada yalnız olmayacağım. Annem benim için gelecektir.

” Uzun bir sessizlik oldu. Amy ile Peter birbirlerine baktı, oğlan ne düşündüklerini tahmin edebiliyordu. Annesi onu çok uzun zaman önce terk etti. “Benim için gelecektir” diye ısrar etti oğlan. T\ ter Amca, tatlılıkla, “Bunu daha sonra konuşuruz, evlat” de- * * * Gece, babasının kasaba evinde, yatağında uzanmış, aşağıdaki çalışma odasında mırıldanan yengesi ve amcasının seslerini dinlemekteydi oğlan. Montague Saul’un şu son ayları narin küçük papirüs parçalarım tercüme etmeye çalışarak geçirdiği aynı çalışma odasında. Beş gün önce, bir kriz geçirip masasına yığıldığı aynı çalışma odası. Bu insanlar orada, babasının kıymetli eşyalarının arasında olmamalıydı. Onlar babasının evindeki istilacüardı. “O sadece bir çocuk, Peter. Bir aileye ihtiyacı var.” “Eğer bizimle gelmek istemezse onu Purity’ye dönmeye zorlayanlayız.” “Sadece on beş yaşındaysan, bu konuda seçim haklan yoktur. Bu kararı yetişkinlerin vermesi gerekir.” Oğlan yataktan kalktı ve odasından çıktı.

Konuşmaya kulak kabartmak için ihtiyatlı hareketlerle merdivenlerin yansına kadar indi. “Ve gerçekten de, kaç tane yetişkin tamdı ki? Kardeşin pek de yetişkin sayılmaz. Kendini şu eski mumya bezlerine öylesine kaptırmıştı ki, büyük ihtimalle ayak altında bir çocuk olduğunu asla fark etmemiştir bile.” “Haksızlık ediyorsun, Amy. Kardeşim iyi bir adamdı.” “iyi, ancak dünyadan habersiz biri. Ne tür bir kadının ondan çocuk sahibi olmayı isteyeceğini düşünemiyorum. Ve sonra da büyütmesi için çocuğu Monty’ye bırakıp gidiyor… Bu şekilde davranan bir kadını anlamama imkân yok.” “Monty onu hiç de kötü yetiştirmedi. Oğlan okulda en yüksek notlar alıyor.” “Bir babanın iyi olup olmadığına buna göre mi karar veriyorsun? Oğlanın yüksek notlar alıyor oluşuna göre?” “Oğlan aynı zamanda ağırbaşlı bir genç adam. Görmedin mi törende ne kadar güçlüydü.” “Hislerini kaybetmiş, Peter. Yüzünde herhangi bir ifade gördün mü bugün?” “Monty de öyleydi.” “Duygusuz mu demek istiyorsun?” “Hayır, entelektüel.

Mantıklı.” “Ama bu görüntünün altında, sen de oğlanın acı çekiyor olması gerektiğim biliyorsun. Annesine tam da şimdi ne kadar ihtiyaç duyduğunu bilmek, ağlama isteği uyandırıyor bende. Gelmeyeceğim bilmemize rağmen, onun için döneceği hakkında nasıl da ısrar etmeye devam ediyor.” “Bunu bilmiyoruz.” “Kadınla bir kez olsun karşılaşmadık bile! Monty’nin tek yaptığı, bir gün yepyeni bir oğlu olduğunu haber vermek için bize Ka-hire’den mektup yazmaktı. Tek bildiğimiz, oğlanı sazların arasından çekip aldığı, bebek Musa gibi.” Oğlan zeminin gıcırdadığım duydu ve merdivenlerin tepesine doğru baktı. Tırabzanların arasından kendisine bakan kuzenini görmek oğlanı şaşırtmıştı. Kız onu sanki daha önce hiç karşılaşmadığı egzotik bir yaratıkmış gibi izliyor, mceliyor ve tehlikeli olup olmadığına karar vermeye çalışıyordu. “Aa!” dedi, amcasının karısı Amy. “Kalkmışsın!” Yengesi ve amcası çalışma odasından henüz çıkmışta ve merdivenlerin dibinde durmuş, oğlana bakıyorlardı. Tüm konuşmayı duymuş olma ihtimali yüzünden bir parça kaygılanmış görünüyorlardı. “îyi misin, tatlım?” dedi Amy. “Evet, Yenge.

” “Çok geç oldu. Belki de yatağa dönsen iyi olur?” Ama oğlan kıpırdamadı. Merdivenlerde bir an için duraklayıp, bu insanlarla birlikte yaşamanın nasıl olacağını düşündü. Onlardan neler öğrenebileceğini. Annesi gelene kadar, yaz aylarını ilginç hale getirecekti. Oğlan, “Amy Yenge, ben kararımı verdim” dedi. “Hangi konuda?” “Yaz tatilim ve tatilimi nerede geçirmek istediğim konusunda.” Kadın hemen en kötüsünü düşündü. “Lütfen çok aceleci olma! Gerçekten de sevimli bir evimiz var, hemen gölün yanında, kendine ait bir odan olacak. Karar vermeden önce en azından gelip bir gör.” “Ama ben sizinle kalmaya karar verdim.” Yengesi bir an için afallayarak kalakaldı. Sonra yüzü bir gülümsemeyle aydınlandı ve oğlana sarılmak için merdivenlerden yukarı koşturdu. Kadın Dove sabunu ve Breck şampuanı gibi kokuyordu. Öylesine vasat, öylesine sıradan.

Sonra sırıtan Peter Amca avucunun içiyle oğlanın omzuna sevecen bir şekilde vurdu, bu onun yeni bir oğlu karşılama şekliydi. Mutlulukları pamuk helvadan bir ağ gibiydi, oğlanı da her şeyin sevgi, ışık ve kahkahadan ibaret olduğu kendi evrenlerine çekiyordu. “Bizimle geldiğini öğrenince çocuklar öyle mutlu olacaklar ki!” dedi Amy. Oğlan merdivenlerin tepesine doğru bakındı, ancak Lily artık orada değildi. Fark edilmeden sıvışıp gitmişti. Onu gözümün önünden ayırmamam gerekecek, diye düşündü oğlan. Çünkü şimdiden, o da beni gözünün önünden ayırmıyor. “Artık sen de ailemizin bir parçasısın” dedi Amy. Birlikte merdivenlerden çıkarlarken, kadın yaz için yaptığı planları anlatmaya başlamıştı bile. Onu götürecekleri tüm o yerler, eve döndüklerinde onun için hazırlayacakları tüm o özel yemekler. Kadın mutlu, hatta mutluluktan başı dönmüş görünüyordu, tıpkı yeni beheğiyle bir anne gibi. Amy Saul’un yanlarında eve götürecekleri şeyin ne olduğuyla ilgili hiçbir fikri yoktu. 2 On iki yıl sonra. Belki de bu bir hataydı. Dr.

Maura Isles, Kutsal Işığın Hanımefendisi’nin kapılan önünde, içeri girip girmeme konusunda kararsız kalarak durakladı. Cemaat çoktan içeri doluşmuştu ve kar yumuşacık bir fısıltıyla örtülmemiş kafasına yağarken, kadın gecenin ortasında tek başına duruyordu. Kapalı kilise kapılarının arasından orgcunun “Adeste Pidelisi1 çalmaya başladığım işitti ve şimdiye kadar herkesin yerlerine oturmuş olduğunu biliyordu. Eğer onlara katılacaksa, içeri adım atmanın zamanı gelmişti. Kadın tereddüt etti, çünkü o kilisedeki inanan insanların arasına layıkıyla ait değildi. Ancak müzik, aynı bildik ritüellerin vaat edile sıcaklığı ve avuntusu gibi, kadım çağırıyordu. Dışarıda, karanlık sokakta tek basma durdu kadın. Noel arifesinde tek basma Merdivenlerden yukarı çıkıp içeri girdi. Bu geç saatte bile, kilise sıraları aileler ve gece yansı ayini için yataklarından kaldınlmış uykulu çocuklarla doluydu. Maura’nın geç girişi birçok bakışın kadına yönelmesine neden oldu ve “Adeste Fidelis”in nağmeleri yavaşça kaybolurken, kadın arka tarafta bulabildiği ilk boş yere çabucak oturdu. Giriş ilahisi başlayınca, cemaatin geri kalamyla birlikte ayakta durmak için neredeyse aynı anda tekrar kalkmaya mecbur kaldı kadın. Peder Daniel Brophy mihraba yaklaştı ve eliyle istavroz çıkardı. “Peder, Tann’nm ve Rabbimiz Isa Mesih’in lütfü ve barışı sizinle olsun” dedi adam. “Ve sizinle olsun” diye mınldandı Maura, cemaatle birlikte. Kiliseden uzak geçen bunca yıldan sonra bile, çocukluğunun pazar I.

Yaklaşık olarak 1743 yılında John Francis tarafından bestelenmiş bir Noel şarkısı, (ç.n.) günleriyle kök salmış karşılıklar doğal bir şekilde dudaklarından akıp gidiyordu. “Rabbim bize merhamet eyle. Mesih bize merhamet eyle. Rabbim bize merhamet eyle.” Daniel onun varlığından haberdar olmamasına rağmen, kadın tüm dikkatini sadece adamm üzerine yoğunlaştırmıştı. Koyu renkli saçlanna, zarif hareketlerine, gür bariton sesine. Bu gece utanç duymadan, mahcubiyet hissetmeden onu seyredebilirdi. Bu gece gözlerini onun üzerinden ayırmadan izlemek güvenliydi. “Allahım bize göklerin egemenüğinin sevincini ver, bunu sen ve Kutsal Ruh’la birlikte sonsuza dek yaşayan ve hükmeden oğlun Mesih İsa adına senden dileriz.” Tekrar sıraya oturunca, Maura boğuk öksürükler ve yorgun çocukların sızlanmalarını duydu. Bu kış gecesinde ışığın ve umudun kutlamasında sunak masasındaki mumlar titredi. Daniel okumaya başladı. “Melek de onlara dedi: ‘Korkmayın.

çünkü işte, ben size bütün kavme büyük sevinci müjdeliyorum…'” Aziz Luka, diye düşündü Maura pasajı hatırlayarak. “‘… sarılmış bir çocuk bulacaksınız; size alamet bu olsun…'” Bakışlan aniden Maura’nın üzerine takılarak durakladı. Ve kadın: Beni bu gece burada görmek bu kadar büyük bir sürpriz mi, Daniel? diye düşündü. Adam boğazım temizledi, notlarına göz gezdirdi ve okumaya devam etti. ” ‘Yemlikte yatan, kundağa sarılmış bir bebek bulacaksınız.”‘ Artık kadımn cemaati arasında oturduğunu biliyor olmasına rağmen, adamm bakışlan tekrar kadının bakışlanyla karşılaşmadı. Ne “Cantate Domino”nun, ne “Dies Sanctifîcatus”un söylenmesi, ne adakların sunulması, ne de toplu şükran duası sırasında. Çevresindeki diğer insanlar ayağa kalkar ve komünyonu2 almak için ön tarafta sıra oluştururlarken, Maura oturduğu yerde kaldı. Eğer inanmıyorsanız, kutsanmış ekmekten payınızı almak, şarabı yudumlamak riyakârlıktı. O zaman ne yapıyorum ben burada? Yine de ayinler tamamlanana kadar, kutsama ve gönderme boyunca yerinde kaldı kadın. “Mesih’in banşı içinde gidin.” “Tann’ya şükürler olsun” diye yanıt verdi cemaat Gece yansı ayini artık bitmişti, insanlar çıkışa doğru yavaş yavaş ilerlerken paltolarının düğmelerim ilikleyerek ve eldivenlerini ellerine geçirerek kiliseden çıkmaya başladılar. Maura da aya2. Kutsal ekmek ve şarabın yenilin jçilmesi. (ç.

n.) ğa kalkü ve koridora adımını atmak üzereyken dikkatini çekmeye çalışan ve sessizce orada kalmasını rica eden Daniel gözüne ilişti. Kadın tekrar yerine oturdu, sıranın yarandan geçen insanların meraklı bakışlarının farkındaydı. Ne gördüklerini, ya da ne gördüklerini düşündüklerini biliyordu: Noel arifesinde kendini rahatlatması için pederin sözlerine aç, yalnız bir kadın. Yoksa daha fazlasını mı görüyorlardı? Bakışlarına karşılık vermedi. Kilise boşalırken kadın metanetli bir şekilde dikkatini mihraba yoğunlaştırarak, dosdoğru karşıya baktı. Geç oldu, eve gitmeliyim. Burada kalmanın ne gibi bir faydası olabileceğini bilmiyorum, diye düşünüyordu. “Merhaba, Maura.” Kadın kafasını kaldırıp yukarı baktı ve Daniel’ın bakışlarıyla karşılaştı. Kilise henüz boşalmamıştı. Orgcu notalarım topluyordu ve koro üyelerinden birçoğu paltolarını giymekle meşguldü; * yine de o an Daniel’ın dikkati Maura’nın üzerine öylesine yoğunlaşmıştı ki, odadaki diğer tek kişi o olabilirdi. “Son ziyaretinden bu yana çok uzun zaman geçti” dedi adam. “Sanının öyle oldu.” “Ağustostan beri, değil mı.

'” Demek sen dr hesabını tutuyorsun. Adam kadının yanına oturdu. “Sem burada görmek beni şaşırttı.” “Noel arifesi ne de olsa.” “Ama sen inanmıyorsun.” “Yine de ayinler hoşuma gidiyor. Şarkılar.” “Gelmenin tek nedeni bu mu? Birkaç ilahi söylemek? Birkaç Amen ve Tanrı’ya şükürler olsun mırıldanmak?” “Biraz müzik dinlemek istedim. Diğer insanların etrafında olmak.” “Bu gece tek basma olduğunu söyleme bana.” Kadın omuz silkip güldü. “Beni bilirsin, Daniel. Tam olarak bir parti canavarı değilimdir.” “Düşünmüştüm ki… yani, özellikle de bu gece…” “Ne?” “Biriyle beraber olursun diye tahmin etmiştim.” öyleyim.

Seninle birlikteyim. Orgcu kadın müzik çantasını taşıyarak koridor boyunca yürüyüp yaklaşınca, her ikisi de sessiz kaldı, “iyi geceler, Peder Brophy.” “iyi geceler, Bayan Easton. Nefis icranız için teşekkürler.” “Benim için zevkti.” Orgcu, son bir bakışla Maura’yı inceledi ve 21 çıkışa doğru ilerlemeye devam etti. Kapının kapandığını duydular, sonunda yalnız kalmışlardı. “Pekâlâ, neden bu kadar uzun zaman oldu?” “Eh, ölüm işini bilirsin. Asla durmaz. Patologlarımızdan biri birkaç hafta önce sırtından ameliyat olmak için hastaneye yatmak zorunda kaldı ve biz de onun yerini doldurmaya mecbur kaldık. Meşguldüm, hepsi bu.” “istediğin her an beni telefonla arayabilirdin.” “Evet, biliyorum.” O da arayabilirdi ancak bunu asla yapmamıştı. Daniel Brophy asla çizgiyi aşmazdı ve belki de bu iyi bir şeydi; Maura yoldan çıkma arzusuyla her ikisi adına da savaşıyordu.

“Peki nasıldın bunca zamandır?” “Peder Roy’un geçen ay felç geçirdiğini biliyor musun9 Polis papazı olarak göreve başladım.” “Dedektif Rizzoli söyledi.” “Birkaç hafta önce Dorchester’daki suç nıahallindeydim. Şu vurulan polis memuru. Seni orada gördüm.” “Ben seni görmedim. Selam vermeliydin.” “Şey, meşguldünüz. Her zamanki gibi tüm dikkatinizi işe vermiştiniz.” Adam gülümsedi, “öyle sert görünebiliyorsun ki, Maura. Bunu biliyor muydun?” Kadın güldü. “Belki de benim problemim budur.” “Problem mi?” “Erkekleri korkutuyorum.” “Beni korkutmadın.” Bunu nasıl yapabilirdim? diye düşündü kadın.

Kalbin kırılmaya müsait değil ki. Maksatlı bir şekilde saatine baktı ve ayağa kalktı. “Çok geç oldu ve şimdiden çok fazla zamanını aldım.” “Peşimden koşturan işler yok” dedi adam, kadınla birlikte çıkış kapışma doğru yürürken. “Bütün cemaatin ruhlarım kollaman gerek. Ve Noel arifesi…” “Sen de fark edeceksin ki, bu gece benim de gidecek başka bir yerim yok.” Kadın durdu ve adama bakmak için döndü. Kilisede bir başlarına duruyor, diğer Noeller ve diğer gece ayinlerinin çocukluğunu geri getiren bildik mum ve tütsü kokularını teneffüs ediyorlardı. Kiliseye adım atmanın, şu an hissettiği kargaşaya neden olmadığı günler. “îyi geceler, Daniel” dedi kadın, kapıya doğru dönerek. “Seni tekrar görmem için dört ay daha mı geçecek?” diye seslendi adam, kadının arkasından. “Bilmiyorum.” “Konuşmayı özledim, Maura”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir