Kız kardeşim, annem, bir de ben, İnci Sokağı 238 numaranın ön-basamaklarına sıralanıp oturmuştuk. Büyük kentin bize hiç tanıdık gelmeyen o telaşlı havası, kendimizi baskı altında ve küçülmüş hissetmemize yol açıyordu. Apartmana giriş sahanlığının yan tarafına, iple bağlanmış, şişkin koli kutularımızı dizmiştik. İçinde yataklarımız, elbiselerimiz, mutfak araç gereçlerimiz vardı. Onların çevresine de ev eşyalarımızı yığmıştık. Gün ışığının bağışlamazhğı, eşyaları pek eski püskü gösteriyordu. O gün St. Patrick Bayramı’ydı. Mart ortası güneşi iyi .geliyordu ama kışın soğuğu da kenarlardaki gölgelerde hâlâ pusudaydı. Yıl 1936, benim yaşım altıydı. Kız kardeşim üç, annem yirmi yedi yaşındaydı ve yeni bir hayata başlamak üzereydik. O basamaklarda o kadar uzun zamandır oturuyorduk ki, kahverengi taşlar bacaklarımın arkasını, kısa pantolonumla diz boyu çoraplarımın arasında kalan yeri acıtmaya başlamıştı. Kardeşim farba-laları kolalı bir elbise giymekteydi. Annem o elbiseyi, biraz toparlanana kadar bizi idare etmesi gereken paradan almıştı, nedeni de, 7 Anne-Marie’nin babasıyla ilk karşılaşacağı gün güzel görünmesini istemesiydi. Ne var ki, üçümüz birden eniştemin harap kamyonunun ön kanepesinde tıklım tıkış yolculuk ederken elbise adamakıllı buruşmuştu. Şimdi de apartmanın ön merdiveninde, dip dibe oturur durumdaydık. Annem ortada, biz iki yanında. Ona dokunuyor olmaktan bir tür güç alıyorduk. O da bizimle temas etmekten annece bir güç ve kararlılık derliyordu. AnneMarie acıkmıştı, uykusu gelmişti, neredeyse ağlamak üzereydi. Annem onu kucağına aldı, bir kere daha sokağı kaygılı bakışlarla süzdü, dört yıldır görmediği babamın gelip gelmediğini kontrol etti. Babam bir sabah işe gitmek üzere evden çıkmış, bir daha dönmemiş, annemi yeni yürüyen bir çocukla, karnında bir bebekle, çantasındaki iki dolar ve birkaç sentle ortada bırakmıştı. Uzun süre ondan haber alamamıştı annem. Derken üç gün önce bir mektup gelmiş, babam sevgili ailesinden kaçtığı için çok üzgün olduğunu, o zamandan beri her dakika ailesinin durumuna kaygılanıp durduğunu belirtmişti. Böyle davranmanın hiçbir mazereti olamayacağının farkındaydı, dediğine göre. Ama karısıyla çocuklarını geçindirebilecek kadar erkek olmadığını hissetmeye dayanamamıştı. Kendisi devreden çıkınca, annemin ailesinin elimiz’den tutacağından emin olduğunu söylüyordu. Annemin babasının onu fiyakalı bir sahtekârdan pek de farklı görmediği kanısındaydı – ki zaten aslmda da öyleydi. Mektupta ayrıca, Âlbany’de iş bulduğunu, bir apartman dairesi tutup yerleştiğini anlatıyordu. Pek aman aman bir iş değildi bulduğu. Daire de ahım şahım değildi. Ama bir başlangıçtı ne de olsa. Ayrıca önemli bir proje üzerinde çalışıyordu. Mektup aslında tam zamanında gelmişti, çünkü LakeK George Köyü’nün yıl boyu açık olan tek restoranının sahibi, turist mevsimi başladığında artık anneme garson olarak ihtiyacı olmayacağını yeni bildirmişti. Kış boyunca annemin akciğer sorunu nedeniyle sık sık hastalanması, 8 adamın onu güvenilmez bir eleman olarak görmesine yol açmış, yerine başkasını almaya karar vermişti. Albany’ye kadar olan yolculuk boyunca eniştem, bu işin kendisine hem vakit hem de para kaybettirdiğini söyleyip habire homur-danmıştı. Sonra babamı da bize verilen adreste bulamayınca, alelacele eşyalarımızı kamyondan indirmiş, karanlık basmadan geri dönmek zorunda olduğunu, bu eski kamyonun farlarına hiç güvenmediğini söyleyip bizi orada öylece bırakıvermişti. Telaşla kaçmaya çalışırken yolcu tarafındaki kapıyı kapatmayı bile unutmuş, giderken kapı savrulmaya başlamıştı. Uzanıp kapıyı kapamaya çalışırken bir yandan da frene bastığı için kapı çarpıp elini yaralamıştı. Bir küfür savurarak gazı köklemiş, bu Tanrı’nın cezası yerden bir an önce kurtulmaya çalışmış, ama bu sefer de motoru stop etmiş, arkasındaki arabadan sinirli korna sesleri yükselmişti. Eniştem bu sefer pencereden arkaya doğru küfredip korna çalan adama cehennemin dibine gitmesini haykırmış, motoru tekrar çalıştırmış, yumruğunu direksiyona vura vura uzaklaşmıştı. Karısının asalak kuzininden de, lanet olası çocuklarından da kurtulduğuna memnundu! Annemle ikimiz bakıştık, gülümsemekten kendimizi alamadıkBabamın mektubu, apartmanın merdivenlerinde kendisini beklememizi söylüyordu. Bize büyük bir sürprizi vardı. Ama anfiem artık burada bu kadar uzun süre oturmaktan da, çevre sakinlerinin pencerelerden ve balkonlardan bize bakıp durmasından da sıkılmıştı. Ayağa kalktı. Babamı aramak üzere içeriye girmek niyetindeydi. Hemen annemin bileğine sarıldım. Bütün çocuklar gibi ben de sürprizlere bayılırdım. Annemin bu seferki sürprizi mahvetmesini işemiyordum. Biraz daha beklesek ne olurdu ki! Mahalle çocuklarının ileride oluşturdukları kümeden kopan iki çocuk, bizim oturduğumuz yerin önünden geçti, geçerken koli kutularımıza, eski mobilyalarımıza küçümseyen bakışlarla baktılar, ardından da gözlerini ağır ağır benim üzerimden kaydırdılar. Kısa 9 Anne-Marie’nin babasıyla ilk karşılaşacağı gün güzel görünmesini istemesiydi. Ne var ki, üçümüz birden eniştemin harap kamyonunun ön kanepesinde tıklım tıkış yolculuk ederken elbise adamakıllı buruşmuştu. Şimdi de apartmanın ön merdiveninde, dip dibe oturur durumdaydık. Annem ortada, biz iki yanında. Ona dokunuyor olmaktan bir tür güç alıyorduk. O da bizimle temas etmekten annece bir güç ve kararlılık derliyordu. AnneMarie acıkmıştı, uykusu gelmişti, neredeyse ağlamak üzereydi. Annem onu kucağına aldı, bir kere daha sokağı kaygılı bakışlarla süzdü, dört yıldır görmediği babamın gelip gelmediğini kontrol etti. Babam bir sabah işe gitmek üzere evden çıkmış, bir daha dönmemiş, annemi yeni yürüyen bir çocukla, karnında bir bebekle, çantasındaki iki dolar ve birkaç sentle ortada bırakmıştı. Uzun süre ondan haber alamamıştı annem. Derken üç gün önce bir mektup gelmiş, babam sevgili ailesinden kaçtığı için çok üzgün olduğunu, o zamandan beri her dakika ailesinin durumuna kaygılanıp durduğunu belirtmişti. Böyle davranmanın hiçbir mazereti olamayacağının farkındaydı, dediğine göre. Ama karısıyla çocuklarım geçindirebilecek kadar erkek olmadığını hissetmeye dayanamamıştı. Kendisi devreden çıkınca, annemin ailesinin elirniz’den tutacağından emin olduğunu söylüyordu. Annemin babasının onu fiyakalı bir sahtekârdan pek de farklı görmediği kanısındaydı – ki zaten aslında da öyleydi. Mektupta ayrıca, Âlban/de iş bulduğunu, bir apartman dairesi tutup yerleştiğini anlatıyordu. Pek aman aman bir iş değildi bulduğu. Daire de ahım şahım değildi. Ama bir başlangıçtı ne de olsa. Ayrıca önemli bir proje üzerinde çalışıyordu. Mektup aslında tam zamanında gelmişti, çünkü LakeK George Köyü’nün yıl boyu açık olan tek restoranının sahibi, turist mevsimi başladığında artık anneme garson olarak ihtiyacı olmayacağını yeni bildirmişti. Kış boyunca annemin akciğer sorunu nedeniyle sık sık hastalanması, 8 adamın onu güvenilmez bir eleman olarak görmesine yol açmış, yerine başkasını almaya karar vermişti. Albany’ye kadar olan yolculuk boyunca eniştem, bu işin kendisine hem vakit hem de para kaybettirdiğini söyleyip habire homur-danmıştı. Sonra babamı da bize verilen adreste bulamayınca, alelacele eşyalarımızı kamyondan indirmiş, karanlık basmadan geri dönmek zorunda olduğunu, bu eski kamyonun farlarına hiç güvenmediğini söyleyip bizi orada öylece bırakıvermişti. Telaşla kaçmaya çalışırken yolcu tarafındaki kapıyı kapatmayı bile unutmuş, giderken kapı savrulmaya başlamıştı. Uzanıp kapıyı kapamaya çalışırken bir yandan da firene bastığı için kapı çarpıp elini yaralamıştı. Bir küfür savurarak gazı köklemiş, bu Tanrı’nın cezası yerden bir an önce kurtulmaya çalışmış, ama bu sefer de motoru stop etmiş, arkasındaki arabadan sinirli korna sesleri yükselmişti. Eniştem bu sefer pencereden arkaya doğru küfredip korna çalan adama cehennemin dibine gitmesini haykırmış, motoru tekrar çalıştırmış, yumruğunu direksiyona vura vura uzaklaşmıştı. Karısının asalak kuzininden de, lanet olası çocuklarından da kurtulduğuna memnundu! Annemle ikimiz bakıştık, gülümsemekten kendimizi alamadık. Babamın mektubu, apartmanın merdivenlerinde kendisini beklememizi söylüyordu. Bize büyük bir sürprizi vardı. Ama annem artık burada bu kadar uzun süre oturmaktan da, çevre sakinlerinin pencerelerden ve balkonlardan bize bakıp durmasından da sıkılmıştı. Ayağa kalktı. Babamı aramak üzere içeriye girmek niyetindeydi. Hemen annemin bileğine sarıldım. Bütün çocuklar gibi ben de sürprizlere bayılırdım. Annemin bu seferki sürprizi mahvetmesini istemiyordum. Biraz daha beklesek ne olurdu ki! Mahalle çocuklarının ileride oluşturdukları kümeden kopan iki çocuk, bizim oturduğumuz yerin önünden geçti, geçerken koli kutularımıza, eski mobilyalarımıza küçümseyen bakışlarla baktılar, ardından da gözlerini ağır ağır benim üzerimden kaydırdılar. Kısa 9 pantolonumla diz boyu çoraplarım, golf pantolonu giymiş bu çocukların gözünde beni gülünç duruma düşürüyordu, bunun farkınday-dım. Erkek çocukların ilk karşılaştıklarmda, bir anlamda birbirlerini koklayıp durduklarını, hakimiyet kurma amacıyla ölçüp biçtiklerini okuldan biliyordum. İki çocuktan nispeten ufak tefek olanı, benden bir yaş kadar büyüktü. Beni süzerken için için, yeni gelen çocuk acaba esaslı bir erkek mi, yoksa hanım evlâdı mı, diye merak ettiğinin farkındaydım. Acaba okul bahçesindeki tuzaklara karşı savaşacak, kavga edecek biri miydim, yoksa hemen öğretmenlere mi koşacaktım? Önümden geçerken gözlerimi ondan ayırmadım, ama bakışlarıma yumuşak ve yorgun bir ifade verdim. Sert baksam, meydan okuyor olurdum, gözlerimi kaçırsam, o da teslim olmak anlamına gelirdi. Erkek çocuklar, köpek sürülerine özgü bu içgüdülerle doğarlardı. Çocuklar önümüzden geçtikten sonra, bir tanesi karşı kaldırıma yöneldi, oradaki bir apartmanın merdiveninde oturan yamyassı, kemiksiz kadına bir şeyler söyledi. Besbelli kadın onun annesiydi. Kadının çocuğa bizi sorduğunu görüyordum. Özellikle de annemi. Annem öbür çocukların solgun pelte suratlı anneleri gibi değildi. Benim annem gençti, incecikti, kısa, kabarık saçları vardı. Dans etmesini, koşmasını, oyunlar oynamasını bilirdi. Pantolon giyerdi -hem de pek az kadının pantolon giydiği bir çağda. Çocuk annesine ne dedi bilemiyordum, ama annesi hem rekabetçi hem de önemsemez bir ifadeyle burnunu havaya kaldırdı, konuyu kapatmış gibi davrandı. Anneme bu tür tepkiler gösterilmesine alışıktım, ama yine de bu konuda duyarlılıktan kurtulmuş değildim. Annemin diğer annelere benzemesini aslında tabii ki istemiyordum. Onun gençliğinden, güzelliğinden, bağımsızlığından gurur duyuyordum. Ama bazen de, keşke göze daha az çarpacak biçimde farklı olsaydı diyordum, çünkü insanın farklı bir annesi olması kolay şey değildi. On dört, on beş yaşındaki büyük çocuklardan bazıları, bizim bulunduğumuz yerin çaprazındaki bir köşe taşının önünde durmak10 taydılar. İki ev ötedeki kızların hayranlık dolu kıkırdaşmalanmn $ot. derece farkındaydılar, ama sanki onları hiç görmüyormuş gibi yar», yor, aralarında yüksek sesle konuşuyor, kaba biçimde itişiyor, tıu. maradan puflayarak gülüyorlar, ikide bir vitrindeki görüntüleri™ kontrol ediyor, bundan memnun kalıyorlardı. Ama tabu ara sm içlerinden biri cebinden bir tarak çekip briyantinli saçını düzeltmel zorunda da kalıyor, tarağı cebine koyduktan sonra iki yandaki s^ç, larını sevgiyle okşarcasma bastırıyordu. Sonu gelmez bir oyun ov namaktaydıiar. Kâğıt, taşı örter, taş makası parçalar, makas kâğı<i keser diye sürüp giden oyun. Ülkenin her yanında farklı isimle^ verilirdi o oyuna. Kuzeydoğu bölgelerinde genellikle adı ‘Rocham^ beau’ diye bilinirdi, ama tabii çocuklar bunun bir Fransız gener^j, nin adı olduğunu, cumhuriyetimizin bebeklik döneminde bu atja, mm, İngilizler’e karşı Yorktovvn’da zafer kazanmamıza yardım ettj, ğini bilmedikleri gibi, üçüncü hecede parmaklarını öne uzatıp ‘boty1 diye bağırırken o hecenin aslında hangi harflerle yazıldığının (ja farkında değildiler. Rochambeau’da kaybeden, kazananın kendisi^ ‘eklemlemesine’ izin vermek zorundaydı. Yani orta parmağının e^. lemiyle tepesine olabildiğince hızla vuracaktı kazanan. Kaybeden ise hiç canı yanmamış gibi davranıp tiksintiyle homurdanır, ama bazen gözlerine yaşlar yükselirken aceleyle gözlerini kırpıştırıp duruınu kurtarmak, vitrine dönerek tarağıyla saçını yeniden düzeltmek Zorunda kalırdı. Çocuklardan iki tanesi sigara içiyordu. Biri, lider olan en büyüğü, öbürü de, soytarı rolüne sıvanmış çirkin küçük çocuktu. Sigaralarını acemice, pek alışık değilmiş gibi içiyor, ikide bir kaşlarım çatıp sigaranın ucuna bakıyor, külünü daha birikemeden sillçj. yorlardı. Bu büyük çocukların pantolonları uzun, başlan açıktı. Oysa mahallenin biraz daha küçükleri golf pantolonu giymiş, başlarına keplerini geçirmişlerdi. Kısa pantolon giyenler ancak en küçüklerdi. Ben hariç tabii! Belki babasız oluşumuzdan, ekmek parası kazana^ bir babadan yoksun oluşumuzdan ötürü, annemin bizi diğer çocuklardan çok daha iyi giydirme iddiası, hayatımızın en değişmez geril pantolonumla diz boyu çoraplarım, golf pantolonu giymiş bu çocukların gözünde beni gülünç duruma düşürüyordu, bunun farkuıday-dım. Erkek çocukların ilk karşılaştıklarında, bir anlamda birbirlerini koklayıp durduklarını, hakimiyet kurma amacıyla ölçüp biçtiklerini okuldan biliyordum. İki çocuktan nispeten ufak tefek olanı, benden bir yaş kadar büyüktü. Beni süzerken için için, yeni gelen çocuk acaba esaslı bir erkek mi, yoksa hanım evlâdı mı, diye merak ettiğinin farkındaydım. Acaba okul bahçesindeki tuzaklara karşı savaşacak, kavga edecek biri miydim, yoksa hemen öğretmenlere mi koşacaktım? Önümden geçerken gözlerimi ondan ayırmadım, ama bakışlarıma yumuşak ve yorgun bir ifade verdim. Sert baksam, meydan okuyor olurdum, gözlerimi kaçırsam, o da teslim olmak anlamına gelirdi. Erkek çocuklar, köpek sürülerine özgü bu içgüdülerle doğarlardı. Çocuklar önümüzden geçtikten sonra, bir tanesi karşı kaldırıma yöneldi, oradaki bir apartmanın merdiveninde oturan yamyassı, kemiksiz kadına bir şeyler söyledi. Besbelli kadın onun annesiydi. Kadının çocuğa bizi sorduğunu görüyordum. Özellikle de annemi. Annem öbür çocukların solgun pelte suratlı anneleri gibi değildi. Benim annem gençti, incecikti, kısa, kabarık saçları vardı. Dans etmesini, koşmasını, oyunlar oynamasını bilirdi. Pantolon giyerdi -hem de pek az kadının pantolon giydiği bir çağda. Çocuk annesine ne dedi bilemiyordum, ama annesi hem rekabetçi hem de önemsemez bir ifadeyle burnunu havaya kaldırdı, konuyu kapatmış gibi davrandı. Anneme bu tür tepkiler gösterilmesine alışıktım, ama yine de bu konuda duyarlılıktan kurtulmuş değildim. Annemin diğer annelere benzemesini aslında tabii ki istemiyordum. Onun gençliğinden, güzelliğinden, bağımsızlığından gurur duyuyordum. Ama bazen de, keşke göze daha az çarpacak biçimde farklı olsaydı diyordum, çünkü insanın farklı bir annesi olması kolay şey değildi.
Trevanian – İnci Sokağı
PDF Kitap İndir |