O gecenin erken saatlerinde St. Laurent. Bulvarı’na yağmur yağmıştı ve biçimsiz kaldırımlarda hâlâ küçük gölcükler vardı. Yağmur dinmişti, fakat CII ajanı Wormwood’un ince açık kahverengi yağmurluğunu giymesine neden olacak kadar serindi. Wormwood montları tercih ediyordu, fakat ajan arkadaşlarının alay edeceklerini düşünerek giyme cesareti gösteremiyordu. Wormwood yağmurluğunun yakasını kaldırarak ve ellerini ceplerine sokarak soğuktan kendini korudu. Ellerinden birinde yirmi dakika önce Ste. Justine Hastanesinin yasak bölgesinde kötü kokan bir cüceden aldığı bir çiklet parçası vardı. Cüce birden çalılıkların arasından çıkarak Wormwood’un ürkmesine neden olmuş, o da bunu bir Doğu savunma biçimine dönüştürmeye çalışmıştı. Bir gül fidanına çarpmasaydı, bu kedi gibi çevik görüntüsü daha da etkili olabilirdi. Wormwood tenhalaşmaya başlayan sokakta hızlı hızlı gidiyordu. Üstünlük duygusuyla olmasa da yeterlilik duygusuyla kendini iyi hissediyordu. Bu kez işi kıvırmıştı. Karanlık bir vitrinde gölgesini gördü ve gördüğünden hoşnut kaldı. Güvenli bakışı ve kararlı adımları düşük omuzlarını ve kel kafasını telafi ediyordu. Wormwood omuzlarının düşüklüğünü düzeltmek için avuçlarını öne doğru çevirdi, çünkü biri ona en iyi erkekçe yürüyüşün avuçlar önde yürümek olduğunu söylemişti. Rahatsız bir yürüyüş olmasına ve kendini penguen gibi hissetmesine karşın, ne zaman aklına gelse böyle yürüyordu. Gül fidanına çarpmış olduğunu acıyla hatırladı, fakat pantalonunun ağını baş parmağıyla işaret parmağı arasında tutarak kıçından çektiği zaman rahatladığını fark etti. Gelip geçenlerin meraklı bakışlarına aldırmadan bunu zaman zaman yaptı. Hoşnuttu. Kendi kendine, “kendine güvenle ilgili bir şey” dedi, “bu işten tereyağından kıl çeker gibi sıyıracağımı biliyordum ve sıyırdım!” İnsanın başına şanssızlığın bu şanssızlığı düşündüğü için geldiği görüşüne değer veriyordu ve son birkaç görevinde yaşadıkları da bu görüşü destekler görünüyordu. Teoriler genel olarak Wormwood için geçerli değildi. Kellik sorunu için “kısa kestirdiğin taktirde uzun süre dökülmez” ilkesini uygulamış ve kendini gerekli olandan daha da önemsiz gösteren kısacık saçlarla dolaşmıştı, fakat saçları gene de dökülmeye devam etmişti. Bir süreliğine erken saç dökülmesinin ender görülen bir erkeklik belirtisi olduğu teorisine yapışmıştı, fakat kişisel deneyimleri sonunda onun bu varsayımı bir yana bırakmasına neden olmuştu. “Bu kez evden uzaktayım ve hiç aksilik olmadı. Yarın sabah altıda Amerika’da olacağım!” Çikleti yumruğunun içinde daha da sıktı. Başka bir başarısızlığı daha kaldıramazdı. Amerika’daki merkezde ona hep “tek kişilik Domuzlar Körfezi” derlerdi. Lessage Lane Sokağı’na doğru sola döndüğünde, sokakta ne ses ne insan vardı. Bunu kafasına not etti. Bu kez St. Dominique’den güneye döndüğünde, sokak o kadar sessizdi ki, adımları kasvetli, loş tuğla binaların cephelerine çarparak yankılanıyordu. Sessizlik onu rahatsız etmedi; ıslık çalmasının tek nedeni bundan hoşlanmasıydı. “Olumlu düşünmek gerçekten etkili oluyor” diye düşündü. “Kazananlar her zaman kazanır, bu bir gerçek.” Sonra kaybedenlerin de her zaman kaybedip kaybetmediğini düşünerek yuvarlak çocuksu yüzü merakla büzüştü. Kolejdeki mantık derslerini hatırlamaya çalıştı. Sonunda “hayır” diye karar verdi, “ille de böyle olması gerekmez. Kaybedenler her zaman kaybetmez. Fakat kazananlar her zaman kazanır!” Bu konuyu çözdüğü için kendisini daha iyi hissetti. Kaldığı üçüncü sınıf otelden bir blok uzaklıktaydı. Sokaktaki bir harfi eksik dikey H TEL yazısını görebiliyordu. “Neredeyse geldim.” CII Eğitim Merkezi’nde varacağınız yere her zaman sokağın karşı tarafından gidin talimatını hatırladı ve karşı kaldırıma geçti. Bu kuralın nedenini sinsice bir şey olmasının ötesinde hiçbir zaman tam olarak kavramamıştı, fakat uymamak yerine açıklama istemek de hiçbir zaman aklına gelmemişti. St. Dominique’in demir lambaları henüz çirkin şehirleşmenin kurbanı olup yerlerini cıva lambalar almamıştı. Dolayısıyla Wormwood önünde uzanan gölgesini seyredip eğlenebiliyordu. Bir sonraki lamba kendisini iyice aydınlatıp gölgeyi küçülterek arkasına attı. Omuzunun üzerinden arkadaki gölgesini seyrederken bir lamba direğine çarptı. Kendisini topladıktan sonra öfkeyle yolu tepeden tırnağa inceledi, gören olmuş mu diye merakla baktı. Gören olmuştu, fakat Wormwood bunu bilmiyordu, bu yüzden saldırgan lamba direğine kızgın kızgın baktı, avuçlarını öne döndürerek omuzlarını dikleştirdi ve karşı kaldırıma geçti. Hole, yıkık dökük otellerin küf, lizol ve sidik karışımı bir koku hakimdi. Daha sonraki raporlarda Wormwood’un 11:55 ile 11:57 arasında otele girmiş olduğu belirtilecekti. Kesin zaman hangisi olursa olsun, saatinin aydınlığından hoşnut olarak zamanı kontrol etmiş olduğundan emin olabiliriz. Saatlerde kullanılan fosforlu maddenin deri kanserine yol açabileceğini duymuştu, fakat sigara içmeyerek bunu telafi ettiğini düşünüyordu. Ne zaman karanlık bir yere gitse saatine bakma alışkanlığı geliştirmişti. Yoksa fosforlu bir saat kullanmanın yararı olabilir miydi? 11:55 ile 11:57 arasındaki farkı yaratan da muhtemelen bunu düşünmesiyle geçen süreydi. Nemli, lekeli bir halı kaplı loş merdivenlerden çıkarken, kendisine “kazananlar her zaman kazanır” diye hatırlattı. Ne var ki, odasının yanındaki odada öksürük sesini duyduğu zaman bütün keyfi kaçtı. Bütün gece aralıklarla devam eden tiksindirici, hastalıklı bir öksürüktü bu. Yan odadaki ihtiyarı hiç görmedi, fakat uykusunu kaçıran öksürükten nefret ediyordu. Kapısının önünde durarak çikleti cebinden çıkardı ve inceledi. “Muhtemelen mikrofilm. Muhtemelen çikletle kağıt arasında. Tuhaf şeylerin her zaman konulduğu yerde.” Yalama olmuş kilide anahtarı soktu. Kapıyı açarken rahat bir soluk aldı. “Bundan kaçınılmaz” diye doğruladı. “Kazananlar…” Fakat düşüncesi yarıda kesildi. Odada yalnız değildi. Eğitim Merkezi’nin alkışlayacağı bir tepkiyle çikleti kağıdıyla birlikte ağzına attı ve kafasına inen darbeyi yerken yuttu. Acı gerçekten de çok keskindi, fakat sesi daha da korkunçtu. Ellerinizle kulaklarınızı kapatarak bir salatalığı ısırmaya benziyordu, fakat bundan daha yakındaydı. İkinci darbeyi çok net olarak duydu —cıvık bir çatırtı— tuhaf, ama canı acımadı. Sonra bir şey canını gerçekten acıttı. Göremiyordu, fakat boğazını kestiklerinin farkındaydı. Bu görüntüyle titredi ve hastalanmayacağını umdu. Sonra midesini açmaya başladılar. Yan odadaki yaşlı adam gene öksürüp öğürmeye başladı. Wormwood içinden ilk korkuya kapıldığında yarıda kalan düşüncesini tamamladı. “Kazananlar her zaman kazanır” diye düşündü, sonra öldü.
Trevanian – İnfazcı
PDF Kitap İndir |