Uğur Mumcu – Papa Mafya Ağca

Birçok insanda en karmaşık sorunları birkaç genel ve soyut sözcük ile çözümleme alışkanlığı vardır. Papa’ya suikast girişimi ile İpekçi cinayeti de çoğu kez bu alışkanlıklarla ele alınıp, değerlendiriliyor. Oysa terör olgusunun ardındaki karmaşık nedenleri, genel sözler ve soyut kuramsal yaklaşımlarla algılamanın olanağı yoktur. İpekçi cinayetini, daha önce Cumhuriyet Gazetesinde dava belgelerine dayalı olarak incelemiş ve somut kanıtları değerlendirmeye çalışmıştım. Papa’ya suikast girişiminden sonra Ağca’nın ilişkileri içeride ve dışarıda çok değişik açılardan değerlendirildi. İpekçi cinayeti de değişik açılara göre yorumlandı. Papa suikastı üzerindeki CIA ve KGB kaynaklı görüşler ise olayları büsbütün karmaşık bir niteliğe soktu. Papa suikastı konusunda, CIA ve KGB gibi istihbarat örgütleri, televizyon program yapımcıları ve gazeteciler, çeşitli varsayımları ileri süren yayınlar yaptılar. Bu kitabı yazmadan önce, NBC ve ABC adlı Amerikan televizyon şirketlerinin suikast girişimi ile ilgili programları ile İngiliz Thames televizyonunun aynı konudaki programlarını izledim. Dünya basınında bu konuda yayınlanmış bütün yazıları ve yapılan yorumları tek tek okudum. Yine, kitabı yazmadan önce Sovyet yazarı İona Andronov’un incelemesi ile Amerikan yazarı Glaire Sterling’in «The Time Of The Assassins» ve Paul Henze’nin «The Plot To kill the Pope» adlı kitaplarını somut kanıtların terazisinde tartmaya çalıştım. 7 Bir cinayet davasında yapılacak ilk iş somut kanıtların toplanmasıdır. Cinayet ile ilgili somut kanıtlar toplamak yerine kuşkulu varsayımlarla soyut kuramlar oluşturmak suç kanıtlarını sis bulutları içine sokmaya yarar. Papa suikastı davasında yapılan budur. Bu kitap, olayları çok geniş bir çerçeve içinde ele almaktadır.


İzlediğim yöntem, olaylar nedeniyle adı geçen kişi ve kurumları, Türkiye ve İtalya arasındaki kaçakçılık trafiğini ve bu trafikte yeralan suç örgütlerini tanımak ve tanıtmaktır. Suikast girişiminde bulunan bir Türktür. Suikastçı daha önce de seçkin bir Türk gazetecisinin öldürülmesi nedeniyle hüküm giymiştir. Bu terörist ile ilgili bilgi ve belgeleri en iyi değerlendirebilecek olanlar Türk gazetecileri ve araştırmacılarıdır. Yabancı gazeteci ve araştırmacıların, ikinci elden, eksiz ve tek yönlü bilgilerle ulaştıkları yargılar, gerçeklerin saptırılmasına yolaçmaktadır. Bir Türk gazetecisi olarak, olayları somut kanıtlar ve belgelerle inceleyerek kamuoyuna sunmayı bir görev saydım. Kitap yayına verildiği sırada, Roma’da Yargıç Martella tarafından hazırlanan iddianame henüz mahkemeye sunulmuş değildi. Bu davanın açılması ile birlikte, birçok olayı daha yeniden öğrenme ve değerlendirme olanağına kavuşmuş olacağız. Bugün için yapılması gereken eldeki kanıt ve belgeleri değerlendirerek, olayı varsayımların kuşkulu ve sisli ortamından kurtarmaktır. İpekçi cinayeti, yeraltı dünyası ve Papa suikastı konularına değinen yatılarım nedeniyle çok yönlü saldırılarla karşılaştığımı söylemeye herhalde gerek yoktur. Birbirlerine düşman çevrelerden gelen bu ağır saldırılar, bana bu yayınlarla gerçeklere ulaşılmak üzere olunduğu izlenimini vermektedir. Papa suikastını ele alırken, İpekçi cinayeti ile Vatikan’ın Banker Calvi ile ilişkilerine de değinmek zo8 runluluğu duydum. Yine bu konuları incelerken, İtalya’da patlak veren «P-2 Mason Locası» ile Banker Cal-vi’nin İtalyan mafyası ile olan ilişkilerine gözattım. Ağca’yı ülkücü çevresi ile yeraltı dünyasını kaçakçıların yurt dışı bağlantıları ile Vatikan’ı Banker Calvi ile Banker Calvi’yi P-2 Locası ve İtalyan mafyası ile birlikte elealıp incelemeseydik, olayların, kurumların ve örgütlerin kökenlerine inmemiş olurduk. Elinizde tuttuğunuz kitap, yorucu bir çalışma sonunda ortaya çıktı.

İnceleme alanı içinde çok sayıda kişinin adının geçmesi, çalışmaları bir ölçüde güçleştirdi. Okuyucuya okuma kolaylığı sağlamak için kitapta adı geçen önemli kişilerin kimliklerini tanıtıcı bir kimlik dizini de hazırlandı. Olayların akışında bazı rastlantıların önemini vurgulamak için bu rastlantılar ve bu rastlantılarda adı geçen kişiler kitabın çeşitli bölümlerinde yeniden anıldı. Kitabı okuyanlar, ulaştığım yargılara katılmasalar bile, hiç olmazsa, Ağca’nın serüvenleri ile ilgili belgeleri, kararları, kaçakçılık olayları ile ilgili dayanakları, toplu olarak, bu kitapta görme olasılığına kavuşacaklar. Bu kitabın hazırlanmasında, yerli ve yabancı mahkeme kararları başta olmak üzere, birçok yayın titiz bir incelemeden geçirilmiş, değinilen her olayın dayanağı dip notlarında gösterilmiştir. Bütün bunların, yerli ve yabancı araştırmacılara yararlı olacağını sanıyorum. Kitabın hazırlanmasında birçok kişiden yardım gördüm. Çalışmalarım sırasında yardımlarını esirgemeyen TBMM kitaplık çalışanları ile Amerikan kütüphanesinin Ankara ve İstanbul’daki görevlilerine teşekkür etmeyi bir borç sayıyorum. Papa suikastı, Ağca ve kaçakçılık konuları ile ilgili yabancı yayınları, bulundukları ülkelerden bana gönderen okurlarımı burada saygıyla anıyorum. Terör nedeniyle Türk toplumu olarak büyük acılar çektik. Kamuoyunu oluşturan insanlar olarak, biz 9 gazeteciler, hiç olmazsa, kendi olanaklarımız çerçevesinde terör olgusuna karşı savaşmak zorundayız. Bu kitap, bu bilinç ve duyguyla yazıldı. Bu bilinci ve duyguyu, okurlarımla da paylaşmak başlıca amaçlarımdan biridir. Uğur MUMCU 10 MALLORKA İspanyol şoför, yarı İspanyolca, yarı İngilizce anlatmaya başlamıştı: «Don Kişot…» Gerisini kestirmek kolaydı. Barcalona yakınlarındaki Mallorka adasında, havaalanından otellerin bulunduğu kıyı şeridine giderken, yolun çevresindeki tarlalara ve tarlaların orta yerlerindeki yeldeğirmenlerine bakıyordum.

İspanya’da «yeîdeğirmsni» denilince akla hemen «Don Kişot» öyküleri gelir. Cervantes, yaşlı bir İspanyol soylusunun okuduğu romanların etkisinde kalarak giriştiği serüvenleri konu alır. «Yeldeğirmenlerine karşı savaş» Cervantes’in roman kahramanı Don Kişot’un düş dünyasında oluşturduğu kinlerle giriştiği savaşlardan biridir. «Don Kişot» zamanla, «Don Kişotluk» olarak dillere yerleşmiştir. Bu anlamı ile «Donkişotluk» özverili, ama amaçsız kavgaları, direnmeleri anlatır; ayrıca «kahramanlık taslamak» anlamına da gelir. Mallorka’ya uluslararası ün kazanan terörist M. Ali Ağca’nın Papa’ya suikast girişiminden önce kaldığı otelde inceleme yapmak için gelmiştim. Yolun iki yanında kilometre taşları gibi dizilmiş yeldeğirmenlerini görünce, Ağca’nın bir çeşit «Don Kişot» olduğunu da düşünüyordum. Ama bu kadar mı? Hayır. 9 Şubat 1983 günü, Roma yakınlarında Rebibbia cezaevinin ikinci katındaki sorgu odasında karşılaştığım Ağca, bana, ruh yapısı içinde yaşadığı gerilimli yıllarda çarptırılmış bir psikopat gibi görünmüştü. Ağca, hiç kuşkusuz, kendi düş dünyasında, uluslararası terörist Carlos’u tahtından indirecek bir kahramandı. Kendisini, böyle bir düş dünyasında biçimlendiril miş; daha da tehlikelisi, geleceğini, bu düş dünyasının* buğulu atmosferi içinde görmeye başlamıştı. Don Kişot’un iyiye, doğruya, güzele yönelmiş bir özlemi vardı. Ağca öyle miydi? Hayır değildi. Bazen oynadığı role uygun işler yapıyordu, bazen de oynamak istediği rollere uygun ifadeler veriyordu.

Fakat içinde yeraldığı dünyada, iyiye, doğruya, güzele yönelen erdemlerden hiçbiri yoktu. Araba, yeldeğirmenli tarlaları geçip, yüzlerce, lüks yatın ve deniz motorunun demirlediği limanı geride bıraktığında ben, Ağca’nın bu ünlü dinlence adasında ne aradığını kendi kendime soruyordum. Malatya’nın Hekimhan ilçesinden yoksul M. Ali’nin Mallorka’nın dört yıldızlı «Flamboyan» adlı otelde aradığı neydi? Beni ası! adaya getiren neden, otel defterinde bir araştırma yaparak, eğer olası ise, aynı tarihlerde, otelde bir başka Türkün kalıp, kalmadığını saptamak ve Ağca’nın serüvenleri hakkında bilgi toplamaktı. Ağca, suikast girişimi için kendisine önerilen parayı burada mı almıştı?. Evet, Mallorka’da elbette yeldeğirmenlerine saldırmamıştı, birileri ile buluşmuştu. Ama kimlerle? Kimlerle ve nasıl? Şoför, arabayı Flamboyan oteli önündeki yokuşta durdurduğunda içimi bir umutsuzluk rüzgârı kaplamıştı. «Sinyor, hotel is closed». Evet, otel kapalıydı. Otel sahipleri, turizm mevsimi için oteli onartıyorlardı. Yandaki otele yerleşerek, ilk saptamaları yapmaya çalıştım. Günlerden pazardı ve otelde hiçkimse kalmamıştı. Geri döndüm. Yapacak birşey yoktu. Otel, adanın merkezi Palma’ya onbeş kilometre kadar uzaklıkta «Magaluf» adlı bir semtte.

Kıyı, lüks otellerle dolu. Otellerin önü kumsal. Hekimhanlı Ağca, buraya, denize girmek, kumsalda yürümek için mi gelmişti? Hayır. Ertesi gün, Flamboyan oteli garsonlarından Refeal ile görüştüğümde bazı soruların yanıtını da alıyordum: «Hiç denize girdi mi?» «Hayır.» 12 «Peki ne yapardı?» «Odasının balkonunda oturur, birilerini beklerdi. Ya da sabahları kumsalda tek başına yürürdü. Daha doğrusu koşar, spor yapardı. Bir de karşıdaki kafeteryada oyun makinaları ile kumar oynardı.» Ağca, otelin 624 numaralı odasında kalmış. Oda deniz manzaralı değil. Odanın balkonundan yandaki otelin çatısı ile balkonlarına bakılıyor. Odanın asıl baktığı yön ana yol. Ağca, otel balkonundan, ana yoldan geleni, gi* deni görebiliyor. «Hep burada oturur, dışarısını gözlerdi». Dışarıya bakıyorum.

Görünen yer, yol kavşağı. Belli ki, bu otelde birileri ile buluşmuş. «Yemek yerken bile dışarıyı gözetlerdi.» Ağca’nın oyun makinalarında kumar oynadığı yer, otelin tam karşısındaki snack bar. Barın adı «Tibet». Çin Halk Cumhuriyeti’nin özerk bölgelerinden biri olan As-ya’daki «Tibet» ta oralardan buralara nasıl gelmişti acaba?. Tibet’in sahibini gördüğüm zaman dünyanın ne kadar şaşırtıcı benzerliklerle dolu olduğuna bir kez daha inanıyordum. Karşımda, çekik gözleri ile melez bir Çinli ya da Özbek Türk’ü vardı. Tibet’i işleten İspanyol, doğma büyüme Mallorka’-lıydı. Ama babaları, dedeleri?. Don Kişot’un yazarı, Kıbrıs’a kadar gider de bir Çinli ya da Özbek Türkü buralara gelemez miydi acaba?. Gelirdi elbet. Gelirdi ama «snack bar» sahibi konuşmaya pek niyetli değildi. İspanyollar birbirlerine pek benzemiyor. Tibet’in sahibi hortlak görmüş gibi kaçarken Flamboyan oteli resepsiyon memuru Salvador Vinals.

bütün sorularıma açık yanıtlar veriyordu: «Genellikle ne yapardı?» «Hiç konuşmazdı. Günaydın, iyi geceler, anahtarı verir misiniz, gibi sözler dışında pek konuştuğunu duymadım.» «İngilizce mi konuşurdu?» «Evet.» «Kendisini hiç arayan olur muydu?» 13 «Telefon ile arayan olduğunu anımsamıyorum. Benim nöbetim dışında olduysa bilmem. Federal Alman plâkalı bir Mercedes arabanın otele geldiğini, arabadan inen bir kişinin otelin bahçesinde kendisi ile konuştuğunu gördüm» «Aynı Mercedes bir daha geldi mi?» «Görmedim. Bir süpermarkette, İranlı ya da Tunuslu bir kişi ile görüşmüş.» «Peki bunu nereden biliyorsunuz?» «Çok dikkat çekiyordu». «Nasıl meselâ?» «Bir grup ile gelmişti, ancak bu grup ile gezmiyordu. Denize girmiyordu. Ve çok bahşiş ödüyordu.» «f\|e kadar bahşiş veriyordu meselâ?» «Bir Pepsi-Cola istiyordu. Şişesi 35 pesata. Bin pe-sata veriyor, üstünü almıyordu. Bu yüzden milyoner sandık.

Hep birlikte ister istemez izlemeye çalıştık.» «Aynı günlerde otelde kalan Türkler var mıydı?» «Yok, İranlılar var. Onlar da bir grup.» «Bu İranlılar, Ağca ile hiç görüştüler mî?» «O kadarına dikkat etmedim. Görüşmüş olabilirler.» «Peki bu İranlı gruba niçin dikkat ettiniz?» «Bu grubun dışarıdan ziyaretçileri vardı.» «Kimler?» «Alman plâkalı arabalar.» «Başka dikkat çekici gruplar var mıydı?» «Grup değil de Cezayirli bir genç. Adı Malik Kickov. O da Ağca gibi tek başına dolaşırdı.» Resepsiyon görevlisi Vinals, bunları anlatırken, aynı zamanda resepsiyon defterini de karıştırıyordu. Benim bütün dikkatim de bu defterdeydi. «Ağca’nın kaydını görebilir miyim?» «Tabiî.» «İşte, bakın pasaport numarasını bile kaydetmemişiz.» «Garip değil mi bu?» «Garip, hem de çok garip.

Daha garibini söyleyeyim mi? Ağca’nın kullandığı Faruk özgün adı otel defterine bile yazılmamış. Olaydan sonra Faruk özgün adını ben 14 yazdım. Tabiî pasaport numarasını bilemediğim için yazmadım.» «Peki, otel defterine yazılmamış başka isimler de var mı?» «Var, bir tane daha var. O da Ağca’nın yanındaki odada. Bir Macar bayan.» «Biraz garip değil mi?» «Garip.» «Bu Macar bayanın adı, İlona Kocskas. Ağca ile bitişik odada. Odalar, bir ara kapı ile birbirlerine bağlanıyor. Balkonlar ortak.» «Bu odaları kim ayarlıyor?» «Seyahat acentası.» «Ne kadar kalmış bu Macar bayan?» «Birkaç gün.» «Sonra kim gelmiş?» «Bir Polonyalı bayan. Adı, Olwen Shiyzcak.

» Vinals ile birlikte Ağca’nın kaldığı odaya geliyoruz. Birçok otelde olduğu gibi, iki oda, bir ara kapı ile birbirlerine bağlanıyor. Bunda dikkat çekici bir özellik yok. Dikkat çekici olan, Ağca’nın da Macar Kocskas’ın otel defterine kaydedilmemiş olmalarıdır. Yeniden soruyorum: «Otel defterine, bugüne kadar kaydedilmeyen bir başkası var mı? Daha önceleri, daha sonraları.» «Yok. olsa anımsarım.» «Macar bayan ile Ağca’nın, yanyana odalarda kalmaları ve adlarının otel defterine yazıJmaniış olması bir rastlantı mıdır?» «Bilemem.» «Düşündürücü değil mi?» «Çok.» «Bir nedeni olmalı?» «Evet olmalı.» «Kim bilir bunu?» «Kendileri.» Ağca, Mallorka adasındaki Flamboyan otelinde 25 Nisan gününden 9 Mayıs gününe kadar kalmış. Otel rezer15 vasyonu Milano’dan yapılmış. Papa’ya suikast girişimi ise 13 Mayıs gününe rastlıyor. Bu yüzden Mallorka’ya gelişi, buradaki temasları çok ama çok önemli.

Ağca, Mallorka’da denize ayağını bile sokmamış. Otelin önündeki yüzme havuzuna da girmemiş. Buraya herhalde, denize girmek için gelmemiş. Amacı başka. Amacı, birileri ile burada buluşmak ve para almak. Ama kimden? Ağca’nın, Mallorka’ya Bekir Çelenk tarafından sağlanan parayı almak için geldiğine inanılıyor. Bu konuda herhangi bir kayıt yok. Olmadığı için böyle mi, değil mi. kanıtlamak çok güç. Mallorka, Bekir Çelenk ve ortağı Mehmet Cantaş’ın gemilerinin sık sık uğradıkları bir yer. Bu yüzden, bu olasılık üzerinde duruluyor. Benim Mallorka adasına giderek araştırma yapmamın bir nedeni de bu. Acaba, Ağca, adada herhangi bir Türk ile temas etti mi?. Resepsiyon memuru Vinals ile birlikte, Ağca’nın kaldığı 624 numaralı odadayız. Kahverengi, çiçekli duvar kâğıtları ile kaplı duvarları, yatağın hemen başucuna asılmış bir tablo ile süslü odaya şöyle bir göz gezdirip, balkona çıkıyorum.

Balkon, doğrudan doğruya iki yol kavşağına bakıyor. Karşıda «Don Paço» oteli var. Tam karşıda da bir motelin pençeleri ile karşılaşılıyor. Oda deniz manzaralı değil. Ağca, bu balkona oturup, saatlerce yolu gözlermiş. Belli ki otelde birilerini beklemiş. Kendisini ziyaret eden Batı Alman plâkalı Mercedes’in sahibini mi, kimi? Bunu bilen yok. Soruyorum: «Bu odayı Ağca’nın kendisi mi seçti?» «Acentada otelin plânı var. Odalar, bu plâna bakılarak seçilir. O da böyle seçmiş olmalı.» «Ya yanındaki Macar ve Polonyalı?» «Onlar da öyle.» «İlginç değil mi?» «İlginç, fakat bilemem, belki rastlantı, belki değil.» Papa suikastının düğüm noktası, bu Flamboyan ote16 ündedir. İlişkiler zincirinin tümünü göz önüne alırsanız, Mallorka adasının hemen yanıbaşındaki Menorka adasını da bu ilişki zincirine ekleyebilirsiniz. Ağca, Menorka adasına gidip, orada demir atmış, bekleyen gemilerden biriyle temas kurmuş olabilir mi? Bu da bir olasılık.

‘Yeniden soruyorum: «Limanda yüzlerce yat var, Ağca’nın bu yatlarla ge-îen herhangi birisiyle teması olabilir mi?» «Olabilir.» «Nasıl?» «Her sabah otelden çıkar, gece yarısına doğru otele dönerdi. Dışarda ne yaptığını, kimlerle görüştüğünü bilemem.» «Menorka adasına gidebilir mi?» «Yakın, gidebilir. Hem, onbeş mil ötede uluslararası sular başlıyor. Eğer kendisini, burada para verilmişse, kolay, denizde ya da Menorka’da buluşmaları mümkün.» Bekir Çelenk’in, Panama bandıralı gemisi, 18 Aralık 1981 günü Menorka adasının Pala Tirant mevkiinde karaya oturmuştu. Geminin kaptanı, emekli deniz albayı Yiğit Güzen’di. Güzen, bu işi, arkadaşı, Roma’da 1974-76 yılları arasında ataşelik yapan emekli deniz kurmay albay Ediz Akman aracılığı ile bulmuştu. Geminin karaya oturmasından sonra gemi mürettebatı ile gemi sahibi Çelenk arasında uyuşmazlık başgöstermiş ve mürettebat açlık grevine girişmişti. Olay üzerine kaptan Yiğit Güzen, Madrit Büyükelçiliğimize bir telgraf çekerek ivedi yardım istemiş ve elçilikten «gemi sahiplerinden Bekir Çelenk’in işçilerin altı haftalık ücretlerini ödediği» yolunda bir yanıt almıştı. Olay, gemi mürettebatının, gemiye elkoyması ile devam etmiş, uyuşmazlık mahkemeye yansıtılmış ve dava sırasında Çelenk, Forster adlı bir İngiliz avukat ve emekli albay Ediz Akman ile birilkte Menorka adasına gelip, «La Palma Hostel» in üçüncü katında 29 numaralı odada kalmıştı. Menorka, Çelenk için yabancı bir yer değildi. Gemi-Jeri, buradan sık sık geçerdi. 17 F.

: 2 Bekir Çelenk’in yakın dostu Ermeni işadamı Samir Ariss (1) ya da Arosyan olarak bilinen dostu, «Antepli-yan» adlı bir başka Ermeni ile birlikte, İspanya’da ticaret mi yapıyorlardı? Menorka ya da Mallorka adasında ya da Barcelona’da dükkânları mı vardı?. Arosyan, sık sık, Mallorka adasına gelir, gider miydi?. Bekir Çelenk’in yakın dostu ve ortağı Mehmet Cantaş’ın Menorka ya da Mallorka’daki ilişkileri biliniyor muydu?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir