Umberto Eco – Yengeç Adımlarıyla

Bu kitap 2000-2005 yıllan arasında yazılmış çok sayıda makale ve konferans metninden oluşmaktadır. Yazgısal boyutlu bir dönem söz konusudur, yeni binyıla duyulan kaygılarla açılır, 11 Eylülle başlayıp Afganistan ve Irak savaşlarıyla devam eder; İtalya’da ise Silvio Berlusconi’nin yükselişi görülür. Yukarıda belirttiğim altı yıl boyunca yazdığım değişik konulardaki makaleler içinden sadece siyaset ve iletişim konularıyla ilgili olanları seçtiğimi belirtmek isterim. Böyle bir seçim düşüncesi, “Hafif Teknolojinin Zaferi” başlıklı eski bir makalemden (La bustina di Minerva) doğmuştur. Crabe Backv/ards1 adlı bir yazara aitmiş gibi gösterdiğim bir kitabın düzmece eleştirisini yaparken, son zamanlarda ortaya çıkan bazı teknolojik gelişmelerin, kelimenin tam anlamıyla geriye doğru atılan bir adım olduğunu yazıyor ve ağır iletişim’in yetmişli yıllann sonlannda krize girdiğini ileri sürüyordum. O zamana kadar en saygın iletişim aracı renkli televizyondu. Her şeye egemen kocaman bir kutu, karanlıkta uğursuz ışıklar saçıyor, çıkardığı gürültüyle komşulan rahatsız ediyordu. Hafif iletişim’e doğru ilk adım ise uzaktan kumanda aletinin bulunmasıyla atıldı: İzleyici, bu araçla se1. Eco’nun İngilizce “crab” (yengeç) ve “backvvards” (geriye) sözcüklerinden uydurduğu bir isim, (ed.n.) si alçaltmanın ötesinde, tamamen kapatabiliyor, renkleri yok edebiliyor ve bir kanaldan öbürüne geçebiliyordu. izleyici, sessiz ve siyah beyaz ekran karşısına geçmiş, onlarca program arasında, birinden ötekine atlayarak, “Blob2 dönemi” diye adlandırdığımız özgür bir yaratıcılık dönemine çoktan girmişti. Eski televizyon, canlı yayınlarda bizi olayı anında izlemek zorunda bırakıyordu. Bu zorunluluktan videoteyple kurtulduk, ayrıca bu alet sayesinde Televizyon’dan Sinema’ya geçiş başladı ama sinemadan farklı olarak izleyici kaseti geriye sarma olanağını elde edince, anlatılan konuyla edilgin ve baskıcı ilişkisi de sona erdi. Bu durumda, istendiğinde ses tamamen kapatılıp, sıkıştırılarak bilgisayara uyarlanmış değişik müzikler eşliğinde, düzensiz bir biçimde art arda gelen görüntüler yorumlanabilecekti; aynı televizyon kanalları duyma özürlü insanlara yardım bahanesiyle filmdeki eylemi yorumlayan altyazıları kullanma alışkanlığını edinince, kısa bir süre sonra, sessizce öpüşen iki kişiyi gösteren sahnede “Seni seviyorum” yazan bir kare ortaya çıkacaktı.


Böylece hafif teknoloji Lumiere kardeşlerin sessiz filmini keşfetmiş olacaktı. Bir sonraki gelişmeye, görüntülerin hareketinin ortadan kaldırılmasıyla ulaşılmıştı. Bilgisayar kullanıcısı internet aracılığıyla, beyinsel bir çaba harcamadan, yalnızca pek kaliteli olmayan, çoğu kez tek renkli, hareketsiz görüntüler alabiliyordu ve bilgiler ekranda alfabetik karakterlerle belirdiği için sese de gereksinim duyulmuyordu. Gütenberg Galaksisi’ne görkemli dönüşü izleyen dönem, dediğim gibi, görüntünün tamamen ortadan kaldırılması olacaktı. Çok az yer kaplayan, yalnızca ses yayımlayan ve doğrudan bir tuşa dokunarak zapping yapılabildiği için uzaktan kumanda aleti bile gerektirmeyen çok küçük bir çe2. Eleştiri ağırlıklı, güncel konularda değişik ve ilgi (ekici, birbiriyle ilişkisi olmayan düzensiz film karelerinden oluşan kısa film, (ç.n.) şit kutu keşfedilecekti. Radyoyu keşfettiğimi sanıyordum; oysa i-Pod’un gelişini tahmin ediyormuşum. Son evrede, beraberinde getirdiği tüm fiziksel bozukluklara karşın hava yoluyla yapılan yayınlardan, pay-tv ve internetin ortaya çıkmasıyla telefon kablosu aracılığıyla yeni bir yayıncılık dönemi başlamış, telsiz telgraftan kablolu telefona geçilmiş, Marconi aşılıp Meucci’ye dönülmüştür. Şaka yollu olsa da bu gözlemler fazla abartılı değildir. Üstelik geriye doğru gidildiği, Berlin Duvan’nın yıkılması sonrasında yani Avrupa ve Asya’nın siyasi coğrafyasının kökten değişimiyle açıkça görülmüştür. Coğrafya atlası yayıncıları stoklarındaki tüm ürünleri (Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Doğu Almanya ve buna benzer bölgelerde meydana gelen büyük değişimler kullanılmalarını olanaksız kıldığı için) hurda kâğıda dönüştürmek ve 1914 öncesinde yayımlanan, Sırbistan, Karadağ, Baltık devletleri ve benzerlerini gösteren atlaslardan esinlenmek zorunda kalmışlardı. Ama geriye atılan adımlar tarihi burada son bulmaz, üçüncü binyılm başlangıcında pek çok yengeç yürüyüşüne tanık oluruz. Örnek olarak, elli yıllık Soğuk Savaş’tan sonra Afganistan ve Irak ile, gerçek savaşa ya da sıcak savaşa görkemli dönüşü, hatta 19.

yüzyılda “zeki Afganlar”ın Hayber Geçidi’ne unutulmaz saldırılarının yeniden ortaya çıkmasını, İslamiyet ile Hıristiyanlık arasındaki çatışmayla Şeyhülcebel’in Haşhaşileri, ayrıca ihtişamlı Inebahtı Savaşı da dahil olmak üzere, yeni bir Haçlı Seferleri mevsiminin başlamasını sayabiliriz (son yılların bazı talihli yayınları da “Annecim Türkler geliyor!” diye özetlenebilir). 19. yüzyılın gündelik haberlerinde kaldığı sanılan Hıristiyan köktendinciliği, Darwin karşıtı tartışmaların başlamasıyla, yeniden ortaya çıktı ve demografik ve ekonomik biçimde de olsa, San Tehlike hayaleti canlandı. Uzun süredir aile­ lerimizin, tıpkı Rüzgâr Gibi Geçti’deki gibi siyahi hizmetlileri bulunmaktadır, Isa’dan sonraki ilk yüzyıllarda görülen barbar toplulukların büyük göçleri yeniden başlamıştır ve (bu kitaptaki bir yazıda da belirtildiği gibi) en azından bizim ülkemizde 4. ve 5. yüzyıl imparatorluk gelenek ve görenekleri yeniden yaşanmaktadır. Yahudi düşmanlığı Protokoller’iyle birlikte görkemli bir biçimde geri dönmüştür ve hükümetimizde faşistler (sonraki nesillerden olsalar da, bazıları hep bilinen faşistler) var. Öte yandan, yazılarımı düzeltirken, bir baktım ki stadyumda bir atlet, alkış tutan kalabalığı Romalı usulü selamlıyor. Tıpkı benim yetmiş yıl önce balilla3 iken yaptığım gibi – ama bir farkla, ben o selamı vermek zorundaydım. Bu arada İtalya’yı Garibaldi öncesine götüren federasyonculuğu da anmadan geçmemek gerek. Cavour sonrası Kilise-Devlet tartışması da yeniden başladı ve birçok şey “adreste bulunamadı” hızıyla geri döndü, örneğin Hıristiyan Demokrat Parti değişik biçimlerde yeniden ortaya çıktı. Sanki tarih, geçmiş iki bin yıl boyunca yaptığı sıçrayışlardan yorulmuş, kendi üzerine sarmalanıyor ve Gelenek’in avutucu ihtişamına geri dönüyor. Bu kitapta, başlığın yerindeliğini gösterecek sayıda makalede geriye atılan birçok adımlardan söz edilmektedir. Ama hiç kuşkusuz ki, yeni bir şeyler, daha önce asla yaşanmamış bir şeyler, en azından bizim ülkemizde oldu: Medya aracılığıyla, özel bir şirket tarafından özel çıkarlarını korumaya yönelik popülizm propagandasına dayalı bir hükümet biçimi ortaya çıktı – bu elbette bizim için yepyeni bir deneyim, en azından Avrupa sahnesinde ve Üçüncü Dünya popülizm3. Balilla, Mussolini döneminde İtalya’da kurulan ve adını 18.

yüzyılda İtalya’nın kuzeyinin büyük bölümüne egemen olan AvusturyalIlara karşı ayaklanan Cenovalı bir çocuktan alan gençlik örgütü. (ed.n.) lerinden çok daha tedbirli ve teknolojik açıdan güçlü. Yazılarımın birçoğu bu konuyla ilgilidir ve ilerlemekte olan, durdurulması da şimdilik (en azından bu satırları baskıya yolladığım şu anda) mümkün görülmeyen bu Yeni’ye karşı duyduğum kaygı ve kızgınlık sonucunda kaleme alınmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak, ikinci bölümü, 2001 yılında gerçekleşen seçimler öncesi yazdığım ve çok hakarete uğrayan bir çağrıyla açmak istiyorum. Daha o zaman, herhalde beni birazcık seven sağcı bir gazeteci, benim gibi “iyi” bir insanın kendisi gibi oy kullanmayan Italyan vatandaşlarını küçümsemesine üzüldüğünü ve şaşırdığını söylüyordu. Son zamanlarda da, bu tür bir çabanın küstahlık olduğu, sağ tarafından olmasa da, ileri sürüldü – bu da muhalefet kültürünün büyük bir bölümünü sevimsiz kılacak yıkıcı bir eğilimdir. Ne pahasına olursa olsun sevimli görünmeye çalıştığım suçlaması karşısında çok acı çektiğim için, sevimsiz bulunmam bana gurur veriyor ve hoş bir mutluluk duyuyorum. Ama bu suçlama çok ilginç. Sanki o günlerde (si parva licet componere magnis4) Rosselli’lere, Gobetti’lere, Salvemini’lere, Gramsci’lere, hatta Matteotti’lere rakiplerine karşı yeterince anlayışlı ve saygılı olmadıkları söylendi mi ki? Eğer insan bir siyasi görüş için mücadele ediyorsa (bu durumda ahlaksal ve uygar bir seçim de söz konusu), o anda doğru yaptığına inanıp, farklı davranan kişilerin yanlışını güçlü bir biçimde ortaya koymalıdır. Bir gün görüş değiştirme hakkına sahiptir elbette, hatta buna hazır da olmalıdır. Ben, “Siz haklısınız, ama oyunuzu haksız olana verin” diyen bir seçim kampanyası asla görmedim. Seçim tartışmalarında rakibe yönelik eleştiriler, en azından kararsızları ikna etmek 4. Küçükle büyüğü karıştırmam mümkünse, (ç.

n.) için sert ve acımasız olmalıdır. Ayrıca hoşa gitmeyen eleştirilerin çoğu ahlaksal eleştirilerdir. Ahlak eleştirmeni (çoğu kez başkalarının kusuru karşısında kendi dürtülerini de kamçılar) iğneleyici olmalıdır. Geçmişin büyük isimlerinden örnek verecek olursak, ahlak eleştirmeni olmak istiyorsan Horatius gibi davranmak zorundasın; madem Vergilius gibi davranacaksın, o halde hüküm süren Yıldız’ı öven güzel bir destan yaz. Ama karanlık bir zamanda yaşıyoruz; gelenekler yozlaşırken eleştiri de, sansürle bastırılmadığı zaman, halkın öfkesine bırakılıyor. Bu yazıları, üstlendiğim şu olumlu sevimsizlik doğrultusunda yayımlıyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir