Vladimir Nabokov – Solgun Ateş

Solgun Ateş, beş ayaklı beyitler halinde< *) dört kantodan oluşan, toplam dokuz yüz doksan dokuz dizelik bir şiir olup John Francis Shade (doğumu: 5 Temmuz 1898-Ölümü: 21 Temmuz 1959) tarafından, ABD’de yaşamının son yirmi gününü geçirdiği Appalachia bölgesinin New Wye kentinde yazılmıştır. Şairin, ilk yazdığı metinden temize çektiği, bizim de bu kitapta olduğu gibi yayımladığımız elyazması melin, seksen tane orta boy dizin kartına dağılmış durumdadır ki Shade, bu kartların pembe renkli ilk satırlarına başlıkları (k:ınto sıra numarası, tarih) yazmış, açık mavi renkli öbür satırlara (her kartta on dört satır) ince uçlu bir kalemden çıkan küçük, temiz, son derece okunaldı bir yazıyla, bölüm aralarını belirtmek için bir satır atlayarak, şiirini geçirmiştir; bir kantoyu bitirdikten sonra öbür kantoyu aynı kartın arka sayfasına değil, boş bir kartın ön yüzüne yazmaya başlamıştır. Kısa (166 dize) olan Birinci Kanto, tüm a acaip kuşları ve ufkun yukarılarına serpilmiş renkli lekeleriyle, on üç kartlık yer kaplamaktadır. En çok beğeneceğiniz İkinci Kanto ile şaşırtıcı bir ustalık ürünü olan Üçüncü Kanto, aynı uzunluktadırlar (334 dize); her kanto, yirmi yedi kart tutmaktadır. Dördüncü Kanto, Birincinin uzunluğundadır, onun gibi on üç kart sünnektedir; şairin, öleceği gün yazdığı son dört kart üzerinde, kantonun bitiş bölümü, düzeltilmiş taslak biçiminde kalmış, temize çekmeye yazarın ömrü yetmemiştir. Düzenli çalışmayı seven .John Shade, yazdığı dizeleri genellikle aynı günün gecesi temize çekmiş ve yanılmıyorsam, kimi zaman bir (*) Beş ayaklı bcyil (hcroic couplel): Her dize, beş ayaklan oluşur. Bir ayak ise, bir kısa ve bir uzun hece ya da bir vurgusuz ve bir vurgulu hece biçimindedir. Anız veznini andırır · Çev. 12 kez daha temize çektiği halde, kartın ya da kartların üzerine son düzeltme tarihini değil, taslağın ya da ilk temize çekilmiş metnin bitiş tarihini koymuştur. Demek istiyorum ki, yapıtlarını yarattığı tarihleri, ikinci ya da üçüncü düzeltme tarihlerine yeğ tutmuştur. Şimdi kaldığım pansiyonun tam karşısında çok gürültülü bir lunapark vardır. Böylece, onun yapıt üzerindeki çalışmalarını gösteren eksiksiz bir takvim kazanmış bulunuyoruz. Birinci Kanto, 2 Temmuzda, geceyarısından sonra yazılmaya başlamış ve 4 Temmuzda bitirilmiştir. İkinci Kanto’ya, sanatçı, doğum yıldönümünde başlamış, 11 Temmuzda son vermiştir.


Üçüncü Kantoyu bir haftada bitirdikten sonra 19 Temmuzda Dördüncü Kantoyu yazmaya koyulmuştur; daha önce belirttiğimiz gibi, bu kantonun üçte birini oluşturan son bölüm (949. dizeyle 999. dize arası), düzeltilmiş taslak biçiminde kalmışur. İşlenmesi gereken bu bölüm, bazı sözcüklerin karalanmasıyla bozulmuş, yapılan eklemeler de onu büsbütün kötüleştirmiş ve böylece bitiş bölümü, düzeltilmiş taslak üzerindeki haliyle, kartlara yazılı ilk biçiminden çok uzaklaşmışur; oysa şiirin öbür bölümleri, temize çekilmiş elyazmasındaki biçimleriyle, kartlara yazılı ilk hallerinden hemen hemen farksızdırlar. Gerçekte, hiçbir korku duymadan dalsanız da gözlerinizi o bulanık yüzeyin alundaki duru sularda açıverseniz, gördüklerinizin doğruluğundan hiç kuşkulanmazsınız; hoşlanırsınız bile. Ne bir çatlak dize vardır, ne belirsiz bir anlatım. Bu durum, bazı suçlamaların asılsız olduğunu kanıtlamaya yeter sanıyoruz: Bir gazetede, 24 Temmuz 1959 günü, kendisiyle yapılan söyleşide, Shade uzmanı geçinenlerden biri, daha şiirin elyazması metnini görmeden onun “tam bir metin özelliği taşımayan taslak parçalarından oluştuğunu” öne sürmüştür. Büyük bir şairin yapıtının ölüm tarafından yarım bırakılmasını umursamayanlarca söylenen bu tür sözler, sanatçının hem editörlüğünü hem de eleştirmenliğini yapan kişinin yeteneğine, belki de dürüstlüğüne çamur atmaya yönelik bulunmaktadır. Şiirin yapısı ile ilgili olarak da, Prof. Hurlcy ve kafadarları tarafından öne sürülen bir sav vardır. Sözkonusu söyleşiden, olduğu gibi aktarıyorum: ‘John Shade’in ne uzunlukta bir şiir tasarlamış olduğunu kimse söyleyemez; ama öyle görünüyor ki, onun bize bıraktıkları, alacakaranlıkta cam üzerinde gördüğü bir biçimin ufacık bir parçasıdır yalnızca’. Yine saçmalıyorlar! Dördüncü Kantonun içeriğine dikkat etselerdi, ‘bilti’ borusunun çınladığını duyacaklardı. Ayrıca, 25 Temmuz 1959 günlü bir belgeden anlaşılacağı gibi, Sybil Shade, kocasının ‘dört 13 bölümden öteye uzanmayı hiç istemediğini’ kabul etmektedir. Sanatçı, Üçüncü Kantoyu, yapıtının sondan bir önceki bölümü olarak tasarlamışur, bunu ben kendisinden işitmiştim; bir akşamüstü birlikle yürüyorduk; Shadc, konuşarak düşünüyormuş gibi, o gün yazdıklarını gözden geçiriyor, bağışlamamız gereken kendine hayranlığını el hareketleriyle dışa vuruyordu; yanında yürüyen sırdaşı, uzun ve hızlı adımlarını boş yere,· kılıksız yaşlı şairin ağır ayak sürümelerine uydurmaya çalışıyordu. Ben.

şimdi (gölgelerimizin, bizden ayrı birlikte yürümelerini sürdürmekte olduklarına dayanarak) diyorum ki, şiire eklenmesi gereken bir tek dize kalmıştır (1000 dize); bu dize, ilk dizenin aynısı olmalıydı. O zaman, birbirini destekleyen geniş ve özdeş iki ana bölümden oluşmuş gövdesiyle simetrik bir yapıya sahip olan şiire daha güçlü bir simetri kazandırılırdı; böyleee, kendilerine bitişik kısa yan bölümlerle birlikte bu ana bölümler, beşer yüz dizelik bir çift kanat olur çıkardı, müziğe boş vererek. Onun bileşim yaratmadaki yeteneğini ve ezgide denge kurma konusundaki ince duyarlığını bilen bir kimse olarak ben, hiç sanmıyorum ki Shade, belli bir büyüklüğe kavuşturmak uğruna kristalinin yüzeylerini bozup çirkinleştirmeyi göze alsın. Yukarıdaki açıklamalarımı yeterli bulmayanlar -aslında yeter de artar bile– o unuıamadığım 21 Temmuz akşamı zavallı arkadaşımın kendi sesinden, çalışmalarının bittiğini ya da nerdeyse bittiğini işitmiş olduğumu bilmelidirler. (Açıklamalar Bölümünde, 991. dize için yazdığım nota bakınız) Lastik şeritle bağlı seksen kartlık tomarı çözüp son bir kez, dizelerin yüceliğine tanık· olduktan sonra şimdi, dinsel bir saygıyla yeniden bağlıyorum onu.Tomarın konduğu zarfın içinde incecik, zımbalanmış on iki karttan oluşan bir takım daha var ki bunların üzerinde bulunan ek beyitler, ilk taslakların karmakarışıklığı içinden, kısa ve yer yer kirli bir yolu izleyerek geçiyorlar. Genellikle Sh.ade, taslakları yok ederdi, onlara başvurmaktan kurtulmak istediği anda: Taraçamdan, pırıl pırıl bir sabah vakti, gördüğüm o sahneyi dünmüş gibi anımsıyorum; arka bahçedeki ocağın solgun ateşine fırlattığı taslaklar yanarken Shade, günah işleyen bir insanın yakılmas1J1da hazır bulunan devlet görevlisi gibi, başı önüne eğik, dikilip duruyordu, suçlunun ölüsünden rüzgarın koparıp uçuşturduğu kara kelebeklerin ortasında. Ama bu son on iki kartı yok etmeyip sakladı; çünkü özü çıkarılınca maden curufuna donüşen taslakların karşısında, el değmemişlikleriyle parıldıyorlardı. Belki de şairin kafasında, temize çekilıpiş el14 yazmasındaki kimi dizelerin yerine bu kartlardaki görkemli dizeleri koyma amacı saklıydı, ya da, daha büyük olasılıkla, bu dizeleri şiirinin bölüm başlarına birer özet olarak yerleştirmek için duyduğu isteği, sanatsal kaygılarla ya da Bayan S’nin hoş karşılamayışı nedeniyle, bastırarak bekliyordu, ta ki arınmış metin, mermersi bornlmazlığıyla, daktilodan çıksın(*) ve sözkonusu dizeleri ya uygun görüp içine alsın ya da ne denli güzel olurlarsa olsunlar onlan, kendi arınmışlığına göre pis bularak aforoz etsin. Yukarıdaki olasılıklara şunu da eklememe izin verin: Şair, belki de yapıtını, övünmek gibi olınasın,bana okuyup önerilerimi almak niyetindeydi. Şiirin dışında bırakılmış olan bu dizeleri, kitabın açıklama bölümünde okurlara sunuyorum. Sözkonusu dizelerin, şiirin neresinde bulunacakları saptanmış ya da en azından, önerilmiştir; bunu yaparken, metnin taslağında bu dizelere komşu olan ve metnin son biçimine de akı.arılan dizeleri dikkate aldım; böylece, metin dışı kalmış dizeleri, yapıtın son biçiminde yer alan bu dizelerin yanlarına yer-· lcştirmeyi önermiş oluyorum.

Şiirin dışında bırakılmış dizeler, denebilir ki, hem sanatsal hem de tarihsel bakımdan, metnin son biçimindeki en güzel bölümlerin bazılarından daha değerlidirler. Şimdi, Solgun Ateş’in tarafımdan yayımlanmasıyla sonuçlanan süreci gözler önüne sermek istiyorum. Sevgili arkadaşım ölür ölmez (daha gömülmeden) ben, elyazmasını alıp güvenli bir yere sakladıktan sonra, para kazanma amacıyla ya da sözde bilimsel amaçlarla çevrilecek dolapları önlemek için, o günlerde aklını yitirmiş gibi olan karısını razı ederek onunla bir sözleşme yaptım; yapıtın şair tarafından bana bırakıldığının belirtildiği bu sözleşmeye göre ben, zaman geçirmeden yapıtı, kendi açıklamalarımla birlikte, seçeceğim bir yayıncvine yayımlatacaktım; sağlanacak kazanç, yayımcının payı düşüldükten sonra, sanatçının karısına verilecekti; kitap yayımlandığı gün, el yazması, Meclis Kitaplığı’nın sürekli koruyuculuğuna bırakılacaktı. Hiç kimsenin, dolandırıcılık yapmış olduğuma ilişkin suçlamalarını kabul etmiyorum. Yine de, bu sözleşme, “gcrçekdışı şeylerden ahlaksızlıkla oluşturulmuş bir karışım” diye adlandırılmış (Shade’in eski avukatı tarafından); başka birisi (Shade’in yapıtlarının yayımıyla uğraşan kişi) de, ‘Bayan Slıade’in (*) Metnin daktilodan çıkışı, Hıristiyanlık inancına göre Mcryem’in günahsız, annmış olarak dünyaya gelişini andırmaktadır. -Çcv. 15 titrek imzası, sakın, çok farklı bir kırmızı mürekkeple atılmış olmasın?’ diye, aklınca alay etmiştir. Böyle yürekler, böyle kafalar elbet uzaktırlar insanın bir başyapıta duyacağı büyük sevgiyle bağlılıktan; oysa bu insanı, yapıtın örgüsünün alt yüzüdür çeken; kendisi hem onun, gözleri önünde ilmik ilmik dokunuşunun tanığıdır hem de biricik esinleticisi; geçmişi de, burada, yapıtın suçsuz yere öldürülen yaratıcısının yazgısıyla sarmaş dolaştır. Notlarımın sonuncusuydu galiba, orada belirttiğim gibi, Shade’in ölümü bir su altı bombası şiddetiyle patlayıp öyle gizleri havaya uçurmuş, öyle çok balık ölüsü sermişti ki su yüzüne, ben tutuklanmış katille son görüşmemin hemen ardından, New Wye’dan ayrılmak zorunda kalmıştım. Açıklama bölümünün basımını, ortalık durulduktan sonra kendimi başka bir takma adla gösterinceye dek, ertelemem gerekiyordu ama şiirin basımı geciktirilemezdi. Uçağa atlayıp New York’a gittim, el yazmasının fotokoposini çektirdikten sonra Shade’in yayımcılarından biriyle ilişki kurdum ve tam işi bağlıyordum ki, günbatımı rengine boyanmış evrenin ortasında (ceviz tahtasıyla camdan yapılmış bir hücrede oturuyorduk, bokböceği dizilerinin elli kat yukarısında) karşımdaki adam, söz arasında şunu dedi: ‘Sizi mutlu kılacak bir haberim var, Dt. Kinbote; Profesör Falanca (Shade için kurulan komisyonun üyelerinden biri) yapıtın yayıma hazırlanmasında danışmanımız olmayı kabul etmiş bulunuyor.’ ‘Mutluluk’ kadar öznel bir şey yoktur. Bizim Zembla’nın en aptalca atasözlerinden biri, ‘Eldiven yitirmek, mutluluk getirir’, der. Hemen çantamı kapatıp bir başka yayımcının kapısını çaldım.

Aptal, beceriksiz bir dev getirin gözünüzün önüne; öyle bir tarihsel kimse ki, para konusundaki bilgisi, ulusal borcun şu kadar milyar olduğu biçiminde, soyut bir bilgiden öteye geçmesin; sürgün bir şehzade düşünün, kol düğmelerindeki Golconda’dan habersiz olsun.(*) Yani diyeceğim -abartarak da olsa- ben, dünyanın, uygulamacılık alanında en beceriksiz insanıyım. Böyle bir insanla yayın dünyasının kurnaz bir tilkisi arasında kurulan ilişkiler, başlangıçta, göz yaşartacak kadar kaygısız ve arkadaşçadır; çekinme�n karşılıklı şakalar yapılır, armağanlar alınıp verilir. Hiç sanmam ki, ileride bir aksilik çıksın da Şimdiki yayımcım, dostum Frnnk’la kurduğumuz ilişkinin sürekli biçimde gelişmesini engellesin. (*) Golconda: Hindisıan’da elmaslarıyla ünlü bir yer. Bu sözcük aynca “·büyük zenginlik kaynağı” anlamında kullanılır. �ev. 16 Kendi yaptırdığım dizgiyle ortaya çıkmış ilk baskıyı Frank onayladıktan sonra benden, açıklama bölümündeki yanlışlardan yalnızca kendimin sorumlu olacağımı Önsöz’dc belirtmemi istedi; bu isteğini seve seve yerine getiriyorum. Deneyimli bir düzeltmen, şiirin ilk basımını fotokopisiyle, hem de büyük dikkatle karşılaşurdı ama bula bula benim gözümden kaçmış birkaç önemsiz yanlış bulabildi; başkalarının bütün katkısı, işte bu kadardır. Sybil Shadc’iıı, kocasının yaşamöyküsünü yazmak için gerekli bilgileri bana göndermesini nasıl beklediğimi söylemem bile gereksiz; yazık ki, benden önce Ncw Wye’dan ayrılıp Quebcc’tcki akrabalarının yanına gitti. Çok verimli yazışmalarımız olacaktı, ama Shadc uzmanları engellediler. Kendisiyle uzak düşmemizin,· onun kararsız kişiliğiyle bağlantımı yitirmemin hemen ardından, bu adamlar sürü sürü Kanada yoluna döküldüler, gidip zavallı kadının başına iişüştülcr. O da, benim Cedam’daki sığınağımdan gönderdiğim ve bir aydır yanıt beklediğim mektuptaki beynimi kıvrandıran sorulara, ki bunlar “Jim Coatcs’ın gerçek adının ne olduğu” gibisinden sorulardı, yanıt vereceğine apansız bir telgraf sıktı bana; kocasının şiirinin yayıma hazırlanmasında Prof. H. (!) ile Prof.

C. (! !)’nin yardımcılığını kabul etmemi istiyordu. Nasıl şaşırdım, nasıl yaralandım anlatamam! Arkadaşımın bir zamanlar karısı iken şimdi kötü niyetlilerin güdümüne giren bir insanla, doğal olarak, iş biri iğine yanaşamazdım.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir