William Faulkner – Dilek Agaci

Uykuda olmasına uykudaydı. Ama tıpkı bir balon gibi yükselerek uykunun içinden çıktığını duyar gibi oluyordu: sanki yusyuvarlak bir uyku tasının ılık suları içinden yukarı doğru yükselen bir mercan balığıydı. En tepeye vardığında uyanmış olacaktı. Derken uyandı, ama gözlerini açmadı. Sıcak yatağında hiç kımıldamadan yatıyordu. Sanki kendi içinde bir başka balon varmış gibiydi, durmadan büyüyor ve yükseliyordu. Biraz sonra ağzına gelmiş olacaktı. O zaman, pat diye dışarı fırlayıp doğruca tavana uçacaktı. İçinde durmadan büyüyen küçük balon, bütün gövdesini, kol ve bacaklarını soğuk soğuk yakıyordu. Hani insan nane şekeri yiyince nasıl olursa, işte tam öyle. Nedir acaba?” diye merak etti. Ama gözlerini sımsıkı kapalı tutuyordu. Dünden bir şeyler anımsamaya çalışıyordu. Yanıbaşında bir sesin, “Bugün senin doğum günün,” dediğini duymasıyla gözlerini açması bir oldu. Orada, yatağının yanında tuhaf bir oğlan duruyordu.


Sivri, çirkin bir yüzü vardı. Saçları öylesine kırmızıydı ki odanın içinde ışık gibi parlıyordu. Sırtında, siyah kadifeden bir takım elbise, ayağında kırmızı çoraplar, ayakkabılar; omuzunda da kocaman, boş bir omuz çantası vardı. Kız, kızıl saçlı oğlana şaşkın şaşkın bakarak sordu: “Kimsin sen?” Gözlerinde çok garip, kıvılcım gibi sarı benekler olan oğlan, “Adım, Maurice (Moris),” diye karşılık verdi. “Haydi kalk!” Kız yatağından kımıldamadan önce odanın her yanına uzun uzun baktı, işin tuhafı, kendisiyle Maurice’ten başka kimse yoktu. Her sabah uyandığında, annesiyle Dicky’yi (Diki) odasında bulurdu. Az sonra da Alice (Alis) gelir, giyinmesine, okula hazırlanmasına yardım ederdi. Oysa bugün, yatağının yanında duran, sarı benekli tuhaf gözleriyle kendisini izleyen şu kızıl saçlı oğlandan başka kimse yoktu içerde. “Haydi kalk,” diye yineledi oğlan. “Ama giyinik değilim ben.” “Giyiniksin, giyiniksin. Haydi kalk bakalım.” O zaman kız yorganı üstünden atıp yataktan çıktı. Gerçekten de giyinikti. Hem de ayakkabısına, çorabına, kordelası gözlerinin rengine uyan leylâk rengi yeni giysisine kadar.

Kızıl saçlı oğlan pencereye gitmişti. Yüzünü cama dayamış, duruyordu. Kız sordu: “Yağmur hâlâ yağıyor mu? Dün gece yağıyordu da.” “Gel bak,” dedi oğlan. Kız yanına gitti. Çıplak dallarından şıpır şıpır sular damlayan kara ağaçları pencereden görünce, kırık bir sesle, “Doğum günümde yağmasını istemezdim,” dedi. “Ama belki bugün kesilir, ha ne dersin?” Kızıl saçlı oğlan önce ona sonra da uzaklara baktı ve camı açmak için yukarı kaldırdı. “Ne yapıyorsun?” diye bağırdı kız. Ama açılan camın içinden yağmuru, kararmış kış ağaçlarını değil de morsalkım kokan yumuşacık gri sisi görünce hemen sustu. Aşağıdan sisin içinden küçük, uzak sesler duyuluyordu: “Dulcie (Dalsi), aşağı gel; Dulcie, aşağı gel!” Pencerenin üstteki, camlı çerçevesinden bakınca yağmuru, kederli kara ağaçları görüyordu. Oysa, alttaki açık pencerenin gerisinde morsalkım kokan yumuşacık sis vardı. Bir de, “Gelsene aşağı Dulcie, gelsene!” diyen sesler. Kocaman çantasının içinde bir şeyler aramaya dalmış olan kızıl saçlı oğlana bakarak, “İşte bu çok garip!” dedi. “Bugün senin doğum günün de ondan,” diye açıkladı oğlan. “Ama daha önce doğum günümde böyle bir şey olmamıştı.

” Oğlan çantasından bir şey çıkararak: “Olabilir,” dedi. “Doğum günleri böyle şeyler içindir.” Sarı benekli tuhaf gözleriyle kıza bakarak ekledi: “Doğum gününden bir önceki gece yatağa sol ayağınla girer ve uyumadan önce yastığı ters çevirirsen her şey olabilir.” “Aaa, dün gece ben de tıpkı senin dediğin gibi yapmıştım. Peki ama bu seslenenler kim?” “Gel kendin bak!” Kız, pencereden dışarı, güzel kokulu ılık sisin içine eğildi. Orada, aşağıda, başlarını yukarıya kaldırmış kendine bakan üç kişi vardı: Alice, Dicky, bir de karşı komşuları George (Corç). “Aşağı gel Dulcie!” “Bekleyin,” diye seslendi Dulcie. Kızıl saçlı oğlan da pencereye gelmişti. Elinde on beş santim uzunluğunda bir oyuncak merdiven vardı. Merdiveni ağzına götürüp üfledi. Merdiven hemen uzamaya başladı. Kızıl saçlı oğlan üfürdükçe merdiven uzuyordu. Ucu sonunda yere değdi. Dulcie inerken Alice aşağıdan merdiveni sıkı sıkı tuttu. “Sonunda kalktın ha, uykucu?” dedi George.

Dicky: “Uykucu, uykucu!” diye bağırıyordu. Küçük Dicky işte böyle başkalarından ne duyarsa yinelerdi. Kızıl saçlı oğlan aşağı indikten sonra, eğilip parmağını merdivenin üzerindeki küçük, parlak bir düğmeye bastırdı. İçindeki hava fıss diye boşalan merdiven eskisi gibi on beş santim boyunda oyuncak merdivene dönüştü. Oğlan onu çantasına yerleştirdi Sarı benekli gözlerini Alice’ten Dicky’ye, Dicky’den George’a çevirerek, kısaca: “Adım Maurice, haydi gelin,” dedi. Sis, üstlerine gerilmiş kocaman bir çadır gibiydi. Morsalkım kokan ılık, ince bir meltem esiyordu. Çimenliği geçerek sokağa çıktılar. Kızıl saçlı çocuk onları gene durdurdu: “Evet, nasıl gidelim? Yürüyerek mi, arabayla mı, yoksa midilliyle mi?” Dulcie’yle George, ikisi birden. “Midilliyle, midilliyle,” diye bağırdılar. Dicky de: “Midilli, midilli!” diye bağırıyordu. Ama Alice karşı çıktı. “Sus bakayım. Dicky’yle ben ata mata binemeyiz. Sen de Dulcie, senin de atla falan işin yok.

” “Ama Alice.” “Sus bakayım. Biliyorsun annen ata binmene izin vermez.” “Sen nerden biliyorsun?” diye sordu Dulcie. “Binemezsin demedi bana.” “Nasıl desin canım, bineceğini bilmiyor ki. En iyisi, nereye gideceksek böyle gitmek.” “N’olursun Alice,” diye yakarıyordu Dulcie: Bir yandan da Dicky: “Midilliye binelim, midilliye binelim!” diye bağırıyordu. Bunun üzerine kızıl saçlı oğlan bir çözüm yolu önerdi: “Alice ile Dicky at arabasına binsinler. Arabaya binmekten de korkacak değiller ya!” Alice biraz düşünceli yanıtladı: “Yok canım. Ama Dulcie de arabaya binsin.” “Hayır. Ben midilliye binmek istiyorum. N’olursun Alice.” “Bu midilliler çok uysaldır,” dedi kızıl saçlı oğlan.

“Bakın.” Elini çantasına sokup sincap büyüklüğünde bir Şetland midillisi çıkardı: kırmızı bir eğeri, küçük gümüş çıngırakları, kırmızı bir yuları vardı. Dulcie sevincinden bağırıyor, Dicky’yse oğlanın bacağına tırmanmaya çalışıyordu. “Benim! Benim!” diye bağırdı George. “İlkin ben. Birincisi benim.” Dicky de bağırıyordu: “Benim midillim, benim! Biyinci midillim.” Kızıl saçlı oğlan: “Durun hepiniz. Bakın şimdi,” dedi ve avucunun içinde küçük ayaklarıyla tepinen midilliyi yukarı, başının üstüne kaldırdı. “Çekilin şimdi,” diye ekledi. Hepsi geri çekildiler. Oğlan diz üstü çökerek midilliyi yere bıraktı. Ağzını eyerin topuzuna dayayarak şişirmeye başladı. Oğlan üfürdükçe midilli büyüyor, bir yandan ayaklarını yere vururken, bir yandan da çıngıraklı yuları sallıyordu. Oğlan önce dizlerinin üzerinde doğruldu.

Biraz daha üfledikten sonra ayağa kalktı. Midilli durmadan büyüyordu. Sonunda oğlan başını kaldırdı. “Bak bakalım, bu büyüklük sana yeter mi?” Alice hemen sordu: “Kimin o?” Dicky’ye George ikisi birden atıldılar: “Benim! Benim!” “Yoo,” dedi kızıl saçlı oğlan, “bu Dulcie’nin.” Alice hemen söze karıştı: “Öyleyse şunun havasını indir biraz. Bu, Dulcie’ye çok yüksek gelir.” Dulcie, midillinin havasının indirilmesini istemiyordu: “Hayır, hayır, indirme! Bak Alice, bak şuna, ne kadar uysal!” Yerden bir avuç ot kopardı. At otu azar azar ısırarak yedi ve başını öyle bir salladı ki gümüş çıngıraklar delice çıngırdadı. Dulcie atı dingilinden tuttu. Oğlan çantasından iki midilli daha çıkardı. Dicky sanki bir türkü tutturmuştu: “Biyincisi benim! Biyinci midilli benim! Biyinci benim midillim!” “Çantada ne çok şey varmış. Nasıl oluyor da boş gibi duruyor?” diye sordu Dulcie. Kızıl saçlı oğlan yanıtladı: “Çünkü ben Maurice’im. Sonra ciddi bir sesle ekledi: “Ayrıca doğum günlerinde olur böyle şeyler.” “Anlıyorum,” dedi Dulcie.

Sonra oğlan o iki midilliyi de şişirip dizginlerini George’un eline tutuşturdu. Çantasından bir dördüncü midilli çıkardı. Sazlardan örülme küçük bir arabaya koşulmuş midillinin her yanında çıngıraklar vardı. Dicky deliye dönmüştü. Oğlan bunu da şişirdi. Alice tedirgin görünüyordu. “Onu pek fazla şişirme, Dicky’yle benimki pek büyük olmasın,” diye uyardı. Kızıl saçlı oğlan üfleyip şişiriyordu. Alice durmasını öneren tedirgin bir sesle: “Yetmez mi bu kadar şişirdiğin?” dedi. George yanıtladı: “Alice tavşan kadar bir at istiyor galiba. Daha büyük olmazsa arabayı çekemez ki.” Kızıl saçlı oğlan üfüre üfüre atla arabayı olması gerektiği kadar büyüttü. “Size bir kamçı ister,” diyerek kolunu çantasına daldırdı. Alice hemen atıldı: “Yok, yok, kamçı mamçı istemez, koy onu çantana.” Ama Dicky kamçıyı görmüştü bir kez.

Oğlan onu çantasına geri koyar koymaz bastı yaygarayı. Bunun üzerine oğlan kamçıyı Dicky’ye verdi. Dicky’yle Alice arabaya bindiler. Dicky bir elinde kamçıyı öteki elinde de atın dizginlerini tutuyordu. “Haydi sürün, benim biyinci midillim!” diye bağırdı. “Şetlant midillisi bu, hayatım,” dedi Dulcie. Birinci midilli değil. Bunun üzerine Dicky: “Haydi sürün Şetland midillisini,” dedi. Bu komut üzerine Dulcie, George ve kızıl saçlı oğlan midillilerine binerek yola koyuldular.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir