William L. Shirer – Nazi İmparatorluğu 2 – Doğuşu, Yükselişi, Çöküşü

Münih anlaşmasına imzasını attığından on gün sonra —daha Sudetland’ın barışçı yollarla işgali tamamlanmamışken— Adolf Miller OKW Başkanı General Keitel’e çok gizli ve acele bir mesaj gönderdi. «1. Bohemya ve Moravya’daki Çek mukavemetinin tümünü kırmak İçin bugünkü durumda ne kadar takviyeye ihtiyaç vardır? 2. Yeni kuvvetlerin guruplanması ya da harekete geçirilmesi için ne kadar zaman lâzımdır? 3. Eğer bu hareket tasarlanan terhis ve dönüş tedbirlerinden sonra uygulanacak olursa aynı amaç için ne kadar zamana ihtiyaç olacak-iır 7 4. 1 Ekimdeki hazırlık durumunu sağlamak için ne kadar 2amana ihtiyaç vardır?* (1) Keitel, I Ekimde Führer’in sorularına ayrıntılı bir telgrafla cevap verdi: Çok zamana ve çok takviyeye ihtiyaç yoktu. Zaten Südet bölgesinde, üçü zırhlı ve dördü motorize olmak üzere yirmi dört tümen bulunuyordu. Keitel şöyle diyordu : “Çek mukavemetinin bugün göstermekte olduğu güçsüzlük kargısında OKW harekâta takviyesiz olarak başlanabileceğine inanmaktadır.” (2) Böylelikle durumdan emin olan Hitler on gün sonra askerî gefine düşüncelerini bildirdi. «ÇOK GİZLİ Berlin, 21 Ekim 193S Silâhlı kuvvetlerin gelecekteki görevleri ve hu görevlerden doğacak savaş durumu ile ilgili hazırlıklar, ilerde tarafımdan verilecek bir emirle tesbit edilmiş olacaktır. Bu emir verilinceye kadar silâhlı kuvvetler her zaman için aşağıdaki ihtimallere karşı hazır bulunmalıdırlar: t. Alman sınırlarında güvenliğin sağlanması 2. Çekoslovakya’nın geri kalan kısmının tasfiyesi 3. Memel bölgesinin işgali. » Memel, Baltık denizi kıyısında kırk bin kadar nüfuslu bir limandı; Versailles’dan sonra Almanlar tarafından Litvanya’ya.


bırakılmıştı. Litvanya, Avusturya ve Çekoslovakya’dan daha güçsüz ve daha küçük olduğundan Wchrmacht için şehrin ele geçirilmesi işten bile değildi. Nitekim, Hitler de verdiği bu emirde yalnızca Memel’in “ilhakından” söz etmişti. Çekoslovakya’ya gelince : «Çeklöfin Almanya’ya karşı düşman bir politika izlemesi halinde Çekoslovakya’nın geri kalan kısırımı herhangi bir zamanda ortadan kaldırmak mümkün olabilmelidir. Bu ihtimale karşı silâhlı kuvvetlerin yapacakları hazırlıklar “Ye.şii” hazırlıklarından dnha az olacaktır: ama plânlanmış dar: seferberlik tedbirlerinden vazgeçilmiş bulunulduğuna göre, daha yüksek bir hazırlık durumunu da garanti altına almalıdır. Bu amaç için tesbit edilmiş olan örgüt, savaş düzeni ve hazırlık durumu, barış zamanında, Çekoslovakya’yı bütün örgütü direnme imkânlarından yoksun bırakacak bir sürpriz saldırısına göre düzenlenmelidir. Amaç, Bohemya ile Moravya nın süratle işgali ve Slovakya’nm ayrılmasıdır.,? <3) Slovakya, elbetteki siyasî yoldan ayrılabilir ve Alman as-korlerinin kullanılmasını gereksiz kılabilirdi. Alman Dış İşleri Hakimliği bu işle görevlendirildi. Ribbentrop’la yardımcıları, Ekimin ilk günlerinde Macar basınını Slovakya’dan toprak istemeye zorladılar. Ama iştahlarının artması için Almanların kışkırtmasına pek de ihtiyaç duymayan Macarlar, Slovakya’-ııin alınmasından söz etmeye başlar başlamaz, Alman Dış İşleri Hakanlığı onları hemen susturdu. Bu topraklara uygulanacak lıuşka plânları vardı Almanların. Prag hükümeti, Münih’ten sonra Slovakya’ya geniş bir muhtariyet tanımıştı. Alman Dış İşleri Bakanlığı bu duruma bir süre için “göz yumulmasını” öğütlemişti.

Ama Dış İşleri Bakanlığı Siyasî Daire Müdürü Dr. Ernst Woermann, 7 Ekim tarihli muhtırasında, Almanların izleyecekleri politikayı şöyle özetliyordu : “Bağımsız bir Slovak -ya yapıca güçsüz olacak ve Almanya’nın doğuya nüfuz edip orada yerleşme ihtiyacı bakımından çok elverişli durumda bulunacaktır” (4) Nazi Almanyasının bir dönüm noktasına daha gelinmişti. Hitler, Alman olmayan bir ülkeyi ilk olarak istilâ etmek üzereydi. Son altı haftadan beri, gerek özel ve gerek genel konuşmalarında Chamberlain’e Sudetland’m Avrupa’daki son toprak İsteği olduğunu söyleyip durmuştu. İngiliz Başbakanı, Hitler’in düzlerini ciddiye alacak kaçlar budalaydı ama Alman diktatörünün de o zamana kadar Alman sınırları dışında kalan toprak: lardaki Almanları yuttuktan sonra artık duracağına boşuna inanmıyordu. Führer Nazi Almanyasmda bir tek Çek istemediğini kaç kere söylememiş miydi? Kavgam? âa. ve sayısız söylevlerinde, Almanya’nın, kuvvetli olmak için saf-kan olması ve dolayısıyla içine yabancı halkları, özellikle Slavları almaması gerektiğini boyuna tekrarlayıp durmamış mıydı? Evet tekrarlamıştı. Ama aynı zamanda —herhalde Londra’da unutulmuş olacak— Kavgam’m birçok şişirilmiş sayfalarında Almanya’nın geleceğinin, doğudaki Lcbenstraum’ân (hayat alanında) bulunduğunu da söylemişti. Bu alanlarda bin yıldan çok bir zamandanken Slavlar yaşıyorlardı. Mazi Almanyası 1938 sonbaharında bir dönüm noktasına daha vardı. Eu dönüm noktası r sonradan parti çevrelerinde “Kırık Cam Haftası’’ diye adlandırılan süre içinde oldu. 7 Kasımda, Herschel Grynszpan adında on yedi yaşındaki bir Alman Yahudi göçmeni, Paris’teki Alman elçiliğinin üçüncü sekreteri Ernst vom Rath’ı tabancayla ağır surette yaraladı. Gencin babası, birkaç gün önce kapalı vagonlar içinde Polonya’ya sürülmüş on binlerce Yahudi arasındaydı, Genç, hem bunun hem de genel olarak Nazi Almanyasında Yahudilere yapılanların intikamını almak istemiş ve bu niyetle Alman elçisi Kont Johannes von Welczeck’i Öldürmek üzere Alman elçiliğine gitmişti. Ama önüne üçüncü sekreter Çıkmış, ne istediğini sormuştu. O da tabancasını sekreterin üzerine boşaltmıştı.

Rath’ın ölümü garip bir olaydı: Rath, Nazilere karşı olduğu İçin Gestapo’nun sürekli takibi altındaydı. Ve ne gariptir ki Rath, ülkesini yönetenlerin, Yahudilere karşı yaptıkları sapıklıkları hiçbir zaman benimsememişti. 9-10 Kasım gecesi, başlarında Hitler’le Goering olmak üzere parti kodamanlan, Münih’teki Birahane Darbesinin yıldönümünü kutladıktan hemen sonra, Nazi Almanyasında o güne kadar yapılan kıyımların (katliamların) en korkuncu başladı. Dr. Goebhels’e ve denetimi altındaki basma göre bu kıyım. Paris’teki cinayet haberi üzerine Alman halkının “kendiliğinden” giriştiği bir gösteriden ibaretti. Ama savaştan sonra ele geçen belgelerden bunun ne kadar “kendiliğinden” olduğu anlaşıldı (5). Savaş-öncesi Nazi dönemiyle ilgili gizli evrakın en aydınlatıcı —ve en korkunç— belgeleridir bunlar. Parti başyargıcı Binbaşı Walther Buch’un verdiği gizli rapora göre Dr. Goebbels, 9 Kasım günü akşamüstü, geceleyin “kendiliğinden gösteriler… örgütlenmesi ve uygulanması’’ için emirler verdi. Ancak kıyımı asıl örgütleyen, S.S.’de Himmler’- den sonra gelen Gizli Servis (S.D.) ile Gestaponun yöneticisi otuz dört yaşındaki fesatçı Reinhard Hcydrich’di.

O gece teleksle verdiği emirler, ele geçen Alman belgeleri arasındadır. 10 Kasım gecesi saat 1.20’de bütün devlet polisi ve S.D. merkez karakollarına acele bir teleks gönderdi ve “gösteriler örgütlenmesini konuşmak üzere” parti ve S.S. liderlerinin toplanmasını emretti. «a. Yalnızca Alman hayatı ya da malı İçin bir tehlike Olmayacak tedbirler alınacaktır. (Örneğin, ancak çevreleri İçin bir tehlike olmadığı takdirde sinagoglar yakılacaktır.) ( 1> b. Yahudilerin iş yerleri ve evleri tahrip edilebilir ama yağma edilemez. c. Polis yapılacak gösterileli önle m İyece k tir, d. Başta zengin olanlar gelmek üzere mevcut hapisanelerin alabileceği kadar çok sayıda Yahudi yakalanacaktır… Yakalandıkları zaman hemen uygun dtişsn toplama kamplarına, elden geldiği kadar kısa bir zamanda konulmalarını sağlamak üzere, kamplarla temasa geçilecektir.

» önce bütün Almanya’yı bir dehşet kapladı. Sinagoglarla Yahudilerin evleri ve dükkânları alevler içinde yanıyor, yangından kaçıp canını kurtarmak isteyen çoluk-çocuk, kadın-erkek Yahudilerin bir kısmı tabancayla ya da başka yollarla öldürülüyorlardı. Ertesi gün, 11 Kasım’da Heydrich, Goering’e ilk gizli raporunu verdi: ‘ «Yahudilerin dükkânlarının ve evlerinin ne dereceye kadar tahrip edilmiş olduğu henüz sayı İle tesbit edilemez… 815 dükkânın yağma edilmiş, İTİ evin de ateşe verilmiş ya da tahrip edilmiş olması yalnızca kundak konulan yerlerden elde edilen fiili hasarın bir kısmını gösterir… 119 sinagog ateşe verilmiş ve ayrıca 79’u tarr.amiyle tahrip olunmuştur… 20.000 Yahudi yakalanmıştır… 36 ölüm olayı bildirilmiştir; ağır yaralılar da 36 kişidir, öldürülenler ya da yakalananlar Y ah udidir…» O gece öldürülen Yahudilerin, ilk verilen sayılardan birkaç kat fazla olduğu sonradan anlaşıldı. Heydrich ilk raporundan bir gün sonra, yağma edilen dükkân sayısının 7.500 olduğunu bildirdi. Kız kaçırma olayları da vardı. Binbaşı Buch’un parti mahkemesi, yine kendi raporlarından anlaşıldığına göre, bu gibi olayları adam öldürme olaylarından daha büyük suç sayıyordu. Çünkü Nuremberg ırk kanunları Yahudi olmayanlarla Yahudi’ler arasında cinsel ilişkileri yasaklamıştı. Bu gibi suçlular partiden atılıyor, sivil mahkemelere veriliyordu. Binbaşı Bııclı’a göre, suçlan Yahudileri öldürmekten ibaret olanlar ce-zalandırılamazlardı, çünkü bu gibi kimseler yalnızca aldıkları emri yerine getirmişlerdi. Bu noktada Binbaşı çok açık konuşuyordu. “Kabul edilsin edilmesin, son ferdine kadar bütün halk t) Kasım gibi siyasî hareketlerin parti tarafından örgütlendiğini ve yönetildiğini anlamaktadır.” ( 2 ) Paris’te Rath’m öldürülmesi yüzünden masum Alman Yahudilerinin başlarına gelen felâketler yalnızca cinayet, kundakçılık, çapulculuktan ibaret değildi.

Tahrip edilen malların bedellerini de ödemek zorunda bırakıldılar. Sigortaların Ödemesi gereken ücretlere devlet elkoydu. Ayrıca, Goering’in deyimiyle, Yahudiîerin yaptıkları “menfur cinayetler, vb.” için toptan bir milyar mark ceza ödemek zorunda bırakıldılar. Bu karar 12 Kasım’da kabine üyeleriyle yüksek rütbeli subayların, şişko Feld-mareşalin başkanlığında yaptıkları gülünç bir toplantıda alındı. Bu toplantıya ait steno ile tutulmuş ufak bir kayıt var. Alman sigorta şirketlerinin çoğu, tahrip edilmiş »inaların (Yahudi dükkânlarının bulunduğu binaların çoğunun sahipleri Yalıııdi < »»mayan kimselerdi) ve hasara uğrayan eşyaların ai-gurla İh •döllerini ödedikleri takdirde iflâs edeceklerdi. Sigorta sırkfHfri adına konuşmak üzere çağırılmış olan Hotr Hil-g’tnrtıı Gooring’e bildirdiğine göre, yalnız kırılmış olan canıla-ı m İM-delteri beş milyon mark (1,250,000 dolar) tutuyordu. Yelil (tıkılacak camların çoğu döviz karşılığında dışardan getirilil-çekti. Almanya’da ise döviz azdı. Birçok alanda olduğu gibi Alman ekonomisi alanında da antiği astık kestiği kestik olan Goering, “Bu böyle sürüp gidemez!’’ diye bağırdı. “Bütün bunları daha fazla sürdüremeyiz. İmkânsız!’” Heydrich’e dönerek şöyle bağırdı: “Bu kadar mal tahrip edeceğinize ikiyüz Yahudi öldürseydiniz daha iyi ederdiniz!” (*) Hcydrich durumunu kurtarmak için “Otuz beş kişi öldürdük ya!” dedi. Steno ile yazılmış olan ve on bin kelime tutan kayıttabi konuşmaların tamamı yukarıdaki kadar ciddi değildir. Goering ;ie Gocbbels, Yahudilere daha ne kadar ve nasıl eziyet edebileceklerini şakalaşarak konuşurlar.

Propaganda Bakanı, Ya-Inıdilere sinagog yıkıntılarını temizletmeyi ileri sürer; sinagog i arm yerleri park yapılmalıdır, der. Yahudilerin her yerden atılmasını ister; okullara, tiyatrolara, sinemalara, yazlıklara, halka mahsus kıyılara, parklara, hattâ Alman ormanlarına bile sokulmamalı, der. Trenlerde Yahudiler için özel vagonların ve kompartımanların bulundurulmasını, ancak Âriler oturduktan sonra onlara yer verilmesini söyler. Goering güler. “Eğer tren fazla kalabalık olursa Yahudiyi kompartımandan atar, aptesaneye kapatırız,” der. Goebbels, büyük bir ciddilikle, Yahudilerin ormanlara girmesinin yasaklanmasını isteyince Goering şu cevabı verir: (–) Nuremberg: mahkemesinde Yargıç Jackson, Goering’e böyle bir şey söyleyip söylemediğini sorduğu zaman Goering şu cevabı verdt : “Evet, kızgın ve sinirli bir zamanımda söylemişimdir… ciddiye alınmamalı.” (6) 6T9 “Ormanın bir kısmını Yahudilere ayırırız. Yahudilere benzeyen hayvanların —geyiklerin burunları tıpkı Yahudilerinkine benzer— oraya girip girmeyeceklerine ve orada yaşayıp yaşamıya-caklarma bakarız.” İşte Üçüncü Alman İmparatorluğunun liderleri, 1938 gibi önemli bir yılda, bunları ve bunlara benzer lâfları söylüyorlardı. öteyandan devletin kışkırttığı ve Örgütlediği bir kıyımın yarattığı 25 milyon marklık hasarı kimin ödiyeceği sorunu, özellikle Nazi Almanyasının iktisadi durumundan sorumlu olan Goering için oldukça önemli bir problemdi. Hilgard, sigorta poliçeleri Yahudilere ödenmediği takdirde, halkın, gerek içerde ve gerek dışarda Alman sigortasına güveninin sarsılacağım sigorta şirketleri adına belirtti. Ayrıca birçok küçük sigorta şirketinin iflâs durumuna girmeden bu paraları ödiyemiyecekIerini de söyledi. Goering işi hemen çözdü. Sigorta şirketleri Yahudilerİn hasarlarını tamamiyle ödiyeceklerdi, ama öte yandan da, bu paralara devlet el koyacak ve sigorta sahiplerine hasarlarının ancak bir kısmım ödeyecekti. Bu teklifin Herr Hilgard’ı memnun etmediği ve kendisini tımarhanede sandığı, toplantı tutanağından anlaşılıyor : «GOERİNG : Yahudiler sigorta şirketlerinden paralarını alacaklar, ama bunlara hükümet el koyacak.

Sigorta şirketleri bundan kârlı çıkacaklar. Çünkü hasarın tamamını ödemiş olmıyacaklar. Herr Hilgard kendinizi çok talihli sayabilirsiniz. HİLGARD : Sanmıyorum. Eütiin hasarı ödemediğimiz için siz bizi kârlı sayıyorsunuz!> Feld-mareşal bu çeşit sözlere alışkın değildi. Şaşkın iş adamını hemen susturdu. «GOERİNG : Bir dakika! Kanunen beş milyon ödemek zorunda bulunduğunuz bir zamanda birdenbire benim şişman bedenime giren bir melek karşınıza çıkıyor ve size bir milyonu kendinize saklamanızı söylü-yur Alkilimizi severseniz bu kâr değil de nedir? Zararı sizinle yarı yarıyıl, ya dıı misil derseniz öyle paylaşmış oluyorum. Memnunluğunuzu atı-ı,ı,ımk Klıı yüzünüze bakmak yeter. Bütün vücudünüz sevinçten Ur tir tiiılyıa I Illy İlk bir bahşiş almış bulunuyorsunuz! Sigorta müdürü iğin püf noktasını bir türlü anlıyamıyor-•lıı. • HflğîARD: BUtiln sigorta şirketleri kaybetmiş dürümdalar. Bu İlliyledir ve böyle kalacaktır. Kimse bana bunun tersini söyleyemez. («OERtNG : Peki ama neden bütün pencerelerin kırılmadığım düşü ııııı Uyursunuz?» Feld-mareşal bu tüccar kafalı adamdan sıkılmıştı. Herr Hilgard dışarı çıkarıldı ve tarihin karanlıklarında kayboldu. Bir Dış İşleri Bakanlığı temsilcisi, Amerika’daki halk-oyu-nıın, Yahudilere karşı yeni tedbirlerin alınması için bir neden sayılabileceğini söylemeye cesaret etti ( 3 ).

Goering bundan ce-Miıif’t alarak şöyle bağırdı : “Namussuzlar ülkesi!… Gangsterler devleti Uzun görüşmelerden sonra Yahudi sorununun aşağıdaki şekilde çözülmesine karar verildi: Yahudiler Alman ekonomi bayatından atılacaklardı; bütün Yahudi işletmeleri ve malları ■ mücevherleri ve sanat eserleri de dahil olmak üzere— bono karşılığında Ârilere devredilecek, Yahudiler bu bonoların ana bedellerini değil faizlerini kullanabileceklerdi. Yahudilerin okullardan, yazlık yerlerden, parklardan, ormanlardan vb. den atılmaları, mallan ellerinden alındıktan sonra dışarı mı kovulacaklar: ya da zorla mı çalıştırılacakları, ya da bir Yahudi mahallesine (Ghetto) mi kapatılacakları sorunu ileride kurulacak bir komisyon tarafından kararlaştırılacaktı. Heydrich toplantının sonuna doğru sorunu şöyle koydu : “Yahudilerin iktisadi hayattan uzaklaştırılmış olmasına rağmen ana sorun yine ,de Yahudilerin Almanya’dan kovulup ko-vulmıyacağıdır.” Nazi hükümetinde “geleneksel ve kibar Alman” ı temsil etmekle övünen Oksford’dan yetişme Maliye Bakanı Kont Schwerin von Krosigk, “Yahudilerin yabancı ülkelere kovulması için gereken herşeyin yapılmasını” kabul ediyordu. Yahudi mahalleleri sorununa gelince, soylu Alman, bu konuda soğukkanlılıkla şunları söyledi : “Yahudi mahallesi projesinin çok iyi bir şey olacağını sanmıyorum. Yahudi mahallesi fikri pek güzel bir fikir değil.” Öğleden sonra saat 2.30’da —aşağı yukarı dört saat sonra— Goering toplantıya son verdi. «Toplantıyı şu sözlerle kapatıyorum (dedi) : Alman Yahudİlerl yaptıkları menfur cinayetlere vb.ye karşı ceza oinıak üzere bir milyar mark Ödiyecelilerdir. Bunun çok yararı olacaktır. İtler bir daha cinayet işlemesinler. Bu arada şunu da söylemeliyim kİ, Almanya’da yaşayan bir Yahudi olmak istemezdim doğrusu.» Bu adam ve bu devlet Yahudilere çok daha ağır cezalar verecek bunları da kısa bir zamanda gerçekleştirecektir.

Üçüncü Alman İmparatorluğu, 9 Kasım 1938 yangın ve kargaşalık gecesi, artık dönüşü olmayan karanlık ve yaban bir yola girmişti. O zamana kadar birçok Yahudi Öldürülmüş, işkencelere uğratılmış ve soyulmuştu, ama bunların çoğunu sadist ruhlu, kahverengi gömlekli kabadayılar yapmıştı. Bunlar yapılırken devlet makamları seyirci kalmışlar ya da başlarım çevirmişlerdi. Ama bu sefer hükümetin kendisi geniş çapta bir kıyım örgütlemiş ve uygulamıştı. 9 Kasım gecesi işlenen cinayetler, vapı-lan yağmalar, yakılan sinagoglar, evler ve dükkânlar, hükümetin eseriydi. Nitekim resmi gazete ReichsgesetzblutI ‘ Yahudilor hakkında birçok kararname yayımlanmıştı. Bu kararnamelere göre Yahudi cemaati bir milyar mark ceza ödemek zor unda bulunduruluyor, ekonomi hayatından atılıyor, son kalan malları da ellerinden alınıyor ve Yahudi mahalleleri ile bunlardan da kötü şartlara sürükleniyordu. Yüzlerce yıldır Hıristiyan olan ve hümanist kültürüyle övünen bir ulusun giriştiği bu barbarca hareket karşısında dünya halkoyu şaşırmış ve isyan etmişti. Hitler ise bu tepki karşısında kızmış, bunun yalnızca “dünyadaki Yahudi fesadının” ne kadar güçlü ve geniş olduğunu gösterdiğini söylemişti. Bugün geriye baktığımızda, 9 Kasım’da Alman Yahudile-rine karşı girişilen hareketin ve bu hareketin hemen ardından alınan tedbirlerin, diktatör ile rejimini ve ulusunu korkunç bir felâkete sürükleyen kaçınılmaz çöküntünün ilk belirtisi olduğunu daha iyi anlıyoruz. Bu kitapta Hitler’de kendini beğenmişliğin yüzlerce tanıtını gördük. Ama Hitler bu karakterini, ge-r*k kendisinin ve gerekse ülkesinin yükseliş döneminde genellikle frenlemişti. Bu dönemin zor aşamalarında yalnız cesaretle değil, aynı zamanda ve genellikle, sonuçları iyi hesaplayarak harekete geçme bakımından gösterdiği dehâ, yaratıcılık, kendisine ardarda büyük başarılar sağlamıştı. Ama şimdi, 9 Kasımdan ve hemen ondan sonraki davranışlarından anlaşıldığı gibi Hitler, artık kendisini frenliyemiyordu. Kendini beğenmişliğini büsbütün ortaya vuruyordu.

Goering’in 12 Kasımda yaptığı toplantının steno tutanağı, Kasım gecesi saldırılarından ve yangınlarından Hitler’in sorumlu olduğunu göstermektedir; böyle bir harekete başlamak için gerekli onayı veren oydu; Yahudilerin, Alman hayatından atılmaları için harekete geçilmesi konusunda Goering’e baskı yapan oydu. Üçüncü Alman İmparatorluğunun bu değişmez başkanı, o zamana kadar başını birçok dertlerden kurtaran soğukkanlılığım bundan böyle gösteremiyecektir. Gerek kendisinin gerek ülkesinin dehası, yeni ve daha büyük zaferlere ulaşacaktır, ama diktatörü ve ülkesini içinden yıkacak olan zehirlerin tohumları da artık o sırada atılmış bulunmaktadır. Hitler’deki hastalık bulaşıcıydı. Bir mikrop gibi bütün ulusa yayılıyordu, 9 Kasım cehenneminden, teker teker her Âlmanm da, Amerikalılar ve Ingilizler ile öteki yabancılar kadar dehşete kapılmış olduğuna, bu kitabın yazarı, kendi yaşantılarına dayanarak tanıklık edebilir. Ama ne Hıristiyan kiliselerinin liderleri ne generaller ne de “iyi” Almanya’nın başka temsilcileri hemen açıkça bir protestoya geçebildiler. General von Fritsch’in “kaçınılmaz” ya da “Almanya’nın ahnyazısı” dediği gey önünde hepsi de boyun eğdi. Münih’in yarattığı hava az sonra dağıldı. Hitler bütün o sonbahar boyunca Saarbruecken’de, Weimar’da, Münih’te verdiği söylevlerde bütün dünyaya ve özellikle Ingiltere’ ye, kendi işlerine bakmalarını ve “Almanya sınırları içindeki Almanların kaderiyle ilgilenmekten” vazgeçmelerini söyledi. Almanların kaderi tamamiyle Almanları ilgilendiren bir iştir, diye kükredi. Neville Chamberlain bile çok Övdüğü Alman hükümetinin ne mal olduğunu anlamakta gecikmedi. Olaylarla dolu olan 1938 yılı karanlık 1939 yılına yavaş yavaş geçerken Ingiliz Başbakanı da, Avrupa barışının çıkarına diye kendi başına desteklediği Führer’in, perde arkasında neler hazırladığını anlamaya başlamıştı. ( 4 ) Ribbentrop, Münih’ten az sonra Roma’ya gitti. Aklı savaşa “takılmıştı”. Ciano, 28 Ekim tarihinde güncesine şunları yazmış: (8) «(Alman Dış İşleri Bakanı, Mussolini ve Ciano’ya şunu söyledi) Führer, birkaç yıl içinde, belki de üç dört yıl İçinde, Batı demokrasileriyle savaş durumuna gireceğimizi ister istemez hesaba katmamız gerektiği kanısındadır… Çek buhranı ne kadar güçlü olduğumuzu göstermiştir! Teşebbüs bizim elimizdedir ve duruma hâkim olan faiziz.

Bize saldıramazlar. Askeri durum mükemmeldir; Eylülden (1939) sonra, büyük demokrasilerle yapılacak herhangi bir savaşı karşılayabiliriz. 5 ( 5 ) Genç İtalyan Dış İşleri Bakanına göre Ribbentrop “boş, anlamsız ve çenesi düşük” bir adamdı. Güncesinde onu tanımlarken şöyle söylüyor : “Duçe, onun ne kadar küçük bir beyni olduğunu anlamanız için kafasına bakmanız yeter, diyor.” Alman Dış İşleri Bakanı, Mussolini’ye Almanya, Japonya ve İtalya arasında bir askeri pakt imzalatmaya gelmişti. Bu ittifakla ilgili bir tasarı önceden Münih’te îtalyanlara verilmiş, ama Mussolini bu tasarıyı uyutmuştu. Ciano’ya göre Mussolini, İngiltere ve Fransa’ya bütün kapıları kapatmak niyetinde değildi. Hitler’in kendisi de o sonbaharda Fransa’yı Manş kanalının ötesindeki müttefikinden ayırmaya uğraştı. Fransız elçisi François-Poncet’yi, 18 Ekim günü bir ayrılış ziyareti dolayısıyla, Berchtesgaden’in üstündeki dağın tepesinde kurulmuş olan Kartal Yuvası’nın korkunç sessizliği { 6 ) içinde kabul ettiği zaman Ingiltere’ye atıp tuttu, ağzına geleni söyledi. Elçi, Führer’in yüzünü biraz solgunca buldu. Yorgunluktan bitmişti. Ama Hitler yine de Ingiltere’ye küfür etmekten geri kalmadı : Ingiltere “tehdide geçmekle ve silâha sarılmakla” cevap veriyordu. Bencildi ve “yüksekten” bakıyordu. Ama Fransa başkaydı. Hitler Fransa ile daha dostça ve yakından ilişki kurmak niyetindeydi.

Bunu ispat etmek için Fransa’nın o günkü sınırlarını garanti eden (ve böylelikle Almanların Alsace-Lorraine üzerinde ileri sürebilecekleri herhangi bir istekten vazgeçtiklerini bir daha belirten) ve ileride doğacak herhangi bir anlaşmazlığın görüşme yoluyla çözümünü öngören bir dostluk paktını hemen imzalamaya hazırdı. Pakt, 6 Aralık 1938 günü Paris’te Alman ve Fransız Dış işleri Bakanları arasında imzalandı. Fransa bu sırada Münih günlerinin bozguncu panik havasından az çok kurtulmuştu. Yazar, anlaşmanın imzalandığı gün Paris’teydi. O gün Paris’teki buz gibi havayı kendi gözleriyle gördü. Ribbentrop’un otomobili sokaklardan geçerken ortalıkta kimseler yoktu. Birçok kabine üyeleri ile Fransız siyaset ve edebiyat alanının tanınmış kişileri, bu arada senatonun ünlü başkam M. Jeanneney ile M. Herriot, Nazi ziyaretçisinin gelişi dolayısıyla yapılan normal törene katılmayı reddettiler. Bu toplantıda Bonnet ile Ribbentrop arasında bir anlaşmazlık çıktı. Bu anlaşmazlık gelecekteki olaylarda oldukça önemli bir rol oynadı. Alman Dış işleri Bakanı, Fransa’nın, Münih’ten sonra artık Doğu Avrupa ile bir ilgisi bulunmadığını sonra kayaların içinde açılmış uzun bir tünele giriliyor, tünelin sonunda 110 metrelik bir asansörle 1800 metre yüksekliğindeki bir dağın tepesine oturtulmuş kulübeye çıkılıyordu. Alplerin buradan şahane bir görünüşü vardı. Uzaklardan Salzburg görünüyordu. Fıançois-Poncet burayı anla-birken şöyle diyor : “Bu yapı normal bir katanın mı yoksa kendini beğenme hastalığına tutulmuş, hükmetme ve yalnızlık saplantılarına kapılmış birinin mi eseriydi?” temin etmesini istedi ve sonradan bunu Fransa’nın bu bölgede, özellikle Çekoslovakya ile Polonya’da, Almanya’ya serbestlik tanıması şeklinde yorumladı.

Bonnet bu teklifi reddetti. Dr. Schmidt’in toplantı konusundaki tutanağına göre, Ribbentrop tarafından ileri sürülen ve Almanya’nın doğudaki nüfuz alanının tanınmasını öngören isteğine Bonnet, “şartların Münih’ten bu yana temelden değiştiği’’ cevabım verdi (11). Bonnet’nin bu kaçamaklı cevabını, yalancı Alman Dış İşleri Bakanı, Hit-ler’e şu şekilde ulaştırdı : “Bonnet Paris’te, doğuya ilişkin sorunlarla artık ilgilenmediğini söyledi.” Führer, Fransa’nın, Münih’te teslim cluşundanberi aaten buna inanmıştı. Pek de yanılmıyordu. SLOVAKYA “BAĞIMSIZLIĞINI KAZANIYOR” Çekoslovakya’nın geri kalan parçası için Hi tier’in Münih’te vermeyi vaad ettiği Alman garantisi ne olmuştu? Berlin’deki yeni Fransız elçisi Robert Coulondre, 21 Aralık 1938’de, Weiz-saecker’den bunu sorduğu zaman, Devlet Sekreteri, Çekoslovakya’nın kaderi Almanya’nın elindedir, cevabım verdi. Weiz-saecker bir Fransız-îngiliz garantisi fikrini de reddetti. Nitekim, yeni Çek Dış tşleri Bakanı Frantisek Çvalkovski, daha 14 Ekimde, Hitler’in Münih’te eline geçenlerden birazını koparmak istediği ve Fransa ile İngiltere’nin ülkesinin daralan sınırları için vereeeği garantiye Almanya’nın da katılıp katılmayacağım Führer’e sorduğu zaman Hitler gülerek şu cevabı vermişti : “Ingiliz-Fransız garantilerinin hiç bir değeri yoktur… Tek etkili garanti Almanya’nın garantisidir.” (12) 1939 yılı başlarken bile daha ortada garantiye benzeyen bir şey yoktu. Bunun nedeni basitti : Führer’in böyle bir garanti vermeye niyeti yoktu. Bu garanti Münih’ten hemen sonra hazırlamaya başladığı plânları bozabilirdi; zaten az sonra ortada garanti verilecek bir Çekoslovakya da kalmıyacaktı. Nite-6S7 kim, Slovakya’nm ayrılması bunun başlangıcıydı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir