Yalcin Kucuk – Bir Soran Olursa

Tarihte hiç bir zaman bir Bizans Devleti olmadı. Okullarda, tarih dersleri.,e, hep Bizans Devleti ve tarihi okutuldu. Bimns Devleti’ni tarihçiler uydurdular; tarihçileri müthiş yaratıklar olarak görüyorum. Tarih, bütün bUimlerin anası sayılıyor; doğru buluyorum. Tarih, kütlelere akıtıldığı zaman fizik oluyor. Bir soran olursa, bütün öğrenciler aynı cevabı verirler; Osmanlı Tarihi’nin dönemlerini hep aynı anlatıyorlar. Kuruluş Dönemi,, Yükselme Dönemi, Duraklama ve diğer dönemler, bir soran olursa, ilkokul, ortaokul ya da üniversite öğrencilerinin ağzından birer fizik katılıkta akıyorlar. Bir soran olursa, sanki öğrenciler, Osmanlı Tarihıi’nin ayrı dönemlerini değil. ayrı renkleri sayarlar; sanki her döneme içerilmiş bir başka eter var. Şu Osmanlı Tarihi’nin dönemleri kadar katı ne var? Peki 1299 sayısından başlayan, 1919 sayısına kadar gelen, üzerinde kilometre taşları ve yer yer keskin virajları gösteren tabelaları olan bir yol mu var? Bu tarihçiler müthiş insanlar oluyorlar! Bizans Devleti’ni tarihçiler uydurdular; hiç bir imparator veya hiç bir teba kendisinin Bizans Devleti olduğunu düşünmedi söylemedi. Başlangıçta Roma İmparatoru olduklannı söylediler, inandılar; sonra Doğu Roma İmparatoru ve en sonuna, doğru da Grek İmparatorluğu’na razı oldular. Osmanlı Sultanları veya milleti, hiç bir zaman tarihlerinde, bu adlarla, dönüşler görmediler. Tarihçüer, imparatorlardan daha güçlü olabiliyorlar. Tarihi bölüyorlar; buna «perypdizasyon» diyorlar.


Tarih biliminin kütlelere a:kması en çok peryodizas-yonla gerçekleşiyor. Peryodizasyon, tarihçilikte’ en önemli iş oluyor. Tarihçi değilim; tarihin yeni bir peryodizasyonu-nu yapıyorum. Varsa «tarihçiler» üniversitedeler; hiç bir tarihçiden izin almadan, kütlelerin içinde, tarihi yeniden bölüyorum. Geleceği bütünleştirmek için, tarihi yeniden bölmek zorunluluğunu duyuyorum. Tarihini değiştiremeyenler, talihini değiştiremezler. Diğer çalışmalarımda, Türkiye tarihine, üç adet iç savaş dönemi kattım. Şimdi 1900 yılından başlayan tarih için yeni peryodizasyon öneriyorum. Bu yeni peryodizasyon ile Türkiye ilericiliğin tarihe bakışı, şimdiye kadar olan bakıştan, ve bu bakışta burjuvazi, TKP ve TİP ile THKP-C bir ve aynı oluyor, ayrılıyor. Bir nitelik ve ayrılık ortaya çıkıyor. Burjuva-ulusal devriminin başlangıcını, Mayıs 1919 tarihinden alıp, Temmuz 1908 tarihine götürüyorum; kişisel çıkışlardan kopararak kütlesel hareketliliğe bağlıyorum. Osmanlı düzeninin paşalarının yönetimindeki bir hareketin önüne, genç subayları da-içine alan, geniş bir kütle hareketliliğini ve halkın -önemli bir bölümünün gönüllü olarak oluşturduğu hareket ordusunu çıkarıyorum. Ayrıca Türkiye’deki tüm Türk-uluscu uyanışın da 1919 tarihinden önce ortaya -çıktığını ve örgütlenmeye başladığını ekliyorum. 1920, hiç radikal olamamış veya radikalliğini yitirmiş Osmanlı paşaları yönetimindedir; 1908 çok dahakütlesel -ve radikal olarak ortaya çıkıyor. 1920 yılından sonraki devrimci adımlar son derece çekingendir; ancak her burjuva ihtilal mutlak bir restorasyonu getiriyor.

Türkiye tarihinde eksik olan «restorasyon dönemini», diğer çalışmalarımda-tamamlamaya çalıştım. Restorasyon Dönemi’ni, Mustafa Kemal Paşa’nın yaşamının son yıUarından başlatmakta, Birinci İnönü Dönemini ve BayarMenderes Rejimi’nin en azından ilk yarısını içine alacak bir biçimde uzatmakta uygunluk ve yarar görüyorum. Kuşkusuz, böyle bir dönemleme, peryodizasyon açısından – bakıldığında, 1950 yılını hiç önemsemediğim anlaşılıyor; 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan ve İnönü – Gü-naltay ikilisinin inip Bayar – Menderes ikilisinin çıkışını sağlayan seçimi hiç önemsemiyorum. Bunu «demokrat,, veya bir «halk hareketi,, say^-mam mümkün değil; bu açıdan, burjuva ve TİP-TKP -THKP belgelerinden, kesinlikle, ayrı düşüyorum. 1983-yılında yapılan sandık sayımı ne kadar demokrat ve halk hareketi ise, 1950 Seçimi de o kadar demokrat ve halk hareketidir; Şefik Hüsnü ve Esat Adil’in partileri, sendikal hareketler, aydın hareketleri hep yasaktır. 1950 yıllarını demokrat saymam mümkün değil;-1951 Tevkifatı var. 1950 yıllarının öncesinde ve hemen sonrasında toplumda çelişkileri haber veren bir toplumsal muhalefet yok; her ikisi de birer devlet durumu olan faşizm ile demokrasi arasındaki fark, çelişkilerin uyutulmasında veya uyanık olmasında yatıyor. Türkiye’de demokratikleşme mücadelesini 1950 yıllarının ortasında- başlatmak zorunlu oluyor; 27 Mayıs demokratik mücadele döneminin ortasındadır.- 27- Mayıs, toplumsal muhalefetin, halk muhalefetinin yükselticisi-değil içindedir; 1950 yıllarının ikinci yarısı ile 1960 yılla’tnın birinci yarısı bir eğri oluşturuyor. Böylece buradaki bir peryodizasyon önerisiyle, 27 Mayıs’ı da- bir başlangıç sayma eğilimlerinden ayrılmış oluyorum; 27 Mayıs’tan önce 9 Subay ve 27 Ma-yıs’tan sonra 21- 22 Şubat ile 21 Mayıs denemelen var. Bir küme’dir; halk hareketliliğinin silahlı kuvvetlerietkilemesini anlatıyor. 1950 ortası ile. 1960 ortası -arasındaki demokratik mücadelenin önemli yanı, CHP tutumuna karşıt olmasa bile, CHP’den ayn gelişmesidir; demokrat nitelemesini kazanmada bu ayrılığın bir rolü olmalıdır. Tarihin yeniden bölünmesi, bir başka bakış açısı oluyor. 19 Mayıs ile 27 Mayıs’ı baştan çıkarıp ortaya koyuyorum.

Bundan böyle kütlelere böyle akmasını diliyorum; umuyorum. Kütleler, hep güncel’i yaşamak zorunluluğuyla karşılaşıyorlar. * * Hep güncel’i yaşamak, yaşamların en kötüsüdür; basın ile geliyor, zorlanıyor. Büyük bilim adamlarının, büyük fizikçilerin, günlük basını güncel olarak okumadıklarını biliyorum; biriktirip ayda veya altı ayda bir toptan inceliyorlar. Fizikçiler, günlük basına veya günlük basının zorladığı güncel’e, tarihçi türünden yaklaşıyorlar. Gün-cel’in posasını atıp, özünü almaya çalışıyorlar. Artık günlük basını izlemiyorum; gazeteleri, artık yalnızca, bir araştırma yapmak istediğim zaman, arşivde, inceliyorum. Günlük basın artık Türkiye’de yeşil eriğe benziyor; en tazesi en çok kamaştırıyor. Artık Türkiye’de bayatı tazesinden yararlı tek meta günlük basın’dır; kamaşmış göz göremiyor ve kamaşmış ağız işlemiyor. Günlük basın, görmez gözler ve işlemez ağızlar yaratmaya yarıyor. Can eriğe benziyor ve neye yarıyor? Üzerimizde polis baskısından öte bir basın baskısı var. Ve nerede o eski güzel gazeteciler? Hep Dorian Gray’ın Portresi oldular. Nezih Demirkent, Size, bir senaryo kurabilir miyim; bir emniyet’in mahzeninde, hücrede, bir genç, kaçarken öldürüldüğünün haberini günlük basından okuyabilir mi? Belki de öldürülecekmiş, bir aksilik çıkmış, ve öldürülememiş; ancak rotatifler dönmüş, -0olabilir mi? Nezih Demirkent, İstanbul’da Gazeteciler >Cemiyeti Başkanı’dır; zamanım olsa, Eylülist Dönem’-de, büyük bası^nıP;a kaçarken polis tarafından öldürülenlerin, büyük basında böyle yazılanların, yazgılarını incelemek istiyorum. Günlük bası^nda ölümünü bir gün önce okuyanlar olabilir mi, bunu incelemek istiyorum; merakta önümde bir tek Balzac’ı görüyorum. Nezih Bey ne diyor ve ben ne diyorum? Nezih .

Demirkent’in mektubunu ve ekini, bu önsöz’e ek olarak yayınlıyorum; Nezih Demirkent’in ne dediğinin kaybolmamasını istiyorum. Askerler gelir, askerler gider, hükümetler gelir ve giderler; İstanbul ve Ankara. Gazeteciler Cemiyeti Başkanları değişmiyorlar. İstanbul’da hâlâ Burhan Felek var; Eylülist Dönem’-de Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile Burhan Felek, birbirinin elini öptüler. Nezih Demirkent, Burhan Felek’in muavini’dir; hep öyle kalmak istediği anlaşılıyor. Nerede o eski gazeteciler? Hepsi birer gazeteci -yazar oldular,- gazetecilerin yazar olmadıklarını anlatıyorlar. Eski güzel gazeteciler hep Dorian Gray’in Portresi’ne dönüşüyorlar. «Üzerimizde polis baskısırıp,an da öte basın baskısı var,, diyorum. Dediklerimi, IPI’de Türkiye’yi temsil eden Hasan Cemal’e, TGS Genel Başkanı Oktay Kurt-böke’ye, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent’e gönderiyorum ve diğerleri ne yaptılar bilmiyorum, Demirkent’ten gelen mektuba bakarken içim sızlıyor. Bir meslek örgütünün başkanı nasıl olur, mesleğine bu kadar yabancılaşabilir; artık şaşamıyorum. Bana üzerinde resmi hiç bir işaret bulunmayan bir polis bültenini gönderiyor; «biz gazeteciler yıllardır belirli haber kaynaklarının doğru haber verdikleri kuralını benimsemişizdir» diyor. Doğru söylemiyor. Bizanten kokuyor 12 Mart döneminde Orta Doğu Teknik Üniversite-si’ndeki öğretim üyeliği görevimden kovulunca yaşamımı gazetecilik yaparak kazandım; gazetecilikte böyle kural olmadığını öğrendim ve biliyorum. Gazeteciliğin temel ilkesi, haberleri, en az iki kaynaktan kontrol etmektir; bu mesleğin en büyük kuruluşunun başında bulunan kimse tekellerin çarpmasına. uğramış, öyle anlaşılıyor.

Bu, ayrı; ama ben yalnızca bu haberin doğru olmadığını söylemekle kalmıyorum. Bu olayın bir kaç• kez ve aynı gazetelerde farklı farklı biçimde yazıldığını anlatıyorum. Durmadan, arkadaşımın, günlük• güneşlik bir günde, gözaltına alındığını, basının günler sonra karlı bir zamanda operasyon sonucunda silahla. birlikte yakalandığını yazdığını söylüyorum ve• Siz ne söylüyorsunuz Nezih Bey? Nezih Bey, vicdanınız sızlamıyor mu; DGM Savcısı, arkadaşım Ahmet’-Zengin için kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdi ve Siz ne veriyorsunuz? Gönderdiğiniz kağıtta, bu arkadaşlarımın, «25.8. 1986 tarihinde Kadıköy Anap ilçe merkezinin basılıp• kundaklanması» ile de suçlandığı yazılıyor; Nezih Bey, bu kaçıncı bahar oluyor? Bundan dolayı yargılananlar ayrı, 2 Haziran 1987 tarihli gazeteler, yeni yakalanan bir grubun «25.8.1986 tarihinde Anap• Kadıköy İlçe Merkezinin basılması, görevli gece. bekçisinin silahının alınmasısuçunu kabul ettiğini haber veriyor. Siz, Nezih Bey, görevinizden istifa etmeyi düşünmüyor musunuz? Eski güzel gazeteciler hep öldüler. Gazeteci – yazar oldular ve bu konuda kalem oynatamadılar. Tekeller hepsini yuvarlıyor ve giderek hepsi, markaları birbirinden çok ayrı diş macunları türünden birbirine• benziyorlar. Macunlar nasıl severler, pirzolalar nasıl öperler, daireler nasıl sevişirler; merakta önüme yalnızca Balzac’ı koyabiliyorum. Balzac, rekabetçi kıapitalizm-de. yaşadı, ben, tekelci aşamadayım.

Macunlar severken bulaşırlar, pirzolalar öperken ezilirler, daireler sevişirken yalnızca. teğet geçerler; tekeller sevgi’nin düşmanı oluyorlar. Sevgide ortaklık, saygıda uzaklık var. Tekeller ortaklık duygusunun kökünü kazıyorlar, insanlıktan uzaklaştırdıkları insancıklara yalnızca tekellere karşı bir saygı’yı bırakıyorlar. Macunlaştırdıkları, pirzola yaptıkları insanların sevgi pınarlarını kurutuyorlar; aşk’ı, kemire kemire yuvarlak çakıl taşlarına dönüştürdükleri insanların veya sellerin rastlantılar. sonucu yanyana getirdiği iki çakıl taşının yuvarlak temasına, benzetiyorlar. Sinema izlemek için yapmış olduğum ilk atılımda püskürtüldüm; «Sokaktakiler» filminin ancak ilk yarısını izleyebildim. Denemelerimi sürdüreceğim; ancak artık sinemalarda aşk. olarak yalnızca bir hava alanı ya ıda otobüs terminalinde başlayan ve yine aynı yerde biten beraberliklerin, isterseniz temas’ın diyebilirsiniz, gösterildiğini. tahmin ediyorum. Başı ve sonu olmayan beraberlikler, tekelci aşamanın en büyük tahribatlarından birisidir; çünkü insan son’lu değil, sonsuz bir yaratıktır. Aşk, insanın sonsuz’u bulma serüvenidir. Sonsuz ampirisist, ancak, hiç bir ^^wn güncel olmayan bir yazgıdır; mutlak tarih duygusunu içeriyor. Bütün aşıkların, aşklarının «ebediyete kadar sÜr receğini» düşünmeleri buradan geliyor; ebed0ıet, belki de, insanoğlunun, en canlı, en gerçekçi ve en gerçek aldatmacası oluyor. Buna ihtiyacı var.

Günceli reddedebilmesini, güncel’in geçiciliğini görebilmesini sağlıyor; tekelci aşama, insan olma ile devrimci olmayı özdeşleştiriyor. Macunların sevebileceğini düşünemiyorum. Pirzolalar öpüşemezler ve iki yuvarlak çakıl taşının te. sadüfi temasına. aşk demlemeyeceğine inanıyorum. Tezi yazıyorum: Yumuşak insanın sevmesi müm kün değildir. Aşk, katı insanın harcı’dır. Aşk, dişlilerin birbirine geçmesidir. Sevgi, karşılıklı olarak bilmektir ve derinlikleri duymaktır. Sevgide ortaklık ve saygıda uzaklık var. Tann’lar,. ortak olamadıkları için sevemezler ve uzak oldukları• için de sevilmezler. Saygı, sevgi’nin düşmanıdır. Güncel olmayan, tarihçi ve kalıcı sevgi için, aşk• için, yalnız arada bir uzaklaşmaya sağlayacak ölçüde saygı gerekiyor; say-gı’nın çok azı halıcı yapıyor ve fazlası, her türlü sev.:.

gi’yi öldürüyor. Aşk, dişlilerin kenetlenip, açılmasıdır. Kenetlenmişlerin geleceğe. yürüyüşü oluyor. *** Bu çalışmam, tarih, güncel ve aşk üzerinedir. *** Mektup bir edebiyat türüdür; konuşmanın yeşilini ve yazının beyaz’ını, konuşmanın nemini ve yazının kuruluğunu birleştiriyor. Coşku ve akıl, en çok’ mektup türünde bir araya gelebiliyor. Soru-Cevaplar, • edebiyat türleri içinde en çok mektuba benziyorlar. *** Candan, her zaman olduğu gibi, burada da yardımlarını esirgemedi. Sevgilerimi yazıyorum. y. Küçük Karakusunlar Köyü Haziran 1987 İstanbul, 10 Nisan 1987 Sayı : 162/E -130 Sayın Yalçın Küçük, 19 ve 20 Mart 1987 tarihli mektuplarınızı aldım. 20 Marıt 1987 günü yaptığınız basın toplantısının da özet metnini inceledim. Suçlamala^:rımzn gerçeikliğıini öğrenebilmek için adı geçen arkadaşlarımızla konuştum. Ayrıca bazı amaştınalarda da bulunduk.

Bu araştı^alann sonucu «Kozyatağı Operasyonu» ismi verilen olayın polis haber bülteninde yazıldığını göste^ekıtedir. Biz gazeteciler yıllardır belirli haber kaynaklarının doğru haber verdikleri kuralını benisemişizdir. Polisin tutumunu tartışmaksızm basın mensubu -arkadaşlarımızı suçlamanızı bu sebeple yadırgadığımızı da belirtmek, isteriz. Çünkü başta da değindiğim gibi haber bülteninde yer almıştır. Gazetelerin hemen hepsinde ve TV’de yayınlanmıştır. B^a rağmen üç gazetecinin suçlanması bir maksadı matuf olur ki, buna ka^tılmıyoruz. Saıygıla^rımla. Nezih Demirkent Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ^EKİ : Polis bülteni Son günlerde ilimizde meydana gelen gasp ve soygun olaylarının aydınlatılabilmesi için, yasadışı yıkıcı bir örgütle ilgili olarak 26.2.1987 tarihinde operasyona. başlanılmıştır. Yapılan operasyon sırasında; „ 1 — Vezir Erem (kapıcı) 2 — Sabri Erem (kapıcı) 3 — Ertuğrul Mavioğlu (A^rnet Akpolat saihte-kimlikli) 4 — Ahmet Zengin 5 — Nihal Aslantürk (Ümit Bulışen sahte kimlikli) 6 — Hakkı Akça isimli örörgüt militanlan ele geçirilmiştir. ‘ Sanıkların, üzerlerinde, ikamet ettikleri örgüt evlerinde, örgüte ait bir’ depoda ve gösterdikleri yerlerde yapılan aramalarda; 1 adet makinalı tabanca, 24 adet muhtelif çap ve marka tabanca, ÇOik: sayıda jarjör ve mermiler, 91 ooet dinamit lokumu, Normal ve elektrikli fünyeler, Saniyeli fitiller, Bomba yapımında kullanılan cihaz ve malzemeler, 3 adet daktilo makinası, 2 adet teksir makinsı, Yıkıcı örgüte ait pankart, bildiri, örgütsel döikü-man, çok miktarda yasaklanmış yayın, Sahte ’&m^Her, sahte kimilik yapımında kullanıilan, mühür, soğuk damga ve klişeler, Gasp mahsUl döviz ve Türk parası, 4 adet gasp mahsulü fotokopi makinasıı 1 adet gasp mahsulü teleks, Soygunlarda kullanılan çeşitli malzemeler, Potasyum Siyanür, Çok sayıda asker ve polis elbisesi, ■ele geçirilmiştir. Yapıılan tahkikat sonucu, ele geçirilen sanıkların: 1 — 25.8.

1988 tarihinde Kadıköy ANAP İlçe Merkezinin basılıp kundaklanması, 2 — 4.8.1986 tarihinde OdAk Elektronik şirketinin soyulması, 3 — 6.2.1987 tarihinde İLYAS KARATAŞ’a ait döviz;, alım satım bürosunun soyulması, Eylemlerini ve muhtelif tarihlerde (24) adet PAN-■^ART asılması ile EL İLANI atılması eylemlerini de gerçekleştirdikleri tesbdt edilmiştir. Sannıarda ele geçirilen silahlar içerisinde, KADIKÖY ANAP İlçe Merkezinin basılması ve’ kundaklanması eylemi sırasında, görevli Emniyet Bekçisinden gasp edilen tabanca, ODAK Elektronik şirketinden gasp edilen (4) adet fotokopi ve (1) adet Teleks ile İLYAS KARATAŞ’dan gasp edilen Döviz ve Türk parasının bir miktarı sanıklarda ele geçirilmiştir. Yakalanan sanıkların tahsil ve meslek grupları: _ Yüksek okul mezunu: 1 YENİ ÇÖZÜM Dergisi Yazı İşleri Müdürü. Üniversite terk: 2 Yayınevi sahibi ve boşta $ezer. Ortoıkul mezunu: 1 Trikotajcı. Okur yazar: 2 Kapıcı ve inşaat işçisi. Sanıklar ile ilgili yasal işlemler sürdürülmektedir. ‘ BİRİNCİ BÖLÜM İNSAN İhtilâle Bakışım Gibidir Birdenbire Titreme, Çarpılma, Elektriklenme _ —. Yalçın Bey, son zamanlarda a<hnız çok sık anılı yor… Pek de iyi arnJmıyor. Aziz Nesin’le olan tartışmanız, Enis Batur’lo olan tartışmanız, Ahmet AJtan ve Latife Tekin’i Eylülist olarak suçlamanız… Köy enstitülü yazarları eleştirmeniz, KemaJ Tahir için Ebu Cahil dlemeniz, Sabahattin Ali’nin öldürülmesi ile ilgili söyledikleriniz… Tepki alıyorsunuz, ruh hastası ve megolomanyak olarak suçlanıyorsunuz… Tüm, bunlara net diyorsunuz? — Bakın Serpil Hanım. çok şaşırtıcı gelebilir ama gelen tepkilerin az olduğunu düşünüyorum… — Az diyorsunuz ama Yalçın Bey, Alev Alatlı sizin için bir kitap yazdı.

Ve size aydın despotu dedi… — Bakın Alev Alatlı’nın yazdıklarını okumuş komşularım. Kitap için çok ağır dediler. Ben de, onlara ‘a, dedim, benim yaptıklarıma göre, benim Türk aydınına yaptıklarıma göre çok hafif’ dedim… — Ben şunu merak ediyorum, istediğiniz türden tepki gelmiyor ama; siz söylemeye, yazmaya devam ediyorsunuz? Niçin? Bir şeyler değişebilir mi sizce? — A, bakın hemen orada söyleyeyim. bana soruyorlar kime yazıyorsunuz diye… — Evet, kime yazıyorsunuz?.:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir