Yalcin Kucuk – Seytanca

Tam tam sesleri duyuyoruz, tüsiad’dan geliyor, Ergun Özbudun yine hanende başıdır. Tüm plütokratlar oradaydı, boynu-eğri sekreter kız başındaydı, Füsun Erbulak’ın otobiyografik “Neden Geç Kaldım” romanının havasını çaldılar, kendilerince, “İslam Cumhuriyeti” kanun-i esasiyesini ilan ettiler. Türbanı kamu idaresi ve Meclis’e soktular, yalnız, herhalde bizi kendileri misli sayıyorlar, geri zekalılar familyasından gelmiyoruz. Türk ve bu arada Sabetayist çok büyük zenginler kadar tamahkarı yoktur, “cumhuriyet” sözcüğünü tasarruf edip lütuf yaptıkları iddiasındadırlar. Bahşiş dahi saymıyorum; Mısır’da son ayaklanmadan önce de “İslam Cumhuriyeti” deniyordu, şimdi perçinlediler ve İran bir “İslam Cumhuriyeti”dir. Demek ki, ikiyüzlülükleri ortadadır. Ve bu bir İsrael projesidir, Gülen nefesi bu iştedir ve Kılıçdaroğlu da işte bu tarihte zuhur etmiştir, “çıkarılmıştır” demek istiyorum. Peki, işte bu tarihlerde ben ne yaptım, tabii her zamanki işimi yapıyordum, “tez” yazdım, “12 Eylül Tezleri” adındadır; yayınlamadım, gizli tuttum ve yalnızca güzide zevata gönderdim. Çünkü ol tarihte duyulmasını ve Kilichdaroglu’nu yıpratmak istemiyordum, sadece uyarmak istiyordum. Şimdi politikadaki günlerini sayıyorum. İntihar etmiştir ve ben buradan devam ediyorum. Buradayız, amma bir sorumuz var, peki Gulan‘ın adamı mı; el cevap, değilse bile çok yakınındadır. Ayrıca, her daim ve şimdi, “adamının adamı” olduğunu da biliyoruz, “kulak” diyorlar, hep üflerken görüyoruz. Bir soru da şudur, “12 Eylül Tezleri” bu kadar mı; hayır, şerhi var. Buna göre, Kilichdaroglu referandumda taammüden oy vermemiştir, hep pek “sayın” gördüğü Gülen’e karşı çıkması imkansızdı ve ben herkesi tenzih ediyorum, aksini önermek ahmaklıktır.


Güzel, şimdi bende saklı bu sırrı da açıklamış oluyorum, yalnız bu vesile ile, en passant, değinmek durumundayım. Bana hep “şeytan” diyorlar, değilim; amma ahmak da hiç olmadım, benden uzaktır. Kilichdaroglu ise ya bir Dersim-Kurnazı, ya da sözüne güven olmaz bir adamdır. Söz nedir, hiç bilmiyor; söz söyleme ile patinaj yapmayı karıştırdığı mutlaktır. Demek ki, artık bir müntehirin (intihar eden, KŞ) üzerine yazıyorum. “Sekizinci Tez, referandumdan ‘evet’ çıkması operasyonun içindedir. Gereğidir.” “O halde ‘yeni’ Kemal’in ‘ihmal’ ile ‘hayır’ oyu, oyuna uygundur. Demek ki, oyun oyundur.” *** Bunları Referandum’un sonuna doğru yazmaya başladım, biter bitmez seçkin zevata gönderdim, şimdi “İkinci Garbaçov Vakaı” başlığıyla kitapta önsözdür, Kilichdaroglu’nun “Çözülüş”ü hemen ikinci baskısını yapmış durumdadır. Çok yararlı buluyorum ve okunmasını herkese tavsiye eyliyorum. Şimdi bunları Tezler’den alıyorum, yazılışı hemen hemen altı ay öncedir. Eski Tezler, şimdi taze duruyorlar. “Birinci Tez, kaset, Deniz Baykal’ı düşürmeyi çok aşan bir operasyondur. “Ve cehepe’yi, akepe’nin arkasına koyma işidir.

Bir dizi ihanetidir. “İkinci Tez, kaset, şimdi tedavüle konan yeni kemalizm, a- Mustafa Kemal’den kopuş, b- laisizmi red, c- orduya düşmanlık anlamındadır. “Kılıçdaroğlu’nun, Hanefi Avcı kitabını bir polisin anıları olarak görmede ısrarı ve ‘sayın’ Fethullah Gülen’i hep yüksek tutmaya özen göstermesi Gülen’in referanduma ağır taarruzlarını görmezden gelmesi, diğer bir sapmadır ve aynı ölçüde ifşa edici olmuştur.” Özetle, Gülen ile net ve kesin bağından hiç şüphe etmedim ancak düğümü Gürsel Tekin olarak görüyordum ve hep öyle işaret ettim. Şimdi düşünüyorum, eksikli mi davrandım, ne demeliyim, bilmiyorum. Eski sol olsaydı, ne derlerdi, biliyorum. Henüz jargonları belleklerdedir; kullanmıyorum. Bilmiyorum, şimdi cevap yerine bir fıkra anlatabilir miyim; bir cia ve bir de kgb ajanı hep birbirlerini izlemişler, 30 yıl diyelim, artık çok yakın dostturlar. O kadar öyle ki, emekli olunca hiç ayrılmıyor; tavla oynuyorlar. Rus zan sallıyor, “söyle söyle, Çemobil’i siz yaptınız, değil mi”, bastırıyor, Amerikalı da başlıyor, “söyle söyle şunu…” diyor, sallıyor. Çok geriliyorlar ve bir ara cia ajanı boğulacak gibi oluyor. Zarı sallıyor, atıyor, düşeş, “bak bak” diyor, “yemin ederim, Çernobil’i biz yapmadık, ama yine yemin ediyorum, Garbaçov’u biz yerleştirdik,” deyiveriyor. İşte tarihin büyük sırrı budur; açılmıştır, eskiler böyle durumlarda “kıssadan hisse” diyorlar. Öyleyse Birinci Garbaçov, cia’nın eli mahsulü idi, bunu da açıklamış oluyorum. Biz tabii, İkinci Garbaçov’u kimin “n’aptığını” merak ediyoruz, amma bırakıyorum ve kendi derdime geliyorum.

“Hapislik zor zanaat değil” diyorum, ayrıca biz, Doğu Perinçek ve ben, rekor sahibiyiz. Bizde, aydın hareketinde ve Sol’da tek hapislik kutsaldır; Doğu’yla ben, burada da “kural-dışı” oluyoruz, çok gireriz. Sanıyorum, Doğu hapislik sayısında benden ileridedir, ben de gözaltı rakamında, hücrede yaşamda rekortmenim, kimse yetişemiyor. Bu nedenle mapusluk bize işlemiyor. Hayatımızdır. Ancak, şimdi zulümdeyiz, zor veya değil, bir de Taraf ve Zaman okumak, Samanyolu izlemek zorundayız; bunu yaparak yeni gözaltı, tutuklama ve iddianameleri evvelden öğrenmiş oluyoruz. Yalnız yine de söylemeliyim, ben Samanyolu izlemiyorum, içeride “cürümdaşlarım” Sadi ve Emre izliyorlar. Biliniyor, Samanyolu’nda iki dizide başrollerdeyim, Zekeriya Bey, Öz, bunlardan Kollama’yı beğenmemiş, ama Tek Türkiye’yi kaçırmıyormuş, sohbetimizde söylemişti. Kollama’da Minik Kaya var, gecekondu bebelerinin bana benzettiklerini biliyorum. Bedrettin Dalan Dostumuz, herhalde kurtarır umuduyla, komiser Emre Uslu’yu Utah’dan aldı, Yeditepe’ye koydu; Gülen’in yakinidir, şimdi Taraftadır. Yakın zamanda, 13 Mart, şunları buyurmuştu: ‘Bu raporların çoğunun komplo amaçlı olduğu ve özellikle Emniyet içinde Ergenekon’a yakın, Yalçın Küçük ile makamında görüşen hacı müdürlerin bilgilerini de kapsayan içeriklerde olabileceği tahmin ediliyor. Pratikte hacı görünüp, Ergenekon sanıklarıyla haftalık toplantılar yapacak kadar da ‘Ulusalcı’ Emniyetçilerin Ahmet Şık’ın kitabına katkıları olmuş mudur?’ Müthiş doğrusu, bir manken-kız diliyle, “inanamıyorum” demek durumundayım; ol tarihte bu Uslu, Ulah’ta idi ve C. Saral da bankamatik memuru durumundadır. Demek, Emniyet müdürleri de ve bu arada benim ziyaretçilerimin hepsi takip edilip kaydedilmektedir. “Ölmüşüz de haberimiz yok”; tam bir polis devletindeyiz.

Ankara Emniyet eski müdürü her hafta olmasa bile sık sık bana uğrardı, çay yapardım, mütedeyyin idi; sohbetimiz sırasında bir seccade bulurdum, namazını kılardı, bir tarikattan mı, hiç sormazdım, ülkesini seviyordu, tarih-coğrafya ve bu arada sabetayizm konuşuyorduk. Ne büyük korku, ne büyük iptidailik, herhalde beni, benzerleri misali “Karamürsel sepeti” sanıyorlar, Tayyip Bey’e en yakın olduğu sırada, Başbakan Yardımcısı Nazım Ekrem, Mehmet Ağar’ın yardımcısı olduğu zamanda Muhammet Çakmak, Nasuhi Güngör sık gelenler arasındadır. Ne kadar korku içindeler; ben Yalçın Küçük’üm, bana gelirler. Ankara Emniyet Müdürü Saral’a kinleri, çok önemli bir raporu hazırlatmış olmasından kaynaklanıyor, devlette ve emniyette Gülen Tarikatı örgütlenmesini çok güvenilir bir şekilde resmi rapora bağlayan işte bu Saral’dı, sıkılmadan namaz kıldığı için “Hacı” diyorlar. Sanıyorum, 1999 tarihlidir, güzel rapordu: sonra bütün hükümetler aforoz ettiler. “bankamatik” müdürü yaptılar, memurdu, yeri yoktu, aydan aya maaşını çekerdi. Hepsi işte budur. Devlet Bahçeli 2007 yılında aday adayı olmasına dahi izin vermemişti: şimdi ümit ediyorum. Gülen’den korkmamaktadır. Ankara Emniyet Müdürü Saral’ın, şimdi aday adayı, Gülen Raporu’nda çok değerli bir ayrıntı var; hep tekrarlıyorum, bilim ve tabii aşk ayrıntıdadır. Fethullah Gülen kardeşlerinden birinin adını “Mehdi” olarak bildiriyordu; C. Saral, resmi kayıtlara dayanarak bunun “Mesih” olduğunu göstermektedir. Bu, ailede İbraniyet kökü için ciddi bir işarettir. Gülen ailesinden söz ediyorum. Sözünü ettiğim Tezler’de de, şimdi “Sosyalizmin Çözülüşü” kitabımda da var, hemen ikinci baskısı yapılmıştır, “İkinci Garbaçov” üzerinde analiz yapar ve bağları kurarken bir de şunu not etmiş bulunuyorum.

“Gülen, ‘İsak’ anlamına gelmektedir, hepsi Gül’ün türevidirler ve kaset işinde İsrael ve Washington oklarının yerine geçmektedir.” Demek oluyor, Gül’den Gülen’e yol pek kısadır. Ayn-ca ağlayan birisi için “gülen” şöhreti yapay kalmaktadır. Artık gülüyorum. Şunları ekleyebiliyorum, Gülen, Tayyip Bey’in pek övündüğü, gemi ile Gazze’ye fetih seferini mahkum edebilmiştir, İsrael’den yanadır. Ayrıca tarikatının Bahai’ler ile ittifak halinde olduğu ileri sürülüyor; Bahailik daha çok İran’da Kripto-Yahudiler’in rağbet ettiği bir “din” olmaktadır; şimdi merkezi İsrael’de bulunuyor. Demek ki, gözü hep yaşlı Gülen’de her yol İsrael’e çıkıyor ve ben yazının sonuna yaklaşmış durumdayım. Peki ben Ulusal Kanal’da ne diyordum, Londra, Washington, Aydın Doğan, Fethullah Gülen ve bunlara eklenen Kilichdaroglu Gül’cüdürler ve cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a karşı Gül’ü destekliyorlar, diyordum; peki ne ekliyordum, Kilichdaroglu hiçbir politikacıya yakışmaz ölçüde ve çocukça bir inatla “Gül üzüldüyse susarım” veya “Gül beni mutlu etti” ve “Hanımefendi’ye haksızlık yapıyorlar” türünden hep Gül için çalışıyordu. Başkasını yapamaz, Gül’cü olmaya sanki sözü var; ben Ulusal’da, “Kilichdaroglu referandum’a girmedi, politika yapmadı, yalnızca Erdoğan’a hücum etti” deyip duruyordum. Referandum’a girmedi ve giremez, ancak satamadı; yaptığı yüzde kırk iki’nin heyecanını kırmak oldu. Kırdı veya kıramadı, hepsi budur. İşi bu olmuştur, şimdi intihar sırasındadır. Barzanization, Gulanizasyon’dur. Musul’da Israel ve Gulan var, “Üçüncü Yol” işte budur. Diyarbakır’dan Barzanici toplaması bu nedenledir, sözü var.

Artık sona gelmiş durumdayım, İsrael’in ve Aydın Doğan’ın, “tüsiad” da diyebiliriz, bir problemi vardı, Erdoğansız bir akepe istiyorlardı. Yalnız çok korkuyorlar, Erdoğansız akepe’nin dağılmasından kaygılanıyorlar, bir parça gidebilir; işte bu korku ve kaygı ile Kilichdaroglu’nu yarattılar. Parçaya parça hazırladılar; Kilichdaroglu “parça” oldukça, Tayyip Erdoğan’dan uzaklaşma cesaretini buldular. Kilichdaroglu’nun reçetesi Gulan’dan geliyordu, Kulak bu işi yapıyordu ve her konuşan susuyor ve sonra bildiğini yapıyordu. Bilen, Gulan’dır. Bir özet yapabilir miyim, a- Wikileaks, Gulan’ın, uzun yıllardır benim söylediğim üzere, Gül’cü olduğunu ortaya çıkardı, b- Wikileaks’te, Amerikan belgelerine göre, Washington, silahlı kuvvetler içinde akepe’yi tard etmek isteyen bir heyet olduğunu haber alıp “Ergenekon” davasını başlatmıştı. Öyle mi, ben, 3 Kasım 2002 günü Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün oy verdikten sonra, uçağa binip Washinton’a gidişine işaret etmiş ve bunu usulsüz bulmuştum. Şimdi buraya dönüyorum ve başlatıyoruz. Şeytanın işi bağ kurmaktır, ifşa ediyorum, c- Tüsiad’ın din ifşaatı ise, İslamizasyon ve Osmanizasyon’un büyük sermayenin planı olduğunu göstermektedir. İsrael ile aynı yerdedir ve Kilichdaroglu da, esas olarak, tüsiad’ı desteklemektedir. Aynı yerdedirler, d- İsrael’in Türkiye’de İsrael’de olduğundan daha güçlü olduğu tespitini nerede ise bıktıracak ölçüde tekrarlıyordum. İsrael, Türkiye’de, Hürriyet Gazetesi’nde çok güçlüdür ve Hürriyet, tüsiad’ın bu ifşaatından sonra, “ne mutlu bize ki bir tüsiad’ımız var” vecizesini başyazı yaptı, hep rahatlamış haldeyiz. Şöyle bitiriyorum, Başbakanlık’ta idi, Devlet Planlama Teşkilatı’nda idik; oecd, bölgesel bir toplantı düzenlemişti, Tel-Aviv’deydi, Türkiye’yi Teoman Baykal ile, şimdi göçük, ben temsil ediyordum. İsrael çok önem verdi, Dışişleri Bakanı Golda Meir konuştu, Başbakan Yardımcısı Yigal Allon açılış konuşmasını yapmıştı. Çok hoş konuştu, bir işi yapmanın iki yolu var, diyordu, “right way and wrong way“, doğru yol ve yanlış yol anlamındadır.

“Bir de” diyordu, “third way”, üçüncü yol var, “that is the Jewish way”, bu da “Yahudi yoludur”, hepsi budur. Kilichdaroglu’nun “üçüncü yolu”, Başbakan Yardımcısı Allon söylemişti, İsrael Yolu’dur. Barzanization ile Musul’a gitmek hevesindedir; orada İsrael ve Gulan var. Hepsi bir yerdedir. (Pazar, 3 Nisan 2011) İKİZ İLE İKİYÜZ (Pazar, 10 Nisan 2011) Bu tabiri, “king-maker” biliyoruz, “kral yapıcısı” anlamına gelmekle birlikte daha genel bir kullanımı var; lider yaratıcısıdır ki, meraklıları çoktur. Bunlar “güç” yaratmaktan haz alırlar, arkada kalırlar, tabii bir tür kumar oluyor, beklentileri yüksektir. Ayrıca hoş olmalı, bizdeki heveslilerini hemen sayabiliyoruz,yakın tarihte Abdi İpekçi, Ecevit işini üzerine almıştı, Zafer Mutlu Mesut Yılmaz’ı design etmeyi denedi, en son ve en talihsiz, Soner Yalçın, “bir” Kılıçdaroğlu mimarı halinde ortaya çıktı. Pek de beceremedi, aldığı darbelerde, Odatv’deki son özensizliği kadar, dayanaktan yoksun ve hesapsız hevesi ile bu beceriksizliği pek etkili oldular. Pek de usta olamadılar, kaldı ki biz “kalfa” tabir ediyoruz, mimarlık diploması olmadan apartman konduranlara verilen addır; yalnız adı ve sonu ne olursa olsun, cazip bir iş görünüyor. Şevket Süreyya Aydemir de, ihtilal Moskova’sında Kutv’da okumuştu, Nâzım Hikmet ile yan yana, son zamanlarında Adnan Menderes’in yeni yıl göstericisi olmuştu, belki de Moskova kapısına işaret eden Şevket Süreyya’dır. Öte yandan Zafer Mutlu da, hemşehrisi Kılıçdaroğlu’nu görünce, basındaki gücü ve Amerika’daki bağlarına da dayanarak, king-maker şansını bir daha denemek istedi, öyle anlıyoruz. Bana verilen bilgilere göre,Nebil İlseven’i, Aydın Doğan’dan alıp İstanbul İl Başkanı tayin eden Zafer’dir. Hesaba göre önce il başkanı ve sonra başbakan olacaktı, olmadı, olamadı, gürültü ile geldi, kimseler duymadan gitti; halbuki gidişi gelişinden daha önemlidir. Bunu, Nebil Bey’in kişisel hayal kırıklığı yanında Aydın Doğan Partisi’nin umduğu dağlara kar yağışı şeklinde de anlayabiliriz,inançsızlık, birikimsizlik ve nedret-i kabiliyet babında Gorbaçov ile karşı karşıyayız. Artık açıkça söyleniyor; cehepe milletvekili Esfender Korkmaz, bütün bunları en kalın hatları ile söyleyenler başındadır, ezcümle “Hiç konuşmaz, dinler gibi davranır, sonra başkasını yapar” diyordu, bunu çok duyuyoruz.

İlseven de, Gürsel Tekin ile otuz beş gün görüşmediğini öğrenen Nuriye Akman’ın “Peki Kılıçdaroğlu’na söylemediniz mi” sorusuna şu cevabı veriyor. “Gittim, dedim. Git, konuş onunla, ben sonra sizinle konuşurum, dedi. Gittik, yine ‘Yok’ dedirtti. Ondan sonra Kemal Bey de temaslarını kesti. Bu durumda ne yaparsınız?” Çok doğru. Kılıçdaroğlu böyle bir adamdır. Ne Gandi ve ne alevi bir adamdır; her türlü nezaketten çok uzaktır. Ve yapılacak iş istifa etmektir, anlıyorum. Kılıçdaroğlu, Soner Yalçın’dan öğrendiğimize göre, Karabulut dünyaya ikiz doğmuştur: ikizi olmadan yaşayamamaktadır. Ayrıca, her paragrafı üç soru sormadan konuşamıyor; bir sağa-bir sola bakıyor; iki yüzü seviyor. İlaveten ikizi amel ettikçe, Dorian Gray’de olduğu üzere, portresi daha çok kirleniyor; birisi sahneye çıkışında ve diğeri şimdilerde olmak üzere iki yüzü var. İkizine bitişik ve yapışık hareket ediyor; ikizi, iki yüzünden birisidir. Buraya gelmiş durumdayız. Deveye sormuşlar, “Boynun neden eğri?” ve Gursal Tekin cevap vermiş, “Nerem doğru ki”; tek doğrusu bu cevabıdır.

Bu cevabına bir de “Boyun ile tek ilgim Boyner’dir’i eklediğini biliyoruz, ekliyorum. Şeyh-ül Ulema İlber Ortaylı’nın bana söylediğine göre, Boynerler’in soyadları, orijinal olarak, “boyuneğri” idi, şimdi soyadlarını düzeltmiş durumdadırlar. Gursal ise şimdi, ikizi ve ikiyüzü ile beraber cehepe’yi düzenlemektedir, Marksist jargon ile düzlemektedir, to level, diyebiliriz. Gürsel Bey, son olarak, eski solcu, sonra faşizan ve tabii, Gülen’e biat eden Aydın Bolak’ın oğlundan olma, Ümit’ten doğma, Sinan oğul ile İsmail Cem’in oğlu Kerim’i “siyasi lider” olarak yetiştirmekle meşguldü; hem Cemler ve hem de Boynerler İbrani asıllıdırlar. “Ümit”, Farisi olmakla, biz zaman zaman Umut diyoruz, İbrani “Tikva” sözcüğünün karşılığıdır. Geçerken söylemek durumundayım, Umut Oran ve Osman Korutürk de İbrani asıllıdırlar. Osman Beyefendi, İttihat ve Terakki’nin ünlü sabetayistlerinden Selah Cimcoz’un torunu olurlar. Selalı’yı, lı’yı atıp, önce “sela” ve sonra “sıla” okumayı tercih ediyorum, “kaya” anlamındadır. Demek Kaya Çilingiroğlu’na uzanıyoruz. Bir, üniversiteyi bitirdiğini iddia etmiş, sonra “terk” demiş, ancak uğradığını gören yoktur. İki, terk-i tahsil için üniversite eylemlerini ileri sürmüş, eylülist darbenin ilk zamanlarıdır, üniversite süt liman ve hiç eylem yoktur. Üç, bebeğine Amerikan vatandaşlığı kazandırmak için Amerika’da doğum imkanları aramış ve Kanada’da bulmuştur. Dört, Büyük Kulüp’ün çok tartışmalı şimdiki binası sırasında belediye başkan yardımcısı olmuş ve zenginler kulübüne üye olma imkanını bulmuştur. Beş, “Üyelik için 200 lira yeterli” demiş ve İbrahim Tatlıses, 40 milyon liralık ödeme kağıdını göstermiştir. Altı, Ankara’da Süleyman Demirel’in sokağında bir apartmana yerleşmiş, “Kardeşimin” demişti ve ben, anap’tan Kars eski milletvekili Kerem Güneş’in oğlu Suat Güneş’e ait olduğunu göstermiş bulunuyorum.

Kılıçdaroğlu’nun ikizi ve ikiyüzünden birisi işte budur. Ve hiç şüphe yok, Fethullah Gülen’in cehepe koludur. Buradayız. Şimdi son haberlerdeyiz, burada iki no’lu yerde, bir süre “Zaman” okuduk, çok malumattar olduğumu söylemek zorundayım. Hep, “Gürsel Tekin’e rağmen Haberal aday” veya “Gürsel Tekin’e rağmen Sağlar’ı almadılar” türünden acıklı haberler aldık. Gürsel Tekin’in, akepe’yi, türbanlı milletvekili için teşvik ve tahrik ettiğinden de malumatımız var. Öte yandan Milliyette, Profesör Melih Aşık, Gürsel Bey ile ilgili internet yazılarından bir bölümünü aktarmıştı. “Gürsel Tekin akepe’den aday olsa sanırım daha akıllıca davranmış olur”, bunlardan birisidir ve “artık size oy falan yok, gider akepe’ye veririm” ise ikincisidir. İşte budur. Benzerleri çoktur, ikizinden ikiyüz’üne bunları seçmiş bulunuyorum. Bir parantez açıyorum, “Odatv” operasyonunda tutuklananların hepsi, Gülen’i eleştirenlerdir, tümüne bir “Gülen İşi” diyebiliriz. Bana gelince, kendimi artık bir “dava mankeni” olarak görüyorum, beni kondururlarsa daha hoş, Karabulut Türkçesi ile, daha “şık” oluyor ve oluyorum. Burada bir de ilaveten, “odalık” rolüm var; ancak, bir de daha ağır bir roldeyim. Gülen Hareketi’nin cehepe’ye sızmasını deşifre ediyordum; tutuklanmam, Gülen’in Karabulut’a hediyesidir. Demek bir de “hediye” halindeyim.

Son operasyon “Gülen-Karabulut” dalgası olup, dalgada varım. Ümit Hanım’a gelince en son olarak “İslam Cumhuriyeti” anayasa taslağı hazırlamakla meşguldüler. Kemal Karabulut, gittiler ve kutladılar, bu aşamada “değişmez” üç madde için ağladılar, pek “kemalca” demek zorundayım. Yalnız bu üç madde, eğer anayasa mahkemesi varsa, anlamlıdır ve maddedir. Ve artık yoktur; demek, Karabulut bir anayasa mahkemesi olmadığını idrakten uzaktır. Belki de idrak etmeyi sevmediği için oradadır. Keşif ve ifşaat benim değil, Soner Yalçın’a borçluyum, asıl soyadının “Karabulut” olduğunu Soner’den öğrenmiş durumdayım. Ne güzel birbirimizden öğrenip duruyoruz, Karabulut da, partizanlarına “kemalci” diyor, galiba benim icadımdır, “kemalci” olmamalarını buyuruyor. Ve bu arada bir üzüntüden diğerine koşuyor, akepe’nin Türk-Amerikan ilişkilerini bozmasından çok üzülmüş haldedir. İktidara gelecek ve düzeltecektir, açıklıyor ve çok sevindirici buluyorum. Bu kadar değil, bir de, akepe’nin, daha doğrusu, Tayyip Erdoğan’ın İsrael’e kötü davranmasından muzdarip olmuştur ve bu nedenle, çoğunluğu İbrani asıllılardan olan bir heyeti, gönül almak üzere, Amerika’ya çıkarmış haldedir. Gittiler ve “B’nai Brith” ile gizli bir toplantı düzenlediler. “Beni Brit” ve “Ahit’in Oğulları” da diyebiliriz, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yahudi Partisi’dir. Çok güçlüdür, yakın zamanlara kadar, İsrael’deki Yahudi Partisi’nin üstündeydi. Cehepe diz çökmüştür.

Karabulut, her köşede cehepe’yi çöktürmek üzere bulunmuştur; Baykal ve Sav”ı da kutluyorum. Barzani, Gülen, İsrael birliktedirler, Karabulut arkalarında ve tüm destekleri Gül’dedir. Gül, başkanlık sistemine karşı çıkmış ve İsrael’den Şimon Peres’i Ankara’ya davet etmiştir; demek her yerde İsrael var. İkisi ve ikiyüzü de burada buluyoruz, nerede ise orada görüyoruz. Peki “Karabulut” mu, “David Ben Annan” formülüne başvurmak zorundayım. Sekizinci yüzyılda İbrani “Karaim”, Latince “Karaid”, Rusça ve Türkçe “Karay” mezhep ve/veya dinini kurdular, Kırım yakınındadır. Şimdi Kırım’da azdırlar, “Selah-ı Civit” denilen bir yerde çıkarlar. “Selalı” veya “sıla” diyoruz, “Yahudi Kayası” veya “Kalesi” anlamındadır. Dinin köküKara’dır, “oku” anlamındadır ve İbrani “Arınan” adının tam karşılığı “Bulut” olup şimdi “Karabulut” yapabiliyoruz. Yaptık ve şimdilik burada duruyorum. Devamı çok var. Lazı asacaklar, sehpaya çıkarmışlar, son sözünü sormuşlar, “Bu bana ders olsun” demiş, ben de “Olsun” diyorum. Bu, “Karabulut’a ders olsun” yollu ekliyorum. Devamını beklemesini tavsiye ediyorum. Bir, ben beştaş oynamıyorum.

İki, biz bu Cumhuriyet’i sokakta bulmadık. Hatırlatıyorum. (Pazar, 10 Nisan 2011) AHMET BİNBAŞI VAKASI (Pazar, 17 Nisan 2011) Eski dilimizde, bütün diller güzeldir, “ehl-i vukuf” diyorduk, ehl-i sünneti de biliyoruz, “sünni” olarak anlayabiliyoruz; önceki, vukuf sahibi, “vakıf’, bir bilen ve en nihayet “bilirkişi” demektir. Bilip bilmemek ise işe göre oluyor; şöyle, bir profesör ile ilgili bir ihtilafı bir asistana vermek, işi bilmez bir kişiye havale etmek ile özdeştir. Bir ordu tatbikatında bir ihtilal bulma işini, Ahmet Binbaşı’ya veriyorsak, bu, işi bile bile bir bilmez kişiye teslim etmekten farksızdır. Bu kadar değil, bu yolla, asıl, Ordu’yu teslim etmişoluyoruz, olduk. Güzel ve şimdi böyle bir dönemden geliyoruz, açıkça söylemek durumundayız, ”Ahmet Binbaşı Vakası”, bir dönem Yüksek Komutanlık’ın Beşiktaş Savcıları ile işbirliği içinde olduğuna işaret etmektedir, hiç kuşku duymuyorum, ”canlı” tanığı durumundayım. Geride kaldığına inanmaya hazırımve bu rahatlıkla yazabiliyorum.Şimdi Binbaşı Ahmet, Samanyolu ile Zaman’ın bülbülüdür.F. Gülen artıkAhmet Binbaşı’ya kalmış haldedir. Ve biz buradan çıkıyoruz. Askeri Mahkeme’de bir kere, Selimiye’de, bundan otuz yıl önce, “şeytana pabucunu ters giydirecek kadar” şeytan olduğum hükme bağlanmıştı. “Ergenekon” klasörlerinde de, “Allah, Yalçın Küçük’ü yaratmakla hata etti” hükmü var; “neymiş efendim”, Türkiye’ye bir şeytan yetermiş, ben fazla oluyorum. Bu kadar mı, bir zamanlar pek sevdiğim arkadaşım Ertuğrul Özkök de, Hürriyet’te, başyazısında, beni, en “deccal” ilan etti; demek, şeytan’ı kabule mecburum.

Üstelik artık bana hep öyle bakıyorlar, ben de şeytanca hareket ediyorum ve şeytanca yazıyorum. Geç kalmış itirafım işte budur. Anında, açık bütün televizyonlara çıkarak Ahmet Binbaşı’ya reddiyeler söylemiştim. Ordu’yu çok kınadım ve yine de az kınadığımı kabul ediyorum. Şimdi yeni bilirkişi raporu var, balyoz, Ahmet Binbaşı’nın başına inmiştir, Gülen’in düdükleri her gün biraz daha bozuk çalıyorlar. Yolun başındayız. Şeytanca bir işim daha oldu, ben 3 Kasım 2002 tarihinde olanları seçim değil hep darbe saydım, buraya dönmüyorum, kitaplarımda var. Bırakıyorum, bunun yerineHilmi Özkök’ü elime alıyorum, seçim günü oy verdikten sonra, uçağa binip Washington’a uçmuştu, bir sapmadır. Seçimler bizde hep kritiktir, yüksek görevliler hep görev başında kalırlar, Genelkurmay Başkanı Özkök uçtular, Washington’da bekleyenleri vardı. Ol tarihte ve daha sonra hep bu uçuş üzerinde durdum, şimdi çok iyi ettiğimi anlıyorum; “Ergenekon” davasının başlama tarihini buraya alıyorum. Wikileaks’deki Amerikan belgeleri de şüphe bırakmıyor, orada, Ordu’nun içini konuştuklarını anlıyoruz. “Biz hepimiz Ahmet’iz” ve “Biz hepimiz Hilmi’yiz”; Ahmet ile Hilmi’leri cami, “ağyarını mani” bir Ordu Savaşı’dır; Ergenekon işte budur. Wikileaks’e göre, Washington’da açılış tarihi 3 Kasım’dan hemen sonraya düşüyor ve düşürüyorum. Demek Ergenekon bir ”kazıma”, bir hendek savaşıdır, hiç şüphemiz yok, bir savaştır, bir ”iç savaş” diyoruz, İsrael ve Amerika bu savaşta taraf oldular. Gülen de taraftadır.

Şüphe edenler gaflet ve delalet tarafındalar. Demek, açılıyoruz. Bir de, bir parantez açabilir miyim, dışarda fazla hareket ediyor ve fazla konuşuyordum; şimdi okuma açlığımı hafifletebiliyorum. Burada okuduklarım arasında iki kitaptan söz etmek istiyorum, Doğu Perinçek’in “Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak?” ve Tuncay Özkan’ın “Bir Casusun İtirafları: Tuncay Güney”, her ikisi de pek zamanlı ve pek yararlıdır. Bu incelemede birlikte alınmalarını tavsiye edebiliyorum. Tuncay Özkan’ın çalışması Tunay Güney’in polis ifadelerine dayanıyor; emniyette bir tiyatro diyebilirim. Yer yer Brechtien müdahaleler var; bu sahnede Gülen polisleri çok fütursuzlar, bir kaygıları yok, göremiyoruz. Her aşamada dış güçleri duyabiliyoruz, mizansen var, hazırlar. Orgeneral Özkök, Washington’a uçabilir, hemen öncesine denk geliyor. Tuncay Güney’den sonra Hilmi Özkök uçuyor. Havalı’dır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir