Zeki Kanmaz – Bunlari Biliyor Muydunuz

Gerinmede, gevşeme amacıyla kollar yukarı kaldırılır, baş ve gövde arkaya eğilir, bacaklar gergin hale getirilir, aynı zamanda üst üste esnenir. Gerinme özellikle uykudan kalkıldığı zaman, bazen de sinirler yorulduğunda görülür. ‘Gerim gerim gerinmek’ rahatlık, mutluluk ve övünç duymak anlamında bir deyim olarak da kullanılır. Kaslarımız ‘aktin’ ve ‘miyosin’ denilen kimyasal moleküllerden yapılmış, iç içe geçmiş protein liflerinden oluşurlar. Hareket halindeki bir kasta bu iki molekül arasındaki bağların hep birlikte çalışmaları ile güç üretilir. Çalışmayan, dinlenme halindeki kaslarda ise bu bağlar tamamen kapatılmış değillerdir. Kaslarda hareket olmamasına rağmen, bu bağlar az bir miktarda da olsa kaslarda gerilim ve sertlik yaratırlar. Bu gerilim ve sertlik birdenbire ortaya çıkmaz ama dakikalar içinde gelişir ve maksimum noktaya ulaşır. Bu nedenle uzun zaman hareketsiz kaldığımızda vücudumuzda bir katılık, sertlik hissederiz. Atletler yarışa başlamadan önce çeşitli hareketler yaparak kaslarındaki sertliği gidermeye çalışırlar. Bu olay tıbben ilk olarak 1929 yılında Derrick Denny Brown tarafından incelenmiş ve ‘hareketsizlik katılığı’ adı verilmiştir. Daha sonra ‘thixotrapy’ adı verilen bu sertleşmede kasların harekete geçme kabiliyeti, hareketsiz kalma süresi uzadıkça azalmaktadır. Gerinme işte burada devreye girer. Gerinince kaslardaki katılık ve onun yarattığı gerilim geçici olarak azalır ve insana hoş bir duygu verir. Vücuda yapılan masaj ve diğer fizyoterapi uygulamalarında, vücudun gevşemesi ve rahatlık duyulması da bu mekanizma dolayısıyladır.


BAŞIMIZI ‘EVET’ ANLAMINDA NEDEN SALLARIZ? Dünyada bütün insanlar ‘evet’ veya ‘hayır’ derken başlarını da bir şekilde hareket ettirirler. Kabul etme veya etmeme düşüncelerini mutlaka bu baş hareketleri ile desteklerler, belli ederler. İstemsiz, bir nevi refleks olan bu hareketi, davranış bilimciler insanın bebeklik çağındaki meme emme içgüdüsüne bağlıyorlar. Yeni doğmuş bebeklerin görme ve işitme duyuları tam gelişmemiş olduğundan, acıktıklarında annelerinin göğüslerini ararlarken, süt emmeye istekli olduklarında başlarını öne eğip memeye yaklaşıyorlar, doyup artık meme emmek istemedikleri zaman ise başlarını iki yana sallayarak ağızlarını memeden uzaklaştırıyorlar. Uzmanlar bu davranış şeklinin ileride evet derken başı öne eğme, hayır derken iki yana sallama şeklinde yerleşip, devam ettiğini ileri sürüyorlar. Charles Darwin’den kaynaklanan ve en iyi açıklama olarak kabul gören bu tezin gözden kaçırdığı bir durum var. Akdeniz Bölgesi insanları evet derken başlarını öne eğiyorlar da hayır derken başlarını iki yana sallamak yerine geriye atıyorlar. Hatta bu arada dil ve damaklarıyla ‘cık’ diye bir ses çıkarıyorlar. Karadeniz’in batısında yaşayan bazı topluluklar ise tam tersini yapıyorlar; yani hayır derken başlarını öne eğiyorlar, evet derken iki yana sallıyorlar. Eskimolarda da evet yine aynı şekilde ama onlar hayır derken sadece göz kırpıyorlar. Yabancılar kendileri için şaka anlamına gelen bu göz kırpma karşısında Eskimolarla ilginç anlaşmazlıklara düşüyorlar. Davranış biçimleri ve kökenleri ile uğraşanların araştırma alanlarını genişletmeleri gerekiyor. Avrupa bebekleri meme emmek istemedikleri zaman başlarını iki yana sallarlarken, Akdenizliler niye arkaya atsınlar, Eskimolar niye göz kırpsınlar, bunun annenin giyiniş biçimi ve anatomisi ile bir ilişkisi olabilir mi acaba? HİNDİSTAN’DA NEDEN İNEKLER KUTSALDIR? Hindistan dünyada en çok büyükbaş hayvana sahip ülkedir ama bu kaynaktan yararlanılamamaktadır. Hinduculuğun başlangıcından beri inek Hindistan’da en kutsal hayvan olarak görülür. İstemeyerek de olsa ineğin öldürülmesi büyük bir günah sayılır.

Hindistan’da sokaklarda sıcaktan bunalmış, iyice hantallaşmış, bir deri bir kemik kalmış ineklere rastlanılması gayet doğaldır. İnekler cadde ve sokaklarda diledikleri gibi dolaşır, yaya kaldırımları üzerinde güneşlenir, tapınaklara girer, pazar yerlerini pislerler; kimse onlara ilişemez, hatta saygıyla selamlarlar. Toplumun bir kesimi açlık sınırındayken, ineklere gösterilen bu ayrıcalık dışarıdan gelenlere anlamsız gelebilir ama bunun ardında sadece dinsel inançlar değil, hayati gıda maddelerini koruma içgüdüsü de vardır. İneğin önemi, beş ürünü, yani süt, peynir, tereyağı, dışkı ve idrarını insanlığın yararına sunmasıydı. Dışkı tezek gibi yakacak olarak, idrar ise tedavi amaçlı kullanılıyordu. Bu mükemmel hayvanı kesip, bir kerede etini yemektense, ürünlerinden daha uzun sürede ve pek çok insan tarafından faydalanılabilirdi. İneği temsil eden bir Tanrı da olmadığından, ineğin bizzat kendisine saygı gösteriliyordu. İneği kesmek Tanrı’yı öldürmekle eşitti. Bugünkü Hindistan nüfusunun çoğunluğu Hindu’dur. Hinduculuk belirli bir kurucusu olmayan, ‘Veda’ isimli ilaheler ve şiirleri esas alan, çeşitli ırktan ve kültürlerden insanların dinsel inanç ve uygulamalarını içinde eriten, çok tanrılı, karmaşık ama sürekliliği olan bir dindir. Başlangıcı milattan önce 1500 yıllarına kadar uzanan Hindu dininde birçok Tanrı’ya tapılır ama en üstteki ilahi güç ‘Brahman’dır. Brahman’a ulaşmak çok zor, ancak rahiplerin yapabilecekleri bir iş olduğundan, sıradan insanların tapabilecekleri ikincil Tanrılar da vardır. Bütün canlıların ruhları olduğuna inanan Hindular, ölümden sonra tekrar dünyaya gelineceğine, bir önceki hayatını uygunsuz biçimde geçiren bir ruhun, hayvan vücudu içinde yeniden doğabileceğine inanırlar. Birçoğu bu nedenle sadece bitkisel besinlerle beslenirler. Bütün hayvanlara büyük saygı gösterirler.

Tarih boyunca, gerek ‘kast’ denilen keskin sınıfsal yapısı içinde, gerekse geniş alana yayılmış nüfus içinde ineklere davranış biçimi çeşitli farklılıklar göstermiştir. Bir aralar inekler Tanrılara kurban bile edilmişlerdir. Ancak Hint yarımadasında doğup, bütün Asya’ya yayılmasına rağmen, Hindistan’da pek gelişemeyen Budacılığın etkisiyle hayvanları kurban etmenin vahşice olduğu fikri önem kazanıp, tüm hayvanların öldürülmesi bu sefer kesinlikle yasaklanmıştır. Bu zamanlarda tüm canlılara gösterilen saygı o hale gelmiştir ki; meyve kurtlan bile meyveler yenilmeden önce çıkarılıp, azat edilir olmuşlardı. Tüm bölgeye yayılmış olan bu vejetaryenlik sonraları yine gevşedi, keçi ve balık yenilmeye başlandı ama inek ayrıcalıklı yerini hep korudu. 1857’de bölgedeki İngilizler tüfeklerinin namlularını bir yağ ile siliyorlardı. Buna Hindulardan büyük tepki geldi. Kullanılan yağın ineklerden elde edildiğini sanıyorlardı. İngilizler bunun domuz yağı olduğunu açıklayınca, tepki bu sefer de Müslümanlardan geldi. İki toplum ilk defa birlikte aynı şeye tepki göstermişlerdi. CEKET KOLLARINDAKİ DÜĞMELER NE İŞE YARAR? Erkek ceketlerinin kollarında bol miktarda küçük düğmeler vardır. Bu düğmeler ön düğmelerle aynı renkte ama daha küçüktürler. Yani ceketin düğmelerinden biri kopup kaybolduğunda yerine bunları kullanamazsınız. Esas düğmelerden bir tane de yedek vermeyi çok gören imalatçılar, işlevi olmayan bu düğmeleri kollara sıra sıra dizmeyi pek severler. Ceket kollarındaki bu işe yaramayan düğmeler eski kullanım şeklinden kalmadır.

O zamanlar insanlar günümüzde gömleklerde olduğu gibi ceket kollarının bileklerini sıkı sıkıya kapatmalarını istiyorlardı. Bu nedenle ceket kolları bol düğmeli yapılıyor, giyip çıkarılırken düğmeler çözülüp ilikleniyordu. Artık ceket kolları iliklenmiyor ama moda ne kadar değişirse değişsin, ceket kollarındaki düğmeler yerlerini koruyorlar. Pardösü ve paltoların arkalarında, bel hizasında bulunan ve bir işlevi olmayan düğmeler de insanların atla seyahat ettiği zamanlardan kalmadır. Giysinin arka yırtmacı üzerinde ve daha aşağıda bulunan düğmeler, insanlar yürürken veya ata binerlerken rahat hareket edebilmeleri için yırtmacı açıp kapamaları amacıyla konulurdu. Günümüzde bu düğmeler de yırtmaç olsun olmasın, birer süs olarak palto ve pardösülerde yer alıyorlar. ARILAR NEDEN VIZILDAR? İletişim kurmak için. Arılar hareketleri ve ‘dansları’ gibi, vızıltılarını da bilgiyi iletmek için kullanırlar. Arılarla ilgili on farklı ses tanımlanmış ve bazıları belirli faaliyetlerle ilişkilendirilmiştir. Bu kullanımlardan en belirgini, kovanı soğutmak için yapılan ‘yelpazelemedir’. Saniyede 250 vuruşla uzun ve durağandır, kovanın kendisi bu sesi daha da güçlendirir. Arılar ayrıca tehlikeyi haber vermek için daha yüksek sesle vızıldarlar (bir kovana yaklaşırsanız, ses tonundaki değişimi fark edersiniz.); ‘tehlike geçti’ işaretini verip, kovanı yatıştırana kadar saniyede 500 vuruşluk bir dizi gerçekleştirirler. Son zamanlara kadar başlıca teori, yanlarında bulunan 14 (‘solunum deliği’ denen) nefes alma deliğini (aynen bir trompetçinin enstrümanının sesini dudaklarıyla kontrol etmesi gibi) ses çıkarmak için kullandıklarıydı. California Üniversitesi’ndeki böcekbilimciler bu delikleri dikkatlice kapatarak, bu teorinin yanlış olduğunu ispatladı.

Delikler kapatıldıktan sonra da arılar hâlâ vızıldıyordu. En son hipotez ise vızıldamanın kısmen kanatlardaki titreşimden kaynaklandığı ve göğsün bu sesi biraz güçlendirdiği yönünde. Bir arının kanadını koparmak sesin şiddeti ve yoğunluğunu değiştirse de vızıldamasını durdurmaz. ŞARAP NASIL YILLANIR? NİÇİN YILLANDIKCA GÜZELLEŞİR? Dünyanın çeşitli yerlerinde yetiştirilen üzümlerin renkleri de çok çeşitlidir. Şarap yapımında kullanılan üzümlerin renkleri iki ana gurupta toplanır. Sarı ile yeşil arasında rengi olanlara beyaz üzüm, kırmızı ile mavimsi siyah renk arasında olanlara siyah üzüm denir. Kırmızı şaraplar siyah üzümden yapılırken, beyaz şarapların da sadece beyaz üzümlerden yapıldığı bilgisi doğru değildir. Burada önemli olan üzümün kabuğudur. Kırmızı üzümü olduğu gibi kullandığınızda kırmızı şarap elde edersiniz. Kırmızı veya beyaz fark etmez, tüm üzümlerin kabuklarını soyduğunuzda ise sonuçta beyaz üzüm elde edersiniz. Yıllanma terimini bütün şaraplar için kullanmak yanlıştır. Eğer şarap ileride yıllandırılacağı düşünülerek imal edilmişse bu gerçekleşebilir. Diğerlerinde şarabı özellikle sofra şarabını yıllarca saklamak ona değer kazandırmaz. Yıllandırılabilen şaraplar çok seçkin bir tür kırmızı şaraplardır. Dünyada üretilen bu tür şarapların ancak yüzde 5´i yıllanmaya uygundur.

Şaraplar genellikle meşe ağacından yapılmış varillerde dinlendirilirler. Sonra şişeye alınanlar şişelerinde de 20 yıl kadar bekletilirler. Yıllanma hızı şişenin içinde varillere göre daha düşüktür. Şaraplar varillerden alındıklarında tatları biraz tatlı olabilir. 6 ay beklenilirse mayhoş olmaya başlayabilirler. Tekrar yumuşak, hoş ve tatlı hale dönüşmeleri için en az 5 yıl daha beklemek gerekir. Kırmızı şaraplarda yıllandıkça oluşan bu gelişmenin sebebi üzümün kabuğu ile birlikte imal edilmeleridir. Üzümün kabuğunda tanin adı verilen bir kimyasal bileşim vardır. Başlangıçta şarabı etkilemeyen tanin molekülleri zamanla birleşerek daha büyük moleküller oluştururlar ve yıllanmış şarabın oluşmasını sağlarlar. Küçüklerin birleşerek büyükleri oluşturmalarına kimya dilinde polimerizasyon deniliyor. Eğer bir daha bu tip bir şarap siparişi verirseniz ve ilk tattığınızda ‘ah, çok iyi polimerize olmuş’ derseniz, çevreye bir şarap uzmanıymışsınız izlenimini verebilirsiniz. Şarabın içinde oluşan kimyasal reaksiyonlar bu kadarla da bitmiyor. Etil alkol ile tartarik asidin dengeye gelmesi 13 yıl alıyor. Yani iyi bir yıllanmış şarap en az 20 yılda ortaya çıkıyor. İyi bir yıllanma için öncelikle şarap, ısı değişimlerinden, doğrudan gelen ışıktan ve titreşimlerden korunmalıdır.

Bunun için şarabın, karanlık bir yerde, serin bir ortamda, tercihen 12 derecede ve yatık olarak kalması gerekir. Şişenin mantarının kurumaması, şarabın hava almaması için ortam biraz da nemli olmalıdır. Şarabı teknolojinin imkânlarını kullanarak, şişedeki oksijeni alıp, ısıtarak çok daha süratli yıllandırmak mümkün. Ancak şarap üreticileri bunu, tüm işlemleri, özellikle ısıtma süresini kontrol bakımından çok riskli buluyorlar. Bu tip üretimi meslek ahlâkı bakımından da doğru bulmuyorlar. GÖZ ÇAPAKLANMASI NEDEN OLUR? Gözyaşının göz kapakları arasında uzun süre kalarak kuruması nedeniyle çapaklanma olabilir. Genellikle uykudan uyandığımız ilk zamanlarda olan bu durum normaldir. Ancak çapaklanma gün içerisinde de rahatsız edici şekilde devam ediyorsa, mutlaka bir göz hekimine müracaat etmek gerekir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir