Zeki Sarıhan – Mehmet Akif

Felsefeci ve eğitimci Mehmet Emin Erişirgil, 1 956’da basılan Mehmet Akiflislamcı Bir Şairin Romanı adlı kitabının önsözünde Akif hakkında bir kitap yazmayı düşündüğünde, bazı dostların “A birader buldun buldun da bu softayı mı buldun?” der gibi tuhaf tuhaf yüzüne baktıklarını anlatır. Erişirgil, çok haklı olarak, birbirine hiç benzemeyen Tevfik Fikret, Prens Sabahattin, Ziya Gökalp, Mehmet Akif iyice bilinmedikçe o devrin fikir tarihinin yazılamayacağını, Meşrutiyet fikir tarihi bilinmedikçe de çok zaman Cumhuriyetteki genel düşüncelerin kaynaklarını ve nedenlerini göstermenin mümkün olmadığını anlatıyor. Erişirgil, Mehmet Akifi softa sayarak yobazların eline önemli bir bayrak verildiğinden de yakınmaktadır. Erişirgil’in gerekçeleri, aradan geçen 40 yıl sonra da ana hatlarıyla geçerliliğini koruyor. Benim Mehmet Akif hakkında bir araştırma yapmamın güncel bir nedeni de oldu. 1979 yılının 8 Ağustos günü yeni öğretim yılına açılış töreninde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde İstiklal Marşı söylenirken bir grup öğrenci ayağa kalkmadı. Kalkan arkadaşlarını da ceketlerinden, eteklerinden çekiştirerek oturtmaya çalıştı. Aynı öğrenciler, İstiklal Marşı bitince ayağa kalktılar ve Enternasyonal Marşı’nı söylediler. Konu gazetelere yansıdı ve gazeteler haftalarca bu olayı tartıştı. Parti başkanları demeçler verdi. Köşe yazarları görüşlerini belirttiler. Bunların büyük çoğunluğu İstiklal Marşı’na saygı duyulması gerektiğinde birleşirlerken, ODTÜ’de dağıtılan ve panolara asılan bildirilerde MarŞ “gerici, ırkçı” ilan edildi. Onun karşısına Enternasyonal Marşı çıkarıldı. İşin ilginç yanı, İstiklal Marşı’na saygısızlık, yalnızca bir grup sol öğrenciden geliyor değildi. O günlerde dinci bir partinin Konya’da düzenlediği bir mitingde büyükçe bir grup, İstiklal Marşı söylenirken “ezan isteriz” diye yere oturdu. Benzer bir olay Kayseri’de Cumhuriyet Bayramı’nda da tekrarlandı. ODTÜ olayının ardından, Türkiye Gerçeği dergisi, Kurtuluş Savaşı üzerinde çalıştığımdan olacak, benden İstiklal Marşı ve Mehmet Akif hakkında bir araştırma istedi. İstiklal Marşı, gerici, ırkçı bir marş mıydı? Mehmet Akif kimdi? Neler yazmış, neler söylemişti? 38 dergi sayfası tutan ve Ekim 1979’da yayımlanan “Mehmet Akif ve İstiklal Marşı” adlı o makaleyi yazabilmek için Akif hakkında döneminin kaynaklarına da inerek bir araştırma yaptım. Daha sonra çalışmayı genişleterek 1 983’te bu kitabı tamamladım. Fakat, kitap hacimli olduğu için yayımlanamadı. Mehmet Akif kitabı, beklemek üzere rafa kaldırıldı ve ancak araştırmadan küçük başka bir kitap çıktı: İstiklal Marşı’nın tarihini ve anlamını anlatan bir kitaba ihtiyaç vardı. Müsvettedeki İstiklal Marşı ile ilgili bölümü genişleterek yazdığım Vatan Türküsü (istiklal Marşı’nın Tarihi ve Anlamı) adlı 96 sayfalık kitap 1984’te yayımlandı. Bu kitabın, 9 her hafta öğrencilerle birliktb İstiklal Marşı söyleyen öğretmenlere, Marş hakkında az çok bir bilgi toplamaya çalışan liseli öğrencilere yararlı olduğunu umuyorum. Ne var ki, kitap İstiklal Marşı’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi marşı olduğunu 1982 Anayasası’na yazan yönetimin hoşuna gitmedi. O, bir suç kanıtı olarak Mamak’taki Sıkıyönetim Savcılığı’nda görüldü. Kitabı öğrencilere ulaştırdığı gerekçesiyle bir okulda üç öğretmen idari soruşturma geçirdi, üçü de uzak okullara sürüldüler. Biri meslekten istifa etmek zorunda kaldı. Yönetim, İstiklal Marşı hakkında kalıplaşmış birkaç cümle ve kendi yorumundan başka bir görüş genişliğine dayanamıyordu. Mehmet Akif kitabının yayımı, 1996’da Abdülhamit tartışmalarıyla yeniden gündeme geldi. Abdülhamit de İslamcıydı, Mehmet Akif de. Fakat Mehmet Akif, İkinci Abdülhamit’in iblise rahmet okutturduğunu söyleyecek kadar ondan nefret ediyordu. İslamların Halifesi VI. Mehmet Vahdettin’le onun Şeyhülislam; Kuvayı Milliye önderleri hakkında idam fermanları ve fetvaları verirken, Mehmet Akif, o Kuvayı Milliyecilerle birlikte çalışıyor, Anadolu’da cami cami gezerek halkı emperyalizme karşı dövüşmeye çağırıyordu. Bu kitaba rengini veren düşüncenin özeti şudur: Türkiye halkı, bağımsızlık ve demokrasi için mücadelesinde, geçmişin bütün olumlu mirasını kavramak, devralmak ve benimsemek, olumsuzlukları ise elemek zorundadır. Aksini düşünmek en hafif bir sözcükle “çocukluk” olarak nitelendirilebilir. Günümüzde, böyle bir sapmaya ve saplantıya sıkça rastlanıyor. Bir yandan, küreselleşme, globalleşme, Yeni Dünya Düzeni kavramları altında çokuluslu şirketler; iç pazarı bütünüyle ele geçirmek ve bu pazarda istedikleri gibi at oynatmak için bağımsızlık düşüncesini yok etmeye, dolayısıyla mazlum bir halkın ayaklanarak elde ettiği kazanımları teker teker geri almaya çalışırken, diğer yandan sol adına, bu kazanımları, bağımsızlık mücadelesinin sembollerini küçümseyen anlayışlar görülmektedir. Dahası, emperyalizmle aynı hedefe ok atan ve bunu temel strateji haline getiren “sol” siyasi anlayışlar vardır. Bütün bu anlayışların halkın ezici çoğunluğundan onay alması düşünülemez. Çünkü yeryüzündeki bütün halklar gibi Türkiye halkı da hem sağduyudan bu kadar yoksun, hem de vefasız olamaz. Mehmet Akif’e itiraz eden küçük bir topluluk dışında hemen bütün bağnaz, şeriatçı, tutucu çevrelerin Mehmet Akifin İslamcı yanına sarılmış olmaları, onu, özledikleri bir gençliğe, bu açıdan örnek göstermeleri, Türk-İslam sentezcilerinin hemen her ilçede bir okula Mehmet Akif adını vermesi, Akifin halk için taşıdığı önemi bize unutturmamalıdır. Aklın ve emeğin egemen olduğu bir sosyal ve politik düzende Akifin alanlarda heykeli bulunacaktır ve onun önünden geçenler şöyle düşünecektir. “Ona çok şey borçluyuz. Emperyalizmle dövüşmüş bir adamdı. Sosyal düzen açısından geri görüşler de taşıyordu ama bunları çoktan aştık … ” Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra, Kemalist devrimin İslamcılarla arayı tamamen açtığı, Mehmet Akifin kendi kendini Mısır’a sürgün ettiği yıllarda bile Kemalizm, Akif hakkında hemen hemen bu tutumu almıştır. Onun yazdığı İstiklal Marşı’nı değiştirmemiş, Kur’an çevirisi konusunda ondan yararlanmak istemişti. Onun İslamcılığına temelden karşı olan Kemalist yazarların çoğu, 1936’da öldüğü zaman, İslamcı yanını beğenmedikleri halde bu bağımsızlık savaşçısından saygıyla söz etmişlerdir. İstiklal Marşı söylenirken ayağa kalkmayan öğrencilerin kuşkusuz emperyalizme karşı bağımsızlık diye bir davaları vardı ve bağımsızlığı gür bir sesle haykıran bir marşa sahip çıkmak, Türkiye’yi yönetenlerden önce onların hakkıydı. Onlar, bu haklarını kullanmamak gibi bir hata işlemişlerdir ve Marş’ın savunmasını, Kuvayı Milliye düşünce10 sinden bütünüyle uzaklaşmış, Türkiye’yi boğazına kadar borca sokarak ekonomik ve siyasi bakımdan bağımlı hale gelmesinde sorumluluk sahibi olanlara bırakmışlardır. 1970’li yılların sonunda İstiklal Marşı ve Mehmet Akifin bağımsızlıkçı yönünü savunmak gerekli idiyse, 1990’lı yılların sonuna doğru bu çok daha büyük bir ihtiyaç halindedir. 1983’te tamamlanan çalışmada Akifle ilgili 57 kitaba işaret edilmişti. Bu kez kitap dizgiye gönderilmeden önce, bu tarihten sonra yayımlanan kitapları taramak gerekliydi. Son 16 yılda yayımlanan kitapların sayısı, 1936-1983 arasındaki 47 yıllık sürede yayımlananlara yakındır. Türk-İslam felsefesi Türk devletinin nerdeyse resmi ideolojisi olduktan sonra, Akif hakkındaki yayınların hızla arttığını görüyoruz. Akif, resmi gericiliğin bir siperi haline getirilmiştir. 1986 yılı, ölümünün 50. yılına rastlıyordu. Bu tarihi vesile yaparak, devlet ve İslamcı kuruluşlar kolları sıvamışlar, her tarafta bir “Akifçilik” başlatmışlardır. İşin ilginç yanı, bu dönem, Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığının iyice perçinlendiği bir dönemdir. Akifi kendilerine bayrak edinenlerin, onu gençliğe örnek gösterenlerin emperyalizmle mücadele diye bir programları yoktur. Mehmet Akifin Küfe’si, Seyfi Baba’sı gibi Çanakkale Şehitlerine destanı, istiklal Marşı da, bu dışarıya bağımlı gericiliğin yapısında dolgu malzemeleri olarak kullanılmaktadır. Aynı zamanda gericilik, Akifi kullanarak Türkiye’nin aydınlanma devriminden öç almaya çalışmaktadır. Şurası kesindir ki, resmiyetin 1980’li yıllarda ve bugün kullandığı Atatürkçülük, 1920’li, l 930’lu yılların Kemalizminden ne kadar uzak, hatta ona ne kadar zıtsa, bugün Akifi kullananlar da, Meşrutiyet dönemi, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Akiften o kadar uzaktırlar. Şimdiki Akif yazarları arasında, onu yalnız Abdülhamit’le değil, Vahdettin, Damat Ferit ve Ali Kemal’le bile barıştırmaya çalışanlar vardır. Buraya kadarki anlattıklarımızdan, bu kitabın bir edebiyat incelemesi olmadığı anlaşılmış olmalı9ır. Ancak onun edebiyat araştırmacıları için de bir kaynak olacağı kanısındayız. Mehmet Akifle ilgili kitapların bir çoğunda üstünkörü bilgilere dayanıldığı için yapılan yanlışlar, bu kitabın dipnotlarında gösterilmiştir. Mehmet Akifi yapabildikleri kadar sağa çekmeyi meslek edinenler, onunla ilgili yazılarda ve kitaplarda tahriflere bile başvurmuşlardır. Kullandıkları yöntemlerden biri de gerçeği gizlemektir. Onun Kurtuluş Savaşı yıllarında Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda, emperyalizme karşı Bolşeviklerle işbirliği yapılması gerektiğini belirten kısımların bilerek atlanması ve yok sayılması bunun bir örneğidir. Bu çalışmanın temel özelliği ise “fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmak” anlayışına yaslanmış olmasıdır. Bu nedenle, Akifle ilgili hiçbir temel olgu atlanmamış, Akifin dünya görüşünün tam olarak belirebilmesi için hemen bütün yazı ve şiirleri ele alınmış, bunlardan karakteristik kısımlar sunulmuş, diğer kısımları ise en azından özetlenmiştir. Araştırmada, hemen bütün temel kaynaklar gözden geçirilmiştir. Akifi başyazar olarak takdim eden ve 1908’de yayımlanmaya başlayan Sıratı Müstakim, onun devamı olan Sebilürreşat, bütün bir Kurtuluş Savaşı basını, Aki�in milletvekili olarak bulunduğu ilk TBMM’nin Zabıt Cerideleri, Safahat’ın ilk baskıları bunlar arasındadır. Mehmet Akifin eksen olduğu bu tarih çalışması, bize tarihe nasıl bakmamız gerektiği konusunda da bir gerçeği hatırlatıyor: Her sınıf ve ideoloji, değişmez bir tarih değil, güncel ihtiyaçlarından kaynaklanan bir tarih yazıyor. Sonra bu tarih, ihtiyacına el vermez olunca yenisini kaleme alıyor. Mehmet Akif hakkında yazılan bütün yapıtlarda da bu gerçek kendini belli ediyor. 11 Siyasi akımların tarih dönemeçlerinde üstlendikleri rol değişebiliyor. İslamcılığın, Akifin sözcüsü olduğu kolu, Kurtuluş Savaşı yıllarında emperyalizme karşı mücadelede olumlu bir rol oynamışken, savaştan sonra toplumsal bir devrimin önüne dikilerek bütünüyle olumsuz bir rol üstlenmiştir. l 950’li yıllarda yeniden yayımlanmaya başlanan Sebilürreşat dergisinin çizgisi ise dışardan beslenen Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne benzemektedir. Milliyetçi-laik Kemalist önderliğin, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Akifin temsil ettiği İslamcı-yurtseverlikle birleşmesi, onun emperyalizme karşı birleşilebilecek hiçbir kuvveti ihmal etmediğini gösteriyor. Önderlik, böyle bir anlayışa sahip olmasaydı, kuşkusuz ki Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması tehlikeye girerdi. Bu geniş cephecilik anlayışı, başarıya ulaşmış hemen bütün ulusal ve sosyal devrimlerde görülmektedir. Bugünün ihtiyaçları açısından düşünülmesi gereken bir olgudur, gelecekte de zihinleri meşgul edecektir. Kitapta l 917’ye kadarki tarihler gösterilirken, bunların bugün kullanılmakta olan takvimdeki karşılıkları da gösterilmiştir. 191 Tde eski takvim 13 gün ileri alınarak bugünkü takvime uyarlanmıştı. Bu tarihten sonraki yayınlarda ay ve yılların bugünkü karşılıkları da köşeli ayraç içinde belirtilmiştir. Metinleri aktarırken yazım konusu da bir hayli güçlük çıkardı. Arap harflerinden uyarlanmış eski yazının yazımı bugünkünden farklıdır. Bundan başka, yeni yazıyla basılan Safahat’ta aruz kaygısıyla olacak, uzun ve ince okunan harflerin çoğu için inceltme ve uzatma imleri kullanılmıştı. Akiften alıntılar yapan yazarlar da değişik yazım yollarını seçmişlerdir. Bütün alıntı metinler için TDK’nın Yeni Yazım Kılavuz u’ndaki yazıma uyulmuştur. Şiirlerin anlaşılabilmesi için de her birinin sonuna gerektiğinde küçük bir lügatçe eklenmiştir.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir