Eylem Delikanlı, Özlem Delikanlı – Keşke Bir Öpüp Koklasaydım

Elinizdeki kitaba son noktayı koyduğumuzda tarih 27 Mayıs 2013’tü. Çalışmayı sonlandırmış olmamızın heyecanı bir yana, Türkiye, tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir sivil direnişe tanıklık ediyordu. Özellikle 31 Mayıs itibarıyla ivme kazanan ve Türkiye’nin birçok kentinde yankısını bulan Gezi Direnişi, yaşlısından gencine, sosyalistinden milliyetçisine ve antikapitalist Müslüman’ına kadar oldukça geniş yelpazede insanı bir araya getirdi. Umudun köreldiği, karamsarlığın kol gezdiği bir anda sokaklar, caddeler ve kentler “demokrasi” seslerinin yükseldiği ve milyonlar tarafından sahiplenildiği alanlar oldu. Direniş, ondan önceki hareketlerin hiçbirine benzemiyordu. Politik taleplerin yanı sıra, direnişçilerin heterojen yapısı, kendine has dili ve yaratıcılığı da Türkiye’yi bir anda dünyanın gündemine oturttu. KEŞKE BİR ÖPÜP KOKLASAYDIM projesi süresince üzerinde durduğumuz ve sorguladığımız başlıklardan biri “geleceğe dair umutlar”, bir diğeri ise 1980 öncesi yükselen devrimci hareketlerin Türkiye sol hareketine ve direniş kültürüne bir katkısı olup olmadığıydı. Her ne kadar Gezi Direnişi bunun bir tür yanıtı olmuşsa da görüşmecilerimizin yorumlarını o gözle okumak son derece ilginç olacaktır! Bu kitabın ana teması Türkiye’nin en zalim askeri cuntasının baskısını birebir yaşamış ailelerinin öyküleri olsa da bizi ve konuşmacılarımızı buluşturan ana eksen umuttur. Gezi Direnişi gösterdi ki umut, bugün milyonların da ardından gittiği yepyeni bir ülkenin adı olmuş. Bu çalışmayı hazırlama fikri son derece kişisel bir hikâyeden çıktı. Yaklaşık 2 yıl önceydi. Daha önce hiç bilmediğimiz bir 12 Eylül öyküsünü ilk kez annemizden duymuştuk. Biz 3 kardeş, Türkiye tarihinin en büyük öğretmen örgütlenmesi TÖB-DER’in yöneticisi ve devrimci hareketin içinde mücadele eden isimlerden biri olan babamızın 12 Eylül sonrası cezaevi süreciyle büyümüşken otuzlu yaşlarımızda annemizin de kısa süreli de olsa, öylesi bir süreçten geçtiğini öğrendik. Hiçbirimizin belleğinde yer almayan bir yaşanmışlıktı bu. Tepkilerimiz farklı oldu; şaşırdık, kızdık, üzüldük, hayal kırıklığı yaşadık, hırslandık, anlam veremedik, empati kurduk… Bunun neden bunca yıl anlatılmadığını anladıysak da 25 yıl sonra ortaya çıkması, ardından başka soruları da beraberinde getirdi.


Sonra bu duygularla baş etmenin en iyi yolunu yazmakta bulduk. Çünkü zaman değişmiş, hayat denen macera almış başını gitmiş ama bizim 12 Eylül Darbesi ile derdimiz bir türlü bitmemişti. İki kız kardeş birbirimizden habersiz başladığımız yazma serüvenini bir video konferans görüşmesinde paylaşınca çalışmayı birleştirmeye karar verdik. Birimiz annemizi diğeri de babamızı yazacaktı. Sonra düşündük ki; hesap sormanın bir yolu da karanlıktakini ortaya çıkarmak, birçoklarının gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadıklarını ortaya saçmaktır. Konuşmayı değerli kılan bir başka neden ise yakın tarihimizin bu en travmatik toplumsal dönüşümünü ve baskı rejimini tarihe not düşmek, cezanın yalnızca cezaevlerinde çürütülenlere değil, onların ailelerine ve daha genel çerçevede birebir topluma da kesilmiş olduğunu, kısacası, bu mahpusluk halinin dışarıda kalanlar için de oluşturulduğunu göstermek. Ayrıca Artvin’deki öğretmenin yaşadıklarından Siverek’teki öğrencinin çektiklerine Türkiye’de eşi, sevgilisi, kardeşi, çocuğu, annesi, babası işkence tezgâhlarından geçirilmiş, zindanlarda tazecik geleceği karartılmışların yakınlarına, arkada kalanlara ses vermek. Bunu yapmaktaki amacımız gidenin, hapsedilenin, katledilenin yaşadıklarını ikinci plana atmak değil aksine topluma reva görülenin yalnızca giden nezdinde kalmayıp nasıl geneli sarmaladığını ve özellikle kendi jenerasyonumuzun nasıl hasar görmüş, yaralanmış bir ruh ve bakış üzerinde yükseldiğini göstermek. 12 Eylül için tarih sayfalarına not düşerken verdiğimiz canların yanında onların arkalarında bıraktıklarının da izini düşmek bir borç gibi görünüyor bize.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir