Eric Frank Russell – …Ve Sonra Hiç Kalmadı

Savaş gemisinin çapı iki yüz kırk metre, boyu ise bir buçuk kilometreden biraz fazlaydı. Böyle bir kütle büyük bir yer tutar ve indiği yerde büyük bir çukur açar. Bu gemi de tarlanın birini baştan başa, ötekini de yarısına kadar kaplamıştı. Ağırlığıyla altı metre derinliğinde kalıcı bir iz bırakmıştı. Gemide üç ayrı sınıfa ayrılabilecek iki bin kişi vardı. Uzun boylu, ince, kırışık gözlü olanlar mürettebattı. Kırpık saçlı, gıdılı çift gerdanı olanlar askerlerdi. Ve nihayet ifadesiz yüzlü, dazlak ve miyop olanlarsa bürokrat makulesiydi. İlk sınıftan olanlar bu dünyaya, bir gezegene bir sonrakini ele geçirmeden önce aceleyle göz atıveren birinin profesyonel ama mesafeli ilgisiyle bakıyordu. Askerler yoğun bir küçümseme ve sıkıntı karışımıyla bakıyorlardı. Bürokratlar ise soğuk bir otoriteyle gözlüyorlardı. Yani herkes aklı erdiğince… Bunlar yeni dünyalara alışıktılar. Düzinelercesiyle başetmişler, bunu sıradan bir iş haline getirmişlerdi. Yapmaları gereken, çok alışılmış, kolay çalışma tekniğinin tekrarından başka bir şey değildi; ama bu defaki farklıydı: Başları beladaydı ama bunun farkında değillerdi. Gemiden çıkışlar sıkı bir biçimde kıdem sırasına bağlıydı.


Önce İmparatorluk Büyükelçisi geliyordu. İkinci olarak, savaş gemisinin kaptanı. Üçüncü, kara kuvvetleri kumandanı, dördüncü, kıdemli kamu görevlisi. Sonra da tabii, aynı sırayla daha küçük rütbeliler geliyordu: Ekselanslarının özel sekreteri, geminin ikinci kaptanı, kuvvet komutan vekili, sondan bir önce de divite uç takan. Kıdemler giderek küçülüyor, bir başka rütbe, sonra bir başkası geliyordu. Ta ki sadece Ekselanslarının berberi, ayakkabı boyacısı ve uşağı, alt A.U. (Adi Uzaylı) tabakasına mensup mürettebat, erler ve kadrolu olup kendilerine ait bir masaya sahip olacakları günün hayalini kuran birkaç geçici mürekkep hokkası doldurucusu kalana kadar… Bu sonuncu şanssızlar grubu geminin temizlenmesi ve sigara içmekten kaçınılması için emirle gemide kalıyorlardı. Bu dünya, yabancı, düşman ve çok iyi silahlanmış olsaydı, Kutsal Kitap’taki sonuncunun birinci ve birincinin sonuncu olacağına dair vaat örnek alınabilir ve çıkış sırası tersine döndürülebilirdi. Resmen yeni olsa da bu gezegen gayri resmi olarak yeni değildi ve elbette yabancı değildi. İki yüz ışık yılı öncesinin tozlu dosyalarında ve Defteri Kebirlerde gizli bir rakam olarak kaydı vardı. Ve hasadı gecikmiş olgun “meyva” olarak sınıflandırılmıştı. Başka yerlerde daha da olgunlarının mevcut oluşu nedeniyle bunun hasadında hayli geç kalınmıştı. Kayıtlara bakılırsa, bu gezegen Büyük Patlama’nın hemen ardından oluşan çok çeşitli dünyaların en dış kenarındaydı. Her okul çocuğu Büyük Patlama’yı bilirdi.

Atom enerjili roketlerin yerini Blieder enerjili roketler aldığında, insan kitlelerinin şiddetle kendi sistemlerinden fırlayarak uzaya yayılmalarına verilen gösterişli addan başka bir şey değildi bu ve gerçekten de evreni emirlerine amade kılmıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir