Philip K. Dick & Isaac Asimov – Gizli Göz

Esrarengiz şeylerle karşılaşanlar tarafından anlatılan başdöndürücü olaylara hazır olun! Isaac Asimov’un “Çalan Çan”ı, takipten kurtulmayı esrarengiz bir şekilde beceren bir Ay katiliyle, sonunda onu alaşağı edebilecek uzmanlığa sahip olan bir bilim adamının özelliklerini çizer. Donald Westlake’in “Kazananın da, uğursuz bir gelecekte, çok değişik bir suçlunun, “gardiyan” adı verilen çirkin bir düzeltici aletle çarpışmasına şahit olacaksınız. “Zamanlamalı Pozlar”da Wilson Pucker bizi, silahların yasaklandığı yakın geleceğe götürüyor ve Sergeant Tabbot gibi polislerin buralarda sıradışı resimler çekebilecek makinalar kullandığını öğreniyoruz. Philip K. Dick’in “Savaş Oyunu”, Jüpiter’in en büyük uydusu olan Canymed’den gelen esrarengiz bir nesnenin arkasındaki anlamı çözmek zorunda kalmanın hikayesini anlatıyor. GİRİŞ Geniş bir şekilde ele alındığında, ilk dedektif hikâyesi olan Edgar Allan Poe’nun “The Murders in the Rue Morgue” (Morgue Sokağı Cinayeti) cinayet öykülerinden bu yana, cinayet ve kurgu yıllardan beri el ele gitmektedir. Aslında, bir şey bu klasik hikâyenin ilk spekülatif cinayet kurgu romanı örneği olmasını sağlamış olabilir: Kilitli oda katillerini araştırırken, okuyucu, iki kadını öldüren ne olursa olsun insan olamaz diye düşünür. Peki o halde neydi? Birisi odada kurbanlarla beraber neyin olabileceğini düşündüğü zaman katilin ifşası heyecanını kaybeder. (Merak etmeyin hikâyeyi okumayanlar için her şeyi berbat etmeyeceğiz.) Şüphesiz bu, tüm bilim kurgu cinayetlerinin böcek gözlü canavarları konu edindiğini söylemek demek değildir. Genellikle, başka bir gezegenden gelen bir şeyden ziyade, en mesafeli ve yabancı olan, insanın ta kendisidir. Hayal gücü olan yazarlar, kayıtsızca, gelecekteki cinayetlerin nasıl işleneceğini ve aynı zamanda suçluların nasıl yakalanacağını tahmin etmeye devam ettikçe, spekülatif cinayet kurgu romanları yıllardan beri olduğu gibi varolmaya devam edecektir. Daha var olmayan teknolojinin icadıyla yazar, yâ Robert Silverberg’in sosyal terörizm hikâyesi olan “Kızdırmak”ta olduğu gibi cani için; ya da Willson Tucker’ın polisin yargılama usulünü yansıtan “Zamanlamak Pozlar”ında görüldüğü gibi dedektif için işleri kolaylaştırır. Toplum ne kadar ilerlemiş olursa olsun, hiçbir şey, iyi olan, eski moda tümdengelim dedektif mantığının yerini tutamaz ve bunu kimse büyük usta Isaac Asimov’un “Çalan Çan”ında yaptığından daha iyi vurgulayamaz. Louis Peyton, sürekli değişen ruh yapısındaki bir düzine tanıklık ve blöf çatışmasında, Dünya polisini tatmin ettiği yöntemleri asla açıkça tartışmadı.


Kuşkusuz, bunun için deli olması gerekir, ama daha rahat olduğu zamanlarında, yıkılmaz başarısının şansa değil yeteneğine bağlı olduğunun açıkça görülebileceği ve ancak ölümünden sonra açılabilecek bir vasiyet bırakma düşüncesine dalıyordu. Böyle bir vasiyette “Üzerine sorumlusunun izini biraz bulaştırmadığı bir suçu örtmek için yanlış hiçbir yöntem oluşturulamaz. Olaylarda zaten var olan yöntemi izleyip davranışlarınızı ona uydurmak daha iyidir” diyecekti. Bu Peyton’ın Albert Cornwell cinayetini planlarken hep aklında bulundurduğu ilkeydi. Çalıntı malların kısa süreli satıcısı Cornwell, Peyton’a ilk olarak gittiği Grinnells’daki tek kişilik masasında göründü. Cornwell’in mavi elbisesinin özel bir parlaklığı var gibiydi, solgun bıyığı, çizgili yüzündeki sırıtmasıyla kendine özgü biriydi… “Bay Peyton” dedi, müstakbel katilini hiçbir derin kaygı duymadan selamlarken; “Tanıştığımıza sevindim. Neredeyse vazgeçiyordum bayım, neredeyse.” Grinnells’dayken gazetesinin ve tatlısının üstüne gelinmesinden hiç hoşlanmayan Peyton, “Eğer benimle işin varsa Cornwell, beni nerede bulacağını biliyorsun” dedi. Peyton kırkını geçmişti, saçları eski siyahlığını kaybetmişti, ama duruşu sağlam, görüntüsü genç biriydi. Koyu gözleri ve ses tonuyla daha keskin olabilirdi. “Bunun için değil, Bay Peyton” dedi Cornwell, “Bunun için değil. Bir sır biliyorum bayım, bir sır… biliyorsunuz bayım.” Sağ elinin işaret parmağı, görünmez bir zili çalar gibi kibarca kıpırdadı ve aynı anda . sol eliyle kulağını kapattı. Peyton tele dağıtıcısından ötürü hâlâ nemli olan gazetesinin bir sayfasını çevirerek, katını düzeltti ve şöyle mırıldandı: “Çalan Çanlar?!” Cornwell acı bir fısıltıyla “Hşş, Bay Peyton” diye konuştu.

Peyton, “Benimle gel” dedi. Park içinde yürüdüler. Peyton’ın başka bir hareketi de, açık ortamda kısık sesli konuşmak gibi önemli bir sırrın olmadığıydı. Cornwell “Çalan Çan’ın saklandığı yer; onların yığıldığı bir zula. Cilasız, ama çok güzeller Bay Peyton.” “Onları gördün mü?” “Hayır, ama gören biriyle konuştum. Beni inandıracak delilleri vardı. Sizi ve beni varlık içinde emekli edecek kadar var. Sınırsız zenginlik bayım.” “Bu öteki adam kimdi?” Kurnaz bir bakış, Cornwell’in yüzünü göründüğünden daha karmaşıklaştıran, itici bir parlaklık veren bir meşale gibi aydınlattı. “Adam, Ay’daki krater yanlarındaki çanın bulunması için bir yöntem bilen bir hazine avcısıydı. Yöntemini bilmiyorum; bana hiç söz etmedi. Ama düzinelerce toplamış, Ay üstünde bir yere saklamış ve onları elinden çıkarmak için Dünya’ya gelmiş.” “Öldü sanırım?” “Evet, çok şaşırtıcı bir kazayla Bay Peyton. Yüksekten düştü.

Çok kötü. Tabii Ay üstünde yaptıkları yasal değildi. Dominyon izinsiz çan arama konusunda çok katı. Belki bu yüzden uygulanan bir yargıydı… Her neyse elimde bu harita var.” Peyton, yüzündeki sıcak ifadeyi koruyarak, “Küçük işinin hiçbir ayrıntısını öğrenmek istemiyorum. Benim merak ettiğim niye bana geldiğin” dedi. Cormvell, “Şey, ikimize de yetecek kadar var Bay Penton ve ikimiz de üstümüze düşeni yaparız. Ben zulanın yerini biliyorum ayrıca bir uzay gemisi bulabilirim.” “Siz de…” “Eee?” “Uzay gemisi kullanabilirsiniz ve çanları elden çıkarmak için harika bağlantılarınız var. Bu çok adil bir ortaklık Bay Peyton. Sizce de öyle değil mi?” Peyton yaşamını -hâlâ sürdürmekte olduğu yaşamını- bir gözden geçirdi ve durumu uygun buldu. “10 ağustosta Ay’a uçmaya başlarız” dedi. Cormvell duraksayarak “Bay Peyton, daha nisan ayındayız.” dedi. Peyton, aynı şekilde yürümeyi sürdürürken Cornwell’in yetişmek için hızlanması gerekiyordu.

“Beni duyuyor musunuz Bay Peyton?” Peyton “10 ağustos. Uygun zamanda sizinle irtibata geçer, gemiyi nereye getireceğinizi söylerim. O zamana kadar beni görmeye çalışmayın. İyi günler Cornwell” dedi. Cornwell “Yarı yarıya mı?” diye sordu. “Evet” dedi Peyton, “Güle güle.” Peyton tek başına yürümeye devam ederken yeniden yaşamını gözden geçirdi. Yirmi yedi yaşındayken, Kayalık dağlarının, üzerine eski sahiplerinden birinin, atomik savaş tehdidine karşı tasarlanmış sığınak olarak bir ev inşa ettirdiği arazi satın almıştı. Ev, hâlâ korkuyla kaçarken sığınılacak bir yer olarak duruyordu. Yalıtılmış bir nokta için, Dünya’da kolay bulunacak çelik ve betondan yapılmış, deniz yüzeyinden çok yüksekte kurulmuş ve hemen her yanından, daha yükseklere uzanan tepelerle korunuyordu. Kendi enerji kaynağı vardı, su ihtiyacı dağdaki kaynaktan sağlanabiliyordu. Ayrıca dondurucuların içinde bol miktarda et kolayca saklanabilirdi, mahzeni aç ve korkmuş ama hiç gelmemiş orduları defetmek için tasarlanmış arsenal silahlarıyla donatılmış bir kaleyi andırıyordu. Havayı temizlemek için radyoaktivite (insanlara yazık)’den başka bir şey kalmayıncaya kadar filtreleyecek kendi havalandırma düzeneği vardı. Peyton, uzun süreli bekâr yaşamının her ağustos ayını, bu hayatta kalma evinde geçirdi. İletişim araçlarını, televizyonu, tele-gazete dağıtıcısını çıkarmıştı.

Mülkünün çevresine bir güç alanı oluşturmuştu ve eve bulunduğu alanın esintili dağlarla kesiştiği yere kadar etkili, kısa menzilli bir sinyal mekanizması yerleştirmişti. Her yıl bir aylığına tümüyle yalnız kalabiliyordu. Onu kimse görmez, kimse ulaşamazdı. Yalnızca pek sevmediği diğer insanlarla on bir ay süren irtibatının ardından, tümüyle yapayalnız, değer verdiği tek tatili yaşıyordu. Polis bile -Peyton gülümsedi- onun ağustos hakkındaki katı tutumunu biliyordu. Bir kere kefalet ödemiş ve ağustosundan önceki psiko araştırmasını riske etmeyi göze almıştı. Peyton mirasının olası içeriğindeki bir özdeyişi daha düşündü: Masumiyet görüntüsü için, bir suçu işleme sırasının muzafferane eksikliği gibi bir sebep olamaz…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir