Robert Jordan – Zaman Çarkı #2 – Büyük Av

Ve gün gelecek, insanların yaptıkları yıkılacak ve Çağın Deseni’ne Gölge düşecek ve Karanlık Varlık, elini bir kez daha insanların dünyasına koyacak. Yeryüzünün ulusları, eskimiş kumaşlar gibi yırtılıp parçalanırken, kadınlar ağlayacak ve erkekler haykıracak. Hiç kimse ve hiçbir şey ayakta kalmayacak. Fakat Gölge’nin yüzüne, daha önce yeniden doğmuş olan ve sonsuza dek defalarca doğacak olan biri doğacak. Ejder yeniden doğacak ve yeniden doğuşunda haykırışlar ve diş gıcırtıları duyulacak. Ejder insanları kefen ve küllerle giydirecek ve tüm bağları kopartarak dünyayı yeniden kuracak. Hepimizi şafak gibi körleştirip doğuracak ve Yenidendoğan Ejder, Son Savaş’ta Gölge ile yüzleşecek ve kanı bize hayat verecek. Bırakın aksın gözyaşları, ey dünyanın halkları. Kurtuluşunuz için ağlayın. Ejder Kehanetleri, Karaethon Döngüsü’nden. Arafel Sarayı’nın Baş Kütüphane Memuru Ellaire Marise’idin Alshinn tarafından Üçüncü Çağ’ın Yeni Dönemi’nde 231 yılında çevrilmiştir. Kendisine, en azından bu yerde Bors diyen adam, kemerli odada kazların usul gevezelikleri gibi yankılanan mırıltıya burun kıvırdı. Ancak, yüzünü saklayan, odadaki diğer yüz çehreyi örtenlerle aynı olan siyah ipekten maske, yüzünd Kız zarafetle uzaklaşırken adam ürperdi ve fark etmeden kadehi dudaklarına yaklaştırdı. Kanını donduran şey, kıza yapılmış olan değildi. Artık hizmetinde olduğu kişilerde ne zaman bir zaaf saptadığını sansa, birinin bunu ondan önce düşündüğünü görmesi, farz edilen zaafın onu hayrete düşüren bir katiyetle kesilip çıkarılmış olduğunu keşfetmesiydi.


Yaşamının ilk kuralı her zaman zaaf aramak olmuştu, zira her zaaf yoklayıp, içine dalabileceği ve nüfuz edebileceği bir çatlaktı. Halihazırdaki efendilerinin hiçbir zaafı yoksa… Maskesinin ardında kaşlarını çatarak oda arkadaşlarını inceledi. Hiç değilse burada bol bol zaaf vardı. Gerginlikleri onları ele veriyordu, dillerine hâkim olacak kadar aklı başında olanları bile. Buradakinin duruşundaki bir katılık, diğerinin eteklerini tutuşundaki ani bir hareket. Tahminine göre aralarından en az bir çeyreği, siyah maskelerin dışında bir tebdili kıyafete zahmet etmemişti. Giysileri çok şey anlatıyordu. Altın ve kırmızı renkli bir duvar halısının önünde duran bir kadın, gri bir kukuletaya bürünmüş biriyle –erkek mi kadın mı olduğunu anlamak imkânsızdı– konuşuyordu. Kadın burayı, besbelli duvar halısındaki renkler kendi giysisini daha güzel gösterdiği için seçmişti. Dikkatleri kendi üzerine çekerek iki kat aptallık etmişti, zira çok fazla et sergileyen dekoltesi derin ve ayaklarındaki altın terlikleri örtmeyen elbisesi onun Illian’dan zengin, hatta belki de soylu kandan bir kadın olduğunu gösteriyordu. Illianlıya pek de uzak olmayan bir yerde başka bir kadın duruyordu, tek başınaydı ve takdir edilesi bir biçimde sessizdi. Kuğuyu andıran bir boynu ve belinin aşağısına inen parlak siyah saçları olan kadın, sırtını duvara vermiş, her şeyi gözlemliyordu. Bu kadında gerginlik yoktu, kendisine hâkimdi. Bu son derece takdir uyandırıcıydı, ancak bakır rengi teni ve kırık beyaz, yüksek boyunlu giysisi –elleri dışında hiçbir yerini ortaya çıkarmayan, ancak hafif saydam olduğundan her şeyi ima edip hiçbir şeyi göstermeyen– Arad Doman’ın ilk kanından olduğunu açık seçik belli ediyordu. Ve kendisine Bors diyen adam tahmininde tamamen yanılmıyorsa, sol bileğindeki geniş altın bilezik, soyunun simgelerini taşıyordu.

Bunlar kendi Evine ait olacaktı; hiçbir Domanlı Evinin kibri, başka bir Evin mühürlerini taşımasına izin vermezdi. Aptallıktan beter. Yüksek yakalı, gök mavisi bir Shienarlı paltosu giymiş bir adam, maskesindeki göz deliklerinden baştan ayağa, alıcı gözüyle baktı. Adamın tavrından asker olduğu belliydi; omuzlarının duruşu, bakışının asla uzun zaman bir yerde kalmaması ve elinin orada olmayan bir kılıca uzanmaya hazır görünmesi, tümü bunu ayan beyan belli ediyordu. Shienarlı kendisine Bors diyen adamla fazla zaman kaybetmedi; düşük omuzlar ve kambur bir sırt bir tehdit teşkil etmiyordu. Sağ elini yumruk yapıp şimdiden gözleriyle başka yerde tehlike arayan Shienarlı uzaklaşırken, kendisine Bors diyen adam bir homurtu çıkardı. Hepsini, sınıfına ve ülkesine kadar okuyabiliyordu. Tacir ve savaşçı, avam ve asil. Kandor ve Cairhien, Saldaea ve Ghealdan’dan. Her ulustan ve neredeyse her halktan. Burnu ani bir tiksintiyle kırıştı. Parlak yeşil pantolonu ve zehirli bir sarı paltosu içinde bir Tenekeci dahi vardı. Gün gelirse onlar olmadan yapabiliriz. Çoğu pelerinli ve örtülü olmalarına rağmen gizlenmiş olanlar da daha iyi değildi. Bir koyu renkli cübbenin altından, gözüne bir Yüksek Tear Lordu’nun altın, gümüş işlemeli çizmeleri, başka birinin altından da yalnızca Andor Kraliçesi Muhafız Alayı’nın yüksek rütbeli subayları tarafından giyilen altın aslan başlı mahmuzlar ilişti.

İnce yapılı bir adam –yere inen siyah bir cübbe ve sade bir gümüş iğneyle tutturulmuş şekilsiz, gri bir pelerinin içinden bile ince olduğu belli olan– derin başlığının gölgelerinin içinden izliyordu. Herhangi bir yerden gelmiş, herhangi biri olabilirdi… Sağ elinin baş ve işaret parmakları arasındaki zar üzerinde bulunan altı uçlu yıldız dövmesi olmasa. Demek ki, Deniz Halkı’ndan biriydi ve sol eline bir kez bakıldığında, klanı ve soyunun işaretleri görülecekti. Kendisine Bors diyen adam, denemeye zahmet etmedi. Gözleri birden kısılarak, parmakları dışında hiçbir yerini göstermeyen siyah bir giysiye bürünmüş bir kadına odaklandı. Sağ elinde kendi kuyruğunu ısıran yılan şeklinde bir altın yüzük vardı. Aes Sedai ya da en azından Aes Sedailer tarafından Tar Valon’da eğitilmiş bir kadın. O yüzüğü başka kimse takmazdı. Onun için ikisinin arasında bir fark yoktu. Kadın, izlendiğini fark etmeden başını çevirdi ve neredeyse aynı anda baştan aşağı siyahlara bürünmüş ve Büyük Yılan yüzüğü takmış başka bir kadın gördü. İki cadı, birbirlerini tanıyormuş gibi görünmüyordu. Beyaz Kule’de bir ağın ortasındaki örümcekler gibi oturuyor, krallar ve kraliçeleri oynatan ipleri çekiştiriyor, müdahale ediyorlardı. Topu ebedi ölümle can veresiceler! Dişlerini gıcırdatmakta olduğunu fark etti. Sayıların azalması gerekecekse –ve Gün’den önce azalmalıydı da– Tenekecilerden bile daha az özlenecek olanlar vardı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir