Robert Jordan – Zaman Çarkı #3 – Yenidendoğan Ejder

Ve yolları çok olacak. Ve adını kim bilecek; defalarca, farklı kisveler altında doğacak aramıza, tıpkı şimdiye dek yaptığı, bundan sonra da yapacağı gibi, sonsuz zamanda. Gelişi sabanın keskin tarafı gibi olacak, yaşamlarımızı sükûnet içinde yaşadığımız yerlerde saban izleri gibi tersyüz edecek. Bağları kıran; zincirleri ören. Gelecekleri inşa eden; kaderi çözen. Ejder Kehanetleri Üzerine Yorumlar’dan. Jurith Dorine, Almoren Kraliçesi’nin Sağ Eli, KS 742, Üçüncü Çağ. Pedron Niall’ın ihtiyar bakışları özel görüşme odasında gezindi, ama düşüncelerle puslanmış kara gözleri hiçbir şey görmedi. Bir zamanlar gençliğinin düşmanlarının savaş sancakları olan lime lime kumaşlar, taş duvarlara kaplanmış koyu renk ahşap panellerin üzerinde soluk renkleriyle pek dikkat çekmiyorlardı: Duvarlar burada, Işığın Kalesi’nin yüreğinde bile kalındı. Odadaki tek sandalye –ağır, yüksek sırtlı, neredeyse taht gibi– odaya dağıtılmış ve dekorasyonu tamamlayan birkaç sehpa kadar görünmezdi onun için. Zemindeki geniş tahtalara işlenmiş büyük güneş patlamasının üzerine diz çökmüş, hevesini zar zor zapt eden beyaz pelerinli adam bile o an için zihninden uzaklaşmıştı, ki pek az kişi onu bu kadar hafife alabilirdi. Niall’a getirilmeden önce Jaret Byar’a yıkanması için zaman verilmişti, ama hem miğferi, hem de göğüs zırhı yolculuktan dolayı matlaşmış, fazla kullanılmaktan yıpranmıştı. Karanlık, çökük gözleri, fazla etinin tamamı eriyip gitmiş gibi görünen yüzünde hararetli, telaşlı bir ışıkla parlıyordu. Kılıç takmıyordu –Niall’ın huzurunda kimsenin takmasına izin verilmezdi– ama tasmasının bırakılmasını bekleyen bir köpeği andırırcasına, şiddetin eşiğinde gibi duruyordu. Odanın iki ucundaki benzer şömineler içinde yanan ateşler uzun süren kışın soğuğunu uzakta tutuyordu.


Burası sade, asker işi bir odaydı aslında, her şey iyi yapılmıştı, ama güneş patlaması dışında hiçbir şey aşırı değildi. Odadaki eşyalar, Işığın Evlatları’nın Lord Kumandanı mevkisine yükselen adamla gelirdi; saf altından yapılmış alev alev güneş, ricacı nesilleri tarafından aşındırılmış, sonra yenilenmiş, sonra tekrar aşındırılmıştı. Amadicia’da herhangi bir mülkü, hatta o mülkle gelecek asalet unvanını almaya yetecek kadar altın. Niall on sene boyunca üzerinde yürümüş olsa da o altın hakkında uzun uzadıya düşünmemişti, tıpkı beyaz tuniğinin göğsüne işlenmiş güneş patlamasını düşünmediği gibi. Altın Pedron Niall’ın ilgisini pek çekmezdi. Sonunda gözleri haritalar, dağınık mektuplar ve raporlarla kaplı yanındaki masaya döndü. Yığının tepesinde üç gevşek rulo duruyordu. Birini gönülsüzce aldı. Hangisi olduğu önemli değildi; farklı ellerden çıkmış olsalar da hepsi aynı sahneyi resmediyordu. Niall’ın derisi kazınmış parşömen kadar inceydi, tamamen kemik ve sinirden oluşuyormuş gibi görünen bedeninin üzerine yaşlılıkla sıkı sıkı gerilmişti, ama adamda kırılganlıktan eser yoktu. Saçına ak düşmemiş, en az Gerçeğin Kubbesi’nin taşları kadar sert olmayan hiç kimse Niall’ın bulunduğu makama kavuşamazdı. Yine de, aniden çizimi tutan elinin sırtındaki tendon sıralarının farkına vardı, acele etme gerekliliğini hissetti. Zaman daralıyordu. Kendi zamanı daralıyordu. Yetmek zorundaydı.

Yetirmek zorundaydı. Kalın parşömeni yarıya kadar açmaya zorladı kendini, onu ilgilendiren adamın yüzünü görecek kadar. Tebeşir çizgileri eyerde geçen yolculuk yüzünden bulaşmıştı, ama yüz açıkça görülebiliyordu. Kızıl saçları olan, gri gözlü bir delikanlı. Uzun boylu görünüyordu, ama emin olmak güçtü. Saçları ve gözleri dışında, heyecan yaratmaksızın herhangi bir köye yerleşebilirdi. “Bu… bu oğlan kendini Yenidendoğan Ejder mi ilan etmiş?” diye mırıldandı Niall. Ejder. Bu isim kışın ve yaşlılığın ürpertilerini hissetmesine sebep oluyordu. O zaman ve sonrasında, kendi de dahil olmak üzere Tek Güç’ü yönlendirebilen her erkeği deliliğe ve ölüme mahkûm eden Lews Therin Telamon’un taşıdığı isim. Aes Sedai kibri ve Gölge Savaşı yüzünden Efsaneler Çağı sona ereli üç bin seneden fazla olmuştu. Tam üç bin sene, ama kehanetler ve efsaneler insanların hatırlamasını sağlıyordu –ayrıntılar kaybolmuşsa bile, en azından özünü. Lews Therin Kardeşkatili. Dünyanın Kırılışı’nı başlatan adam. Öyle bir zamandı ki bu, evreni yöneten güçten faydalanabilen deli adamlar dağları dümdüz etmiş, kadim toprakları denizlerin altına batırmıştı.

Yeryüzünün görünüşü tamamen değişmiş, hayatta kalanlar orman yangını önündeki hayvanlar gibi kaçışmıştı. Bu dönem son erkek Aes Sedai ölene dek sona ermemiş, ancak ondan sonra dağınık insan ırkı yaşamını yıkıntılardan –yıkıntı bile kaldıysa tabii– yeniden inşa etmeye başlayabilmişti. Annelerin çocuklarına anlattıkları hikâyelerle hafızalara dağlanmıştı bu dönem. Ve kehanet Ejder’in yeniden doğacağını söylüyordu. Niall bu sözleri soru niyetine söylememişti, ama Byar öyle anladı. “Evet, Lord Kumandanım, öyle. İşittiğim diğer sahte Ejder vakalarının hepsinden daha kötü bir delilik. Binlerce kişi ona sadakatini ilan etti bile. Tarabon ve Arad Doman hem birbirlerine savaş ilan ettiler, hem de ikisinde de iç savaş çıktı. Almoth Ovası ve Tümentepe’nin her yerinde savaş var, Tarabonlular Domanlılara karşı, onlar Ejder’e tezahürat yapan Karanlıkdostlarına karşı. Daha doğrusu savaş vardı, kışın soğuğu çoğuna son verene kadar. Hiç böyle hızlı yayıldığını görmemiştim, Lord Kumandanım. Samanlığa lamba atmak gibi bir şeydi. Kar ateşi cılızlaştırmış olabilir, ama bahar geldiğinde alevler öncekinden de hararetle yanacak.” Niall bir parmağını kaldırarak onu susturdu.

Hikâyesini iki kere anlatmasına izin vermişti bile; başından sonuna, sesi öfkeyle kavrularak. Hikâyenin bazı kısımlarını Niall başka kaynaklardan öğrenmişti, bazı alanlarda bilgisi Byar’dan fazlaydı, ama her dinlediğinde baştan kışkırtıyordu onu. “Geofram Bornhald ve bin Işığın Evladı öldü. Ve bunu Aes Sedailer yaptı. Bu konuda en ufak şüphen yok, öyle mi Byar Evlat?” “Hiç yok, Lord Kumandanım. Falme yolundaki bir çatışmadan sonra Tar Valon cadılarından ikisini gördüm. Biz onları oklarla indirmeden önce elliden fazla ölüye mal oldular.” “Emin misin? Aes Sedai olduklarından emin misin?” “Yer ayaklarımızın altında patladı.” Byar’ın sesi kararlı ve inanç doluydu. Jaret Byar’ın pek az hayal gücü vardı; ölüm, nasıl gelirse gelsin, bir askerin hayatının parçasıydı. “Açık gökyüzünden inen yıldırımlar saflarımızı çarptı. Lord Kumandanım, başka ne olabilirlerdi ki?” Niall acı acı başını salladı. Dünyanın Kırılışı’ndan bu yana erkek Aes Sedai çıkmamıştı, ama o unvana hâlâ sahip çıkan kadınlar da yeterince kötüydü. Üç Yeminleri ile böbürleniyorlardı: doğru olmayan tek söz bile söylememek, bir insanın bir diğerini öldürmek için kullanacağı silahlar yapmamak, Tek Güç’ü yalnızca Karanlıkdostlarına ya da Gölgedöllerine karşı silah olarak kullanmak. Ama o yeminler öteden beri birer yalandı ve şimdi onlar da bunu göstermişti.

Niall biliyordu ki, insanın onların kullandığı gücü istemesinin tek sebebi Yaratıcı’ya meydan okumak olabilirdi ve bu da Karanlık Varlık’a hizmet etmek demekti. “Peki Falme’yi ele geçirip alaylarımın yarısını öldürenler hakkında hiçbir şey bilmiyor musun?” “Lord Kumandan Bornhald kendilerine Seanchan dediklerini söylemişti, Lord Kumandanım,” dedi Byar sakinlikle. “Onların Karanlıkdostu olduğunu söyledi. Ve düzenlediği saldırı, kendi ölümüne yol açsa da, onların saflarını bozdu.” Sesine bir hararet geldi. “Şehirden gelen pek çok mülteci vardı. Konuştuğum herkes yabancıların bozguna uğrayıp kaçtığı konusunda hemfikirdi. Bunu Lord Kumandan Bornhald yaptı.” Niall hafifçe iç çekti. Görünüşe göre yoktan var olup Falme’yi ele geçiren ordu hakkında Byar’ın ilk iki sefer kullandığı sözcüklerin hemen hemen aynısıydı bunlar. İyi bir asker, diye düşündü Niall, Geofram Bornhald hep öyle derdi, ama kendi başına düşünebilen bir adam değil. “Lord Kumandanım,” dedi Byar aniden, “Lord Kumandan Bornhald savaştan uzak durmamı emretti. İzleyip size rapor edecektim. Ve oğlu Lord Dain’e nasıl öldüğünü anlatacaktım.” “Evet, evet,” dedi Niall sabırsızca.

Bir an Byar’ın avurtları çökmüş yüzünü inceledi, sonra ekledi, “Kimse dürüstlüğünden ve cesaretinden şüphe etmiyor. Emri altındaki herkesin öleceğinden korktuğu bir savaşla yüz yüze iken, tam da Geofram Bornhald’ın yapacağı şey bu.” Ve senin yapmayı hayal edebileceğin bir şey değil. Adamdan öğrenebileceği başka bir şey yoktu. “İyi iş başardın, Byar Evlat. Geofram Bornhald’ın ölümünü oğluna bildirmek için izin veriyorum sana. Dain Bornhald Eamon Valda’nın yanında. Son rapora göre Tar Valon yakınlarında. Onlara katılabilirsin.” “Teşekkür ederim, Lord Kumandanım. Teşekkür ederim.” Byar ayağa kalktı ve yerlere kadar eğildi. Ama doğrulduğu zaman tereddütlüydü. “Lord Kumandanım, biz ihanete uğradık.” Nefret sesine testere gibi bir keskinlik vermişti.

“Bahsettiğin şu Karanlıkdostu tarafından mı, Byar Evlat?” Kendi sesinde de önleyemediği bir keskinlik vardı. Bir yılda yaptığı planlar bin Evlat’ın cesetlerinin ortasında, enkaz halinde yatıyordu ve Byar yalnızca tek bir adamdan bahsetmek istiyordu. “Yalnızca iki kez gördüğün şu genç demirci, şu İki Nehirli Perrin tarafından mı?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. Çok güzel bir kitap