Robert Jordan – Zaman Çarkı 7 – Kılıçtan Taç

Yerden seksen boy kadar yukarıda, Beyaz Kule’nin tepesinden biraz aşağıda, yüksek, kemerli pencerenin önünde dururken, Elaida Tar Valon’dan kilometrelerce uzakları, yükselip alçalan tepeleri, Erinin Nehri’ni çevreleyen ormanları, nehrin kuzeybatıdan akarak yaklaşıp büyük ada kentin beyaz duvarlarının çevresinde ikiye bölündüğünü görebiliyordu. Yerde, sabahın uzun gölgeleri şehri benek benek boyuyor olmalıydı, ama bu yükseklikten her şey parlak ve berrak görünüyordu. Cairhien’in efsanevi “tepesiz kuleleri” bile Beyaz Kule ile boy ölçüşemezdi aslında. Hele, insanların her yerde o kuleleri ve aralarındaki gök-köprülerini anlatıp durmalarına rağmen, Tar Valon’un diğer, daha alçak kuleleri hiç. Bu yükseklikte, durmaksızın esen rüzgâr dünyayı pençesine alan garip sıcağı azaltıyordu. Işıklar Bayramı geçmişti, toprak kalın bir kar tabakası ile kaplanmış olmalıydı, ama yaz ortası kadar sıcaktı. Son Savaş’ın yaklaştığını, Karanlık Varlık’ın dünyaya dokunduğunu gösteren bir işaret daha. Öyle bir işarete ihtiyaç varsa. Elaida, kuleden inerken bile o sıcağın ona dokunmasına izin vermiyordu, elbette. Bir sürü merdiven çıkmak zorunda kalmasına rağmen, mekânın sadeliğine rağmen, dairesini buraya taşıtmış olmasının sebebi rüzgâr değildi. Düz, kırmızımsı kahverengi seramikler ve birkaç duvar halısı ile süslenmiş beyaz, mermer duvarlar, aşağı katlardaki, Amyrlin’e ayrılmış çalışma odası ve diğer odaların ihtişamı ile yarışamazdı. Elaida hâlâ zaman zaman kullanıyordu o odaları –bazı zihinlerde Amyrlin Makamı’nın gücünü çağrıştırıyorlardı– ama burada daha sık kalıyor ve çalışıyordu. Burasını seçmesinin sebebi manzaraydı. Ama şehir, ırmak ve orman manzarası değil. Kule arazisinde başlattığı şeyin manzarası.


Eskiden Muhafızların egzersiz avlusu olan yerde geniş çukurlar, temeller, kocaman, tahta vinçler, mermer ve granitten kesilmiş plakalardan oluşan yığınlar uzanıyordu. Duvarcılar, işçiler karınca gibi yığılmışlardı işlerin üzerine. Kule arazisine açılan kapılardan sonsuz araba dizileri geçiyor, daha fazla taş getiriyorlardı. Bir yanda ahşaptan, yapılmış, duvarcıların deyişi ile, bir “çalışma modeli” duruyordu. Model adamların çökerek içeri girmeleri, her detayı, her taş parçasının nereye gideceğini görmelerine yetecek kadar büyüktü. İşçilerin çoğu okumayı bilmiyordu –ne sözcükleri, ne de duvarcıların çizdikleri planları. “Çalışma modeli” bazı malikâneler kadar büyüktü. Krallar ve kraliçelerin sarayları olabiliyorsa, neden Amyrlin Makamı sıradan Aes Sedailerinkinden pek az farkı olan bir daire ile yetinmek zorunda kalacaktı ki? Amyrlin’in sarayı Beyaz Kule’nin ihtişamı ile boy ölçüşecekti, Kule’nin kendisinden on kulaç yüksek, büyük bir minaresi olacaktı. Bunu duyduğu zaman duvarcıların ustabaşının yüzü bembeyaz olmuştu. Kule Ogierler tarafından yapılmıştı ve bu iş için Güç kullanan Aes Sedailerden yardım almışlardı. Ama Elaida’nın yüzüne bir bakış fırlatan Lerman Usta eğilmeye, elbette her şeyin onun dilediği gibi olacağını kekelemeye başlamıştı. Sanki Elaida bundan şüphe etmişmiş gibi. Ağzı çileden çıkmışçasına gerildi. O yine Ogier duvar ustaları istiyordu, ama bir sebepten Ogierler yurtlarından çıkmaz olmuşlardı. En yakında, Kara Tepeler’deki Jentoine Yurdu’na gönderdiği çağrı reddedilmişti.

Nazikçe, ama yine de bir ret, hem de, talep Amyrlin Makamı’ndan gelmiş olmasına rağmen, açıklamasız bir ret. Ogierler en iyi durumda bile münzevi yaratıklardı. Belki de kargaşa dolu bir dünyadan uzak duruyorlardı. Ogierler insanların mücadelelerine karışmak istemiyorlardı. Elaida, Ogierleri aklından çıkardı. Mümkün olanı mümkün olmayandan ayırabilmekle gurur duyardı. Ogierler meselesi önemsizdi. Çok uzun zaman önce inşa ettikleri ve artık yaptıkları tamiratlar dışında pek az ziyaret ettikleri şehirlerin ötesinde, bu dünyada yerleri yoktu. Aşağıda, inşaat alanında böcek gibi gezinen insanlara bakarken kaşları hafifçe çatıldı. İnşaat santim santim ilerliyordu. Ogierler söz konusu olmayabilirdi, ama belki Tek Güç bir kez daha kullanılabilirdi. Toprak örecek kadar güçlü olan pek az Aes Sedai vardı, ama taşı güçlendirmek, taşı taşa bağlamak için fazla güç gerekmiyordu. Evet. Sarayın bitmiş hali gözlerinin önüne geldi: revaklı yürüyüş yolları, yaldızlarla parlayan dev kubbeler, göklere uzanan o tek minare… Bakışlarını bulutsuz gökyüzüne, minarenin zirvesinin olacağı yere kaldırdı ve derin bir nefes verdi. Evet.

Bugün emir verecekti. Arkasındaki dolaplı saat, Sabahın Üçüncü Saati’ni vurdu, şehirde gonglar ve çanlar saati ilan etti. Burada, bu kadar yüksekte, sesleri hafif geliyordu. Elaida gülümseyerek pencereden ayrıldı, kırmızı çizgili bej ipekten elbisesini sıvazladı, omuzlarındaki geniş, çizgili Amyrlin Makamı etolünü düzeltti. Süslü, yaldızlı saatten altın, gümüş ve mineli küçük şekiller çıktı ve hareket etti. Bir katta boynuzlu, hayvan burunlu Trolloclar pelerinli bir Aes Sedai’den kaçtılar; bir başka katta sahte bir Ejder’i temsil eden adam, ikinci bir Aes Sedai’nin fırlattığı gümüş şimşekleri savuşturmaya çalıştı. Ve Elaida’nın başının üstünde, saatin yüzünde, taç giymiş bir kral ile kraliçe, mineli etolü içindeki Amyrlin Makamı’nın önünde diz çöktüler. Saatteki Amyrlin’in tepesindeki altından kemerin üzerinde, iri bir aytaşından oyulmuş Tar Valon Alevi yükseliyordu. Elaida pek sık gülmezdi, ama saate bakarken sessizce gülmekten alamadı kendini. Grilerden terfi etmiş olan Cemalle Sorenthaine ısmarlamıştı bu saati. Trolloc Savaşları’ndan önceki, Kule’nin onayı olmadan hiçbir hükümdarın tahta oturamadığı günlere dönmenin hayali ile yaptırmıştı. Saat üç yüz sene boyunca tozlu bir depoda beklemişti. Kimsenin sergilemeye cesaret edemediği, bir utanç timsali idi. Elaida’ya kadar hiç kimsenin. Zaman Çarkı dönmüştü.

Eskiden nasılsa, bir kez daha öyle olabilirdi. Olacaktı. Dolaplı saatin karşısında oturma odasının kapısı vardı, onun ötesinde de yatak odası ve giyinme odası. Tear, Kandor ve Arad Doman’dan gelmiş, sırf boya ile renklendirilmiş ipliklerin arasına serpiştirilmiş altın ve gümüş iplikler ile süslenmiş güzel halılar, kusursuz bir simetri ile, karşı karşıya asılmıştı. Elaida düzen severdi. Seramiklerin çoğunu kaplayan halı Tarabon’dan gelmişti ve kırmızı, yeşil, altın rengi desenliydi; en kıymetli olanlar ipek halılardı. Odanın her köşesinde, sade dikdörtgenler halinde oyulmuş mermer kaidelerin üzerinde, kırılgan Deniz Halkı porseleninden beyaz birer vazo duruyordu ve her vazonun içinde, dikkatle düzenlenmiş iki düzine kırmızı gül vardı. Böyle bir zamanda, kuraklığa ve sıcağa rağmen güllerin açılmasını sağlamak için Tek Güç kullanmak gerekiyordu; Elaida’ya göre Tek Güç kullanmaya değen bir sebep. Hem odadaki tek sandalye –artık kimse onun huzurunda oturamıyordu– ve yazı masası yaldızlı oymalarla kaplıydı, ama her iki eşya da sert Cairhien tarzında yapılmıştı. Aslında sade bir odaydı, iki boy ancak vardı, ama sarayı hazır olana kadar iş görürdü. Bu manzarayla, kesinlikle görürdü. Oturduğu yüksek sırtlı sandalyenin sırtına, aytaşları ile Tar Valon Alevi işlenmişti. Masanın cilalı yüzeyinde, titizlikle sıralanmış Altara lake işi üç kutudan başka hiçbir şey yoktu. Beyaz bulutlar arasında altın şahinlerle kaplı kutuyu açtı ve içindeki rapor ve mektup yığınının üzerindeki ince kâğıt şeridi aldı. On iki gün önce Cairhien’den gelmiş olan mesajı yüzüncü kez okuyor olmalıydı.

Kule’de pek az kişi o mesajın varlığından haberdardı. Kendisi dışında hiç kimse mesajın içeriğini bilmiyordu, bilseler de ne anlama geldiğini anlamazlardı. Bu düşünce ile yine güleceği geldi. Boğanın burnuna halka takıldı. Pazar yerine hoş bir yolculuk bekliyorum. İmza yok, ama imzaya gerek yoktu zaten. Bu harikulade mesajı ancak Galina Casban göndermiş olabilirdi. Elaida’nın, kendisi dışında kimseye emanet edemeyeceği işi yapan Galina. Ona da tamamen güvendiğinden değil, ama Kızıl Ajah’ın başına başka herkesten daha fazla güvenirdi. Kendisi de Kızıl Ajah’tan terfi etmişti ve pek çok açıdan kendini hâlâ Kızıllardan sayıyordu. Boğanın burnuna halka takıldı. Rand al’Thor’a –Yenidendoğan Ejder, dünyayı yutmak üzereymiş gibi görünen adam, şimdiden çok fazlasını yutmuş olan adam– kalkan konulmuştu ve Galina’nın kontrolü altındaydı. Ve Rand al’Thor’a destek olabilecek kimse bilmiyordu. Hiç olasılığı yoktu, aksi halde mesaj farklı sözcüklerle kaleme alınırdı. Önceki mesajlara bakılırsa, al’Thor Yolculuğu, Kırılış’tan bu yana Aes Sedailerin kaybettiği bir Yeti’yi yeniden keşfetmiş gibiydi, ama onu bu da kurtaramamıştı.

Hatta Galina’ya avantaj vermişti. Görünüşe göre, al’Thor kimseye haber vermeden gelip gitme alışkanlığı edinmişti. Bu sefer de gitmediği, birileri tarafından yakalandığı kimin aklına gelirdi? Boğazında, kıkırtıya benzeyen bir şey yükseldi. Bir, en fazla iki hafta içinde, al’Thor Kule’de olacaktı, Tarmon Gai’don’a kadar dikkatle gözaltında tutulacak, yol gösterilecekti, dünyayı kasıp kavurmasına bir son verilmiş olacaktı. Yönlendirebilen herhangi bir adamın serbest dolaşmasına izin vermek delilikti. Son Savaş’ta Karanlık Varlık’la yüzleşeceği söylenen adamın serbest dolaşmasına izin vermek ise deliliklerin en büyüğü. Işık izin verse de, hava durumuna rağmen, o savaş daha senelerce uzakta olsa. Dünyayı doğru düzgün düzene sokmak için o senelere ihtiyaç vardı ve işe al’Thor’un yaptıklarını düzeltmekle başlanmalıydı. Elbette, şimdiye dek verdiği zarar, serbest kalsa verecekleri ile karşılaştırıldığında hiçbir şeydi. İhtiyaç duyulduğu an gelmeden kendini öldürtmesi olasılığından bahsetmeye bile gerek yoktu. Eh, o baş belası genç adam bir güzel kundaklanmıştı ve Shayol Ghul’e gitme zamanı gelene dek annesinin kucağındaki bebek kadar güvende olacaktı. Ondan sonra, eğer hayatta kalırsa… Elaida’nın dudakları büzüldü. Ejder Kehanetleri öleceğini söylüyordu, ki en iyisi bu olacaktı kuşkusuz. “Anne?” Alviarin konuşunca Elaida irkilecek oldu. Kapıyı bile çalmadan içeri girmek! “Ajahlardan haber getirdim, Anne.

” İnce, serin yüzlü Alviarin’in beyaz elbisesinin üzerine taktığı dar etol, Beyaz Ajah’tan terfi ettiğini göstermek üzere, beyazdı, ama “Anne” sözcüğü onun ağzında bir saygı ifadesinden çok, dengine karşı kullandığı bir hitap tarzı gibi duruyordu. Alviarin’in varlığı Elaida’nın keyfini bozmaya yetiyordu. Vakanüvis’in Kızıl Ajah’tan değil Beyaz Ajah’tan terfi etmiş olması, terfi ettiği sırada kendisinin ne kadar zayıf olduğunu acı acı hatırlatıyordu. O zayıflığın bir kısmı telafi edilmişti, evet, ama tamamen değil. Henüz değil. Andor dışında bu kadar az kişisel göz ve kulağı olduğuna üzülmekten bıkmıştı. Kendisinin ve Alviarin’in öncellerinin kaçmış olmasına da… kaçmalarına yardım edilmiş olmasına da; yardım almış olmaları gerekirdi! Daha Amyrlin’in büyük istihbarat ağına ilişkin bilgiler ağızlarından koparılamadan kaçmışlardı. Hakkı olan o istihbarat ağını çok istiyordu. Güçlü gelenekler gereği, Ajahlar kendi göz ve kulaklarından gelen bilgileri eliyor, ancak Amyrlin’le paylaşmaya razı oldukları kısmını Vakanüvis’e iletiyorlardı, ama Elaida kadının bu kadarcık bilginin bile hepsini ona iletmediğinden emindi. Ama Ajahlardan doğrudan bilgi talep edemezdi. Zayıf olması yeterince kötüydü, bir de dünyadan bilgi dilenmeye başlayamazdı. En azından Kule’den; dünya üzerinde asıl önemli olan kısım Kule’ydi zaten. Elaida yüzünü diğer kadınınki kadar serin tuttu, onun varlığını fark ettiğini başını sallayarak belli etti, ama lake kaplı kutudaki belgeleri incelermiş gibi yaptı. Kâğıt parçalarını teker teker gözden geçirdi, sonra acele etmeden kutuya geri koydu. Tek kelime görmemişti aslında.

Alviarin’i bekletmek can sıkıcıydı, çünkü adi bir numaraydı, ama hizmetkârı olması gereken birine haddini bildirmek için elinde adice numaralardan başka bir şey yoktu. Bir Amyrlin dilediği emri verebilirdi, Amyrlin’in sözü mutlak kanun sayılırdı. Ama pratikte, Kule Salonu’nun desteği olmadan, o emirlerin çoğu mürekkep ve kâğıt israfından başka bir şey olmazdı. Hiçbir Aes Sedai Amyrlin’e itaatsizlik edemezdi, en azından doğrudan edemezdi, ama pek çok emrin yerine gelmesi için yüzlerce başka emir verilmesi gerekirdi. En iyi zamanlarda, emrin yerine getirilmesi ağırdan alınırdı, zaman zaman öyle ağırdan alınırdı ki, emir asla yerine gelmezdi ve bunlar en iyi zamanlar sayılmazdı. Alviarin donmuş bir gölet kadar sükûnetle yerinde bekledi. Elaida Altara işi kutuyu kapattı, ama zaferini haber veren kâğıt şeridini elinde tuttu. Bilinçsizce, bir tılsım gibi elledi onu. “Teslyn ya da Joline sonunda gittikleri yere güvenle vardıkları haberini göndermeye tenezzül ettiler mi?” Bu, Alviarin’e kimsenin Amyrlin’in hâkimiyetinden muaf sayılamayacağını hatırlatmak içindi. Ebou Dar’da neler olduğu kimsenin umurunda değildi, hele Elaida’nın hiç; Altara’nın başkenti denize düşüp kaybolabilirdi ve tüccarlar dışında hiç kimse, hatta Altara’nın kalanı bile fark etmezdi. Ama Elaida koltuğundan vazgeçmesini emrettiği sırada Teslyn Salon’da on beş senelik Temsilci’ydi. Elaida makamını elde etmesinde destek olmuş bir Temsilci’yi –hem de Kızıl bir Temsilci’yi– kimsenin bilmediği, ama yüz farklı söylenti ile açıklanmaya çalışan bir sebepten dolayı sinek pisliği kadar önemi olmayan bir tahta büyükelçi olarak gönderebiliyorsa, herhangi birinin tepesine binebilirdi. Joline bambaşka bir meseleydi. O Yeşillerin Temsilciliğine seçileli birkaç hafta olmuştu ve herkes Yeşillerin onu, yeni Amyrlin karşısında sinmeyeceklerini göstermek için seçtiğinden emindi. Amyrlin kadına korkunç bir ceza vermişti.

Bu küstahlık göz ardı edilemezdi elbette ve edilmemişti de. Bunu da herkes biliyordu. Elaida’nın niyeti Alviarin’e kendisinin de savunmasız olduğunu hatırlatmaktı, ama ince kadın o serin gülümsemesi ile gülümsemekle yetinmişti. Salon bu haliyle kaldığı sürece, Alviarin savunmasız değildi. Alviarin elindeki kâğıtları karıştırdı ve bir tane seçti. “Teslyn ve Joline’den haber yok, Anne, hayır, ama sizin şimdiye dek tahtlardan aldığınız haberlere bakılırsa…” Gülümsemesi, eğlentiye tehlikeli ölçüde yakın bir şeye dönüştü. “Hepsi kanatlarını bir denemek istiyor. Sizin de… önceliniz kadar güçlü olup olmadığınızı sınamak için.” Alviarin bile Elaida’nın huzurunda Sanche denen kadının ismini ağzına almama sağduyusunu gösteriyordu. Ama dediği doğruydu; bütün kral ve kraliçeler, hatta bütün asiller gücünün sınırlarını sınıyor gibiydi. Bunu yapanların başına ne geldiğini göstermeliydi. Alviarin kâğıtlara bakarak devam etti. “Ama Ebou Dar’dan haber var. Griler aracılığı ile.” Bunu, onu iğnelemek için mi vurgulamıştı? “Anlaşıldığı kadarıyla Elayne Trakand ve Nynaeve al’Meara oradaymış.

Kraliçe Tylin’e gönderilen asi… elçilik heyetinin… izni ile, tam Aes Sedai rolü yapıyorlarmış. Aynısını yapıyor olabilecek, ismi verilmeyen iki kişi daha varmış. Asilerin yanında başka kimlerin olduğuna dair tam bir liste gönderilmedi. Yalnızca yol arkadaşları da olabilirmiş. Griler emin değil.” “Işık aşkına, Ebou Dar’da ne işleri olabilir?” dedi Elaida önemsemezce. Kuşkusuz Teslyn buna dair haber göndermiş olmalıydı. “Griler artık dedikoduları haber diye yolluyor olmalı. Tarna’nın mesajı onların Salidar’daki asilerin yanında olduğunu söylüyordu.” Tarna Feir Siuan Sanche’nin de orada olduğunu raporlamıştı. Logain Ablar’ın da. Adam hiçbir Kızıl Aes Sedai’nin, değil inkâr etmek, kulak bile vermeye tenezzül etmeyeceği korkunç yalanlar yayıyordu. Sanche denen kadının bu iğrençlikte parmağı vardı ya da yarın güneş batıdan doğacaktı. Neden o kadın sürüne sürüne gidip, diğer yalıtılmış kadınlar gibi gözlerden uzak bir yerde ölmemişti ki? Derin bir nefes almamak için çaba harcaması gerekti. Asilerin işi görülür görülmez Logain sessizce asılabilirdi; dünyanın büyük kısmı onun uzun zaman önce öldüğünü sanıyordu.

Kızıl Ajah’ın onu sahte Ejder olarak ortaya çıkardığını söyleyen pis küfürler adamla birlikte ölecekti. Asilerin işi görüldüğü zaman, Sanche denen kadın Amyrlin’in göz ve kulaklarına ulaşmasını sağlayacak anahtarları ona vermeye zorlanabilirdi. Bir de, kaçmasına yardım eden hainlerin isimlerini. Alviarin’in isminin de o isimlerin arasında olduğunu ummak aptalcaydı. “Elayne ile al’Meara denen kızın koşa koşa Ebou Dar’a gitmesi ve Aes Sedai olduğunu iddia etmesi hiç mantıklı gelmiyor. Sana?” “Elayne’in bulunmasını emretmiştiniz, Anne. Al’Thor’a bir tasma takmak kadar önemli olduğunu söylemiştiniz. Salidar’daki üç yüz asinin arasındayken, bir şey yapmak imkânsızdı, ama Tarasin Sarayı’nda o kadar iyi korunuyor olmayacak.” “Dedikodu ve söylentilere ayıracak zamanım yok.” Elaida sözcükleri horgörü ile, sert sert söyledi. Alviarin bilmesi gerekenden daha fazlasını mı biliyordu? Al’Thor’dan ve tasma takmaktan bahsetmesi? “Tarna’nın raporunu bir kez daha okumanı ve sonra kendi kendine, asilerin bile Kabuledilmişlerin şal takıyormuş gibi davranmasına izin verip vermeyeceğini sormanı tavsiye ederim.” Alviarin gözle görülür bir sabırla sözlerini bitirmesini bekledi, sonra kâğıtlarını bir kez daha inceledi ve dört sayfa çekti. “Grilerin ajanı çizimlerini yollamış,” dedi ılımlı bir sesle, sayfaları uzatarak. “Adam ressam sayılmaz, ama Elayne ve Nynaeve’i tanımak mümkün.” Bir an sonra, Elaida çizimleri almayınca, kâğıtları diğerlerinin altına koydu.

Elaida öfke ve utançtan kızardığını hissetti. Alviarin o çizimleri en başta ortaya çıkarmamış, bilinçli olarak yönlendirmişti onu. Bunu görmezden geldi –aksi daha da büyük utanç kaynağı olacaktı– ama soğuk bir sesle konuştu. “Onların yakalanmasını ve huzuruma getirilmesini istiyorum.” Alviarin’in yüzünde merak göremeyince, kadının bilmemesi gereken neleri bildiğini bir kez daha merak etti. Al’Meara denen kız al’Thor’u yönlendirmek için kullanılabilirdi; aynı köyden gelmişlerdi. Bunu bütün Aes Sedailer biliyordu. Elayne’in Andor’un Kız-Veliahtı olduğunu ve annesinin öldüğünü bildikleri gibi. Morgase ile Beyazpelerinler arasında bir bağlantı olduğunu ima eden söylentiler büyük saçmalıktı, çünkü Morgase asla Işığın Evlatları’ndan yardım istemezdi. Kadın ölmüş, geride bir ceset bile bırakmamıştı ve Elayne Kraliçe olacaktı. Andor Evleri onun yerine Dyelin’i Aslan Tahtı’na çıkarmadan önce asilerin elinden koparılabilirse. Elayne’i, taht üzerinde hak iddia edebilecek diğer asillerden daha önemli kılan şeyin ne olduğunu herkes bilmiyordu. Bir gün Aes Sedai olacağı gerçeği dışında, elbette. Elaida zaman zaman Kehanet Yetisine sahip olurdu; ondan önce tamamen kaybolduğu düşünülen bir Yeti’ydi bu. Uzun zaman önce, Son Savaş’ı kazanmanın anahtarının Andor’un Kraliyet Evi’nin elinde olduğunu Kehanet etmişti.

Yirmi beş sene önce, Morgase Trakand’ın tahta çıkacağı belli olur olmaz, Elaida kıza çengel atmıştı. Elayne’in ne açıdan önemli olduğunu bilmiyordu Elaida, ama Kehanet asla yalan söylemezdi. Bazen Yetisinden nefret ediyordu neredeyse. Kontrol edemediği şeylerden nefret ederdi. “Dördünü de istiyorum, Alviarin.” Diğer ikisi önemsizdi, elbette, ama riske giremezdi. “Emrimi hemen Teslyn’e gönder. Ona –ve Joline’e– de ki, bundan sonra düzenli olarak rapor yollamazlarsa, doğduklarına pişman olurlar. Macura denen kadının gönderdiği bilgileri de ekle.” Sonuncusunu söylerken ağzı çarpıldı. Bu isim Alviarin’in de huzursuzlukla kıpırdamasına sebep oldu. Buna şaşmamak gerekirdi. Ronda Macura’nın pis, küçük ilacı bütün Aes Sedaileri huzursuz edecek bir şeydi. Çatalkök ölümcül değildi –uyuyacak kadar çok içmişseniz, en azından sonradan uyanıyordunuz– ama bir kadının yönlendirme yeteneğini körelten bir çay, doğrudan Aes Sedaileri hedefleyen bir şeymiş gibi görünüyordu. Bu bilginin Galina gitmeden önce elde edilememesi yazık olmuştu; çatalkök erkekler üzerinde de aynı ölçüde faydalı oluyorsa, Galina’nın işini epey kolaylaştırırdı.

Alviarin’in huzursuzluğu yalnızca bir an sürdü; bir an sonra yine kendine hâkim oldu ve buzdan bir duvar gibi amansız görünmeye başladı. “Nasıl dilerseniz, Anne. İtaat etmek üzere sıçrayacaklarından eminim, ki öyle yapmalılar, elbette.” Elaida’nın içinden, kuru otlaklarda yayılan bir yangın gibi hızlı bir sinir dalgası geçti. Dünyanın kaderi onun ellerindeydi ve ayaklarının dibinde önemsiz engeller çıkıp duruyordu. İlgilenmesi gereken asiler ve inatçı hükümdarlar olması yeterince kötüydü. Çok fazla Temsilci arkasından kuşkuyla bakıyor, homurdanıyordu: diğer kadının sürebileceği verimli bir tarla. Yalnızca altı kadın kuşkuya yer bırakmayacak şekilde avucunun içindeydi ve en azından aynı sayıda kadının oy vermeden önce Alviarin’i dikkatle dinlediğinden kuşkulanıyordu. Alviarin onaylamadan hiçbir önemli karar Salon’dan geçemezdi, kuşkusuz. Alviarin’in açık onayını beklemiyordu elbette, Alviarin’in bir Vakanüvis’in sahip olması gereken güç ve etkiden bir zerre fazlasını kullandığını gösterecek hiçbir şey yoktu, ama Alviarin karşı çıkarsa… En azından Elaida’nın onlara gönderdiği herhangi bir şeyi reddedecek kadar ileri gitmemişlerdi. Yalnızca ayak sürümüşler, istediği şeyin ilgi yoksunluğundan sürüncemede kalmasına izin vermişlerdi. Memnun olunacak ne kadar da acınası bir şey. Salon gönderilen talepleri reddetmeye bir kez alışınca, bazı Amyrlinler kukladan farksız hale gelmişlerdi. Elaida yumruklarını sıktı ve kâğıt şeridinden küçük bir çıtırtı geldi. Boğanın burnuna halka geçirildi.

Alviarin mermerden bir heykel kadar kendine hâkim görünüyordu, ama artık Elaida’nın umurunda değildi. Çoban yoldaydı, ona geliyordu. Asiler ezilecek, Salon sindirilecekti, Alviarin dizlerinin üzerine çökertilecekti. Aynı anda herkese yaltaklanmaya çalışan, aynı anda hem Elaida’ya, hem de Beyazpelerinlere, kim bilir aynı zamanda bir de al’Thor’a boyun eğermiş gibi görünen Illian kralı Mattin Stepaneos’tan Saldaea kraliçesi Tenobia’ya kadar, huysuzluk eden bütün hükümdarlar hizaya getirilecekti. Elayne Caemlyn’de tahta oturtulacak, ağabeyinin Elaida’nın yoluna çıkması engellenecekti. Kız onu o tahta oturtanın kim olduğunu çok iyi biliyor olacaktı. Kule’de biraz daha zaman geçirse, kız Elaida’nın ellerinde ıslak kile dönerdi. O adamların saklandıkları delikten çıkarılmalarını istiyorum, Alviarin.” Kimi kastettiğini söylemesine gerek yoktu; Kule’nin yarısı o adamlar ve Siyah Kulelerinden başka hiçbir şeyden bahsetmiyordu zaten, diğer yarısı ise köşelerde fısıldıyorlardı onları. “Rahatsız edici raporlar var, Anne.” Alviarin bir kez daha kâğıtlarında göz gezdirdi, ama Elaida onun yalnızca yapacak bir şey aradığını düşündü. Başka sayfa seçmedi. Kadını başka hiçbir şey uzun süre için rahatsız etmiyorsa da, Caemlyn’in dışındaki o iğrenç pislik yığını etmeliydi. “Başka söylentiler mi? O iğrenç affa yanıt olarak binlerce kişinin Caemlyn’e akın ettiği hikâyelerine inanıyor musun?” Al’Thor’un çıkardığı en küçük sorun değildi, ama endişe etmeye değecek bir şey de sayılmazdı. Yalnızca Elayne Caemlyn’de taç giymeden önce temizlenmesi gereken bir çöp yığını.

“Elbette hayır, Anne, ama…” “Toveine önderliğinde yapılacak; bu iş Kızıllara düşer.” Toveine Gazal on beş sene boyunca Kule’den uzak yaşamıştı, ta ki Elaida onu geri çağırana kadar. Onunla aynı zamanda istifa eden ve “gönüllü” inzivaya çekilen diğer iki Kızıl Temsilci artık evhamlı kadınlardı, ama Lirene ile Tsutama’nın aksine, Toveine sürgünden daha da zorlu bir kadın olarak dönmüştü. “Yanına elli Aes Sedai alacak.” Bu Siyah Kule’de yönlendirmeyi becerebilen iki üç adamdan fazlası olamazdı, Elaida bundan emindi. Elli Aes Sedai onları kolaylıkla alt edebilirdi. Ama ilgilenilmesi gereken başkaları olabilirdi. Aylaklar, kamp takipçileri, boşuna umutlar ve delice hırslarla dolu ahmaklar. “Ayrıca, yüz de asker alacak –hayır, iki yüz olsun.” “Bunun akıllıca olacağından emin misiniz? Binlerce adam olduğu söylentisi delilik kuşkusuz, ama Caemlyn’deki bir Yeşil ajan bu Siyah Kule’de dört yüzden fazla kişi olduğunu iddia ediyor. Akıllı bir adam bu ajan. Şehirden kamplarına giden erzak arabalarını saymış, anlaşılan. Hem, Mazrim Taim’in de onların yanında olduğu söylentilerinin farkındasınızdır.” Elaida yüzünü ifadesiz tutmak için çabaladı ve zar zor başardı. Taim’in isminden bahsedilmesini yasaklamıştı ve Alviarin’e ceza vermeye cesaret edemeyeceği –cesaret edemeyeceği!– gerçeği acıydı.

Kadın doğrudan gözlerine bakıyordu; bu sefer baştan savma bir “Anne” bile dememiş olması anlamlıydı. Hem, eylemlerinin akıllıca olup olmadığını sorma cüreti! Elaida Amyrlin Makamı’ydı! Eşitler arasında önde gelen değil; Amyrlin Makamı! Lake kaplı kutuların en büyüğünü açınca, gri kadife üzerine dizilmiş fildişi biblolar ortaya çıktı. Genellikle, onlara dokunmak bile Elaida’yı yatıştırmaya yeterdi. Dahası, tıpkı büyük keyif aldığı örgü işi gibi, o anda huzurunda her kim varsa, Elaida’nın dikkatini onun söylediklerine değil de o biblolara verdiğini görmek, ona konumunu hatırlatırdı. İlk önce zarif, akıcı hatlara sahip, güzel bir kedi biblosunu, sonra tuhaf, küçük bir hayvanla birlikte betimlenmiş girift elbiseli bir kadın biblosunu yokladı. Oymacının hayalinden çıkmış bir şeydi o tuhaf hayvan, kıllarla kaplı bir adama çok benziyordu, kadının omzuna çöküp oturmuştu. Elaida sonunda bir balık oyması seçti, öyle titizlikle yapılmıştı ki fildişinin eskilikten sararmış olmasına rağmen, neredeyse gerçek görünüyordu. “Dört yüz işe yaramaz adam, Alviarin.” Şimdiden sakinleşmişti, çünkü Alviarin’in ağzı gerilmişti. Birazcık, ama Elaida kadının yüzündeki her bozgun işaretinin keyfini çıkarıyordu. “Eğer o kadar varsa. Ancak bir ahmak yönlendirebilen bir iki adamdan fazlası olduğuna inanır. En fazla o kadar vardır! On sene içinde yönlendirebilen yalnızca altı adam bulduk. Son yirmi sene içinde, yalnızca yirmi dört. Her yerin nasıl titizlikle tarandığını biliyorsun.

Taim’e gelince…” İsim dilini yakıyordu; Aes Sedailerin eline geçtikten sonra ehlileştirilmeden kaçan tek sahte Ejder. Hükümdarlığına dair Tarihçelere geçmesini istediği bir şey değildi. Kendisi nasıl kaydedileceğine karar verene kadar değil. Şu anda Tarihçeler adamın yakalanması hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Elaida başparmağını balığın pulları boyunca gezdirdi. “O öldü, Alviarin, aksi halde uzun zaman önce haberini almış olurduk. Hem de al’Thor’a hizmet ederken ölmedi. Yenidendoğan Ejder olduğunu iddia etmekten vazgeçip, Yenidendoğan Ejder’e boyun eğdiğini iddia ettiğini aklın alıyor mu? Adam Caemlyn’deyse, Davram Bashere’in onu en azından öldürmeye çalışmamasını aklın alıyor mu?” Saldaea’nın Mareşal Generali’nin Caemlyn’de, al’Thor’dan emir aldığını hatırlayınca parmağı pulların üzerinde daha hızlı hareket etti. Tenobia ne oyun oynuyordu? Ama Elaida bütün düşüncelerini kendine sakladı ve kutusundaki biblolar kadar sakin bir ifadeyi korudu. “Yirmi dört, yüksek sesle söylenmek için tehlikeli bir sayıdır,” dedi Alviarin kötücül bir sessizlikle, “iki bin kadar tehlikeli. Vakanüvisler yalnızca on altı kişi kayda geçmiş. Şu anda ihtiyaç duyulan son şey o senelerin gömüldüğü yerden kalkması. Ya da yalnızca onlara ne denilmişse onu bilen Aes Sedailerin gerçeği öğrenmesi. Sizin geri getirdikleriniz bile sessizliklerini koruyorlar.” Elaida şaşkın şaşkın baktı.

Bildiği kadarıyla Alviarin o senelere ilişkin gerçeği ancak Vakanüvisliğe terfi ederken öğrenmişti, ama kendi bilgisi daha kişiseldi. Alviarin bunu bilebileceğinden değil. En azından kesin olarak bilemezdi. “Kızım, ortaya ne çıkarsa çıksın, benim korkum yok. Bana kim ceza verecek ve hangi suçlama ile?” Bu, g

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir