Ferenc Molnar – Pal Sokağı Çocukları

Ferenc Molnar yabancı ülkelerde daha çok Franz Molnar diye tanınmıştır. Öyküleri, oyunları ve romanları ona yazın dünyasında parlak bir ün kazandırmıştır. Oyunlarının birçoğu beyaz perdede ve tiyatro sahnelerinde zevkle seyredilmekte ve alkışlanmaktadır. Her bakımdan yetkin bir roman olan ”Pâl Sokağı’nın Çocukları” ise Macar gençlik yazınının en güzel yapıtı sayılır. Çocuklarımızın, ellerine geçen kitapları, dergileri satır satır nasıl didiklediklerini görüyoruz. Okulda okuyorlar, yolda okuyorlar, evde okuyorlar. Okula gidenler okuyor; sokakta gezenler okuyor; cami avlularında, boş arsalarda “meşin eskitenler”; deniz kıyısında balık tutanlar… Hepsi okuyor. Onlar, bu davranışlarıyla, yaprakları durmadan kemiren ipekböceklerine benziyorlar. Vakit ve olanak bulabilenler için, bu sevimli böceklerin önüne renkli ve kokulu yapraklar atıp bunları nasıl iştahla yediklerine bakmaktan daha zevkli ne olabilir! Bu güzel kitabı onlar için çevirdim ve emeğimin boşa gitmediğine eminim. Saat bire tam çeyrek vardı ki, doğa bilimleri salonunda öğretmen masasında, uzun ve boş deneylerin sonunda, güçlükle, heyecanlı bekleşmelerin ödülü olarak, Bunsen lambasının renksiz alevinde zümrüt yeşili, nefis bir çizgi parladı. Bu, öğretmenin, alevi yeşile boyadığını kanıtlamak istediği maddenin gerçekten alevi yeşile boyadığını gösteriyordu. Evet, bire çeyrek kala, tam bu zafer dakikasında, komşu evin avlusundan piyano sesleri gelmeye başladı ve bununla, sınıftaki ciddilik ortadan kalkıverdi. Bu sıcak mart gününde pencereler ardına kadar açıktı ve müzik, serin ilkyaz rüzgârının kanatlarında dersliğe doluyordu. Bu, piyanoda bir yürüyüş marşına dönüşen oynak bir Macar havasıydı ve öyle tatlı, öyle şen yankılanıyordu ki, bütün sınıf gülümsemek istedi; hatta, gerçekten gülümseyenler bile oldu. Bunsen lambasında yeşil alev neşeyle dalgalanıyordu ve buna ancak ön sıradan birkaç çocuk dalmıştı.


Ötekiler pencereden dışarıya bakıyorlardı. Buradan, komşu küçük evin damı ve uzakta, parlak öğle güneşi altında, kilisenin çan kulesi görünmekteydi. Bu kuledeki saatin yelkovanı on ikiye doğru, bakanlara avuntu verecek biçimde ilerliyordu. Çocuklar pencereden dışarıya dikkat edince, müzikle birlikte, başka, yabancı seslerin de salona dolmakta olduğunun ayrımına vardılar. Atlı tramvayların sürücüleri boru çalıyor, evlerin birinde bir hizmetçi kız piyanodakinden büsbütün başka bir şarkı söylüyordu. Sınıf kıpırdanmaya başladı. Çocukların bir bölümü sıralarında kitaplarını karıştırıyor, daha dürüst olanlar kalemlerini temizliyor, hokkasını kapatıyordu. Bu öyle güzel yapılmıştı ki, birisi cebine bir yumruk veya bir tekme indirmedikçe içinden mürekkep sızmazdı. Çele, dağılmış olan kitap yapraklarını topluyordu. O, kitap yerine bunları getirirdi. Çünkü şıklığa düşkündü; başkaları gibi bütün kitaplığı koltuğunun altında taşımazdı. Yalnızca gereken yaprakları getirirdi. Bunları da iç ve dış ceplerine özenle dağıtırdı. Çonakoş, en arka sırada, canı sıkılan bir suaygırı gibi esniyordu. Vays cebinin içini dışına çevirdi ve saat ondan saat bire kadar cebinden lokma lokma koparıp yediği ekmeğin kırıntılarını temizledi.

Gereyb ayağa kalkmak isteyen insanın yaptığı gibi, sıranın altında ayaklarını yere sürtmeye başladı. Barabaş hiç sıkılmadan muşambasını dizlerine yaydı; kitapları boy sırasıyla üst üste koydu. Sararken sırımı öyle güçlü sıktı ki altındaki sıra bile gıcırdadı ve kendisi kıpkırmızı oldu. Özetle, herkes çıkmak için hazırlık yapıyordu. Beş dakika sonra her şeyin sona ereceğinden haberi olmayan yalnızca öğretmendi. Yumuşak bakışlarını sevimli çocuk başlarının üstünde dolaştırarak: – Bu ne? diye seslendi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir