Ferenc Herczeg – Mavi Tilki

Buda tepelerinde kibar bir yazlığın konuk odası. Evin düzeni sahibinin varlıklı, sanatçı ruhlu, rahatını seven, neşeli bir kimse olduğunu göstermektedir. Açık renk duvar kâğıtlarıyla perdeler, İngiliz modeli geniş takımlar, az, fakat seçme süs eşyası. Arkadaki kemerli geniş pencereden bakılınca hayal meyal görünen bir vadinin ötesinde yamaçlara tırmanan bir orman sezilmekte. Ormanda, şuraya buraya serpilmiş köşklerin kule ve çatıları. Mevsim yaz, orman yeşil; ikindi güneşi. Solda, arkada asıl giriş yeri; hole açılan bir camlı kapı. Piyano; küçük bir masa çevresinde çeşitli oturma eşyası; masanın üzerinde yaz çiçekleri, sigara, kibrit ve şekerlik. Sağda, arkada evin öbür bölümlerine açılan bir kapı. Sağ önde şömine, üzerinde ayna. Şöminenin yanında birkaç iskemle. Bunlardan biri renk ve biçem bakımından öteki eşyadan ayrılan, aşırı süslü antika bir koltuk. Bu koltuğa Sandor’dan başkası oturmaz. tik sahnede açık balkon penceresinin altından kuş sesleri gelir. 13 LENCSI, biraz sonra PAL.


Lencsi, güzel değilse de sevimli bir genç kız. Çok sade giyinmiş, tam bir öğretmen adayı tipi. Sıcak, cana yakın, zarif ve alçakgönüllü bir görünüşü var. Konumunun aşağılığını bilen ve bunu başkalarına da duyumsatan yoksul kızlardan biri. Başında şapka, elinde eldiven, büyük kapıdan girer. Elindeki siyah, küçük bir çantadan başka serçe parmağına, pembe kâğıda sarılı, sırma sicimle bağlanmış küçük bir suluboya resim takılıdır. Resim bir kartpostal büyüklüğünde. Odada kimseyi bulamayınca dikkati kendine çekmek için yüksek sesle selam vermeye başlar. LENCSI, tatlı bir sesle. – Günaydın, Cecile ablacığım! (Ortalıkta kimse görünmez. Lencsi masaya yaklaşır, alışık bir davranışla şekerliği açarak bir şeker ağzına, birkaç da çantasına atar. Dışarıdan bir konuşma duyunca hemen masanın yanından uzaklaşır.) PAL, sağdaki kapıyı açar, elinde küçük bir suluboya resim, bitişik odada bulunan birine doğru öfkeyle seslenir. – Özür dilerim, Bay Kucsera, profesörsem her halde budala olmam gerekmez ya. Anladınız mı? Hem bir daha onur vermek istemiyorsanız… Eh, güle güle! (İçeri girer, derken aklına Bay Kucsera ‘ya söylenecek bir şey daha gelir, alaycı bir tavırla döner, fakat sonra eliyle, “adam sen del” der gibi bir işaret yaparak öne gelir.

) Cili, kuzum. (Lencsi ‘yi görünce yüzü güler.) Ay. sen misin, Lencsi? LENCSI. – Evet. Cecile değil… Yalnızca benim! PAL. – Ben de karım sanmıştım… E, nasılsın baka14 hm, hanım kız? Çoktan beri yüzünü göstermedin, küçük vefasız! LENCSI. – Biçimsiz zamanda geldim, değil mi? PAL. – Yok canım, sen biçimsiz zamanda gelir misin hiç? LENCSI. – Ne iyi, ne temiz insansınız siz, amcacığım., öyleyken yine de sizi üzen kimseler bulunuyor., demin de… PAL, yine öfkeye kapılır. – Evet., yine Bay Kucsera! Hep bu Bay Kucsera! Macaristan’da beni çileden çıkarabilen tek insan. Ama bu kez adamakıllı ağzının payını verdim… LENCSI.

– Bay Kucsera. kimmiş o? PAL. – Ressam. Leonardo da O. Buda. Kitabımın resimlerini yapmayı üzerine almıştı… LENCSI, heyecanla. – Macaristan’ın ve Macaristan’a bağlı ülkelerin tatlı su polipleri ha? PAL. – Evet, Macaristan polipleri… Bugün sonundailk resmi getirmiş… Şuna bak! (Suluboya resmi önüne fırlatır.) Bu bir hidromeduzaymış sözde.- Kepazelik! LENCSI, resmi uzakça tutarak uzman gözüyle bakar. – Doğrusu bu pek olmamış! PAL. – Bu polip değil, acayip bir yaban hindibası. Bay Kucsera, körükörüne kopya yapmanın elinden gelmediğini söylüyor. Kendisinin kişisel görüşleri varmış. Ondaki esin, kartalın kanatları gibi göklere yükseltirmiş kendisini.

Bay Kucsera kartal olduğundan bomboz solucanı eflatuna boyuyor. LENCSI. – Bu sanki Habarnica grisea mı? PAL. – Benim asıl canımı sıkan şey Bay Kucsera’nın 15 yüzünden kitabımın yine gecikeceğidir. Oysaki, Berlin’den de boyuna sıkıştırıyorlar. Ülkeden sayılan her ülke kendi tatlısu poliplerini çoktan incelemiş., bu işi savsaklayan yine biziz. İnsan bunu düşündükçe sokağa çıkmaya utanıyor adeta. (Ara.) Kuzum Lencsi, buna Habarnica grisea dendiğini sen nereden biliyorsun? LENCSİ. – Eh işte, insan ülkesinin tatlısu poliplerini bilir ne de olsa, değil mi? PAL. – Ha, evet. öyle elbette., hepimiz için görevdir bu… Ama yine de… Bizde genç kızların böyle araştırmalarla uğraştıklarını bilmiyordum da. LENCSİ, güler, sonra safça.

– Uğraşmazlar da, amcacığım. Benim habarnicalarla ilgilenmem salt siz bunlar üzerine kitap yazdığınız içindir. PAL. – Ben bunlar üzerine kitap yazdığım için ha? Yalnızca onun için mi? Bakış açın pek bilimsel değil., hatta mantıki bile değil… Ama hoş. Çok hoş. Benim koltuklarımı kabartan bir şey. Ne candan kızsın sen, Lencsi… Otur. Sana ne vereyim? Bir sigara? LENCSİ, yapmacık bir sıkılganlıkla gözlerini havaya kaldırır. – Oo, hiç olur mu! PAL. – Öyleyse bir çikolata. LENCSİ. – Teşekkür ederim., kesinlikle. PAL.

– Genç hanımlar tatlı şeyleri severler. LENCSİ. – Genç hanımlar, o başka. Ama yoksul bir kızın böyle şeylere alışması iyi olmaz. PAL. – Bak bunda haksızsın. Asıl yoksulların iyi yaşaması gerekir ki, yaşamdan bir parça nasibini almış olsun… LENCSİ. – Eh, bir tane verin bari! Ama yalnızca bir 16 tane! (Yer.) Biliyor musunuz, ben niye geldim? Sevgili vasim, saygıyla sunarım: Resim öğretmeni oldum! PAL. – Yine mi yeni bir diploma? Vay babam vay! Kuzum, kaç tane var çekmecende, Tanrı aşkına? LENCSI. – Beş tane! (Parmaklarıyla gösterir.) Cinque! Beş yaldızlım var ama, uygun bir iş hâlâ bulmuş değilim kendime. PAL – ille devlet hizmetinde çocuk tokatlayıcı mı olmak istersin? LENCSI. – Bir geçim yolu gerekiyor elbet… Hem ben hiç de kötü bir öğretmen olmam, çocukları severim çünkü… PAL. – Çocuk seven hanımlar öğretmen olmamalı, kocaya varmalıdır bence.

Tek bir çocuk yüz çocuktan daha iyidir çünkü. LENCSI, azıcık şaşırarak. – Orası öyle… Ama iş o kadar basit değil… Hele insan yoksul bir kız olursa… PAL. – Ama Lencsi, erkek kısmını bu kadar da aşağı görmemeli. Benim karım yoksul kız değil miydi sanki? LENCSI, biraz abartarak. – Cecile. Cecile büsbütün başka ama! O bambaşka, kişiliği olan bir kadın., dünyaya parıldamak için gelmiş o, o kadar güzel ki… PAL. – Aslına bakarsan evlilikte güzelliğin payı sanıldığı kadar da çok değildir… insan güzelliğe çabucak alışıyor, ondan sonra olsa da bir, olmasa da… Yani… Pek de bir değil ya… (Aklına hoş olmayan bir şey gelir.) Pek de bir değil…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir