Kemal Tahir – Gangsterler Kraliçesi

Düşün ve edebiyat dünyamızın dev ismi Kemal Tahir’in, F. M. Duran takma adıyla yazdığı özgün polisiye maceraları yıllar sonra yeniden yayımlanıyor. – Eller havaya! dedim. Eller yukarı, kalbimin orangutanı… Küçük siyah gözlerinden bir kin ışıltısı geçti. Boynumu bu sırada yakalasa işimin harap olacağını anladım. Yerdeki tabancayı ayağımla bir kenara attım. – Şimdi beni iyice tanıdın değil mi? diye sordum, Şikago’nun Çifte Tabancalı Kadını’nı nihayet bilesin çıkardın mı? Beni milyon işine karıştırırsın, başımı türlü belalara sokarsın… Sonunu düşünmezsin! Efendim, mesele o kadar basittir ve herkesin başına, her gün gelen hadiselerdendir ki, daha ilk satırda iç yüzünü anlayarak asla hayrete düşmeyeceğinize eminim! “Biz buraya, Meksika hududu üzerindeki bu sahil kasabasına, iki gün evvel geldik. Maksadımız küçücük plajın tenhalığından keyfimizce istifade etmek, başımızı dinlendirmekti, ikinci günü, ikindi üzeri, “Gazinoya gideyim de, soğuk bir şey içeyim, hem de yerlileri biraz daha yakından göreyim” dedim.” Getirilen biradan bir yudum almaya vakit kalmadı. Masaya bir herif yaklaştı, iki parmağını, geniş kenarlı hasır şapkasına lütfen kaldırarak aklınca selam verdi. Müsaade beklemeden bir iskemle çekip karşıma oturdu. Şapkayı afili bir hareketle ensesine attı, dirseğini masaya kabaca dayadı. Vücudu kurutulmuş yılan balığı kadar hafif uzun, derisinin rengi ham zeytin kadar yeşil esmerdi. “— Sizin bir adınız da “Çifte Tabancalı Kadın” değil mi? diye sordu.


” “Ben, gözlerimi testekerlek açarak yüzüne bakakaldım. Namının, Şikago’dan buraya, benden evvel gelmiş olmasına kibirlenmek fırsatı bulamamıştım. Zira otele asıl ismimle “Hopy Travers” olarak kaydedildiğime emindim.” Herif, şaşırdığımı anlamış olmalı ki, 32 dişini piyano tuşları gibi parlatarak gülmeye başladı. Ben, gülümsemeden kahkahaya kadar insanların neşelenme şekillerinin hepsini severim. Ne çare ki, çöl sivrisineğine benzeyen bu maskaranın gülüşü, ihtiyar bir mandanın sinirlerini bile harap edecek kadar pisti, yapışkan ve küstahtı. — Benim adım da Pepe Sangchili! dedi, bu isim size bir şeyler anlatmıyor mu? “Deli mi ne? Kaşımın birisini kaldırarak tepeden tırnağa süzdüm. Açık lacivert ketenden kruvaze bir ceket giymişti. Göğüs cebinden kenarları kırmızılı bir ipek mendil sallanıyordu. Tırnaklan da belli belirsiz parlatılmış… Sol elinin serçe parmağında ışıldak bir yüzük var… Pek de şık haspa… İki dirhem bir çekirdek… Ceketinin sol tarafı biraz sarkıyor. Biz, Şikago milleti, bu sarkışın manasını bilmez değiliz. Böyle sarkışlara, “acemi terzi işi!” demeyiz! Oğlan, ceketi hususi ısmarlamış… Sol kolunun altına bir fazla cep sipariş etmiş… Şimdi orada kısa namlulu, kabzası sedef 32 milimetrelik bir otomatik tabanca yoksa, bütün erkeklerin bayıldığı dalgalı san saçlarını diplerinden traş ettiririm de… Öyle cascavlak iki ay Newyork’ta dolaşırım.” Az kalsın: — “Bak aslanım: Namımı da pekiyi öğrenmişsin! Bize sinema numaraları sökmez. Defol da ağız tadıyla biramızı içelim! Diyecektim ki, aklımı başıma devşirdim: “Bu dünyada herkesin bir derdi olur. Bunun da elbet bir derdi vardır.

Önce onu anlayalım, sonrasına Allah kerim” dedim.” — Gayet kısa! dedim, iki, üç kelimeyle… Ben hamdolsun, leb demeden leblebiyi anlayan cinsindenim. — Böylesine, bizim canımız kurban ablacığım, diye büsbütün sululaştı, biz yarısını istiyoruz! — Neyin yansını? — Bir milyon Meksika dolarının… Yani, yuvarlak hesap, 250 bin Amerikan dolan… — Demek, bu kadarcık bir şey işinizi görecek! Belki de yanılıyorsunuzdur. İyi düşünün… Son pişmanlık fayda vermez, bu bir… Bir de sen, beni her zaman bu cömertlikte bulamazsın! Suratını ikiye ayıran piyano tuşları derhal kayboldu. Buna mukabil koyu yeşil yanakları zonklamaya, sivri gırtlağı inip kalkmaya başlamıştı. Islık çalan bir sesle: — “Biz, burada Şikago külhaniliğinden hoşlanmayız bebeğim! dedi. Deminden beri numara yaptığı için değil, bana, “bebeğim” dediği için sivri çenesine, meşhur yumruklarımdan birisini indirmeyi bir an aklımdan geçirdim.” — Şikago külhanbeylerini bu işe neden karıştırmalı? dedim, ne mal olduklarını hakikaten biliyorsanız böyle konuşmak faydasız, haklarında hiçbir şey bilmiyorsanız yine bu laflar beyhude… Ben yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, biz Şikago külhanileri kalın kafalı insanlar olmakla meşhuruz. Şu meseleyi etrafıyla anlatsanız çok makbule geçecek tosunum! — Fazla etraflı isterseniz bu da konuşmaya başlar ha! Karışmam! Böyle diyerek ceketini sol tarafa doğru sarkıtan şeyi, yani tahmin ettiğim 32 milimetrelik kısa namlulu otomatiği yarıya kadar çekip gösterdi. Korkudan üzerime fenalık gelmiş gibi hafif bir inilti koyuverdim. Bu korku numarasından istifade ederek bira dublesini üstüne döküp dökmemeyi yine süratle düşündüm. Oğlan, geçirdiğim dehşeti sahi zannetti. Silahını lütfen yerine iade ederek ödümün patlamasına aklınca mani oldu. — Yarım milyonu derhal uçlanacaksınız, dedi, biz burada eşekbaşı değiliz… Biz burada… “Cümleyi bitirmeden sustuğu için arkama dönüp kapıya baktım. Eşikte birisi duruyordu.

Bu “birisi”, karşımdaki yaban eşeğinden en az iki misli büyük bir öküzdü. Suratı tuğla gibi kıpkırmızı, boynu bir ağır traktör lastiği kadar kalın bir herifti! Daha babayani giyinmiş… Fakat bundan çok daha kibirli…” — Kimdir? diye sordum. — Bizim Polis Müfettişi Tommy Burns, dedi, iyi adamdır. Candandır! Buyurmaz mısınız Mister Burns! Buyurun da bir viski için! Herif, beton döşemeyi sarsarak yaklaştı. Yan tarafta, üç adımlık mesafede durup beni tepeden tırnağa gözden geçirdi. — Merhaba Pepe! dedi, talihli oğlansın vesselam! Yanında her zaman nefis bir arkadaş bulunur! Ben, bu iltifata zoraki bir tebessümle karşılık verdim. Bu esnada garson, emir beklemeden bir tepsi içinde bardak, viski ve soda şişesi koşturmuştu. Polis Müfettişi, gergedan ayaklarına benzeyen garip ve kocaman ellerini masaya dayayarak yüzünü bana yaklaştırdı. Nefesi leş gibi alkol kokuyordu. — Küçük Hanım misafir galiba! Dedi, yeni geldi galiba! Ben: — Evet, diye cevap verdim, misafiriz… Yeni geldik… — Pepe’ye misafirseniz burada can sıkıntısından şikayet etmeye vakit bulamazsınız! Bizim Pepe iyidir… Altın gibi yüreği vardır. Ben kendisini severim… Pepe, keyifle dişlerini gösterdi: — Sevmesine sebep, yeğeni olurum! dedi. Burns Amca emsalsizdir. Hele viski içmekte Churchill bile yanına yaklaşamaz! Denizler viski olsa, bu bizim Burns Amca kamilen içerdi de, Amerika’dan Avrupa’ya vapurla değil otomobille gidilirdi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir