Victor Hugo – Sefiller – Antik Dünya Klasikleri

Kültür Bakanlığı Yayıncılık; Mösyö Miryel, herkes tarafından sevilen ve sayılan bir din adamı olduğu halde, kimse onun gerçek kimliğini öğrenmeye muvaffak olamamıştı. D Piskoposluğuna atandığı günlerde, kasabada çeşitli dedikodular başlamıştı… Bir rivayete göre, Miryel, “X” eyaleti meclis azalarından, büyük servet sahibi bir asilzâdenin oğlu imiş. İhtilâl öncesi âdetlerine göre, bir baba, büyük oğlunu hem servetine hem de makamına vâris bırakabilmek için onu erken yaşlarda evlendirirmiş. Miryel’in babası da bu kaideye uyarak onu daha on sekiz yaşında iken evlendirmiş. Böylece, Miryel, genç yaşta servete ve şöhrete kavuşarak “Monsenyör Şarl Miryel” adını almış. Zevk ve eğlence içinde, debdebeli bir hayat sürerken “ihtilâl” her şeyi altüst etmiş. Daha ihtilâlin birinci günü karısını, evde kalmış yaşlı kız kardeşini ve emektar hizmetçi kadını alarak İtalya’ya kaçmış. Karısı, yakalandığı göğüs kanserinden kurtulamayarak orada ölmüş. Çocukları da olmadığı için, iki yaşlı kadınla birlikte yoksul bir hayat sürmeye başlamış. İhtilâli kaderin bir tokatı sayarak inzivaya çekilmiş ve geçmiş günahlarından tövbe ederek kendisini ibadete vermiş. Nasıl ve ne şekilde döndüğü bilinmez, 1804 yılında, hayli ihtiyarlamış vaziyette, Paris’in Birinyol semtinde papaz kıyafeti ile görülmüş. O sırada resmi bir iş için Paris’e gelen Napolyon, Kardinal Feş’i görmeye giderken, yolu üzerinde bir adamın ona dikkatle baktığını farketmiş. Birden bire dönüp hiddetle: – Bana bakan şu ihtiyar kimdir, demiş. İmparatorun bu sorusuna, herkesten önce, o yaşlı adam cevap vermiş: – İmparator Hazretleri, Siz sıradan bir adama, ben de büyük bir adama bakıyorum… Bundan ikimiz de istifade edebiliriz!.


İmparator, o akşam kardinalden bu papazın ismini öğrenmiş. Mösyö Miryel, çok geçmeden D piskoposluğuna tayin olunduğunu haber alarak hayrette kalmış. Daha buna benzer bir sürü dedikodu dolaşmış ise de, Mösyö Miryel’in göreve başlamasından bir sene sonra hepsi unutulup gitti. Çünkü bu adam, en alt tabakadan en üst tabakaya kadar herkesi kendisine hayran bırakacak şeyler başarmış; her gün bunlara bir yenisini ekleyerek dedikoducuları utandırmıştı. İmparatorun fermanı ile D’ye piskopos atanan Mösyö Miryel, şanına yakışır şekilde, bir saray yavrusu olan “piskoposhane”ye yerleştirildi. Belediye başkanı ile meclis reisi kendisini ziyarete geldiler. Hükümetçe takdir edilen on beş bin franklık maaş, ilk yıllarda yetmeyecek olursa, hususi tahsisattan ek ödeme yapabileceklerini söylediler. Mösyö Miryel, bu teklifi nazikçe reddederek senelik maaşıyla yetineceğini bildirdi. D piskoposu, göreve başladığının üçüncü günü sarayına bitişik bulunan hastahaneyi ziyaret etti. Hastahane binası, tek katlı, alçak ve dar bir yapıdan ibaret olup küçük bir bahçesi vardı. Mösyö Miryel, hastahaneyi gezdikten sonra müdürünü piskoposluk sarayına davet etti. Yemek sırasında: – Mösyö, dedi, hastahanenizde şu anda kaç hastanız var? – Yirmi altı, efendim. – Evet, ben de öyle saydım… Fakat odalar çok küçük, yataklar da birbirine çok yakın. Zavallılar nefes alamıyorlar… – Doğru söylüyorsunuz, efendim… Lâkin elden ne gelir? Güneşli havalarda iyileşen hastaları bahçeye çıkarmak istiyorum; fakat orası da öyle dar ki, dolaşacak yer bulamıyorlar… – Ya bulaşıcı hastalık çıktığı zaman ne yapıyorsunuz? – Ah, efendim… Orasını hiç sormayın! Ne yapacağımızı şaşırıyoruz… Mösyö Miryel, biraz düşündükten sonra: – Bunda bir yanlışlık var, dedi. Müdür, mahçup bir tavırla: – Anlayamadım, efendim diye sordu. Piskopos gülerek, oturdukları salonu gösterdi: – Müdür Bey, sence burası kaç hasta barındırır? Müdür, şaşkınlık içindeydi: – Yemek salonu mu? Piskopos cevap vermedi.

Kalkıp salonu dolaştı. Enini boyunu adımlayıp kendi kendine hesaplar yaptı. Mırıldanarak: – Yirmi yatak rahat alır, dedi. Sonra sesini yükselterek: – Dediğim gibi, Müdür Bey! Bunda bir yanlışlık var!. Siz yirmi altı kişi küçük birkaç odada, biz ise üç ihtiyar altmış kişinin barınacağı bir sarayda oturuyoruz. Ben sizin yerinizi, siz de benim yerimi almışsınız! Gelin bu yanlışı düzeltelim; bana kendi yerimi veriniz!. Burası sizindir. Ertesi gün, yirmi altı hasta piskoposluk sarayına, üç ihtiyar da hastahane binasına taşındılar. Bu haber, kasabada büyük bir şaşkınlık uyandırdı. Ayak takımı ile resmî zevat, piskoposun bunadığına hükmediyorlardı. Orta tabaka ile hastalar onun bir aziz olduğunu söylüyorlardı… Mösyö Miryel’in serveti ihtilâl sırasında ele geçirildiği ve ocağı söndürüldüğü için kendisine ait en ufak bir mülkü yoktu. Kendisinin, ömür boyu takdir edilen, senelik beş yüz franklık bir maaşı vardı. Bu para üç ihtiyarın şahsî masraflarına yetiyordu. Devletin verdiği piskoposluk maaşına gelince, bunu nereye harcadığını Mösyö Miryel’in not defterine kendi el yazısı ile yazdığı bir nottan öğreniyoruz: Evimin Masraf Cetveli 1500 Küçük okul için 100 Ruhani Meclisi için 100 Mont Didye Rahipleri için 200 Paris’teki bir göçmen okulu için 250 Kudüs’teki ruhanîler için 300 Sadaka Toplama Cemiyeti için 450 Hapishanelerin ıslahı için 500 İhtiyaç sahibi mahpuslar için 1000 Borç yüzünden mahpus olan fakir kimselerin tahliyesi için 2000 Bölgem dahilinde bulunan okul hocalarının maaşlarına ilâve edilmek için 1600 Fukara Kızları Eğitme Cemiyeti için 6000 Kenarda köşede sesi çıkmayan fakir, yetim ve dullara dağıtmak için 1000 Piskoposluk sıfatıyla yaptığım ziyaretlerde gereken masraflar için 15000 Frank toplam maaşım. Yeri gelmişken, piskoposla aynı evde yaşayan iki yaşlı kadından da biraz bahsedelim: Mösyö Miryel’in kızkardeşi olan hanımın adı Matmazel Baptistine idi.

Uzun boylu, sarı ve kansız yüzlü, zarif ve nârin yapılı, gerçek anlamda bir hanımefendiydi… Genç yaşta, baba ocağı yıkıldığı için, fakir düşmüş evlenecek bir kısmet bulamamıştı. “Ağabeyine bakmak için kısmet aramamıştı” demek daha doğru olurdu… Ömrü dindarlık ve dürüstlük içinde geçtiği için, gençliğinde “zayıflık” diye nitelendirilen bu özelliği, yaşlılığında ona tatlı bir ruhanîlik veriyordu. Matmazel Baptistine’yi görüp de saygı duymayan kimse yok gibiydi. Başı daima aşağıda, gözleri yere bakardı. İki eski asilzâdenin emektar hizmetçisi olan Madam Magluar’a gelince: Kısa boylu, beyaz tenli, dolgun vücutlu, çalışkan bir hanımdı. Güler yüzlü değildi, ama somurtkan olduğu da söylenemezdi. Akşama kadar evin içinde dört döner, iş yapmaktan sağlığını düşünmezdi. Bu yüzden, nefes darlığına yakalanmıştı; daima içini çekerek nefes alırdı. Piskopos “fakir babası” olarak tanındıktan sonra ziyaretçilerin sayısı da artmıştı. Köy papazları, yardım cemiyetlerinin başkanları, okul müdürleri, baş piskoposluk müfettişleri eksik olmuyordu. İki yaşlı kadın misafirlere yemek pişirmekten değil, mutfağa ayrılan tahsisatı yetiştirememekten korkuyorlardı. Mösyö Miryel’in kızkardeşi sesini çıkarmamakla beraber, hizmetçi kadın “Evin Masraf Cetveli”ne itiraz ediyor, bin beş yüz frankla bir sene idare olunamayacağını söylüyordu. Cetvelden de anlaşılacağı gibi, Mösyö Miryel, piskoposluk maaşından kendisine sadece bin frank ayırıyor, Matmazel Baptistine’nin beş yüz frankı da buna eklenince topu topu bin beş yüz frank ediyordu… Matmazel Baptistine de mutfak masraflarında sıkıntıya düştüklerini bildiği halde hem ağabeyi, hem babası hem de dinen büyüğü saydığı mösyö Miryel’e en küçük bir şikâyette bulunmuyor, onun cetvel konusunda ne kadar titiz olduğunu hizmetçi kadına hatırlatarak sabretmesini tavsiye ediyordu. Piskopos, misafirlerin çoğalması karşısında masrafların altından nasıl kalkacağını bilemediğini, bundan çok sıkıldığını söylediği bir gün -cetvelden taviz koparamayacağını bilen- Madam Magluar, başka bir tavsiyede bulundu: – Saygıdeğer Monsenyör! Benim bildiğim, piskoposluk makamında bulunanlara maaşlarından ayrı olarak çevre köyleri dolaşması için araba masrafı da verilmektedir. Siz niçin hakkınız olan bu masrafı talep etmiyorsunuz? – Doğru, dedi Mösyö Miryel, hemen bir dilekçe ile Din İşleri Nâzırlığı’ndan bu tahsisatı talep edeyim.

Çok geçmeden Belediye Meclisi’ne bu tahsisin ödenmesi için emir geldi ve böylece piskoposun maaşına senede üç bin frank daha eklenmiş oldu. Bu haber, küçük bir kasaba olan D’de tekrar dedikodulara sebep oldu. Ancak, bu seferki dedikodular ayak takımından değil de resmî zevat arasından çıkıyordu. Nitekim, Ayan Meclisi azasından bir zat, gizlice “Din İşleri Nâzırı’na bir rapor yazdı. Bu raporun bir bölümünü aynen alıyoruz: “Senelik on beş bin frank yetmiyormuş gibi, aç gözlü piskoposumuz, bir de “araba masrafı” adı altında üç bin frank talep ederek, maalesef, bunu almaya muvaffak olmuştur. Dört bin nüfusu bulmayan küçük bir kasabada üç bin frank araba masrafı ne demektir? Kaldı ki, kasabamızın araba ile gezilecek doğru dürüst yolları bile yoktur. Çoğu yere hayvanla ancak gidilebilir. Hatta “Durans” köprüsünden öküz arabaları dahi güç belâ geçebilmektedir. Bu papazların cümlesi böyle cimri ve aç gözlü heriflerdir. Öyle görünüyor ki, yedikleri ihtilâl tokatı bile bu adamların aklını başlarına getirmemiştir… Buraya ilk geldiği zamanlar kendisini havari gibi göstermeye çalışmış ise de bu tahsisat meselesi ile gerçek yüzünü ortaya koymuş bulunuyor. Eski piskoposlar gibi, tantanaya meylediyor. Ah, şu papaz güruhu! İmparatorumuz, bizi bu servet düşkünü adamların elinden kurtarmadıkça, ihtilâl gayesine ulaşamayacaktır. Vatanını çok seven bir Ayan Azası’ndan yüksek makamınıza arzolunur, efendim.” Resmi zevat, dedikoduları böylesine resmiyete dökedursunlar, Madam Magluar, piskoposun araba masrafını istediğine ve kolayca elde ettiğine çok seviniyor ellerinin bollaşacağını ümit ediyordu. O akşam, Mösyö Miryel, kızkardeşini çağırdı, eline bir pusula vererek bunun titizlikle uygulanmasını istedi: Araba ve Ziyaret Masraflarının Harcanacağı Yerler: 1500 Hastahanedeki hastalara et yedirilmesi için.

250 X’deki “Yoksul Annelere Yardım Cemiyeti” için. 250 Darkinyan’daki “Öksüzler Yurdu” için 500 “Sokağa Atılan Çocukları besleme Cemiyeti” için 500 D’deki yetimler için. 3000 Frank toplam.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir