Mahir Kaynak – Komplo Yok

1992 yılında Aktüel dergisinin yazı yazmamı istemesi bir sürpriz oldu. Böyle bir deneyimim yoktu ve genel olarak yazmayı sevmiyordum. Buradaki yazarlığım beş yıla yakın sürdü. Bu sürenin deneme ve misafirlik sayılması için biraz uzun olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında çoğunu izleyemediğim demeçlerim yayınlanıyordu. Televizyonlarda ve radyolarda konuşuyordum. Bunların sayısı o kadar çoktu ki bazı yazarlar “ağız ishaline” tutulduğumdan söz ediyor, bazıları “Neşe’nin kepek sorununun bile bana sorulduğu”ndan şikâyet ediyordu. Bazı okuyucu ve izleyiciler de “Neden hep Mahir Kaynak?” diyen mektuplar yazıyorlardı. Bütün bunlar bir anda bitti. Eğer bir müdahale olmasaydı, bazı güç odakları artık sesimin kesilmesini istemeseydi; yüzümün yıprandığını, sözlerimin etkisini yitirdiğini düşünecektim. Hitap ettiğim kitlelerin bıkkınlığını hissetmeden, bir kılıç darbesiyle toplumdan koparıldım. Şikayetçi değilim; bulundukları konumu kendi yaptıklarının bir sonucu olarak görmeyen ve sorumluluğun başkalarında olduğunu söyleyenlerden hoşlanmam. Zaten yazdıklarımın ve söylediklerimin ana teması, şikâyet amaçlı olmak yerine olayların niteliğini anlamaya yönelikti. Dünyaya belli bir şema içinde bakıyordum. Olaylar kendiliğinden oluşmuyordu ve insanlar, iradeleri dışındaki gelişmelerin bir gözlemcisinden ibaret değildi.


Davranışlarımız sadece bu gelişmelere bir tepkiyle sınırlı kalmamalıydı. Her şey bir iradenin ürünüydü. Birçokları bunu teslimiyetçilik olarak yorumladılar. Kesinlikle böyle bir tavır içinde değildim. Olayların bir iradenin ürünü olması, bunları yaratanların her istediğinin gerçekleşeceği anlamını taşımazdı. Çünkü bütün hesapların doğru olması için hiçbir sebep yoktu. Hatta birçok davranışın, onun arkasındaki iradenin amacından çok farklı ve hatta zıt sonuçlar yarattığını görüyordum ve iki şeyin birbirinden kesinlikle ayrılması gerektiğini düşünüyordum. Bir projeyi gerçekleştirenlerin amaçlarıyla, uygulamalarının yaratacağı sonuçlar farklı olabilir. Bizim işimiz, uygulamaların sonuçlarını kestirmek ve bu uygulamaları çıkarlarımız doğrultusunda saptırmak olmalıdır. Şüphesiz olayları yaratanın niyetiyle, bunların sonuçlarının farklılaşması, her şeyin tesadüfi olduğunu kabul etmemizi veya olayların arkasında görünen iradeyi de aşan bir gücün olup olmadığını sormamızı gerektirir. Bu sorunun cevabı yoktur. İlk doğru her zaman bir inanca veya aksiyoma dayanır. Benim çabam mutlak doğruya ulaşmak değil, belirsizliği daha yukarı bir katmana taşımaktan ibarettir. İnsanların içinde yaşadıkları toplumun güvenli ve huzurlu, bunu sağlayacak örgütün; yani devletin de güçlü olmasını istemesi çok doğaldır. Benim de böyle düşünmemi engelleyen hiçbir neden yoktur.

Ama ülkeyi yönetenlerle aramızda, bu konuda, bir yaklaşım beraberliği olmadı. Genel kanı, hasım gördüğünüz gücün her söylemine ve her eylemine karşı çıkmak gerektiği biçimindedir. Bu tavrın doğru olduğuna inanmıyorum. Her şeye karşı çıkmak ve her şeyi yok etmeye çalışmak yerine, bir veya birkaç şeye karşı çıkmak, bunları bozmak; hasmın eyleminin niteliğini tamamen değiştirebilir. Eğer karşınızdaki bir çelikse, çeliği kırmak yerine içindeki karbonu almak, onu bir pik haline çevirmek ve sonra küçük çekiç darbeleriyle ufalamak daha kolay ve ucuz olur. Karşımızdakiyle onun öngördüğü, bizden beklediği biçimde mücadele etmek aymazlıktır. Karşımızdakinin -hele nispeten zayıfsanız- bütün hazırlıklarını bertaraf edemezsiniz. Bırakın, o gücünü öngördüğü yönde kullansın. Siz sadece onun saldırılarının niteliğini değiştirin. Öyle değiştirin ki size değil, hasmınıza zarar versin. Size atılan oklara göğsünüzü kahramanca siper etmek yerine, onları karşınızdakini vuran bumeranglara çevirebilir misiniz? Her savaş veya mücadele sadece ön safta görünen asker veya militanlarca yürütülmez. Onlar bir sistemin sadece bir parçasıdır ve hatta en önemlisi de değildir. Sistem gözden geçirilmeli ve en zayıf noktasından vurulmalıdır. Her kahramanlık, bu sıfatı kazanmak için, kan ve acılarla beslenir. Amaç kahraman olmak mıdır, yoksa başarmak mi? Bir eylem yapıldıktan sonra amacına ulaşıp ulaşmadığı irdelenmelidir.

Yani hesabın bir de sağlaması yapılmalıdır. Mesela PKK’ya yardım ettiği söylenen ve kaçakçılık yaptığı öne sürülen birtakım kişiler peş peşe öldürüldüler. Bunun sonucunda PKK’nın para sıkıntısı çekmesi ve eylemlerinin azalması beklenirdi. Bu olmadı. Acaba teşhis yanlış mıydı? Ya da, daha vahimi, öngördüğünüz amacın tersi sonuçlar yaratacak bir eylemin içinde olabilir miydiniz? Herkes PKK’nın finans kaynağının uyuşturucu olduğunda birleşiyordu. Uyuşturucu parası, ispatlanamayan bir kaynağı ifade eder. Acaba birileri gerçek kaynağı merak etmenizi engellemek için böyle bir belirsizliği mi ileri sürüyordu? Soru sormak gerekir. Doğru sorular ve yerinde şüpheler bir şeyi anlamamızın vazgeçilmez şartıdır. Türkiye’de sorulması gereken sorulara verilen cevaplar, kimsenin kaldırmaya cesaret edemediği kayalar gibi oturuyor ve hiçbir gerçekliği karşılamıyor. Bu ve benzeri sorular sadece bu konuyla sınırlı değildir. Bütün dünyaya bakışımızda, şüphelenilmesi bile cürüm sayılan hükümler, sağlam kaleler gibi beynimizin köşebaşlarını zapt etmiş durumda. Yanlışların nerdeyse simgesel doğrular halinde dönüştüğü sanal bir dünyada yaşamaya mahkum edildik. Ben bu hapishaneden firara teşebbüs ettim. Yakalandım ve tek başıma bir hücreye tıkıldım. Şikayetim yok.

Bedenim esir ama aklım ve vicdanım bir kuş kadar hür. Düşünce dünyamızda çaresiz görünen bir bocalamanın ve dağınıklığın içindeyiz. Herkes bir şey söylüyor ve hepsi doğru görünüyor. Birbirine zıt iki fikirden hangisinden yana olmamız gerektiğini gösteren bir kritere sahip değiliz. Bunlardan birini kabul edilebilir bir gerekçe olmadan benimsiyoruz. Karar vermiyoruz sadece taraf tutuyoruz. Üstelik mutlak doğru olmadığını da söylüyoruz. Her şey biraz yanlış ve biraz doğruyu birlikte taşıyor. Neye göre amel edeceğiz? Tam doğruyu bulamasak bile daha doğruyu kestirebiliriz. Rehber alacağımız düşünce ne ölçüde genel ve soyut olursa doğruya o kadar yakındır. Öklid geometrisi düz bir ortamda ve çoğumuzu ilgilendiren alanlarda tam doğruyu ifade eder. Ama Güneş Sistemi ve Evren’in tümü söz konusu olduğunda hiçbir anlamı yoktur. Daha genel ve soyut kavramlara ihtiyacımız vardır. Bizim kullandığımız doğruların, sınırlarımız dışında bir anlam taşımadığının farkında mısınız? Milli olmak alt sıralardaki doğruları kabul etmekle mi mümkündür? Biz, bizden ileri oldukları söylenenlerin doğmalarını da aşan bir söyleme ulaşamaz mıyız? Ulaşamazsak yok oluruz. Zaten bu yok oluşa, inandığımız hiçbir kutsal güç “Yazık oldu!” demez.

Var olmak güçlü olmakla mümkündür ve gücün ilk sebebi akıldır. Akılla Yaradan’in birbirine rakip olduğu bir safsatadır ve Yaradan en büyük akıldır. Mahir Kaynak Kozyatağı, 24 Ocak 1999 İkinci baskı için birkaç söz SON zamanlara kadar, ülke içindeki siyasal çalkantıların temelinde; çeşitli çıkar gruplarının, dini veya ideolojik açıdan farklı kitlelerin çatışmalarının olduğunu kabul ediyorduk. Sınırlarımız, dış dünyanın etkilerinin içeriye sızmasını engelleyen bir duvar gibiydi. Ülke içinde çatışma ne kadar sert olursa olsun, dışarıya karşı bir bütün gibi davrandırdı; en azından böyle olması gerekiyordu. Yabancıların etkisi bir entrika veya husumetten ibaretti. Bugünlerde anlayışımızın, sınırlı da olsa, değiştiğini ve ülkeler arasında karşılıklı etkileşim olduğunu kabul ediyoruz. Ama hâlâ “biz” ve “onlar” ikileminin sınırları içindeyiz. Onların davranışı bize karşıdır ve bu olumsuzluk ya bertaraf edilmeli ya da en az kayıpla atlatılmalıdır. Eğer bir ittifak söz konusuysa bu, iki devlet arasındadır. Ama temel gerçek değişmez: Biz ve onlar birbirimizden farklıyız! Bu hükmümüzün doğru olup olmadığını irdelemeye gerek görmüyoruz ve şöyle bir soru sormuyoruz bile: Acaba onların içindeki bazılarıyla, bizim içimizdeki birilerinin çıkarları, dünya görüşleri, geleceğe ait beklentileri birbiriyle uyum içinde olamaz mi? Bunlardan biriyle diğerinin ilişkisi ajan, uşak, işbirlikçi kavramlarının dışında dürüst bir ittifak olamaz mi? Hatta bu birliktelikte, başka bir ülke içindeki grup, kendi içlerindeki rakiplerinden çok, bizim içimizdeki müttefiklerine yakın olamaz mi? Hatta bu model dünya ölçeğinde genişletilip, çatışan tarafların ülkeler olmadığı, ulusal sınırlara bağlı olmayan grupların rekabetinin söz konusu olduğu söylenemez mi? İki ülkeyi birbirine yaklaştıran neden, bir ülkede çatışan tarafların, diğer ülkelerde de karşılıklarının bulunması mıdır? Yani ittifak iki birimin yan yana gelmesi değil, iki yarımın birbirlerini tamamlaması mıdır? Somut bir örnek verirsek, acaba ABD ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın temelinde, bir bütün olarak, her iki ülkenin çıkarlarının yatmadığı, tersine ABD’deki Demokratlarla Yeksin yönetiminin, Cumhuriyetçilerle Rusya komünistlerinin; dünyanın geleceği, paylaşımı, ülkelerin çıkarları konusundaki uyumu mu yatmaktadır? Bunun sonucu olarak Rusya’daki iç gerginlikle ABD içindeki farklılık paralel midir? Ülkeler arasındaki ittifak eğer iki ülkenin çıkarlarının uyuşmasıyla mümkün oluyorsa, bir ülkenin çıkarlarını farklı yerlerde gören ulusal grupların aynı ittifakı sürdürmesi mümkün mü? Bu sözlere itiraz, ülke çıkarlarının iç çatışmaların üstünde olduğu ve adeta bir matematiksel denklemin çözümü gibi tek olduğu biçimindeki iddiadır ama bu sürekli aksi kanıtlanan bir yargıdır. ABD’de dünyanın bugünkü paylaşımı ve geleceği konusunda bir iç uzlaşma söz konusu değildir. Kennedy’nin katlinin, Clinton’ın cinsel sorunlarını öne çıkaran skandalların temelinde bu farklılık yatmaktadır. Clinton’ın Çin’le yakınlaşma çabalarının hemen arkasından, Belgrad’daki Çin Büyükelçiliği’nin, hem de pilotaj hatası değil istihbarat hatası yüzünden vurulması, Çin’deki tepkiler ve sonuç olarak bu yakınlaşmanın torpillenmesi doğru tahlil edilmelidir. Hem Çin’de, hem de ABD’de bu yakınlaşmaya karşı olan etkili güçler vardır ve yakınlaşma hamlesi sonuçsuz kalmıştır.

Bugünkü Çin yönetimiyle Clinton yönetimi arasındaki uyum, ABD’deki muhalefet ile Çin’deki muhalefet arasında mevcut değildir ve her iki muhalefetin etkisiyle yakınlaşma gerçekleşememiştir. Oysa ABD-Rusya ilişkilerinde iktidarlar arasındaki uyum, muhalefetler arasında da vardır ve zaten ABD-Rusya yakınlaşmasının mimarları, gerçekte, ABD’deki muhafazakârlarla Rusya’daki komünistlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir