Dieter Breuers – Kudüs İçin Ölmek Şövalyeler, Rahipler, Müslümanlar ve Birinci Haçlı Seferi

ŞİŞMİŞ ET PARÇASININ üstündeki kara sinekler, siyah bir bulut dalgası halinde havalandılar. Bu et parçası, daha düne kadar yaşayan canlı bir insandı. Gri-sarımtırak renkli, iğrenç kokulu kütleden bir ok dışarı sarkmıştı; bir Longobart oku. Şövalye zanaati öğrenen genç çömez, Saksonya’nın ince oklarını, Suebya’nın daha güçlü oklarından ayırmasını biliyordu. Bu onun eğitiminin bir parçasıydı. Çıplak ayağını ölünün üstüne bastırıp, bedeni parçalayarak oku çekip çıkardı. Okla birlikte, çürümüş et parçaları da göğüs kafesinden kopup ayrıldı. Delikanlı, “sadece kendi adamlarımızı değil, vurularak mazgallardan düşürülen Romalılar’ı da gömmek gerekir,” diye düşündü. Bu, yalnızca Hıristiyanların insan sevgisinden değil, en azından cesetlerin çevreye koku yaymasını önlemek için de yapılmalıydı. Okun ucunu ve sapını bir demet otla temizlerken, boğazında bir öğürtü yükseldi. Bu sabah zaten iki kez küsmüştü. Artık sadece yeşil safra çıkartıyordu. Üzerinde, Ebedi Kent’in, daha doğru söylemek gerekirse, Leo kentinin on beş metre yüksekliğindeki surları tehdit edercesine yükseliyordu. Papa IV. Leo, Aziz Peter Katedrali’nin çevresindeki semti surlarla çevirtmişti.


Her ne kadar Ebedi Kentin büyük kısmı Tiber nehrinin diğer tarafında kalıyorsa da, “Leo kentine kim sahip olursa, er ya da geç tüm Roma’ya da o hâkim olur,” denilirdi. Öğle zamanıydı. Neredeyse dikey inen güneş ışınları insanı acımasızca yakıyordu. Sessizce ve hızla yoluna devam etti. Düz kayalıkların arasındaki otların içinde ok ve mızrak aradı. Yorgun kahramanlar çadırlarında horuldayarak uyurken, ona verilen görev buydu. İnce deri sicimlerle güç bela birbirine bağladığı üç tahta parçası ile kendisini yukarıdan gelecek saldırıya karşı korumaya çalışıyordu. Aslında gerçek bir kalkanı olmasını çok isterdi, ancak şimdilik şövalyelerinkine imrenerek bakmakla yetinmek zorundaydı. Ve okları temizlemeye devam etti. Savunmacıların kendisini hedef almadıklarını anlayana dek, dört mızrak ve on üç ok toplamıştı. Mazgalların arasında hiç kimse hareket etmiyordu. Toprağın üzerine derin bir sessizlik çökmüş durumdaydı. Kendisinin düzenli soluk alıp vermesinden ve vurulmuş birinin açık olan göğüs kafesini gagalayan şahinin boğuk sesinden başka ses duyulmuyordu. Çömez, denemek için sol tarafa doğru birkaç adım koştu. Şahin öfkeyle havalandı.

Başkaca da bir şey olmadı. Sonra sağ tarafa doğru otuz metre koştu. Sessizlik. Yalnızca şahin, badi badi yürüyerek yemeğine geri döndü. Genç, gürültü yaptı; daireler çizerek sıçradı, yumruğunu sıkarak surdakilere tehditler savurdu; aklına gelen bütün küfürleri sıraladı, ama yukarıda kıpırdayan bir şey olmadı. Ebedi Kenti savunanlar, acemi çocuğu dikkate almadılar. Öğle vakti ve sıcaktı. Kral Heinrich, iki yıldır Roma’yı almaya çalışıyordu, iki yıldan beri de, sadece onun adamları yaralanıp ölüyordu. Leo kenti ele geçirilemiyordu. Bu durumda, on beş yaşındaki bir “Tedesco” yu kim ciddiye alırdı ki? Siesta vaktiydi. Hepsi o kadar. Çömez, topladığı on üç oku yere attı, mızrakları ve hatta kalkan olarak kullandığı üç tahtayı da. Ardından, koşmaya başladı. Karargâha geldiğinde önce birkaç tokat yedi; çünkü el kol hareketleri ve bağrış çağırışlarla derin uykularından uyandırılmaları şövalyeleri hırçınlaştırmıştı. Nihayetinde, şarap iyiydi ve üstelik bol miktardaydı.

Hay melun şeytan, burada neler oluyordu? Bu bağırıp çağırmalar da neyin nesiydi? Bu çocuk, nöbetçisinin bile olmadığını söylediği surlarla ilgili neler saçmalıyordu? Bu saçmalığa kim inanırdı? Belki de bu bir tuzaktı! Ve insan, böyle bir şey için uykudan uyandırılıyordu. “İşgüzar; cehenneme kadar yolu var!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir