Haluk Gerger – Kan Tadı Belgelerle ABD’nin Kara Tarihi

Amerika Birleşik Devletleri bugün, bütün dünyada şaşkın tepkilerle tartışılan büyük bir saldırganlık sergiliyor. Nereden bakılırsa bakılsın, katı bir hegemonya çerçevesinde katıksız Amerikan üstünlüğünü dayatmaya yönelik bilinçli, planlı, hesaplı bir saldırı bu. ABD’nin ideolojik hegemonyası ve propaganda makinesinin gücü nedeniyle bu saldırganlık, dünya kamuoyunun geniş kesimlerince neredeyse bir sapma olarak algılanabiliyor ya da Bush yönetimine atfediliyor. Bu kitap, bugün tanık olduğumuz saldırganlığın kökenlerinin çok daha eskilerde ve çok daha derinlerde yattığı tezinden hareketle yazıldı. Saldırganlık dürtüsü, nesnel, yapısal, sistemik kaynaklar kadar, kültürel-ideolojik köklere de uzanıyor. Başlangıç noktasıysa, kapitalizmin doğuşu, Marx’ın deyişiyle “pembe şafağı” ve beyaz adamın Amerika kıtasına ayak basışı. Elinizdeki kitap, işte bütün bu sürecin öyküsünü anlatıyor, şiddetin kaynaklarını, kökenlerini, nedenlerini saptamaya çalışıyor. Amerika’ya ilişkin, esas olarak bilip de unuttuğumuz, bu arada da, çok fazla bilinmeyen kimi gerçekleri içeriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin, bu kitapta olduğu gibi, tarihiyle, nesnel dinamikleri ve toplumsal yönleriyle ya da en azından, onların bu kitaptaki ele alış biçimiyle kavranmasının, bizim için yani Türkiye’de yaşayan insanlar açısından elbette başka bir anlamı da var. Bu, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle, Amerika’yı anlamak, aynı zamanda Türkiye’deki toplumsal sorunlarla da yakından bağlantılı. Kitap yazılırken, kuşkusuz işin bu boyutu da aklımdaydı hep. Türkiye, ABD’nin “stratejik müttefik”i. Bu ilişkiyi kuranlar, sürdürenler ve ondan yararlananlar böyle ifade ediyorlar. Bunun, gerçeğin üzerini örten, ilişkilerin gerçek karakterinin niteliğini saklayan fiyakalı bir kavram olarak uydurulduğu ortada.


Dünyada ve Türkiye’de, bu iki ülke arasındaki ilişkiyi farklı sözcük ve kavramlarla tanımlayanlar da var elbette. ABD’de de, “stratejik müttefik” lafının ciddiye alındığı söylenemez. Yine de ilişkinin niteliğini daha iyi ifade eden bir sözcük-kavram bulmaktansa, bir gerçeği saptamak daha önemli şimdi. Her şeyden önce, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye açısından dışsal bir dinamiği ifade etmiyor; aksine, her anlamda, hayatın bütün boyut ve alanlarında içsel bir unsur olarak var oluyor. Bir başka ifadeyle ABD, Türkiye Düzeni’nin içkin, yerleşik, organik bir yaşamsal ögesidir. Öte yandan, iki birim arasındaki bir ilişki olarak ele alındığında, bir hiyerarşik etkileşim söz konusudur kurulmuş yapıda. Bu açıdan bakıldığında, Amerikan emperyalizmi, dışımızdaki bir olgu değil, içimizdeki bir süreçtir, yapıdır, kurumlar ve kişilikler bütünüdür, Türkiye kapitalizminin ta kendisidir. İsterseniz, dışımızdaki bir saldırganlık değil, içimizdeki bir işgalcidir de diyebiliriz. Ne var ki, onu salt bir işgalci olarak görmek, içsel mekanizmalarla organik bütünlüğünü gözden kaçırmak yanıltıcı olabilir. Amerikan emperyalizmi, hükmünü, bütün boyutlarıyla Türkiye kapitalizmi aracılığıyla, onunla bütünleşmiş bir biçimde icra ediyor. İşbirlikçileri ne kadar dışsalsa ABD de o kadar dışsaldır, ya da ABD ne kadar içselse işbirlikçileri de o kadar içseldir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir