Bu kitap, Atatürk’ün, tarih yazarlarına ışık tutan sözlerinin etkisi altında ve şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmamış bilgiler ve belgelerle hazırlamakta olduğumuz gerçek “Milli Mücadele Tarihi”nin üçüncüsüdür. Önsözümüzde belirttiğimiz gibi, birçok okuyucularımızdan yeni belgeler ve bilgiler gelmektedir. Bunlardan birisini, örnek olarak, kitabımıza eklemiş bulunuyoruz: Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’ni yaparak bütün yurttaki milli mücadele çabalarını bir elde toplamaya çalışmaktadır. Fakat zaman çok zor ve tehlikeli şartlar içindedir. Kendi arkadaşlarını da birer ilden temsilci göstermek suretiyle, ancak 38 kadar delege sağlayabilmiştir. Fakat bu delegelerin içinde biri vardır ki, en körpe çağındadır. Askeri Tıp okulu öğrencisi olan Hikmet Efendi, asker-sivil bütün Tıp öğrencileri adına, İsmail Fazıl Paşa (Cebesoy) ve İsmail Hami Bey (Danişment) ile birlikte İstanbul’un üçüncü delegesi olarak Sivas Kongresi’ne gelmiştir. Bu davranışlarıyla yurt sevgisinin eşsiz örneğini veren bu genç öğrenci, aynı zamanda, ulusal bağımsızlık konusunda da son derece idealist ve cesurdur. O kadar ki, ‘manda meselesi’nin görüşüldüğü Sivas Kongresi’nde, bizzat Mustafa Kemal Paşa’ya “Delegeleri bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya, bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederim. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz” demiştir. Sonra ne olmuştur, bu idealist ve yurtsever genç? Bugüne kadar bilinmiyordu bu husus. Hikmet Efendi’den söz eden ‘Sivas Kongresi’ adlı ikinci kitabımızı okuyan, Hikmet Efendi’nin Askeri Tıp okulundan arkadaşı Eski Mebuslardan Dr. Ahmet Selgil’in gönderdiği mektuptan şimdi öğreniyoruz ki, Sivas’tan dönen Hikmet Efendi yakın arkadaşı Yusuf Balkan ile birlikte tekrar Anadolu’ya geçip Ankara’ya gitmiş ve milli mücadele uğrunda hizmet için Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girmiştir. Bir yıl kadar sonra İstanbul’a dönmüş ve tahsilini tamamlamıştır. Aradan yıllar geçer. Günlerden bir gün, sofrasındaki dostları ile eski günleri anan Atatürk, Tıp öğrencisi Hikmet Efendi’yi hatırlar. Hemen bulunup mebus yapılmasını emreder. Fakat, Mazhar Müfit Bey (Kansu), üzüntü ile boynunu bükerek, Hikmet Efendi’nin öldüğünü söyler. Çok üzülen Atatürk sofrayı dağıtır. Oysa ki, Hikmet Efendi sağdır ve Anadolu’nun bir köşesinde doktorluk yapmaktadır. Hiçbir zaman kendini Atatürk’e hatırlatmayı düşünmemiştir. Hatta ondan bir şey ister duruma düşmemek için, bölgesine geldiği zaman kendisine görünmemiştir. Atatürk’ün ölümünden birkaç ay sonra da, Mazhar Müfit Bey sokakta Hikmet Efendi’ye rastlar. Boynuna sarılır, yaptığı yanlışlığı anlatır, özür diler. Yine aradan yıllar geçer. Bir gün de zamanın tek siyasi partisi tarafından aranır ve Balıkesir’den mebus adayı yapılmak istenir. Fakat şanssızlık burada da Hikmet Efendi’nin yakasını bırakmaz. “Balıkesir’in yabancısıdır, Giresunludur” propagandasıyla bu imkânı da kaybeder. Oysa ki Hikmet Efendi Balıkesirlidir, Balıkesir’in Savaştepe bucağındandır. Fakat; Savaştepe Bucağı’nın o günkü adı ‘Giresun’dur. İki yıl sonra da, oğlu Orhan Boran’ı (tanınmış takdimci ve mizah ustasını) milletine yadigâr ederek, veremden ölür. Dr. Yusuf Balkan ise hâlen hayattadır, yakın arkadaşı Hikmet Efendi’nin kız kardeşi ile evlidir, bir ameliyat sonucu bacağındaki rahatsızlığı iyileştirebilmek için Ankara’daki Rehabilitasyon Merkezi’nde yatmaktadır. 6 Şubat 1970 günü kendisini ziyarete gittiğimde, sayın eşi, yani Tıp öğrencisi Hikmet Efendi’nin kız kardeşi de yanında idi. Yüzlerinde görüp geçirmişliğin, acı tatlı anıların karışımından doğma çizgiler, yılların yorgunluğu ve fakat eşsiz bir sevimlilik vardı. Dr. Yusuf Balkan hasta yatağında, sanki o günleri bir daha yaşayarak konuşuyordu: Sivas Kongresine delege göndermek fikri ortaya atılınca, bir sabah alacakaranlıkta okulun hamamındaki göbek taşı üzerinde toplandık. Hikmet ve ben delege seçildik. Fakat yol paramız yoktu. Herkes cebindeki parayı çıkarıp ortaya koydu. En çok veren Ekrem Şerif Egeli idi, galiba elli kuruş vermişti. Ancak 9,5 lira yani bir kişiye yetecek kadar para tedarik edildi. Ben de bu para ile Hikmetin gitmesini söyledim. Para bulabilirsem ben de ona katılacaktım. Bu arada bir de vesika temini gerekiyordu. Kimi temsilen gidecektik? Bunu belirten vesikayı hiçbir yerden temin edemedik. Tıp Talebe Cemiyeti Başkanı olan dördüncü sınıfın sivil talebelerinden Dr. Ahmet Kemal, durumu öğrenince hemen vesikayı yazdı, imzalayıp mühürledi. Böylece, bütün tıp talebelerinin temsilcisi olduğumuzu belirten vesikayı aldık. Para bulamadığım için ben gidemedim, Hikmeti, ismail Fazıl Paşa ile Sivas’a uğurladık. Sivas dönüşünde Hikmet Baran tam bir Kuva-yı Milliyeci idi. Milli mücadele çabalarına katılmaya karar verdik ve Ankara’ya gittik, Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girip hizmete başladık. O zaman Ankara’da bir hastane Cebeci’de vardı. ikinci hastaneyi de ben kurdum. Ben Ankara’da bir yıl kadar kaldım. Hikmet biraz daha fazla kaldı. Hikmet çok vatanperver, çok idealist, eşsiz bir insandı. Anlaşılıyordu ki; Dr. Yusuf Balkan da, eşi de 50 yıl önceki örnek yurtsever Tıp Öğrencisi Hikmet Efendi’nin hayranı idiler. Ondan söz ettikleri zaman ikisinin de gözleri parlıyordu. Bu konuda ne kadar konuşsak bitmezdi. Fazla rahatsız etmemek için ikisine de saygılarımı sunarak ayrıldım ve Dr. Ahmet Selgil’in Hikmet Boran hakkındaki mektubunu bu kitaba ekledim. (Ek: 8)
Mahmut Goloğlu – Milli Mücadele Tarihi #3 – Üçüncü Meşrutiyet
PDF Kitap İndir |