Milletlerin tarihi seyirleri araştırılırken siyâsî-askerî olaylar ayrıntısıyla incelenmiş ve genelde askerî mücadelelerin sonuçları değerlendirilmiştir. Özellikle XX. asrın başlarından itibaren sosyokül-türel tarih üzerinde durulmuş ve milletlerin yaşayış şekillerinin nevi şahsına has hususiyetleri önem kazanmaya başlamıştır. Bu sayede siyâsî-askerî tarihin ayrıntısıyla araştırılan dönemleri kültür tarihinin tamamlayıcı parçalarıyla şekillendirilmeye çalışılmıştır. Tarihe bir bütün olarak bakıldığında milletlerin geçmişteki yaşamlarının her yönüyle ele alınarak incelenmesi gereği ortaya çıkar. Hatta psi-ko-sosyal faktörlerin, dini kriterlerin, ekonomik politikaların, coğrâfî konumun milletler arasındaki ilişkileri nasıl şekillendirdiği en ince ayrıntısına kadar ele alınmalı ve bütün esası göz önünde tutularak değerlendirmeler yapılmalıdır. Bunun için tarih disiplininde her biri tamamen kendi araştırma metodlarıyla şekillenen yeni alt ana kolların yapılandırılması gereği ortadadır. Bu ihtiyaç özellikle ülkemiz tarihçiliği açısından önemlidir. Son yıllarda ülkemiz tarihçiliğinde önemli gelişmeler yaşanmakta ve dünyadaki değişim hızla tarihçiliğimize getirileriyle yansıtılmaktadır. Askerî, ekonomik, kültürel, psiko-sosyal, şehir, sanat ve etnik tarih vd. kollar kendi araştırma esaslarını ortaya koyarak seyrini hızla tamamlama yolundadır. Bu hızlı değişim içinde dünyadaki tarih araştırmalarını anında takip edebilen bir tarihçi güruhunun yetişmiş olması, ülkemiz açısından önemli bir avantajdır. Ayrıca Türkiye’nin özellikle 1990’lı yıllardan itibaren bir “tercüme” dönemi yaşaması tarih disiplini açısından kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük imkanlar sağlamış, geniş kitleler Türk ve dünya tarihçiliğinin içinde bulunduğu durumu değerlendirme şansını yakalamıştır. Araştırmamız, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle beraber Türkiye’de son on yıl içinde hızla gelişen Türkistan (Orta Asya-Merkezî Asya diye bilinen) tarihi dönemini içine almaktadır. Bu dönem kaynak sıkıntısı, demir perde engeli ve Türkiye’de saha üzerinde çalışan akademisyen sayısının azlığı sebebiyle nakıs kalmıştır. Son yıllarda Rus Federasyonu’na (Bağımsız Devletler Topluluğu’na) ve Türk Cumhuriyetleri’ne araştırma ve akademik çalışma amacıyla gönderilen kişilerin çalışılmamış dönemler üzerinde durmaya başlamalarıy-la bu eksiklik bir ölçüde de olsa giderilmeye başlamıştır. Fakat daha üzerinde çalışılması gereken çok sayıda konu uzun zaman dilimi içinde araştırılmayı beklemektedir. Türkiye’de çalışılmayan bazı konular, Rus ve diğer Türk kökenli araştırmacılar tarafından ayrıntılarıyla tetkik edilmiştir. Fakat Sovyet eğitim politikasının komünist mentaliteye sahip araştırmacılar yetiştirmesi araştırmalara gölge düşürmekte mevcut konuların yeniden tarafsız olarak ele alınmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Sovyetler döneminde tarafsız olarak tarihi araştırma yapan akademisyenler yok değildir ama mevcut araştırmacılarda rejimin dişlileri arasına sıkışmış hayatta kalabilme mücadelesi vermiştir. Yazdıkları eserler İlimler Akademisi’nin tozlu rafları arasında kalmış, bazı araştırmalar da yok edilmiştir. Bağımsızlık sonrası dönemde sınırlı da olsa zikredilen eserler millî uyanış hareketlerine bağlı olarak değer kazanmış ve yayınlanmaya başlamıştır. İncelediğimiz dönem, Rusya’da ve Türk Cumhuriyetleri’nde (Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan) farklı yönleriyle ele alınmış ve önemli sonuçlara ulaşılmıştır. Fakat üzerinde durduğumuz konu “etnik tarih” açısından bu ülkelerde de ayrıntılı olarak tetkik edilmemiştir. Dönemin yazmaları (mikrofilmleri) ve Rusya Kraliyet Akade-misi’nin yayınladığı ilk eserler dahil olmak üzere çok sayıda kaynak incelenerek konu bütünlüğüyle mevzu ortaya konmaya çalışılmıştır. Araştırmamızda tarih disiplinin yanı sıra fizîkî-antropoloji, arkeoloji, etnografya (etnoloji) ve tarihi coğrafya disiplinlerinin metodların-dan da yararlanılmıştır. Etnik tarih araştırması yapan bütün araştırmacıların bu disiplinlerden yararlanma mecburiyeti vardır. Tek başına tarih disiplinin verileriyle etnik tarih araştırmalarının yapılması mümkünse de, ulaşılan sonuçların doyurucu olmayacağı açıkca ortadadır. Araştırmaların sonuçlarına, gerçek anlamda objektif ve doyurucu bilgiye ulaşmanın yolları bir bütünlük içinde bu disiplinlerden yararlanmada yatmaktadır. Türkiye’de etnik tarih araştırmalarının son yıllarda gelişmeye başladığı görülse de, araştırdığımız konu müstakil bir çalışma olarak ele alınmamıştır. İncelediğimiz dönemin bazı eksiklikleri bir ölçüde yaptığımız araştırmayla tamamlanmaya çalışılmışsa da, daha üzerinde çalışılması ve eksikliklerinin giderilmesi gereken çok sayıda nokta vardır. Bütüne ulaşan parçaları tamamlama fırsatı, bu dönemi (Türkistan Tarihi) seçen araştırmacıları beklemektedir. Kırgızlarla Kazakların etnik ve siyasî yapılarındaki yakınlık birçok araştırmacının dikkatini cezbetmiş, konu üzerinde 200 yılı aşkın bir süre araştırmalarda bulunularak, benzerlik ve farklılıklar tespit edilmeye çalışılmıştır. Kırgızlarla Kazakların benzer olan sosyal yaşayışları, ağız farklılıkları hariç tutulduğunda ortak olan dil yapıları, boylar arasındaki akrabalık bağları, geleneklerindeki yakınlık, askerlik sanatındaki müşterekleri vb. birçok özellik, başta Rus sey-yah-elçiler olmak üzere diğer yabancıların dikkatinden kaçmamıştır. Rus Çarlığı’nın Orta Asya’da önce ticarî, daha sonra siyasî ve askerî hareketlerini planlama safhası sırasında, Kırgızları-Kazakları tanımak için gönderdiği elçileri ve seyyahları görevlendirerek her iki millet hakkında ayrıntılı bilgi toplamaya başladığı bilinmektedir. Rusların Kazaklara gönderdiği ilk elçilik heyetleri (1569 yılında Semen Maltsev ile Tretyak Çebukov) döneminden itibaren Kırgızlarda yavaş yavaş tanınmaya başlanmış ve her iki halkın ortak olarak bu bölgede oluşturdukları askerî gücün ne kadar etkili olduğu anlaşılmaya çalışılmıştır. Bölgenin önemi, çeşitli yer altı-yer üstü kaynakları ve ticaret yollarının zenginliği sadece Rusları değil, yabancı araştırmacıları da bölgeye çekmiştir. Bu araştırmalar, Rusların Orta Asya’daki askerî hareketleri sırasında da devam etmiş ve her yeni çar döneminde bilgiler daha da zenginleştirilmiştir. Bu bilgiler, araştırma raporları ve ekspeditsiyalarla (ekspıdi-şın:ilmî geziler) daha düzenli bir şekilde tasnif edilmiş ve Rusya Kraliyet Akademisi’nin yönetiminde Kırgızlar ve Kazaklar hakkında mükemmel bir arşiv oluşturulmuştur. Özellikle XVIII.-XIX. asırda Kazak-Kırgız tarihi üzerine çalışarak boyların tarihi ve sosyal yapıları hakkında bilgi toplayan A. İ. Levşin, G. N. Potanin, Ç. Valihanov,E Savelyev, N. A. Aristov, N. İ. Grodekov, L. V Oşanin, V. V. Radlov, P. İ. Rıçkov, V. G. Tizengauzen, A. İ. Makşeyev, G. E. Grumm-Grji-maylo, A. P. Çuloşnikov, V. V. Barthold vd. akademisyenlerin ortaya koydukları çalışmalar, dönemin tarihinin şekillenmesinde önemli rol oynamışlardır. Kazak ve Kırgız tarihini her yönüyle öğrenen Ruslar, SSCB döneminde de bu coğrafyanın tarihini, arkeolojisini, antropolojisini, etnolojisini vd. hususiyetlerini araştırarak önemli sonuçlara ulaşmışlardır. SSCB yönetimi altında Kırgızistan’da 1956 ve Kazakistan’da 1960 yılında uluslararası kongreler düzenleyerek Kırgız-Ka-zak tarihinin bazı problemleri üzerinde yeni tezler ileri sürülmüştür. Dünyada ve Rus alimleri arasında ilgi uyandıran bu konu, farklı yönleriyle literatürde işlenmiş, fakat Kazaklarla Kırgızlar arasındaki benzerlikler ayrıntılı olarak ele alınmamıştır. Zikredilen konu, ilmî çevrelerde yazılan makaleler ve sempozyumlarda tebliğ şeklinde verilen araştırmalardan oluştuğu için derli toplu olarak neşredilme-miştir. Araştırmamızda konu karşılaştırmalı olarak ele alınıp Kırgız-Kazak boyları arasındaki etno-siyasî yakınlık tarihî perspektif içinde verilmeye çalışılmıştır. Konunun aktüalitesinin diğer bir yönü de bağımsızlığına yeni kavuşmuş bulunan, aynı kültürel kimliği paylaşan iki devletin ortak etnik bağının olduğunu ortaya koymak ve siyasî kimliklerinin pekişmesine katkıda bulunmaktır. Kırgızlar ve Kazakların bağımsızlık seyri içinde geçen on yıllık sürenin devlet yapılarının şekillenmesinde çok uzun bir zaman dilimi teşkil etmediği görülür. Milletlerarası ilişkilerde yaşanan hızlı siyasî değişimler, iki bağımsız devleti birbirine yakınlaştırmıştır. Bu gelişmeler, Kırgızlarla Kazakların birçok uluslararası ekonomik, siyasî ve askerî birliğin içine girmesini kaçınılmaz kılmış BDT (SNG), Şangay İttifakı ve Orta Asya Birliği diye bilinen ekonomik ortaklıklar oluşturulmuştur. Bu ortaklıklar, Merkezî Asya’daki yaşanan gelişmelere ve dünyadaki askerî hareketliliğin getirdiği değişime dayalı bir şekilde oluşturulmuştur. Kırgızistan ve Kazakistan bu birlikler içinde genellikle birbirlerine yakın politikalar izleyerek küçük ayrıntılar dışında milletlerarası platformlarda birlikte hareket etmişlerdir. Bu birliktelik tarihin eski dönemlerine kadar ulaşan köklü bir geçmişe sahiptir. Bunun içinde her iki devletin politikalarında bir beraberlik ve bütünlük mevcuttur. Eski dönemlerde Moğollara, Kalmaklara {1} daha sonra ise Hokand Hanlığı’na ve Çarlık işgali döneminde (1916 yılında) Rusların kolonizasyon hareketlerine, Kırgızlarla Kazakların karşı koymak için ittifak oluşturdukları unutulmamalıdır. Tarihî perspektifin sağlamlaştırılmasında geriye dönük olarak etno-sosyal ve sosyo-kültü-rel ortaklıkların tespit edilerek bu bağların bazı yönleriyle incelenmesi gerekir. Tarihî bağları ortak olan iki devletin bağımsızlık sürecinde gerçekleşen ilişkileri ortaya konan bu tür araştırmalarla sağlam temellere oturtulabilecektir. Dünya düzeni içinde hızla değişen milletlerarası ilişkilerde etnik ve kültürel bağlarla birbirlerine bağlı olan halkların farklı ittifaklar oluşturma hedefine doğru yöneldikleri malumdur. Bu değişimde, Kırgızistan ile Kazakistan’ın alacağı yerin ve siyasî platformun oluşturulmasında tarihî geçmişin sağlayacağı faydalar diplomatik amaçlar için de kullanılabilecektir. XIV. ve XVI. asırlarda Kırgızlarla Kazaklar arasında meydana gelen sosyal ve siyasî kaynaşmalar sebebiyle birçok boyun yer değiştirdiği bilinmektedir. Kırgız boyları Kazak boyları arasında, Kazak boyları Kırgız boyları arasında kalarak karışıp kaynaşmıştır. Araştırmada belirtilen zaman dilimi içinde hangi boyların yer değiştirdiği ve bugüne kadar kendi adlarını koruduklarını tespit etme amacı güdül-müştür. İlmî çevrede bu boylar tanıtılarak, klasik-yazma (tarihî) kaynaklarda ve diğer eserlerde kaynaşmanın hangi oranlarda ve nerelerde gerçekleştiği ortaya konmaya çalışılmıştır. Konu çeşitli kaynaklarda karşılaştırmalı olarak incelenip yazma eserlerde Rus, İngiliz, Kırgız, Kazak, Özbek, Uygur ve Tatar (Kıpçakgruplarının bazı kolları Karakalpaklar gibi) dillerindelehçelerinde yazılan (tetkik) araştırma eserlerde Kazaklarla Kırgızlar arasındaki etnik birliktelik ilmî temelde tespit edilmek istenmiştir. Farklı kaynaklardan yararlanarak Kırgız-Kazak etno-siyasî yakınlığının bazı yönlerinin tespit edilmesi ve şecerelerde açıkça görülen akrabalık bağlarının başka bilim dallarının da yardımıyla pekiştirilmesi amaçlanmıştır. Yapılan araştırmada şu tezlere ulaşılmıştır: 1. Tarih, antropoloji ve etnografya (sadece şecereler esas alınarak) ilminin verilerine göre Kazaklarla Kırgızlar arasında etnik tabanda bir sosyal bütünlük mevcuttur. Bu bütünlük iki etaptan oluşmaktadır. Birinci etapta, her iki milleti oluşturan boyların (kavimlerin) çok eski tarihlerden itibaren birbirine yakın coğrafyada yaşadıkları ve askerî mücadelelerin getirdiği sebeplere dayalı olarak kaynaştıkları görülür. Bu etapta, Kırgızlarla Kazaklar arasında görülen Dö-ölös, Dulat, Kanglı, Kıpçak, Suan, Usun ve diğerleri, her iki halk arasında eski boy geleneğine sahip olan büyük boylar şeklinde bilinmektedir. Yıllıklar (Çin, Grek, Arap ve Fars dilindeki yazılı metinler), şecereler, yazma eserler ve diğer sözlü edebiyat ürünü kaynaklar, etnik temeli şekillendiren boyların bir birlik oluşturduğunu ispatlamaktadır. İkinci etapta ise coğrafî değişimler, askerî ittifaklar ve başka sebeplere dayalı olarak yeni boy oluşumlarının şekillenmesi, bu boyların da dönemin olaylarına göre her iki halkın etnik tabanında zamanla yer almaya başladığını ortaya koyar. Diğer Türk boylarının 840 tarihindeki Kırgız (Büyük Kırgız Devleti dönemi) darbesiyle beraber yavaş yavaş batıya çekilmeleriyle Maverâünnehir, Sir ve Âmu-Deryâ nehirleri bölgesinde yoğunlaşmaları sonucunda {2} XII. Yüzyıldan itibaren etnik oluşumlar yaşanmaya başlamış, az da olsa Karaki-tay grupları ile beraber yabancı unsurlar etnik tabanda etkin hale gelmiştir. Kazak ve Kırgız coğrafyasında bu tarihten itibaren görülen askerî ve sosyal hareketlilikle beraber Karakitay, Moğol, Kalmak ve sonradan gelen Türk kökenli boyların etnik tortuları bölgede kalmıştır. Bunun sonucunda etnik kaynaşma daha da hızlanmış ve girme (kurama) {3} boylar (Kıtay, Bögöcü, Calayır, Karaçoro, Kongrat, Monoldor, Nayman, Nogoy vd.) Kırgız-Kazak boy bütünlüğünü demografik olarak değiştirmiştir. XII. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla kadar görülen bu etnik hareketlilik, eski boyların Kırgız-Kazak boyları arasındaki askerî gücünü ve sosyal statülerini zayıflatmıştır. Bu dönemde görülen etnik hareketliliğin en önemli sebeplerinden ikisinin: Kalmak askerî hareketleri sırasında ortak düşmana karşı oluşan psiko-sosyal birliğin sonradan millet bazında etnik birliğe dönüşmesine ve geçen zaman içinde meydana gelen değişime bağlı olduğu görülür. Bu olaylar, milletlerin sosyal hafızalarında yer ederken, askerî baskılarla beraber (bulundukları bölgeden ayrılarak Kırgız ya da Kazak coğrafyasına gelip yerleşen) boylar arasında bir daha vatanlarına geri dönmeyenler olmuştur. Bazıları parçalanarak asıl kitleden kopup tekrar topraklarına geri dönmüş, diğerleri ise bulundukları topraklarda birlikte yaşadıkları boylarla akrabalık bağı tesis ettikleri için geri dönememişlerdir.
Mustafa Kalkan – Kırgızlar ve Kazaklar
PDF Kitap İndir |