Mustafa Yildirim – The General

NE AMERİKA, NE İRAN, NE DE İSRAİL! Gerçek özgürlükçülük zor iştir, zor! Fırsatçılıksa çok, ama çok kolaydır. Bir kez ilkesiz kestirmeciliğe yakalandınız mıydı, yanardönerlik kaçınılmaz olur. İlkesiz, İran diktasının ABD’ye diklenmesine sığınarak faşizmi savunuyor! İlkesiz, İran diktasının yayılmacılığının kanlı oyunlarını bilmezden geliyor. İlkesiz, kendi ülkesinde halkın özgürlüğünü savunurken -ABD’ye karşı savaşımını desteklediğini sanarak İran diktasına selam yolluyor. İlkesiz, İran diktasının militanlarından oluşan al-Kudüs Kuvvetleri’nin Türkiye dâhil birçok ülkede gerçekleştirdiği kanlı suikastları anımsamıyor. İlkesizliği ilke edinenler, Ruhullah Humeyni ve ona bağlı Ayetullahların (Allah’ın sözcüleri) Türkiye Cumhuriyeti’ni düşman olarak ilan ettiklerini; Cumhuriyetimizi yıkmaya yeltenen kim varsa desteklediklerini; Türkiye’den sayısız militana İran’da istihbarat-bombacılık-suikastçılık eğitimi verildiğini de biliyorlar; ama aldırmıyorlar. İlkesiz, “teröre karşı”, ama İran yetiştirmesi militanların Türkiye’de kitle katliamlarında ölenlerin ırkına, inancına göre yargılıyor. Aralarında Batı hesabına ajanlık yapma olasılığı bulunan kişilerin de bulunabileceği çok doğal olan İran gençliğinin, hem de en kanlı ve en acımasız zulüm ortamında, ölümü göze alarak ayaklanmasını karalamak için işi George Soros’a bağlıyor da o gençliğin çoğunluğunu görmek istemiyor. İlkesizlik başa beladır; olaylar bilgisine ve geçmişin kanıtlarına bağlı kalmaksızın ipe sapa gelmez önyargılarla Ayetullahları ve al-Kudüs Kuvvetleri’ni desteklerseniz gün olur o gerçekler ayağınıza dolanıverir. Özgürlük isteyenleri Sorosculukla (Her nedense işi Soros’la sınırlıyorlar da ABD örümcek ağını unutuveriyorlar!) suçlamak kolaycılığına kaçarsanız, Türkiye’deki örümcek ağı örenlerin, “Quantum Nva” liberallerinin İran milliyetçisi sözde dindarlarla işbirliklerini bir türlü anlayamazsınız! ABD egemenlerinin, İsrail’in devlet çetelerinin, Batı Avrupa kartel merkezlerinin Ortadoğu’yu, Asya’yı, Afrika’yı yeniden kolonileştirmelerine karşı nasıl savaşıyorsak, din örtüsü altına saklanmış İran yayılmacılığına, Ayetullah diktasına karşı da öyle savaşacağız. Ortadoğu’da İsrail yayılmacılığına, zulümlere nasıl karşı duruyorsak, Kerkük’te soykırıma nasıl başkaldırıyorsak, Tahran’ın kanlı oyunlarına da o denli şiddetle karşı duracağız. ABD ve Batı Avrupa egemenlerinin yurdumuzun içini karıştırmaları karşısında nasıl dikleniyorsak, Tahran’ın Türkiye’de Cumhuriyetimizi yıkmaya yeminli şebekesine de öyle öfkeleneceğiz. İlkelerimiz çok, ama çok yalın: Yurdumuzda ve komşularımızda yabancı şebekelerin varlığına da terörü destekleyen rejimlere de son! Yurdumuzda bağımsızlığımızı korumak için ABD’ye ve İran diktasına ihtiyacımız olmadığı gibi, yurttaşlarımızın birliğini koruyan, din-mezhep-tarikat parçalanmasına karşı biricik kurum olan laik devleti korumak için de İsrail’e muhtaç değiliz. İran’da da İsrail’de de Rusya’da da ABD’de de başta nükleer silahlar olmak üzere, tüm kitle kırım silahlarının yok edilmesini istiyoruz. Yurdumuzda ve Ortadoğu’da her türlü baskıdan uzak yaşayan özgür insanların yaşıyor olması barışın da, erdemli yaşamın da biricik kaynağıdır.


Kısaca ilkesiz, ne tam bağımsızlığın anlamını, insanlık özgürlüğünü ve insanca yaşama erdemini dün anlamamıştı, yarın da anlayamayacak! Oysa kaç yıl oldu, İran’da üretilmiş o şiirsel İran – Azeri çocuk öykülerini görmeyeli ve ince ezgili İran müziğini duymayalı! AJAN ŞEBEKESİNİ SÖKÜP ATMADAN Cumhurbaşkanlığı seçimi kargaşasından yararlanan DYP ve ANAP yöneticileri, ARI’larla birliktedir. DYP genel Başkanı, daha bugün “Yabancılara mülk satılmasının bizce bir sakıncası yoktur!” deyiverdi. Yıllarca kara irticayı onlar desteklemedi mi? Kurumların ve halkın cumhuriyete sahip çıktığını görünce T.C. ilkelerine sahip çıkar gibi yaptılar. “Sağ birleşti; sol da birleşsin, demokrasi kurtulsun, laiklik yaşasın” diyorsanız gerçekten yanılıyorsunuz. Şimdi gerçeği görmenin sırasıdır! TBMM’de kimlerin eli yok ki? Yabancı devletlerin siyasal partileri, “Egemen” olması gereken T.C. Devleti’nin başkentinde ve İstanbul’da bürolar aç-mışlar. ANAP’ın kurduğu Türk Demokrasi Vakfı, Amerikalılara ve Almanlara rehber olmuş, Mecliste yıllardır çalışıyor. TBMM’de “Demokrasi Komitesi” kurdular. Komitede AKP vekillerinin yanı sıra CHP’liler de var. CHP’nin komite üyeleri, Amerikalılardan en büyük parasal desteği alan ve DP’nin (ANAP – DYP) bir numaralı destekçisi olan ARI’nın elemanlarından. “Sivilce!” oluşturulmuş görünen şebeke yıllardır milyonlarca Dolar ve Euro ile beslenerek dal budak salmış durumda. Şebeke, CIA ve AB ajanlarınca alttan alta destekleniyor ve iç siyasetimizi, devletin kurumlarını da kullanarak dış siyasetimizi, iç-dış güvenlik siyasetimizi (yönetiyor demeye dilim varmıyor) yönlendiriyor.

T.C. Devleti’nin iktisadına egemen olmuş olan Bizans İstanbul’unun holdingleri, bırakınız devletin varlıklarını korumalarını, kendilerine kâr getiren fabrikalarını bile yabancılara peşkeş çekiyorlar. Bu azınlık, vakıfları ve dernekleri aracılığıyla iç-dış siyasetimizi yönetiyor, devlet egemenliğinin ABD-AB koalisyonunun sözde liberal şebekesinin eline geçmesi için her türlü girişimde bulunuyorlar. Yurtlarının egemenliğinden öylesine sıyrılmış olan bu azınlık başta Quantum (temsilcisi George Soros) olmak üzere piyasamızı ele geçirmiş olan vur-kaç kapitalistleriyle tokalaşıyor, açıktan anlaşmalar imzalıyorlar… Elde ettikleri büyük parasal güçleriyle Cumhuriyetin temellerine saldıran koalisyona destek veriyorlar. Açıkça, çekinmeden, ikirciklenmeden söylemeliyiz ki yabancıların denetimindeki iç siyaset ortamında ne doğru dürüst bir seçim yapılabilir ne de kolonici demokratların, Atina kuyrukçusu aydınların denetiminde demokrasi kurulabilir! “Birleşin!” demek inanınız ki hiçbir şeye yetmez. Birleşenler meclise girdiklerinde şebeke yerinde durdukça iyi niyetli, namuslu, yurtsever birkaç vekilin sesi boğulup gider. Öyleyse, birleşmeleri isterken, koşulu da dayatmalıyız: Birleşenler “Yabancı devletlerin siyasal parti örgütleri seçimden önce yurdumuzu derhal terk etsinler” diyebilmeli ve bunu sağlayabilmek için sonuna dek savaşıma girişeceklerini açıkça ilan etmelidirler. İzmir’de bu isteği öne çıkarmazsak, yalnızca kendimizi değil ulusumuzu da aldatmış oluruz. Bu aldatıcılığın bedeliyse T.C. Devleti’nin karanlık vadilerde parçalanması olacaktır. Unutmamalı ki asıl acı olan savaşmadan yenilmektir. Öyleyse: Ya şimdi ya da hiçbir zaman! ABD-AB GÜDÜMÜNDE KANLI PLANLAR Film, senaryosuna uygun oynanıyor ve Avrupa da “Kürt Konferansı”na hazırlanılıyor. Söylemeye gerek yok: Bu konferanslar, düşünce açıklama, tartışma toplantılarından çok siyasal ilişki, dayanışma, taraf olma, güç gösterme alanıdır.

Bazı adlar da “konferans” adı gibi yanıltıcıdır. Osmanlı Hanedanı, Ege adası Limni’nin Moudros limanında, ordunun tümünü, posta-telgraf ağını (telekomu), demiryolu yönetimini ve yurdun her yanını İngilizlere teslim etmişti; ama imzalanan anlaşma “mütareke”, yani “ateşkes” olarak adlandırıldı. “Paris Konferansı” da Osmanlı Devleti’nin paylaşımının konuşulduğu bir toplantı oldu. Paylaşım toplantısına Batılıların yanı sıra Osmanlı Kürtleri ve Ermenileri de katıldı. Sonrası Sevres’deki paylaşım anlaşmasıdır. Devletlerarası Kürt konferansında, Tunceli soykırımı, PKK saldırı dönemindeki ‘zorunlu göç’ vb. konular karar bağlanacak. Kısaca “Kürt sorununa çözüm önerileri” adı altında Kürt devleti oluşumunun önündeki engellerin kaldırılması için Batı-Kürt ittifakı programı oluşturulacak. Kürt devleti istekleri, Ermeni devletinin genişleme istekleriyle uyum içinde dillendiriliyor ve eşzamanlı olarak eyleme geçiliyor. Türk Tarih Kurumu yönetimi değişiyor. Ermeni tarihçiler Ankara’ya çağrılıyor; ortak çalışma kararı alınıyor. Daha da ilginci bu toplantılarda “soykırım” yerine “felaket” denmesi kararlaştırılıyor. Şu işe bakar mısınız? Bir taraf sizi katillikle, zorbalık yoluyla topraklara el koymuş olmakla suçluyor ve siz o tarafı çağırıyorsunuz, gelin bizim delillerimizi birlikte yorumlayalım, diyorsunuz. “Özür dileme dilekçesi” ya da TESEV’in “rapor” adı altında Kürt Devleti oluşum bildirgesini, geniş eylem planını göz önüne almadan değerlendirmek, konuyu, soyut bir “düşünce özgürlüğü” sınırları içinde yorumlamak yanıltıcı olmanın ötesinde yıkıcı olacaktır. Sözü dolandırmadan bazı soruları seslendirmek yararlı olacak: “Açılım” diye diye sürdürülen yıkım eylemi kime yarayacak? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, federasyonlaştırma planıyla yıkılınca barış ve kardeşlik mi doğacak? Yayılmacı devletlere (İsrail ve İran dahil) sığınılarak kalıcı bir barış ortamı oluşmayacağını bilmek için çok düşünmeye gerek var mı? Tüm raporlar ve bildirgeler, adım adım yürütülen kanlı federasyonlaştırma planının ürünü değil mi? “Ağrı’nın dibi” ve “ASALA avukatının acısı”, “Dersim çilesi” diye ağlaşanların kaçta kaçı bu kanlı ve zalim senaryonun bilincinde? Hiç kuşku yok ki teröre ve yalana, aldatmaya yaslanan bu kanlı senaryo ile ne Ermeni, ne Rum, ne de Kürt, güvenli bir ortama kavuşur.

Şu ya da bu duyarlılıkla imzacılık yapanlar, bilseler iyidir ki imzaları kanlı senaryonun bir köşesinde sırıtıp duracaktır ve çocuklarına miras kalacaktır. Buralarda acılar çekilecek, Batı’da keyif sürülecek. İyi de ama ne zamana kadar?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir