V. Diakov, S. Kovalev – İlkçağ Tarihi 1

İlkel topluluk düzeni. Tarihin ilk bölümü ilkel topluluk düzeninin doğuşunu, gelişmesini ve ortadan kalkışını inceler. Bu deyimle biz, ilk insan toplumlarının ortaya çıkışından ilk devletlerin kuruluşuna kadar geçen uzun bir zaman dilimini adlandırıyoruz. Sınıflı (köleci, feodal, kapitalist) toplumun tarihinin beş bin yıllık bir zaman dilimini biraz aşmasına karşılık, ilkel topluluk düzeni yüz binlerce yıl yaşamıştır. İlkel topluluk düzeninin belirleyici özellikleri nelerdir? İlkel toplumda üretim ilişkileri, başta toprak olmak üzere, üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanmaktaydı. Bunun nedeni de gerekli varoluş olanaklarını insanların tek başlarına elde etmelerine izin vermeyen üretim güçlerinin düşük düzeyiydi. İnsanlar birlikte yaşamak ve çalışmak zorundaydılar ve bu ortaklaşa çalışma da üretim araçlarının ve emeğin ürünlerinin ortaklaşa mülkiyetine yol açıyordu. İnsanların özel mülkiyeti, insanın insan tarafından sömürülmesi ve sınıflar yönünde hiçbir düşünce söz konusu değildi. İlkel topluluk düzeni, insanlık tarihinin bir evrensel evresidir. Bunun anlamı şudur: Her halk (ulus) bu evreden geçmek zorunda kalmıştır, sınıflı toplum durumu bir başlangıç olmayıp ilkel topluluk düzeninin yıkıntıları üzerine kurulmuş bir düzendir. İlkel toplumun tarihi çok eski zamanları içerir ve bu dönemin incelenmesi, insanın kökeni, dinin doğuşu, sanatların ve bilimlerin ortaya çıkışı, sınıfların ve devletin oluşumu gibi çok önemli sorunların aydınlatılmasını sağlar. İnsanlığın aştığı o güç yolu, atalarımızın doğa karşısında verdiği kahramanca savaşımı inceler. Her tarih gibi ilkel toplumun tarihi de bir bilimdir: Konusu ise ilkel topluluk düzeninin evrim yasalarıdır. Ve biz, bu yasaları, diyalektik ve tarihsel materyalizm sayesinde anlayabiliriz. Marksizmin kurucuları birçok yapıtlarında ilkel toplum tarihinin sorunları üzerinde durmuşlardır.


Marx ve Engels, toplumsal çalışmalarının daha başlarında, 1845-1846 yıllarında kaleme aldıkları Alman İdeolojisi’nde, insan toplumunun başlangıcında, insanlar avcılık, balıkçılık, tarım ve ilkel hayvancılıkla geçindikleri sırada, egemen düzenin [boy (tribü)] mülkiyeti, ortaklaşa mülkiyet olduğunu belirtirler. Kapital, Anti-Dühring ve öteki yapıtları ile ayrıca Marx ve Engels’in mektupları, ilkel topluluk düzeninin çeşitli sorunlarına ilişkin çok değerli açıklamalar içerirler. Engels 1876’ya doğru, insanın ortaya çıkışının karmaşık sürecinin bilimsel ve maddeci açıklamasını veren Maymunun İnsana Dönüşümünde Emeğin Rolü adlı kitabını yazdı. Burjuva bilimi 1880 yıllarına doğru bol miktarda belge toplamıştı; Marx ve Engels bu belgeleri tekrar gözden geçirerek, ilkel toplumun tarihi hakkında bir bireşim (sentez) yapıtı hazırlamaya giriştiler. Bu işi ilkin, Amerikalı büyük bilgin L.H.Morgan’ın bir kitabının bölümlerini inceleyip yorumlayan Marx başlattı. Marx’ın ölümünden sonra, bu çalışmaları Engels sürdürdü ve sona erdirdi; 1884 yılında önemli bir yapıt yayınladı: Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Engels bu kitabında, birçok olgulara dayanarak, ilkel toplumun evriminin temel yasalarını ortaya çıkarır ve bu dönemin eksiksiz bir ilk tarihini verir. Marx ve Engels, karşı-bilimsel kuramları eleştirmek ve ilkel toplumun evrim yasalarını açıklamakla yetinmezler; aynı zamanda, sınıflar gibi, özel mülkiyet ve devlet gibi kurumların kalıcı değil geçici özelliğe sahip olduklarını gösterirler. İlkel toplumun bilim çalışmaları Lenin tarafından derinleştirildi. İlkel topluluk düzeninin temel özelliklerine ilişkin önemli açıklamaları, “Halkın Dostları” Kimdir ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Mücadele Ederler; Tarım Sorunu ve “Marx’ın Eleştirileri” gibi kitapları ile Devlet Üzerine konferansında yer almaktadır. 2. İlkel topluluk düzenine ilişkin bilgi kaynakları: İlkel toplumu incelemenin kendi özellikleri vardır. İnsanlık tarihinin bundan sonraki dönemlerinden birçok ve değişik metinler (yazmalar, yazıtlar, vb.

) kalmış olmasına karşın, ilkel topluluk düzeni evresinde yazı bulunmadığı için değişik türde kalıntılar aramak zorundayız. İlkel toplumla ilgili belli başlı bilgileri bize iki tarih dalı sağlar: Arkeoloji ve Etnografya. Bunlardan arkeoloji, insanlığın geçmişini maddi kültürün yapıtlarına göre yeniden tasarlar ve yeniden kurar; amacı, bunları araştırmak, tanımlamak ve sınıflandırmaktır. Bu yapıtlar, iş aletlerini, silahları, kapkacağı, konut kalıntılarını, sanat yapıtlarını ve ayin eşyalarını kapsar. Arkeolojik kalıntılar, küçük bir ölçekte bile olsa, geçmişin ideolojisinin belirgin niteliklerini taşır. Arkeologlar eski yerleşim yerlerini (yerleşim merkezleri, köyler) ve mezarları ortaya çıkarırlar, incelerler; buralardaki arkeolojik katmanlarda, yani bazen kalınlıkları onlarca metreyi bulan, hayatın ve insan etkinliklerinin organik ve inorganik kalıntılarının üzerini örten toprak katmanlarında kazılar yaparlar. Bu alanda, jeolojinin, paleozoolojinin ve paleobotanik’in verileri, uygarlıkların kalıtını oldukça tam olarak tanımlamamıza olanak sağlar. Son yıllarda, buluntuların yaşlarını saptamak için, geçmiş bin yıllarda organik kalıntıların geçirdiği değişimleri incelemek ilkesine dayalı fiziko-kimyasal yöntemler geliştirildi. Buna göre, araştırmacılar, kemiklerde, ağaç kalıntılarında, “karbon 14” adı verilen, karbonun radyoaktif izotopunun miktarını ortaya çıkararak (diyelim ki 5500 yılları) mezarın ya da yerleşim yerinin yaşını saptayabilirler. Etnografya, başta “gelişmemiş” denilen ilkel topluluklarınki olmak üzere, boyların (tribülerin) ve halkların kültür ve geleneklerini inceler. XIX. yüzyılda ve hatta XX. yüzyılın başlarında, Afrika, Amerika, Okyanusya’nın birçok bölgesinde ve Rusya’nın bazı kesimlerinde, ilkel topluluk düzeninin direngen kalıntılarını koruyan ilkel topluluklar yaşamaktaydı. Bu ilkel toplulukların sayıları, bundan iki bin yıl önce, Heredot, Strabon, Tacitus ve kendi konularında ilginç şeyler aktaran öteki ilkçağ yazarları zamanında çok daha fazlaydı. Etnografya; üretimi, maddi kültürü, toplumsal düzeni ve halkların manevi hayatlarını inceler ve kalıntılara göre ilkel toplumun özelliklerini yeniden tasarlar; bu nedenle etnografik veriler, ilkel toplumda ailenin, yönetici kurumların, sözel ve hukuksal geleneğin tarihini aydınlatabilecek biricik kaynaktır.

Zengin bir belge kaynağı toplamak için etnograflar şu ya da bu boylar arasında uzun yıllar boyu yaşamak, dillerini öğrenmek ve geleneklerine alışmak zorundadırlar. Örneğin L.H. Morgan, Senekaların İrokua boyunun konuğu oldu; seçkin Rus gezgini Mikloukho-Maklai, Yeni Gine’de Papualar arasında uzun süre yaşadı, geleneklerini inceledi ve bu insanları sömürgeci baskılara karşı korumak için gayret gösterdi. Etnografik belgeler ne kadar değerli olurlarsa olsunlar iki önemli kusurları vardır. Bunlardan birincisi şudur: Etnografların hiç incelememiş oldukları en geri kalmış boylar bile uygar uluslarla kurulan ilişkiler sonucu pek çok değişime uğramışlar ve kapitalizmin bozucu etkisi altında kalmışlardır. Gelenek ve kültürleri çoğu zaman eski ve yeninin garip bir karışımını içerirler. Nihayet, evrimin değişik aşamalarında bulunan ilkel toplulukları inceleyen bilginler, bunların genel özellikleri hakkında bilgi verirler. Hangi ekonomi, toplumsal ve ideolojik örgütlenme biçimlerinin daha eski olduğu nasıl bilinebilir, aletlerin, konutların, takıların basit bir betimlemesinden toplumun tarihine nasıl ulaşılabilir? Bu engel, arkeoloji ile etnografyanın malzemelerinin ortaklaşa düzenlenmesiyle aşılabilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. link yanlış

    1. Hata düzeltildi…