Gerard De Villiers – 43 Tokyo Rehineleri

Dondurucu karayelin altında titreyen polis, Amerikan Elçiliği’ne giren genç Japon kızına hayretle baktı. Kız bu soğuk havada beyaz tişört ve pantolon ceketten oluşan keten bir takım giymişti ve kötü hava şartlarından hiç de rahatsız olmuşa benzemiyordu. Kuşkulanan polis kızı süzdü. Ortadan ayrık siyah saçları omuzlarını geçiyordu. Burnu biraz basık, oval yüzünün alt kısmı genişçeydi. Bacakları bir Japon için fazlaca uzun ve düzgündü. Bu da pek sık rastlanan bir özellik sayılmazdı. Japonlar çocuklarını sırtlarında taşıdıkları için bebeklerin bacakları annelerinin kamburunun şeklini alıyor, bunun sonucu olarak da Japonların % 95’inin bacakları çarpık oluyordu…. Kız, polisin önünden geçerek hole girdi. Çok güzeldi. Kara gözleri fıldır fıldır di. Vize servisindeki banklardan birine oturdu ve bez çantasını yere bıraktı. Bu çantalar öğrenciler arasında çok tutuluyordu. Polis görevine döndü ve kapıyı gözetlemeye başladı. ABD Elçiliği iki beton nöbetçi kulübesiyle korunuyordu. Arada sırada solcu göstericiler elçiliğin önüne gelerek Amerika aleyhinde sloganlar atıp Okura Oteli’yle büyük şantiye arasındaki yoldan geçerek dağılırlardı. ABD Elçiliği iki katlı bir binaydı ve on iki katlı Okura Oteli’nin altında âdeta eziliyordu. Bu bina Amerikalıların 1945’te bu ülkeye 5 geldiklerinde yapılmıştı. Her nedense daha sonra bir yenisini yapmaya kimse cesaret edemedi. Amerikan İstihbarat Örgütü ise Tokyo’nun değişik mahallelerinde ve hatta banliyölerinde faaliyetteydi ve dağınık bir görünüm taşıyordu. Polis esnedi, bu sıralar gösteri filan olmazdı. Kasım ayında Tokyo buz gibiydi. * ** Yarım saattir bir bankta gazete okuyan iki genç hızla kızın yanına geçip oturdular. Çevrelerine bakarak birkaç kelime ettiler. Cuma günleri, üstelik saat dörde çeyrek kala, elçilik pek kalabalık olmuyordu. Başında iki DPE*’nin oturduğu holün ortasındaki merdiven üst kata çıkıyordu. Nöbetçilerin önlerindeki masalarda telefon vardı. Birinci kat halka kapalıydı, çünkü burada elçinin ve üst düzey yetkililerinin çalışma odaları vardı. Bu merdiveni ancak randevusu olan ve telefonla yukarı bırakılması bildirilen ziyaretçiler kullanabilirdi. Vize servi-sindeki memurlar evraklarını topluyorlardi. Genç kız çantasını alarak kalktı ve merdivenin başındaki DPE’ye sırıtarak yaklaştı. —Yukarı çıkamazsınız, dedi kibarca Amerikalı. Kız sanki anlamamış gibi davranarak merdivene daldı. DPE oturduğu yerden kalkarak peşine takıldı ve bu kez Japonca olarak: (*) Deniz Piyade Eri 6 —Lütfen, orası yasak! dedi. Kız duracağına daha da hızlandı, peşini bırakmayan Amerikalı kızın bacaklarına sarılarak onu düşürdü. Ama kız bir kedi çevikliğiyle döndü, elini heybesine soktu ve çıkarttığı 38’lik Beretta’sını ateşledi. Mermi kafasındaki kaskı fırlattı, adam da sırtüstü yuvarlandı. Ayağa kalkmaya çabaladı, ama sendeledi ve yere yığıldı. Patlamayla birlikte ikinci DPE yerinden fırladı, tam merdivende beylik Colt’unu çekmeye hazırlanıyordu ki, arkasında sesler işitti. Dönünce kızın iki arkadaşının Uzi ile kendisini hedef aldıklarını gördü. Açılan yaylım ateşin etkisiyle camlar titredi. Mermiler göğüs kafesine isabet etti ve merdivene sırtüstü yığıldı. Her yer kan içindeydi, üstünden atlayıp geçen delikanlılar kıza yetişmişlerdi bile. İş takipçileri ve görevliler yere yatmışlardı. Üç Japon birinci katın sahanlığına geldiler. Şaşıran Japon polis hareket etmemişti bile. Çünkü her şey genç kız merdivenin başına geldikten sonraki bir dakika içinde olup bitmişti. Silah seslerini duyan ABD Elçisi irkildi. Elçi Roy Henderson bu sırada maaş çeklerini imzalamakla meşguldü. Odasının kapısına koştu ve kilitlemek üzereyken kapı sert bir şekilde açıldı ve tam karşısında- gözleri dışarı uğramış, otomatik tabancalı bir Japon kız buldu. Kız bir hamlede onun üstüne atıldı. —Yere yatın! Yere yatın! Elçinin emre uymadığını görünce hayaları7 bir diz attı, sonra şakağına kabzayla vurarak yıktı. Elçi yarı baygın halde boynunda namlunun soğuk temasını hissetti. Bu sırada koridordan silah sesleri ve çığlıklar duyuldu. İçeri bir grup adam girdi. Bunların içinde pantolonunun düğmelerini ilikleyen birinci sekreter, ikinci sekreter, yabancı bir adam, ticaret ateşesi, askeri ateşe, CIA sorumlusu Albert Borzoy ve Borzoy’un beş aylık hamile sekreteri Mişiko da vardı. Ellerinde Uzi olan iki Japon delikanlıdan sivilceli olanı merdivene doğru yaylım ateş açtı. Kız elçinin ayağa kalkmasına izin verince Amerikalı: —Kimsiniz? Ne istiyorsunuz? diye sordu. Kız İngilizce cevap verdi. —Sekigun savaşçılarıyız! Ne diyorsak onu yapın! Sekigun, çok sayıda eylem gerçekleştiren aşırı solcu teröristlerin oluşturduğu bir “Kızıl Ordu” idi. Bıyıklı genç elçinin masasındaki tüm eşyayı yere attıktan sonra heybesini boşalttı. Yeşil yuvarlak el bombalan, plastik tahrip kalıpları, patlayıcılar, Uzi şarjörleri ve çok sayıda komando bıçağı vardı… Patlak gözlü kız sekretere yaklaştı ve Japonca sorular yağdırmaya başladı. Sekreter mırıldandı ve ağlamaya başladığı anda teröristin tokatı yanağında patladı. Kız öylesine soğuk ifadeliydi ki, elçinin tüyleri diken diken oldu. Kadınlara duvarın karşısında düzgün bir sıra oluşturarak elleri başlarının üstünde oturmaları emredildi. Suç ortakları kapıyı hedef almış dururlarken, genç 8 kız elinde tabancası heyecanla odayı arşınlıyordu. Sonunda pencereyi açtı ve perdeyi kapadı içeri buz gibi hava doldu. Polis araçlarının sireni yaklaşıyordu. Hâlâ hayaları zonklayan elçi gözlerini yumdu ve geçirecekleri saatleri düşündü. Duruma bakılırsa pek tatlı anlar yaşamayacak gibiydiler. * ** Bir düzine kadar polis Okura’nın holüne girdi ve müşterileri iterek asansöre daldı. Datsun marka zırhlı emniyet araçları peşpeşe geliyordu. Polisler en lüks odaların bulunduğu on ikinci katta asansörden inerek dama çıktılar. Buradan elçiliğin antenlerle dolu çatısı rahatça görülüyordu. Ancak elçinin odasındaki perdeler kapalıydı. Vurucu tim soğuğa aldırış etmeden yere yüzükoyun uzandı ve beyaz binaya nişan aldı. Büyük Okura Oteli, sivil ve üniformalı polislerle kaynıyordu. Bu Tokyo’daki ilk rehin alma eylemiydi ve nasıl tepki göstermeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Aşağıda, çelik yelekli polisler ve zırhlı araçlar iki katlı elçiliği kuşatıyorlardı. Yol trafiğe kapatılmıştı. Siren çala çala gelen ambulanstan inen sağlık görevlileri elçiliğin holüne girdiler. Yirmi kadar polis merdiveni tutmuş birinci katı gözetliyorlar, olayın sarsıntısını henüz atlatamamış olan personelle iş takibine gelenleri sorguluyorlardı. Ancak ifadeler çok değişikti… Her şey öylesine çabuk olup bitmişti ki, teröristlerin kaç kişi olduğu bile anlaşılamamıştı. DPE’lerin cesetleri sedyelere konarak taşındı. Birinci kattan en ufak bir ses bile gelmiyordu. Siyah büyük bir Datsun elçiliğin önünde durdu ve içinden Tokyo emniyet müdürü indi. Adamın önüne hemen saldırganları gören Japon polisi getirdiler. Memur çabucak iki muhafızın nasıl öldürüldüğünü anlattı ve kızın eşkâlini verdi. Suç ortakları hakkında ise, kesin bir bilgi veremedi… Müdürün yanındaki sivil polislerden biri düşünceli düşünceli başını salladı. Bu, Kızıl Ordu’ya savaş açan Kohan’ın şefiydi. —Bu Hiroko Okada olmalı, dedi. —O da kim? dedi müdür. —Katil. Yirmi kişilik eylemci bir gruptan oluşan Kızıl Ordu fraksiyonunu iki yıldır idare ediyor. Onu bir türlü yakalayamadık. Gözleri sayesinde tanıyoruz. Bir tür tiroid bezi hastalığına yakalanmış, o yüzden gözleri dışarı uğramış. Birçok saldırıyla suçlanıyor. Bunlar arasında Mitshubishi’nin bombalanması da var… On yedi ölü, seksen yaralı… Uzun süredir Tokyo’da bombalar patlıyordu. Müdür ve yanındaki üst düzey emniyet mensupları anlatılanları şaşkınlıkla dinliyorlar ve hepsi de kendilerini güçsüz hissediyorlardı. —Peki, istediği neymiş? dedi müdür. Bu soruyu Kohan şefi Tom Otaku yamtladr. —Bilmiyorum efendim, görüşmelere başla mak için gelmenizi bekliyorduk. * * * Langley’de CIA’nın şifreli teleksleri bir 10 saattir sürekli işliyordu. Tokyo’dan sürekli gelen mesajlar öncekilerden pek fazla bir bilgi içermiyordu. Konferans salonunda Harekât Dairesi başkanı Frank Thorpe, Uzakdoğu Masası başkanı ve CIA genel başkanı toplanmışlar, uykularını açmak için sürekli kahve içiyorlardı. Tokyo ile Washington arasında on dört saatlik bir fark vardı ve bu yüzden sabahın dördünde yataklarından fırlamışlardı. Sürekli Beyaz Saray ile ilişki içindeydiler. Frank Thorpe kısaca durumu açıkladı: —Roy Henderson Tokyo’daki bürosundan Beyaz Saray’ı aramış. Onun ve diğer altı rehinin serbest bırakılması için beş yüz bin dolar ve Los Angeles’ta FBI tarafından tutuklanan Şunuşi Furuki adında bir Japon’un serbest bırakılmasını istiyorlarmış. —Derhal FBI’ın Dahili Asayiş bölümünü arayın! —Japon polisi ne diyor? diye sordu Uzakdoğu Masası sorumlusu. —Hiç, henüz bekleme devresindeler. Bizim olurumuzu almadan harekete geçmeyecekler. Baskın yapılırsa katliama neden olunabilir. Her zaman karşılarına çıkan ikilem yine onları bulmuştu: Ya onur ya da asayiş. —FBI cevap vermiyor, dedi CIA genel başkanı__________. Frank Thorpe Yale Üniversitesi mezunlarına has bir küfür savurdu. — Gerekirse Hoover’ı mezarından çıkartın, ama bana Furuki’yi bulun. Derhal Tokyo’ya giden ilk uçağa bindirilmesi gerekiyor. ıı —Kimle göndereceğiz? diye sorma cesare tini gösterdi Uzakdoğu Masası sorumlusu. Takas zor ve tehlikeli bir iştir. Frank Thorpe iç geçirdi. —Yerinde bir soru! Ancak bir fikrim var. Telefon çaldı, masada oturanlardan biri açtı, dinledi ve kapattı. Adamın beti benzi atmıştı, derhal açıklamaya koyuldu. —Teröristler Beyaz Saray’ı arayarak pazar akşamına kadar Furuki Tokyo’da olmadığı takdirde rehineleri öldürmeye başlayacaklarını bildirmişler, dedi. * ** Projektörler elçilik binasını aydınlatıyordu, ama elçinin odasındaki perdeler kapalı olduğundan içeri ışık az giriyordu. Hâlâ açık olan pencere yüzünden odanın ısısı sıfır dereceyi aşmıyordu… Kadın eylemci haricinde herkes soğuktan şikayetçiydi. Tüm rehinler, elçi de aralarında olmak üzere, yerde elleri başlarının üzerinde, duvara karşı tek sıra halinde oturuyorlardı. Başlarında Uzi’li ve üstünde çok sayıda bomba olan bir Japon tedhişçi vardı. Diğeriyse elçinin masasında oturmuş, kapıya bakıyordu. En ufak bir korkuları yoktu, çünkü rehinler yüzünden polislerin saldırmayacaklarına emindiler. —Üşüdüm, dedi sekreter Mişiko. Kadının soğuktan çenesi atıyordu. Hiroko onun üstüne yürüdü ve kafasına vurdu. Japon görevlinin suratında yumruk izleri vardı. Hiroko dört saat önce sekreterin çantasında bir Amerikan diplomatı olan 12 kocasının resmini bulmuş ve o zamandan beri de her fırsatta kadım dövmüştü. Yine kadına sille tokat girişti. — Emperyalist köpek! Sesini çıkartmanı yasaklıyorum! dedi. Mişiko sırtüstü yuvarlanmıştı. Ayağını acımasızca hamile kadının karnına bastırdı. Sekreter acı bir çığlık attı ve: — Yalvarırım size… diye inledi. Bunun üzerine Hiroko ayağını çekti ve kadının bacakları arasına sert bir tekme patlattı. Kadının elbisesi yırtıldı ve inledi. Şaşıran Roy Henderson Japonca bağırmaya başladı: —Kızı bırakın ve pencereyi kapatın! Hiroko’nun gözleri iyice dışarı uğramıştı. —Susun, yoksa sizi vururum… hepinizi… Yerde yatan sekreterin yüzüne, karnına ve göğsüne vahşice tekme atmaya başladı. Mişiko haykırıyor, yardım istiyor ve çocuğunun bağışlanmasını diliyordu. Hiroko dişlerini sıkmış tekmelemeye devam ediyordu. Ayakkabısının ucu sekreterin etine değdikçe tuhaf bir ses çıkıyordu. Aniden kurbanı bağırmaz oldu. Karın zarı yırtılmış olmalı ki, bacaklarının arasından kan akıyordu. Soğuğa rağmen ter içinde kalan Hiroko vurmaktan vazgeçti. —Arkanızı dönün, dedi rehinlere. Söyleneni yaptılar, manzara korkunçtu. Terörist kadın İngilizce olarak bağırmaya başladı. —Bu bir uyarıydı! Kim karşı koyarsa koysun, aynı muameleyi görecek… Şimdi bu 13 tarafa dönün. Beş adam söyleneni yaptı. Mişiko daha zayıf nefes alıyordu. Onunla artık ilgilenmeyen Hiroko koltuğa oturmuş Beretta’sı ile oynuyordu. Heyecan ve hastalığı yüzünden nefes nefese kalmıştı. Açık cama rağmen odayı pis bir koku sardı. Dışardaki polislerin gürültüsü duyuluyordu. Hiroko kendi gücüne ve suç ortağı olan Ko ile Jinzo’ya sonsuz bir güven duyuyordu. Biraz sakinleşmiş olan sekreterin vücuduna baktı. Kendine saygı duyulmasını sağlamanın ve sözünü dinletebilmenin en iyi yolu buydu… Birdenbire karnı acıktı. — Kapıyı aç ve onlara yiyecek içecek istediğimizi söyle, diye emretti Ko’ya. Delikanlı emri uygulamadan önce kısa süre tereddüt etti. Bu tehlikeli bir şeydi, ama rehinler vardı… Koridor boştu. Derken merdivenin başında siyah bir kask görüldü. Adamın elinde ayna vardı. Ko, Uzi’siyle o yöne yaylım ateş açtı. Ayna paramparça oldu, kask da gözden kayboldu. Yalnız o taraftan bir tek el bile ateş edilmedi… Japon olanca gücüyle Hiroko’nun isteğini tekrarladı. Merdivenden birisi cevap verdi. —Ben Tokyo polis müdürüyüm… Hiroko öfkeyle adamın lafını ağzına tıkadı. —Sus, iğrenç emperyalist! İsteklerimiz yerine getirilmezse tüm rehinleri öldüreceğiz. Konuşmasını bitirince odanın kapısını çarptı. * ** Subaylar holde dikkatlice saklandılar. ABD konsolosu ve birçok CIA görevlisi de bunların arasındaydı. Tüm bölge, polisler, vurucu tim ve televizyoncular tarafından işgal edilmişti. Hatta, binaya beş yüz metre uzaklıktaki Şuto Otoyolu’nun bile teröristlerin atış menzili içinde olduğu için trafiğe kapatılması düşünülmüştü. İkinci kata tırmanan uzmanlar teröristlerin konuşmalarını dinleyebilmek için çok hassas mikrofonlar yerleştiriyorlardı. Hava kararmıştı, ama ışıldaklar sayesinde dışarsı gün gibi aydınlıktı. Televizyon kameraları binaya çevrilmiş en ufak hareketi çekmek için hazır bekliyorlardı. Beti benzi atan polis müdürü diğer subayların yanına geldi. Herkes kızın nasıl bağırdığını ve ateş açıldığını işitmişti. Birbirlerine sıkıntıyla baktılar. —Tanrım, yapabileceğimiz hiçbir şey yok, dedi konsolos. —Rehinlerin hayatını tehlikeye atmadan baskın yapabileceğimizi sanmıyorum, dedi Tom Otaku. Amerikalı da bunu biliyordu. Saat 9’u 10 geçiyordu ve bu bekleyiş daha epeyce sürebilirdi. —Hükümetimle sürekli temas halindeyim, teröristlerin istekleri imkânsız bile olsa bunları gerçekleştirmeye uğraşacağız, dedi. Sinirden kuduracaktı, sustu. Teröristlerin ellerini kollarını sallayarak elçilikten çıkıp gideceklerini biliyordu, çünkü oyunun kuralı böyleydi. Kapının önündeki polisler arasında kıpırdanma oldu. Hiroko ve iki adamının 14 15 istediği sandviçlerle içecekler getirilmişti. Polislerden biri merdiveni çıktı ve aşağıya inmeden önce tepsiyi kapıya doğru itti. Basın sözcüsü belki yirminci kez rehinlerden kaçının Japon olduğunu bilmediğini tekrarlıyordu. * ** —FBI Dahili Güvenlik Dairesi, Furuki’nin serbest bırakılmasının rezalet olacağını belir tiyor, dedi genel başkan. Üç gün önce Los Angeles’ta yakalandığında üstünde havaya uçurulacak endüstri kuruluşlarını belirten bir liste, beş sahte pasaport, bir şifre ve yirmi beş dinamit lokumu çıkmış. Yorgunluktan bitap düşen Frank Thorpe başını salladı. —Dahili Güvenlik Dairesi umurumda bile değil, dedi. O Japonun bu akşamdan önce Tokyo’ya giden bir uçağa bindirilmesini istiyorum. Bu Başkan’m emri. —Onu kim götürecek?

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir