Gerard De Villiers – 21 Nikaragua

Albay Otero Nuncio soluk alışlarını hızlandırmış, elleri şezlongun kenarlarına dayalı güneşleniyordu. Jelatini andıran kaygan gövdesi şezlongun her gıcırtısında titreyerek sallanıyordu. Mercedes Puntas onun ya orgazma ulaştığını ya da her zamanki enfarktüs krizlerinden birine tutulduğunu düşündü. Böyle giderse her ziyarette tekrarlanan zevk şoklarını albayın kaldırması imkânsızdı. Mercedes Puntas bundan korkuyordu. Karaya vurmuş balina gibi sırtüstü yatıyordu albay. Kocaman göbeği gökyüzüne doğru sivrilmiş, sarı mayosu siyah kıllarla kaplı butlarına doğru kaymıştı. Ağzı açık, gözleri kapalıydı. Nikaragua’daki Guardia Nancional’in patronu Albay Otero Nuncio zevkin doruğundaydı. Ama bedeninin tuhaf biçimli görüntüsü onu engelliyordu. Kumral kafası karnının üstünde, bir vincin sürekli inip kalkması gibi hareket halindeydi. Mercedes Puntas havuzu çevreleyen beyaz mermerin üstünde diz çökmüştü. Kaba etlerini şöyle bir kapatan minik bikinisiyle muhteşem bir görüntüsü vardı. Çenesindeki tik nedeniyle ağzının her hareketinde göğüsleri sarsılıyor, bedeninin kıvrımlarından ter damlaları akıyordu. Villa üç yüz metre yükseklikteki bir tepenin üstünde olmasına rağmen, nemli ve boğucu bir sıcak vardı.


Mücevherlerle süslü saatine bir göz attı: Yirmi yedi dakikadır bu bunaltıcı güneşin altındaydı. (*) Milli Güvenlik 6 Neredeyse dünya rekorunu kırmak üzereydi. Albayla birlikte siestaya* katılmamaya karar verdi. Bu kararlılıkla işaret parmağı önde olmak üzere sol elini adamın kaba etlerinin arasına kaydırdı. Bu beklenmedik saldırı Hayvan’ın duygularını harekete geçirirdi. Delisi olduğu bu atak karşısında Albay Otero Nuncio hayranlıkla homurdandı. İşaretparmağı amacına ulaşmak üzereyken demir parmaklıklardan gelen sert bir klakson sesi büyüyü bozdu. Mercedes Puntas uyuşmuş sırtını yerden kaldırdı. Öğle zamanı kimse onları rahatsız etmemeliydi. Otero Nuncio da doyumsuz fantazi dünyasından sıyrılarak klaksonun duyulduğu yöne sertçe baktı. Zevkin yarıda kalmasının verdiği hoşnutsuzlukla homurdandı: — Mierda de Dios! Kim bu?. Guardia’nın nöbetçilerinden biri evin köşesinde belirmiş, çimenlerin üstünde ilerliyordu. Mercedes Puntas ani bir refleksle göğüslerini bikinisinin üstüyle öfttü, aşığının pek de görkemli olmayan çıplaklığını da sarı mayoyla kapatmaya çalıştı. Albayı tahrik etmek için o kadar uğraşmıştı, ama boşuna… Geriye dönü p sıfırdan başlamak Mercedes Puntas’ın hiç hoşuna gitmezdi. Kurşun geçirmez zeytin yeşili yeleğinin boynunu omuzlarına gömdüğü kasketli nöbetçi onlara doğru yaklaşıyordu.

O haliyle kutbu keşfe çıkan kâşifleri andırıyordu. Taşıdığı Garand* neredeyse boyunu aşıyordu. Çiftin bir, iki metre önünde saygıyla durdu. Mercedes’in siyah iri labradoru Diablo, açlıkla karışık bir merakla askeri izliyordu. Diablo, üniformaları hiç sevmezdi. — Senyor Navajita, albayı görmek istiyor, diye bağırdı asker. Çok önemliymiş! (‘ ) Sıcak ülkelerde gelenek haline gelmiş öyle uykusu (*) Amerikan tüfeği 6 Albay ağırbaşlı görünmeye çalışır bir tavırla ayağa kalkarak mayosunu çekiştirdi. — önemli olmalı, diye sevimli bir tarzda konuştu. Gelsin. Nöbetçi asker dönmüş, koşarak uzaklaşmıştı. Otero Nuncio mayosunu düzelttikten sonra kıvırcık ve dalgalı saçlarını düzleştirmeye koyuldu. Sedef çerçeveli gözlüğünü de taktıktan sonra kendini daha iyi hissetti. Uzun boylu, savaş üniforması giymiş bir adam evin köşesinde belirmişti. Doug Swiners, CIA tarafından Guardia’ya gönderilmiş paralı Amerikan askerlerinden biriydi. İnce bıyığı, özenle kabartılmış saçlarıyla İndianalı bir Amerikalıydı.

Kırk yaşlarında, bir seksen beş boyunda, yakışıklı bir adamdı. Gri gözleri, bir dok işçisini andıran geniş omuzları ve dümdüz karnıyla kadınları cezbetmesi çok kolaydı. Tek şikâyeti varisleriydi. İşkence ve sorgulama yönetmekteki ustalığından dolayı Navajita soyadını kullanırdı. Adının İspanyolcada söylenmesi zor olduğu için de, bütün Guardia askerleri soyadı ile hitap ederlerdi ona. Mercedes Puntas bu ziyaretçiyi keyifsizlikle karışık bir neşeyle inceledi. Doug Swiners onu korkutuyordu. Tuzağına düşebilecek bütün avları gibi onu da gizlice incelemişti, ama bu adam diğerleri gibi yapmacık değildi. Mercedes,Doug’un kendisine bir hizmetçi gibi davrandığını, hâttâ daha sonra ona çiçek bile göndermediğini nasıl unutabilirdi! Albay Nuncio öfkesini pek de iyi gizleyemiyordu. Özel yaşamını buyruğu altındakilerin gözleri önüne sermekten hiç hoşlanmazdı. Amerikalı yumuşak toprağın üstünde ayak izlerini bırakarak ilerliyordu. Mercedes boyunu daha da uzatan şeffaf plastik takunyalarını giyerek onu karşılamaya gitti. — Doug ! Como esta? Sonra Doug’u iki yanağından öptü. Tenis ve uyguladığı sıkı rejim sayesinde Mercedes kırk yaşını hiç 7 göstermiyordu. Geniş sayılabilecek omuzlarının altındaki göğüsleri küçüktü.

İnce bacakları da kaslıydı. Çok kısa kesilmiş siyah saçlarına rağmen, yüzü seksiliğini iyice yansıtıyordu. Pitanji’nin öğrencilerinden becerikli bir Brezilyalının yaptığı ameliyatla değişen burnu belli belirsizdi. Badem rengi gözleri yaşam ve neşe dolu, olağanüstüydü. Bu gözlerde insanı tahrik eden bir parıltıyı her zaman görmek mümkündü. Mercedes, vücudunun cömertliğinin sağladığı uyumdan yararlanmaya kalkan erkekleri önemsemez, seksüel nazlarını kendine has bir sadelikle yaşardı. Managua’nın Alta Mira Mahallesi’nde yoksul bir kız olarak dünyaya gelmişti, İlk patronu milyarder ithalatçı kendisine delicesine aşık olunca, Mercedes onunla evlenmeyi kabul etmişti. Daha evliliklerinin ilk gecesinde, başka erkekleri de yatağına alacağını belirtmeyi unutmamış, bu sözünü de bol bol tutmuştu. Zengin olup boşandığında da erkek koleksiyonunu sürdürdü. Erkeklerden yoksun kalmanın korkusuyla, kırk yaşına yaklaşırken hâlâ neşeli bir duruluğa sahipti. Hemcinslerinden nefret eden Mercedes’in çevresi hep erkeklerle dolu olmuştu: eski sevgilileri, şan, unvan meraklıları ve gelecekteki aşıkları… Bunların sayısı küçük bir stadı doldurmaya yeter de artardı bile. Kendi tabiriyle tek sorunu, yatağına giren bir erkeğin bir daha çıkmak istememesiydi. Albayın varlığı Doug Swiners’ı rahatsız etmişti. Gülümseyerek kendini Mercedes Puntas’ın bedeninden uzaklaştırdı. Otero Nuncio kaşları çatık, bekliyordu.

Üniformasıyla olduğu gibi mayoyla da görkemli bir görüntüye sahipti. — Albay, dedi Swiners. “E l Cero ” lakabıyla tanınan Julio Zelaya’yı ele geçirdik. — Madre de Dios! 8 Albay Nuncio kıçına sülfat sürülmüş gibi aniden ayağa fırlamıştı. El Cero sandinist ayaklanmasının şeflerinden biriydi ve Diktatör Anastasio Somoza Debayle’ın yönetimini hiçe sayarak tehlike yaratıyordu. Matagalpa dağlarında ya da komşu ülke Costa Rica’da gizlenen bir çeteciydi. Guardia tarafından korunan merkez Managua’da o güne kadar hiç ele geçirilememişti. — Onu nasıl yakaladınız? diye haykırdı albay mayosunu göbeğindeki kırışıklıklara doğru çekiştirerek. Mercedes limon ağaçlarının bakımını yapmak üzere çimenlere doğru kibarca uzaklaşmıştı. Politika onun için önemsizdi. Somoza’nın yönetiminden hoşnuttu, çünkü bu rejimden azami derecede yararlanıyordu, iki adamın konuşması Mercedes’i hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Ona göre yaşam, erkeklerden her şekilde faydalanarak çok para kazanmaktı. Mercedes kendini bu konuda uzmanlaştırıyordu. Düşmanları, amacına ulaşmak için Mercedes’in her tehlikeye korkusuzca atılacağını söylerlerdi. Mercedes bir artist ustalığıyla, yapmacık utangaçlığını yüzsüz bir iç gıcıklamayla karıştırarak bu alanda oldukça başarılı oluyordu.

Güzel bir mizacı vardı doğrusu! Doug Swiners Mercedes’in güneş yağına bulanmış ellerini üniformasına sildikten sonra: — Onu gizli polis yardımıyla ele geçirebildik, dedi. Bugün Managua’ya geleceği biliniyordu. Las Colonas’ taki evlerden birinde, biriyle buluşacakmış. — Kimle?scanned by darkmalt1 — Henüz bilmiyorum. Albay Nuncio bunaltıcı güneşten yorgun düşerek tekrar oturmuştu. — Bilmeniz gerekir, diye homurdandı. Kiminle buluşacağını da öğrenmelisiniz. Onu derhal sorgulayın. — Elbette albay, dedi Doug Swiners. (Albayla aynı 9 düşünceyi paylaştığı belliydi.) Onu burada sorgulamamı ister misiniz? — Evet, diyerek albay onun teklifini onayladı. Şurada yapabilirsiniz. Çenesiyle, duvarları yeşilliklerle kaplı bahçenin dibinde bulunan, tek katlı bir bungalovu işaret ediyordu. Dağlık tarafa bakan bungalov, havuzun tam karşısındaydı. — İyi, dedi Doug Swiners.

(Pek de hoşnut değildi.) Ama yanımda hiçbir şey yok… İşkence aletleriyle gezecek değildi ya! — Yaralı mı? diye sordu Otero Nuncio. — Hayır, senyor. — Çok iyi. Onu arabadan çıkartıp bungalova götürün. Her şey hazır olunca onu görmeye gelir, size de birkaç fikir veririm. Amerikalı küçük eve doğru ilerlerken albay gözleriyle onu izledi. İyi bir iş yapmışlardı. Ama önce El Cero’nun Managua’da kiminle görüşeceğini bilmeleri gerekiyordu. Sandinistler için önemli bir olay olmalıydı bu. Yoksa El Cero ininden çıkma cesaretini gösteremezdi. Jipin motoru çalışmıştı. Araba villanın ardında kaybolmadan önce çimenliğin çevresinde bir tur attı. Mercedes kahkahalarla gülüyor, gece gibi simsiyah köpeğine ham limonlar atarak onunla oynuyordu. Albay yanlarına gelerek Mercedes’i belinden kavradı.

Teninin nefis kokusunu ciğerlerine doldurarak kadını kendine doğru çekti. Mercedes yapmacık bir hoşnutsuzlukla albayı geri iterek: — Sevgilim, dikkat et! Yalnız değiliz, dedi. Bu sözler üzerine Otero Nuncio Mercedes’in kolunu öyle bir sıktı ki, kadın bir çığlık atmaktan kendini alamadı. — Orospu, dedi albay alçak sesle. Onunla çoktan yatmışsındır! 1(1 Mercedes kendini sıkan pençeden kurtulduğunda gülmeye başladı. — Swiners ha ! Delisin sen! O adam hiç de hoşuma gitmiyor. Öyle her önüme gelenle de yatmam ben, diye Mercedes alaylı bir tonla cevap verdi. Ama parası çoksa iş değişir elbette. Otero Nuncio onu öldürebilirdi. — Giyinmeye gidiyorum, dedi. Yapılacak işlerim var. Mercedes Puntas iç rahatlığını belirten derin soluğunu saklamaya çalışarak suratını astı. — Yazık! Otero Nuncio kadının gözlerinin içine bakarak: — Seni yalancı! dedi. Sonra omuzlarını ve kaba etlerini sallayarak eve doğru uzaklaştı. Ayaklarının altındaki toprak sanki çöküyordu.

Dinlenme çok iyi bitmişti. ** — Her şey hazır, albayım! Pantolonunu ve gömleğini giymiş olan Otero Nuncio cevap vermeden Swiners’ı takip etti. Mercedes Puntas onları villanın arkasında yok olmak üzerelerken gördü. Albay, Mercedes’in görüş açısından çıktıktan sonra karşılaştığı manzarayı doyumla izlemeye koyuldu. Adamı direklerden birine bağlamışlardı. Elleri de sırtının arkasında kelepçeliydi. Gözleri bir boyun atkısıyla kapatılmış tutuklunun üstünde, beyaz bir tişörtten başka bir şey yoktu. Belden aşağısı çıplaktı, ama çoraplarını çıkarmamıştı. İndianalı iki asker, Garandları bacaklarının arasında, gölgelik bir yerde oturmuşlar, nöbet bekliyorlardı. Onların tam arkasında yeşil koltukları, alçak masaları ve barıyla bungalovun içi görünüyordu. Albay Nuncio tutukluyu uzun uzun seyrettikten ıı sonra Doug Swiners’a dönerek: — Onu sorguladınız mı? diye sordu. — Henüz değil, dedi Amerikalı. — Gözlerindeki bağı çözün. Onunla konuşmak istiyorum. Doug Swiners adamın gözlerini çözdü.

Tutuklu güneş ışınları karşısında gözlerini kısmak zorunda kaldı. Kısa sakalı, ince bıyığı, derin siyah gözleri ve düz kalın burnuyla otuz yaşlarındaki bu çiftçi, kendinden çok emin görünüyordu. Korkmuş bir hali de yoktu. Otero Nuncio ona yaklaşarak hafifçe tenine dokundu. — Benim kim olduğumu biliyor musun? Tutuklu cevap vermeden başını iki yana salladı. — Ben, Guardia Nacional’in Başkanı Albay Otero Nuncio’yum, dedi tumturaklı bir ses tonuyla. Görevim, senin gibi komünist serserilere engel olarak onları işlemez hale getirmektir. Senin işin bitti, artık o çok sevdiğin dağlara dönemeyeceksin. Ama sorularımıza cevap verirsen, bir hal çaresi düşünürüz. Savunmasız bir insana saldırmayı hiç sevmem. Anlıyor musun? Julio Zelaya cevap vermeden önce başını “hayır” anlamında salladı. — Otero Nuncio. Adını, sen daha yüzbaşıyken duymuştum. Köylüler sana “Fuego ” derlerdi, tabii senin ateş makinenden kurtulup yaşayabilenler… Başın epey derde girmişti, değil mi? Çünkü kadavraları salgını önlemek için yaktığını söylüyordun. Ama onları diri diri yaktığını itiraf edememiştin.

Suratında patlayan şiddetli bir tokat Julio Zelaya’yı susturdu. Otero Nuncio üst üste birkaç kez daha vurdu ona. Dudaklarını sıkmış, sanki Mercedes’in dudakları altında eziliyormuş gibi, soluksuz kalmıştı. Her darbede gövdesindeki yağ birikintileri hareket ediyordu. Doug Swiners geri çekilerek gözlerini yere indirdi. Kendilerini kontrol edemeyen insanlardan hiç hoşlan12 mazclı, ama Latin Amerika’da geçirdiği şu birkaç yıl sonunda isterik subayların alışkanlıklarını o da kazanmaya başlamıştı. Albay gürültüyle soluk alarak: — Managua’da kiminle buluşacaktın? diye sordu. Julio Zelaya cevap vermek zahmetinde bile bulunmadı. Toparlanmaya çalışıyor, büzülerek gelecek darbelere karşı kendini savunmak istiyordu. Çevredeki derin sessizliği şişman albayın güneş altındaki soluk alışlarından başka bozan bir şey yoktu. Albay soruyu bir kez daha sormadı. Julio Zelaya kolay konuşacak cinsten değildi. Eski ateş makineleri öyküsünün bedelini ödetmek istediği de belliydi. Otero Nuncio ondan uzaklaşarak Doug Swiners’ın kulağına bir şeyler söyledi. Amerikalı olanlarla pek ilgilenmemiş gibiydi.

Başını sallayarak: — Muy bien, senyor, dedi. Albay, tişörtün altından kendini gösteren biçimli vücuda bir göz attı. İşkenceyi izlemeyi çok isterdi, ama bulunduğu mevki buna izin vermiyordu. Doug Swiners arkasında olduğu halde oradan uzaklaştı. Mercedes Puntas havuzun kenarındaki şezlonglardan birine uzanmış, köpeğiyle oynuyordu. Işık saçan bir gülümsemeyle iki adama dönerek: — Bir şeyler içmek ister misiniz? diye sordu. Doug Swiners başını kibarca hayır anlamında salladı. — Muchas gracias, senyora! Şimdi olmaz. Yalnızca Diablo’yu sizden ödünç almak istiyorum. Mercedes’in badem renkli gözlerindeki pırıltı aniden söndü. — Elbette. Ama neden? Amerikalı sıkıntılı, fakat kibar bir gülümsemeyle cevap verdi: — Yakaladığımız o herifi biraz korkutmak istiyorum 13 da! Sonra köpeğe yaklaşarak onu tasmasından tuttu ve villaya doğru uzaklaştı. Otero Nuncio yüzünde keyifli bir gülümsemeyle kendini şezlonglardan birine bırakmıştı. Mercedes hiç konuşmadan kalkarak büyükçe bir bardağa üç parmak viski doldurdu. Birkaç parça buz da ekledikten sonra içkinin dörtte üçünü bir dikişte içti.

Bir yandan da gözleriyle Doug ile köpeği izliyordu. Swiners’ın şanını duyduğu için yapacakları onu ürkütüyordu.www.cizgiliforum.com Az sonra nöbetçilerden biri çimenlikte belirdi. Mercedes onun mutfaktaki hizmetçiyle konuştuktan sonra elinde demir bir tenekeyle geri döndüğünü gördü. Adam yarı çıplak Mercedes’i görmemezlikten gelmişti. Tutuklunun önünde diz çökmüş duran Doug Swiners, parmaklarını erimiş domuz yağıyla dolu tenekeye daldırdıktan sonra sıvıyı özenle Julio Zelaya’nın hayalarına yaymaya koyuldu. Diablo yerdeki yeşil minderlerin üstüne oturmuş, bir topla oynuyordu. Svviners bu kıllı deriye dokunmaktan tiksinmişti. Düşüncelerini Mercedes üzerinde yoğunlaştırmaya çalışarak işini sürdürdü. Neredeyse bitmek üzereydi. Domuz yağının çoğunu sürmüştü. Julio Zelaya kendisini neyin beklediğini biliyordu. Doug Swiners doğrulmaya yeltendiği sırada, Julio’dan fışkıran idrar, göğsünü ve çenesini ıslattı.

Amerikalı ellerinin yardımıyla bir adım gerileyerek kendisini gülerek izleyen askerlerin karşısında, kinle ayağa kalktı. Labrador da ayaklanmıştı. Doug Swiners adamın kasığına var gücüyle bir tekme savurdu. Bir an sonra, sakinleşmişti. Bu adam tam bir profesyoneldi. Kendi zevki için, intikam almak üzere bir tutukluya vurmaya hakkı yoktu. îndiana Polis Okulu’nd a öğrendiği ahlaki değerlerin bazılarına hâlâ sahipti Doug 14 Swiners. Gömleğini çıkararak yere fırlattı. Sidik kokusu burun deliklerine dek tırmanmıştı. Minderlerin üstündeki bez parçalarından birine silindikten sonra kokuyu bastırmak için bir Rothmans yaktı. Julio Zelaya onun soğukkanlılığına şaşırmıştı. Karşısındaki adam Nikaragualı olsa onu çoktan öldürmüştü. Bu gringolar gerçekten de başka bir kökten geliyorlardı. Kurulanan Doug Swiners, labradoru tasmasından tutarak tutukluya yaklaştırdı. Köpeğin ağzının Julio Zelaya’nın bacaklarındaki kıllara değmesine özen göstermişti.

Tasmadan çekerek köpeğin ağzını adamın butlarından yukarı, bacaklarının arasına doğru çıkardı. Diablo domuz yağının kokusunu nihayet almıştı. Ağzını adamın kıllı butlarına yaklaştırdıktan sonra hayalarını buldu ve onları birkaç saniye boyunca kokladı. Sonra dişlerini uzatarak hayalarından birini bir dil hamlesiyle ağzının içine aldı ve dişlerini domuz yağıyla sıvanmış deriye daldırdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir