Gerard De Villiers – 71 Peruda Av

Amerikan elçiliğinin damını çevreleyen taş korkuluğa dayanmış olan CIA’nın görevlisi Tom Burns, dört kat aşağıda bağıra çağıra Arequipa Caddesi’ne doğru ilerleyen kalabalığı tiksinerek seyrediyordu. Binlerce ayağın kaldırdığı toz bulutu arasında kırmızı bayraklar, hükümeti lanetleyen sloganlar farkediliyordu. Kalabalık elçiliğin önüne geldiğinde, yumruklar havaya kalktı ve kalabalık tek bir ağızdan bağırmaya başladı: — Yankee go home! Viva la lucha armada! Libertad por el pueblo! * Parmaklıkların ve kapıların ardında tetikte bekleyen nöbetçiler vardı. Kaldırıma, bombalı araçları engellemesi için beton barikatlar konmuştu. Emniyet-mensupları herhangi bir olaya müdahaleye hazırdı, ama bunca kalabalığa ne denli etkili olabilirlerdi! Tom Burns sıkkın bir tavırla sigarasını yaktı. Bir gün önce havaalanı civarında bir grevci öldürülmüştü. Bu nedenle işçiler çok huzursuzdu. Lima kenti haftalardır süren grevler ve gösteriler nedeniyle felce uğramıştı. Tom Burns ensesindeki teri silerek elindeki biradan büyükçe bir yudum aldı. Havanın rutubetli sıcağı ve tek bir esinti olmaması insanı * Amerikalılar defolun.Yaşasın silahlı mücadeleyle özgürlük 5 bunaltıyordu. Güneyde şık villaların bulunduğu San Isidro ve Miraflores mahalleleri kalın bir pus altındaydı. Hiç yağmur almayan Lima’nın altı milyonluk nüfusu toz toprak içinde yaşamaya alışmıştı. Tom Burns başını çevirdi. Yardımcısı Lester Cross elinde küçük bir telsizle yanına geldi.


— Albay Ferrero geldi, Sir. Aşağı inecek mis iz? CIA büroları binanın mahzen katında bulunuyordu. — Söyle, yukarı gelsin. Göstericilerin oluşturduğu uzun kortejin sonu gelmişti. Onların hemen arkasında polise ait su sıkıcı iki panzer vardı. Tom Burns merdivende beliren adama doğru ilerledi. — Nasılsınız, albay? Dircote*’de görevli olan albayın yüzü, üniforması gibi yemyeşil olmuştu. Zorlukla gülümsemeye çalışarak: — iyiyim, iyiyim Bay Burns, dedi. Zaten hep böyle derlerdi! Oysa, ülke büyük bir kargaşa içindeydi. Sole* güneşte eriyen kar gibi hergün değer kaybediyordu. Günde en az bir polis öldürülüyor, elektrik direkleri havaya uçuruluyordu. Ve kentin göbeğindeki sarayında yaşayan Başkan Belunde, kendisinden sonra idareyi ele alacak kişiye huzur dolu bir ülke teslim edeceğinden bahsediyordu. Ordu terörizm ve uyuşturucu kaçakçılığıyla * Terörizmle Mücadele Merkezi (Direccion contra el terrorismo) * Peru parası 85 sole=14 TL. 6 aynı anda mücadele edemeyecek kadar zayıftı Daha çok “Aydınlık Yol” adıyla bilinen Perulu komünist teröristler ise, sallanmakta olan demokrasiyi yıkmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Eylemlerinde Kızıl Khemerler kadar vahşi, Mao Çetung gibi sabırlıydılar.

Sonunda, hükümet Aydınlık Yol ile mücadeleye karar vermişti. Arequipa Caddesi’nde yükselen sloganların yerini klakson sesleri almıştı. — Bir bira, albay? — Memnuniyetle. Tom Burns adamın birkaç yudum bira içmesini bekledikten sonra: — Yeni haberler var mı, albay? diye sordu. Albay Ferrero zoraki bir gülümsemeyle: — Henüz yok, ama her an bekliyorum. Beni burada bulacaklar. — Öğleyin buluşacaklarını sanıyordum. — Bu o kadar kolay olmuyor, dedi Perulu albay. Lima’da çok telefon var. Ama, korkmanıza gerek yok. Bir sonuç alacağız. Tom Burns’un albaya hiç güveni yoktu. Buluşmaya CIA’dan iki ajan gönderilmişti. Her ikisi de M. 19 adıyla bilinen Kolombiyalı ihtilalci kimliğindeydi.

Bunun sağlanması da albayın Aydınlık Yol’a sızmış bir adamı sayesinde gerçekleşmişti. Amaçları, Aydınlık Yol ile uyuşturucu kaçakçıları Narcos’un ne niyetle işbirliği kurmaya çalışmalarını öğrenmekti. Tom Burns’un gönderdiği Peter Ramírez ve Michael Diaz Amerikan vatandaşı olmalarına rağmen çok iyi ispanyolca konuşurlardı ve Güney Amerikalı tipindeydiler. — Şu “Yoldaş Gonzalo”yu bir ele geçirsek yeter, dedi albay. Yoldaş Gonzalo, Aydınlık Yol’un kurucusu ve eski Ayacucho Fakültesi profesörlerinden Abimael Manuel Guzman’dan başkası değildi. Aydınlık Yol’un mükemmel bir kuruluşu vardı. Yüzlerce terörist yakalanmasına rağmen, iş başındaki şefleri ve başkanlarını yakalamak mümkün olmuyordu. Organizasyonun beyni Abimael Manuel Guzman idi ve dört yıldır kaçak yaşıyordu. CIA’nın Perululara Aydınlık Yol şefini ortadan kaldırmalarına yardımcı olmasının nedeni, bu beladan kurtulduklarında Perulularla daha dostane ilişkileri sağlama almaktı. — Muhbirinizi gördünüz mü? diye sordu TomBurns. — Bugün görmedim, dedi albay. Tom Burns kararmakta olan göğe baktı. Bürosuna inmek içini sıkıyordu. Üstelik şu an tedirgindi de. Hava serinlemiş, güneş kaybolmuştu.

Yarım saat sonra gece olacaktı. Birkaç dakika sonra Lima’nın merkezi, karınca gibi ortalığa yayılacak sokak satıcılarıyla dolacaktı. TomBurns bir an önce Lima’nın sırtlarında yer alan Montericco’daki kurşun geçirmez camlı evine dönmek, içkisini alıp yerli bir melezle hoş vakitler geçirmek istiyordu. — Sanırım Alan Garcia başkan olacak,dedi Albay Ferrero. Tom Burns’un umrunda bile değildi. Yine de susmuş olmamak için: — Barrantes’ten iyidir, karşılığını verdi. Barrantes başkanlık seçimlerine aday olmuş bir Marksistti ve Aydınlık Yol’a sempatisi vardı.Peru ordusuna ve Amerikalılara 8 düşmanlık beslediği herkesçe bilinirdi. Tom Burns saatine baktı. Artık, iyiden iyiye telaşlanmaya başlamıştı. Adamları sekiz saat gecikmişlerdi. —- Ne yapıyor bu herifler? Albay Ferrero bira kutusunu yere bırakarak: — Ben bir telefon edeyim, dedi. Birden durdu. Korkunç bir patlama havayı titretti. Ufukta tek tük yanmaya başlayan lambalar söndü.

— Tanrı kahretsin! dedi Amerikalı. Elçiliğin ışıkları hemen yandı. Elektrik kesildi mi, otomatik jeneratör devreye giriyordu. Sokaklarda klakson sesleri arttı. — Los Terrucos!* diye bağırdı albay. Aydınlık Yol’un her zamanki şakalarından biriydi. Teröristler elektrik direklerinden birini havaya uçurmuşlardı. Lima yine birkaç dakika ya da birkaç saat ışıksız kalacaktı. Yüksek gerilim hattı uzaklardan geliyordu ve bütün hattı kontrol etmek imkânsızdı. Tom Burns’ün yardımcısı yanlarına yaklaştı. Üzerinde kurşun geçirmez yelek, askeri bir dürbün ve elinde de iki Uzi vardı. Tom Burns dürbünü aldı, gözlerine götürdü. Ayaklan altında uzanan kent karanlığa gömülmüştü. Gecekondu semtlerinde bütangaz lambaları yanıyordu. Sessizliği bir polis arabasının sireni bozdu, sonra o da sustu.

Değişik yönlerden gelen silah sesleri duyuldu. Hükümet görevlileri asayişi sağlamak için havaya ateş ediyorlardı… Albay Ferrero birden bağırdı: •Teröristler 9 — Şuraya bakın! San Cristobal tepesinin doruğunda yanan bir çekiç figürü vardı: Aydınlık Yol’un simgesiydi bu. Tom Burns dürbünü o yöne çevirdi. Birkaç saniye dikkatle baktı. Ateşe verilmiş çekiç figürünün iki yanında, darağacına asılı iki beden vardı. — Aman Tanrım! diye mırıldandı Tom Burns boğulur gibi. Dürbünü Perulu subaya uzattı. Albay Ferrero bir müddet baktıktan sonra dürbünü iade etti. — Galiba bunlar… Ben oraya gidiyorum. — Ben de sizinle geliyorum, dedi Tom Burns. Lester Cross hemen atıldı. — Sir, bu saatte size muhafız bulamayız. — Gereği yok. Yanına birkaç şarjör al yeter!. Tom Burns, bir doksanlık boyu, kalın bıyıkları, atletik yapısıyla Perulular arasında bir dev gibi dururdu.

Birkaç dakika içinde dört katı indiler. Albay Ferrero’yu izleyerek kalabalığın arasından geçip Güvenlik Merkezi’nin bulunduğu Avenida Espana’ya çıktılar. Tom Burns içindeki kötü sezgilerin gerçekleşmemesi için dua ediyordu… * Dircote’nin mavi renkli arabası siren çalarak arabaları solluyordu. Tom Burns ile albay arabanın önüne, şoförün yanına sıkışmışlar, arkaya da çelik yelekli, kasklı, tepeden tırnağa silahlı bir düzine adam yerleşmişti. ıo Tom Burns birden aklına gelen bir ihtimalle irkildi. Bu mizansen bir tuzak olamaz mıydı?. San Cristobal tepesi gecekondu mahallelerinin bulunduğu bir bölgeydi ve bura halkı yasadışı güçlerden yanaydı. — Biraz daha hızlı, Tanrı aşkına! dedi Tom Burns. içindeki korku soluğunu kesiyordu… Şoför önündeki taksiyi sollayarak daha da hızlandı. Rimac nehri üzerindeki köprüyü geçip gecekondu mahallesine girdiler. Yol son derece virajlı ve delik deşikti. Bir meydanı geçerlerken arabanın karoserinde bir patlama oldu. Birileri taş atmıştı. Hiç de güzel bir karşılama değildi bu!. Tom Burns arkasına dönerek aşağılara baktı.

Lima karanlık bir leke gibi duruyordu. Sert bir virajı aldıklarında tepe belirdi. Odundan yapılma çekiç hâlâ yanıyordu. Araba otuz derecelik bir meyilde zorlanmaya başladı. Albay Ferrero şoföre bir dirsek atarak: — Burada dur, dedi. Yaya devam edeceğiz. Tom Burns hemen yere atladı. Ilık bir rüzgâr esiyordu. Minibüsteki adamlar albayın emriyle yere atlayıp çevreye dağıldılar. — Tepeyi sarın. Belki bu namussuzlar hâlâ buradadırlar! Adamlar koşarak tepeye tırmanmaya başladılar. Porselen mağazasına girmiş filler gibi gürültü yapıyorlardı… Tom Burns tepeye bakarak içinden “dilerim, bizi yukarda beklemiyorlardır” dedi. Aşağı yuvarlanan çakıl taşlarının ve zaman zaman onlara kadar gelen küfür seslerinden 11 başka bir şey duyulmuyordu… — Gidelim, dedi Albay Ferrero. Tom Burns harekete geçeceği sırada sağ taraftan bir silah sesi geldi. Amerikalı kendini hemen yere attı.

Albaya dönerek: — Kim ateş etti? diye sordu. — Bizim salaklardan teki, dedi Perulu subay. Bir karaltı görüp düşman sanmıştır… Çevrede kimseler yoktu. Tepeye ulaştıklarında Tom Burns’ün boğazına bir yumru oturmuştu. Ateş sönmek üzereydi. Tom Burns darağaçlarından birine yaklaşarak elektrik fenerini tuttu. — Aman Tanrım! Bundan başka da edebileceği laf yoktu zaten! Fenerin beyaz ışığı ayakları yerden bir metre yükseklikte sallanan bir bedeni aydınlatıyordu. Boynundan ince bir iple asılmıştı. Elleri arkadan birbirine bağlanmıştı. Ayak bilekleri de öyle. Yüzü kanla kaplı bir et ve kemik yığınıydı. — Isa adına! Albay da darağacına yaklaşmıştı. Adamlarına emir vererek ipi kesmelerini istedi. Biraz sonra iki ceset yere uzatılmıştı. Tom Burns mide bulantısını bastırmaya çalışarak cesetlere yaklaştı.

Her iki adamın da gözleri oyulmuştu. — Bunlar Sendero’ların işi! dedi albay. Tom Burns doğrularak albaya döndü. — Şunun adı Peter Ramirez, dedi boğuk bir sesle. En iyi ajanlarımdan biriydi. Bakışlarında öyle korkunç bir ifade vardı ki, albay ürkerek birkaç adım geri çekildi. Tom Burns ikinci cesete döndü. 12 — Bu da Michael Diaz. Yirmi sekiz yaşındaydı… Alevler sönmek üzereydi. Etrafta sinir bozucu gölgeler oluşmaya başlamıştı. Amerikalı albaya yaklaştı. — Onlara buluşmayı ayarlayan sizdiniz, değil mi? dedi. Albay Ferrero alnında biriken terleri sildi — Evet, ama herhalde şey sanmıyorsunuz… Bu vahşiyane bir cinayet… Suçlular muhakkak yakalanacak… Söz ve…scanned by darkmalt1 — Bu rezil ülkede her şeyden kuşkulanmaya hakkım var, diye sözünü kesti Amerikalı… Suçluları bulamayacağınıza dair de bahse girerim… Katiller şu anda yuvalarına dönmüş ve kahvelerini içmeye başlamışlardır. Çevrelerinde çember oluşturan görevlilerin ağzını bıçak açmıyordu. Amerikalı her an patlayacak bir bomba gibiydi.

Başını öne eğerek kendi kendine mırıldandı. — Tanrı cezalarını versin! Albay adamlarına cesetleri kaldırmaları için emir verdikten sonra Amerikalıya yaklaştı. — Polisten yardım isteyip bu bölgedeki bütün evleri tek tek aratacağım. Belki bir şey buluruz… . Tom Burns omuz silkti. — Saçmalıklarınızı dinleyecek halim yok. Katilleri bulacağız diye onlarca masumun kanına girmeyin. Katiller çoktan uzaklaşmıştır. Şu an belki de içkiyle zaferlerini kutluyorlar… — Soruşturmayı bizzat ben yöneteceğim, dedi albay. Ne olup bittiğini mutlaka öğreneceğim… — Hiçbir şey öğrenemezsiniz… Muhbir 13 dediğiniz adamınız ikili ajanmış. Sizi atlattı. Tom Burns konuşacak durumda değildi. Sustu, iki ajanı kırk sekiz saat önce hayattaydı. Şimdiyse, bir hiç uğruna ölmüşlerdi. Tepeden aşağı baktı.

Lima hâlâ karanlıklar içindeydi ve hayat orada devam ediyordu. — Gidelim, dedi albay. Burada kalmak tehlikeli olabilir. Ambulans gelene kadar cesetlerin yanında birkaç adamımı bırakacağım… — Ben de kalıyorum, dedi Tom Burns. Onlarla birlikte ineceğim. Langley’den gelecek telgrafları şimdiden görür gibi oluyordu. CIA, Aydınlık Yol’a karşı şu ana kadar hiçbir başarı sağlayamamıştı. Akıntıya karşı kürek çekiyorlardı. Minibüs hareket etti. Albay Ferrero da Tom Burns ile birlikte kalmıştı. Alevler sönmüş, havanın serinliği hissedilmeye başlamıştı. Birden kent aydınlandı. Elektrik gelmişti. Aynı anda, müthiş bir patlama duyuldu. Yolun alt kısmında bir alev yükseldi.

Minibüs havaya uçmuştu. Amerikalı ve albay içgüdüsel bir hareketle kendilerini yere attılar. — Minibüsü havaya uçurdular. Hâlâ bu civardalar demek ki! — Hayır. Bu bir mayındı, dedi Amerikalı. Teröristler orada kalacak kadar deli değildi. Albay elindeki seyyar telsize birtakım emirler vererek yardım istedi. Sonra kendi kendine konuştu. — Alçak köpekler! Hepinizi geberteceğim. Gece son derece sessizdi. Uzaklarda bir yerden siren sesleri geldi. Yardım yola koyulmuştu. • 14 Tom Burns ayağa kalkarak albaya yaklaştı. — Gelin benimle, dedi. Albayı cesetlerin yanına götürdü.

– Bakın, gözleri oyulmuş ve dilleri kesilmiş. Bu Gehuva* yöntemidir. Yoldaş Gonzalo’ya ulaşma hayali, bu tepede trajik ve kanlı bir biçimde son bulmuştu! Aydınlık Yol vahşiyane bir biçimde müthiş bir darbe indirmişti. Bu da onların Dircote ile CIA’yi hiç mi hiç takmadıklarının kanıtıydı. Bu sırada az ilerde zırhlı bir araç durdu. Araçtan atlayan silahlı adamlar hızla çevreye dağıldı. Tom Burns derin bir soluk aldı. Peter Ramirez ile Michael Diaz’ın boş yere ölmemiş olmaları için Tanrıya dua etti. Etti, ama buna kendisi de inanmıyordu!.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir