Gerard De Villiers – 62 La Paz Safarisi

Don Federico Sturm tembelce başını kaldırıp baktı. Titicaca Gölü’nün bataklıklı kıyısı boyunca uzanan yolda eski beyaz bir İnıpala belirmişti.Araba birazsonra yoldan aynlarakSturm’un kulübesine yöneldi. Alman kaşlarını çattı. Herhangi bir ziyaret beklemiyordu.Bolivya’ da bulunduğu yirmi yıllık süre içinde bir düzineye yakın hükümet görmüştü ve hiçbiri de ona düşmanca davranmamıştı. Alman gözlerini arabadan ayırmadan yanında duran lamanın kabarık tüylerini okşadı. Hayvan hoşnut bir ifadeyle başını sahibine çevirdi.Don Federico kulağına Almanca bir şeyler mırıldanarak hayvanı okşamaya devam etti. 5 Don Federico insanca duygulardan arta kalan son kırıntıları bu hayvana adamıştı. Lamayı iki yıl önce Aimara’lar*yaralı halde getirmişler, o da hayvanı tedavi ederek kendine can yoldaşı yapmıştı. Kışları hayvanı yatak odasına alır, sabahları da onun yalayışlarıyla uyanırdı. Don Federico ona “cantouta” adını takmıştı. Cantouta, dört bin metre yükseklikte Altiplano’da yetişen kırmızı yapraklı bir çiçekti. Turistler bu hayvanın derisine önem verdiklerinden bu yana hayvanlar tam anlamıyla katledilmeye başlanmıştı.


Don Federico geçen yıl Bolivya başkanına başvurarak lamaların korunmasını öngören bir yasa çıkarılmasını istemiş, başkan da bu öneriyi heyecanla desteklemişti. Şans bu ya, başkan bu görüşmeden dört gün sonra bir helikopter kazasında ölmüştü. Helikopterin bir sabotaja uğradığını anlamak için okur-yazar bile olmak gerekmiyordu… Don Federico her sabah yarım saatini Cantouta’ya ayırır, onunla konuşup tüylerini okşardı. Sonra, kendisine binlerce pezo kazandıran yüzlerce tavuğuyla ilgilenirdi. Don Federico’yu Lima’ya kadar tanımayan yoktu. Çiftliğinden pek ender ayrılırdı. Haftada bir gün La Paz’a iner, Ya Escudos’ta ya da bir Alman kulübünde öğle yemeği yiyip bira içerdi. Ardından La Paz’a hakim bir platoda (*) Altiplano’da yaşayan yerliler 6 kurulu olan El Alto Havaalanı’nın kafeteryasında kahvesini yudumlayarak haftada bir kez gelen Lufthansa uçağının inişini seyrederdi. Uçak yere inip yolcularını boşalttı mı, içinde bir sıla hasreti, Mercedes 280’ine atlar çiftliğine dönerdi. Çiftliği Huarina köyünden önce, yolun sağında, And dağlarının eteklerindeydi. Arazinin dört bin metre yükseklikte olmasından başka kusuru yoktu. Don Federico çiftliğini yoldan ayırmak için arazi sınırına çalılık dikmişti. Yine de kulübesinin penceresinden Peru’ya kadar uzanan geniş bir arazi görüyordu. Arabanın çakıl taşlı yolda çıkardığı sesleri duyunca başını kaldırdı. İmpala çiftliğin avlusunda durmuştu.

Direksiyondaki adamı hemen tanıdı. Bu, La Paz’da taksi kullanmaya yetkili tek yabancı olan Alman yahudisi Friedrich idi. Arka koltukta gözlüklü ve sakallı biri oturuyordu. Cantouta’yı sıkıca bağladı. Hayvanın kaçmasından ve bir Aimara tarafından öldürülmesinden çok korkardı. Ağır adımlarla ziyaretçisine doğru yürüdü. Üzerinde SS üniforması taşıdığı dönemlerde de böyle hantal yürürdü. Bu yüzden ona “Bozayı” lakabını takmışlardı. Don Federico güçlü kuvvetli, 1.90 boyunda çamyarması gibi bir tipti. Sık sık Titicaca’nın buzlu sularında yüzerdi. Derisi güneşte öylesine yanıp sertleşmişti ki, ilk gören onu rahatlıkla bir Aimara sanabilirdi. Mavi 7 gözlüydü. Saçlarını briyantinleyip arkaya tarardı. Burnunun yanında, savaş yıllarını hatırlatan bir yara izi vardı.

Ama o günler uzaklarda kalmıştı. Yugoslavlar, Ruslar, Macarlar ve İtalyanlar onu ölüme mahkum etmişler, o da bir Yugoslav yahudisinin pasaportuyla Avrupa’dan kaçmıştı. 1951’e kadar Vençeslav Tuori adıyla yaşamış, ama daha sonra, tehlike önemini iyice yitirdiğinde, Bolivya vatandaşı olmak için asıl kimliğine bürünmüştü. Avrupa’ya geri dönmeyi aklından bile geçirmiyordu. Federico Sturm Leipzigliydi. Arabanın arka kapısı açıldı. İçinden en az kendi kadar iriyarı biri indi. Yabancının üzerinde bir blucin ve kısa botlar vardı. Aşağı kıvrık uzun bıyıkları ve omuzlarına dökülen uzun saçları ona garip bir hava veriyordu. Aydın biri olduğunu belirten tek şey, metal çerçeveli gözlükleriydi. Adam Don Federico’ nun yanına geldi. Elini uzatmamıştı. Alman kaşlarını çattı. Hippilerden nefret ederdi. Ona Auschvvitz’e gönderdiği çingeneleri hatırlatıyordu.

Burada ne işi vardı bunun? La Paz’dan buraya taksiyle gelmek yirmi beş dolardı. Belli belirsiz bir sesle: — Buenos dias! dedi. Ne istemiştiniz? Yabancı gözlerini ona dikerek: — Siz Frederic Sturm musunuz? dedi. İspanyolcası genizdendi. Bolivyalıların dediği gibi “Don Federico” dememişti. Eski SS subayı yabancıyı sille tokat 8 kovmamak için kendini zor tuttu. — Evet, dedi. Ne istiyorsunuz? Genç adamın yüzünde bir nefret ifadesi belirmişti. — Yani şu eski SS albayı, öyle değil mi? Alman derin bir iç çekti. — Bana ne istediğinizi söylemeniz için bir dakikanız var. Sonra kıçınıza bir tekme atıp sizi postalayacağım… Yabancı şeytani bir gülümsemeyle ona baktı. — Adım Jim Douglas. Massachusset Teknik Üniversitesi’nde öğrenci, La Paz’da da İngilizce öğretmeniyim. Ayrıca Ramparts adlı dergide çalışıyorum. Bu dergiyi bilir misiniz? — Şöyle böyle.

Don Federico Ramparts’in solcu bir Amerikan dergisi olduğunu ve zaman zaman hükümete kan kusturduğunu biliyordu. — CIA adına çalışmış ve halen çalışmakta olan eski savaş suçlularıyla ilgili bir yazı hazırlıyorum, dedi Jim Douglas. Alman hareketsiz kaldı. Direksiyonda uyuyan Friedrich’e bir göz attı. Bu hikâye de neyin nesiydi? — ClA’ya hiç hizmet etmedim, dedi Alman. Genç adam hiç oralı olmadı. Dimdik durmuş, çevresini gözden geçiriyordu. Don Federico’ya bakmadan konuşmaya devam etti: — Sizi bilmem, ama Klaus Heinkel’in çalıştığını biliyorum. Alman omuz silkti. 9 — Klaus HeinkeFi tanımam. Şimdi arazimden defolup gider misiniz? Jim Douglas’ın gözlerinde bir ışık yanıp söndü. Almana iyice sokularak: — Belki Klaus Muller’i tanırsınız… Klaus Heinkel zaman zaman o adı da kullanır… Almanın cevap vermesine fırsat tanımadan devam etti: — Yalan söylüyorsunuz Bay Sturm. Klaus Heinkel’in burada olduğunu biliyorum. Eğer bana 1945 ile 1951 arasında CIA’ya yaptığı hizmetleri anlatırsa saklandığı yeri kimseye söylemem. Ama direnmekte ısrar ederseniz, La Paz’a dönüp ilgili kişilere ve bazı elçiliklere onun burada saklandığını bildireceğim… İnanın, Bolivya’da bu güne kadar yaşanmış en büyük skandal çıkacaktır.

Bunu siz bile önleyemezsiniz, Bay Sturm. Yeryüzünde, Klaus Heinkel’in bulunduğu yeri öğrenmek isteyen binlerce insan var… Hayret, bu insanlar nasıl oluyor da bunca yıllık kinlerini unutmuyorlar… Almanın mavi gözleri koyulaşmıştı. Bu tip insanlarla tartışılmazdı. Bu konudaki gerçek bilgisi neydi? Dünyadaki hemen her gazete Klaus Heinkel ya da Muller’den söz edip dururdu. Daha iki hafta önce birçok gazete Bolivyalı Klaus Muller’in, savaş suçlusu eski SS Subayı Klaus Heinkel olduğunu yazmıştı. Klaus, başta Hollanda ve Fransa olmak üzere dört ülke tarafından* ölüme mahkum edilmiş bir caniydi. Gestapo’da akıl almaz işkenceler yapmıştı. Adolf Eichmann, onun yanında 10 melek kalırdı. Çeşitli ülkeler bu savaş suçlusunun Bolivya hükümeti tarafından cezalandırılmasını istemişler, fakat Bolivyalılar kendi vatandaşlıklarına geçmiş bu kişi hakkında en ufak bir harekette bulunmamışlardı. Ortalık yeniden karışacağa benzer bir durum alınca, Klaus Muller ortadan kaybolmuştu. Don Federico başını çevirdi ve lamasının gözleriyle karşılaştı. Bir felaket yaratmadan bu sersemden nasıl kurtulacaktı? Parmaklarını saçlarının arasında gezdirerek sakin bir sesle cevap verdi. — Kimden bilgi aldığınızı bilmiyorum, ama yanılmışlar. Klaus Heinkel burada yok. Belki de ülkeyi terketmiştir.

Jim Douglas oralı olmadı. — Yalan söylüyorsunuz, Bay Sturm. Heinkel burada, çiftliğinizde bulunuyor. Diretirseniz bildiklerimi La Paz’daki iki elçiliğe aktarırım. Heinkel’in ülkeyi terkedemeyeceğini siz de benim kadar biliyorsunuz. Onu Perulular bile istemiyor… Biraz daha Almana yaklaştı. — Belki hoş değil, ama herkes onun peşinde. La Paz’da bir İsrail komandosu bulunduğunu sanıyorum. Eğer haber verecek olursam çiftliğinizi basarlar. Bu arada onunla birlikte sizi de öldürürler, Bay Sturm… Alman, nefret saçan gence baktı. 1945’lerde Jim Douglas belki de doğmamıştı. Oysa, burada tam bir İsrailli gibi konuşuyordu. 11 — Klaus Heinkel’den neden bu kadar nefret ediyorsunuz? diye sordu. O size bir şey yapmadı ki! Genç Amerikalı başını salladı. — Klaus Heinkel benim umurumda bile değil.

Ben CIA’nın eski nazi katillerini kullandığını kanıtlamak istiyorum, o kadar. — Bu sizin sorununuz, dedi Don Federico. Benim elimden bir şey gelmez. Jim Douglas omuz silkti. — Pekâlâ, Bay Sturm. Ben La Paz’a dönüyorum. Yakında yepyeni haberler alacaksınız. Genç adam taksiye dönüp kapıyı açtı. Don Federico onu gözleriyle izliyordu. Nihayet, derin bir nefes aldı. Bu sersemin anlatacaklarının hiçbir önemi yoktu. Ona değil saygın Bolivya vatandaşı Don Federico’ya inanırlardı. Amerikalı taksiye bineceği sırada çiftlik binasının kapısı açıldı. Don Federico az sonra bir felaketle karşılaşacağını hissetti. Bağırmak istedi, ama vakit bulamadı.

Kapıda bir kadın belirmiş, gözlerini avluda duran arabaya dikmişti. Esmer bir teni ve vücuduna oturan siyah dar bir elbisesi vardı. Dekolte yakasından fırlayacakmış gibi duran iri göğüsleriyle Raquel Welch’e benziyordu. Amerikalı şeytan görmüş gibi arabadan fırlayıp genç kadına doğru koşmaya başladı. — Dona İzquierdo? Kadın içeri kaçıp kapıyı kapadı. Frederic Sturm dişlerinin arasından bir küfür savurdu. 12 ersem karı! Jim Douglas koşarak yaklaşıyordu. Almanın karşısına gelince durdu. -4 Size inanmamakta haklıymışım, dedi Amerikalı. Dona Monicalzquierdo’nun Klaus Muller’in metresi olduğunu bütün La Paz bilir. Ö da onunla aynı zamanda ortadan kaybolmuştu. — Bir dakika! dedi Don Federico. Alman öfkesini saklamaya çalışıyordu. Jim Douglas: — Beni o kadının yanına götürecek misiniz? dedi. Biraz acele edin, yoksa hemen La Paz’a dönerim.

O kadınla tanışmak istiyorum. — Gelin benimle. * ** Monica İzquierdo kapkara gözlerini Jim Douglas’a dikmiş, hayretle onu seyrediyordu. Yakından bakıldığında, genç kadın çok daha güzeldi. İnce hatlı, kalkık burunluydu. Jim Douglas gözlerini kadının göğüslerinden ayıramıyordu. — Lütfen, dedi Bolivyalı kadın, Klaus’a bir kötülük gelsin istemem. Derin bir iç çekmesiyle göğüsleri daha da kabardı. Genç Amerikalı ne yapacağını bilemiyordu. Bir canavarı aramaya gelmiş, insanın aklını başından alan melez bir dilberle karşılaşmıştı. O koca burunlu, dazlak kafalı, yaşlı Almanın nasıl böyle bir metresi olabili13 • / yordu? Don Federico onları kütüphaneye soktuktan sonra ortadan kaybolmuştu. — Ona bir kötülük yapacak değilim dedi Amerikalı. Bu benim işim değil zaten. Genç kadın bir adım ilerledi. Dudakları dolgun ve nemliydi.

— Lütfen, onun nerede bulunduğunu kimseye söylemeyin, diye yalvardı. Aksi halde, onu öldürürler. Korkunç bir hata olur bu. O hiçbir kötülük yapmadı. Kadın öyle yakındı ki, Amerikalı ılık ve hoş kokulu soluğunu duyabiliyordu. Genç Amerikalı kaşlarını çattı. — O korkunç bir heriftir. Neler yaptığını çeşitli yerlerde okudum. Bir keresinde konuşturmak amacıyla Hollandalı bir kadının yüzünün derisini yüzmüş .Böyle bir caniyi nasıl seversiniz? Monica cevap vermeden başını salladı. Sonra, yerde kayar gibi Amerikalının yanına sokuldu ve ağzını kulağına yapıştırarak: — Susun, hiçbir şey söylemeyin, dedi. Ne isterseniz yapacağım. Jim gözlerini aşağı indirdiğinde, genç kadının diri gögüsleriyle karşılaştı. Bakışlarını kadının gözlerine çevirdi. Gözlerindeki ifadeden kendisini arzuladığını okudu.

Aynı anda, genç kadın karnını ona yasladı. Amerikalı içinin ateş gibi yandığım hissetti, ama yine de ondan uzaklaşmayı başarabildi. İnanılır şey değildi! Genç kadın bir başka erkeği korumak için kendini ona veriyordu. 14 — Sorularıma cevap verirse, saklandığı yeri kimseye söylemem, dedi Jim. Monica parmaklarını ısırdı. Gözlerinde panik vardı. —\Ama istediğinizi yapamaz ki! O C1A adına niç çalışmadı… Amerikalı birden sinirlendi. Kendini dışarı atmak için dayanılmaz bir arzu duydu. Bu çirkef dünyadan nefret ediyordu. Hızla kapıya doğru ilerledi. Monica onun gittiğini sanarak bir çığlık attı. — Don Federico! Kapı öyle ani açıldı ki, kanat az kalsın Jim’in suratına çarpıyordu. Alman kapının arkasında bekliyor olmalıydı. — Ne var? Sesi sakin ve buz gibiydi. Hareketsiz durmuş, sanki kırk yıl önceki bir Rus esirini süzüyordu.

Monica hıçkırarak: — Laf dinlemiyor, diye şikayet etti. Alman omuz silkti. — Hayatım, bu gence yanıldığını anlatmamıza imkân yok. istediği gibi hareket eder, istediğini anlatır. Demokratik bir ülkedeyiz, öyle değil mi? Sözlerindeki alay Monica’mn anlayışını aşıyordu. Gözlerini Almana dikti. Don Federico’nun çıldırdığını sanıyordu. Alman kenara çekilip Amerikalının geçmesi için yol vermişti. Jim canı sıkkın bir durumda ilerledi. Bu sonuçla karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Kapı15 dan çıkmak üzereyken eşikte durdu ve hoşça kalın demek için döndü. Aynı anda, gölüne takılan bir şeyle içini bir korku dalgası kapladı. Avlu bomboştu. Kendisini getiren taksi kaybolmuştu. O tartışma içinde arabanın gürültüsünü duymamış olması çok normaldi.

Ama garip olan şey, şoförün parasını almadan gitmiş olmasıydı. Bir açıklama almak için başını çevirdi ve inanılmaz bir sahneyle karşılaştı: Monica İzquierdo’nun gözleri irileşmiş, elleriyle ağzını kapamıştı. Frederic Sturm’un elinde ise, kocaman bir tabanca vardı ve namlu alnına çevrilmişti. Tabancanın kabzası sol şakağına indiğinde boğazından bir çığlık yükseldi. Ama yere yıkılmadı. Sendelemenin etkisiyle duvara savrulup çarptı, hareketsiz kaldı. Elini şakağına götürdü, parmakları bir anda kan içinde kaldı. Bu darbeye rağmen, beyni nasıl oluyor da çalışıyordu? Sonra dayanılmaz bir acı hissetti, ortalık dönmeye başladı. Gözlüklerinin düştüğünü farketti. Frederic Sturm’un yaklaştığını gördü. Almanın hareketini görünce bağırdı. Onu öldürmek üzereydiler. Silahın sert çeliği kafatasını ceviz gibi parçaladı. Bu kez külçe gibi yere yığıldı ve hiçbir şey hissetmedi. * 16 Gri halının üzerinde büyükçe bir kan lekesi vardı.

DonFederico Jim’in cesedini bir köşeye çekmişti. Robot gibi masada duran konyak şişesini aldı ve bir dikişte yarıladı. Sonra kendini bir koltuğa bıraktı. Bir anda tükenmişti. Uzun zamandır böyle bir şiddete başvurmamıştı, İçki içini titretti. Çalışma masasına dayanmış olan Monica hâlâ hıçkırarak ağlıyordu. Evdeki tek gürültü buydu. Hizmetkârlar olan biten hakkında hiçbir şey söylemezdi. Yaşlı Friedrich’e gelince, onu da elli dolar verip müşterisini yemeğe alıkoyacağını söyleyerek göndermişti. Klaus Heinkel hâlâ uyuyor olmalıydı. Yüksek irtifa nedeniyle geceleri ayakta geziyor, ancak güneş doğarken yatıp üçe kadar uyuyordu. Don Federico dişlerinin arasından küfretti. Ne aptallıktı bu karının yaptığı! Öfkeye yerinden fırladı ve genç kadının karşısına dikildi. — Sersem! Sana asla dışarı çıkmayacaksın demedim mi? Monica daha sesli ağlamaya başladı. — Dışarda kimse yok sanıyordum, dedi hıçkırarak.

Burada daha fazla kapalı kalmak istemiyorum. Bırakın beni. Dışarı çıkmak için bir hareket yaptığında Don Federico bileklerinden yakaladı onu. Genç kadın dengesini bulmak için yaslandığında, göğsü ve karnı Almana yapıştı. Don Federico tuhaf bir ateş hissetti içinde. Kadının bileklerini bırakıp kalçalarına sarıldı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir