Rodel Ituralde askerliğin büyük kısmının beklemek demek olduğunu bilse de beklemekten nefret ederdi. Bir sonraki savaşı, düşmanın harekete geçmesini, hata yapmasını beklemek. Ağaçlar kadar kıpırtısız halde kış ormanını izliyordu. Zirvesine giden yolu yarılamış olan güneş sıcaklık vermiyordu. Nefesi yüzünün önünde beyaz beyaz puslanıyor, düzgünce kırpılmış bıyığına ve siyah tilki kürkü astarlı başlığına kırağı düşürüyordu. Miğferi eyer kaşında asılı olduğu için memnundu. Göğüs zırhı soğuğu yakalıyor, ceketinin ve altındaki kat kat yün, ipek ve keten giysilerin içine işlemesine sebep oluyordu. Acar’ın eyeri bile soğuk geliyordu. Sanki beyaz iğdiş at donmuş sütten yapılmıştı. Miğferi de taksa beyni ekşirdi herhalde. Kış Arad Doman’a geç gelmişti, çok geç, ama bütün şiddetiyle gelmişti. Yaz sıcağı sıradışı bir biçimde güze kadar oyalanmış, ancak kış ortasına bir ay kala kaybolmuştu. Uzun yaz kuraklığından canlı kurtulan yapraklar da renk değiştiremeden donmuşlardı ve şimdi, sabah ışığında, tuhaf, buz kaplı zümrütler gibi ışıldıyorlardı. Çevresindeki yirmi askerin atları zaman zaman dizlerine kadar gelen karın içinde ayaklarını yere vuruyorlardı. Bu noktaya kadar epey yol gelmişlerdi ve bugün iyiye de gitse kötüye de, daha gidecek çok yolları vardı. Gökyüzünde kara bulutlar kaynayarak kuzeye akıyorlardı. Gece çökmeden önce hava sıcaklığının şiddetle düşeceğini bilmek için hava sezgisine ihtiyacı yoktu. O zamana kadar sığınak bulmaları şarttı. “Önceki kış kadar kötü değil, değil mi, Lordum?” dedi Jaalam sessizce. Uzun boylu genç subayın Ituralde’nin aklından geçenleri okumak gibi bir yeteneği vardı ve herkes duyabilsin diye sesini yükseltmişti. “Yine de, başka adamlar olsa artık baharatlı şarap hayalleri kurmaya başlardı. Ama buradakiler değil. Buradakiler son derece mütevazıdır. Onların hepsi çay içiyordur, herhalde. Soğuk çay. Birkaç huş dalı olsa kar banyosu yapmak için soyunmaya başlarlardı.” “Şimdilik giysileri üzerinde kalmalı,” diye yanıt verdi Ituralde kuru bir sesle, “ama şansları varsa bu gece biraz soğuk çay içebilirler.” Birkaç kişi güldü. Sessiz gülüşler. Ituralde bu adamları dikkatle seçmişti ve bu adamlar yanlış zamanda ses çıkarmanın ne demek olduğunu biliyordu. Kendisi de bir kupa baharatlı şarap, hatta çaya bir şey demezdi. Ama tüccarlar Arad Doman’a çay getirmeyi bırakalı uzun zaman olmuştu. Saldaea sınırından daha içerilere girmeye cesaret edebilen son yabancı tüccarın gelişinden bu yana uzun zaman. Dış dünyadan haberler ona erişene kadar, geçen aydan kalma ekmek kadar bayatlamış oluyorlardı. O da, zaten bir söylentiden ibaret değillerse. Ama bunun önemi yoktu. Beyaz Kule gerçekten de kendi içinde bölünmüşse, gerçekten de yönlendirebilen adamlar Caemlyn’e davet ediliyorsa… eh, Arad Doman bir kez daha bir olana dek dünya Rodel Ituralde olmadan idare etmek zorunda kalacaktı. Şimdilik, aklı başında biri için Arad Doman yeterinden de fazlaydı. Gönderdiği emirleri bir kez daha aklından geçirdi. Elindeki en hızlı binicilerle, Kral’a sadık bütün asillere göndermişti. Anlaşmazlıklar ve eski kan davaları ile bölünmüş olsalar da, yine de hepsinin paylaştığı bir sadakat vardı. Kurt’tan emir geldiğinde ordularını toplayıp at sürerlerdi; en azından, Kral hâlâ Kurt’u destekliyorsa. Onun emri üzerine dağlarda saklanıp beklerlerdi bile. Ah, söylenirlerdi, bazıları ismine küfrederdi, ama itaat ederlerdi. Kurt’un savaşları kazandığını biliyorlardı. Daha da önemlisi, onun savaşları kazandığını biliyorlardı. Onun işitmediğini sandıkları yerlerde ona Küçük Kurt diyorlardı, ama onun dediği zaman, onun dediği yere at sürdükleri sürece boyuna dikkat çekmeleri umurunda bile değildi –eh, en azından çok umurunda değildi. Yakında zorlu bir yolculuğa çıkacaklar, daha aylarca kapanmayacak bir tuzak kuracaklardı. Düşük bir olasılığa güveniyordu. Karmaşık planları bozacak çok yol çıkardı ve bu plan soğan gibi kat kattı. Yem bulamazsa her şey başlamadan mahvolurdu. Ya da biri Kral’dan gelen habercilerden kaçınma emrine uymazsa. Ama hepsi neyi neden yaptığını biliyordu ve en kendini beğenmiş olanları bile o sebeplere katılıyordu, ama pek azı bu meseleden açık açık bahsetmek isterdi. Alsalam’ın son emrini aldıktan sonra Ituralde bir fırtınaya binmiş hayalet gibi hareket etmişti. Emir kol yenine, çelik sırtlı eldivenlerinin üzerine düşen beyaz dantellerin üstüne tıktığı katlanmış kâğıtla gelmişti. Arad Doman’ı kurtarmak için son bir şansları vardı, çok küçük bir şans. Hatta belki, Tüccarlar Konseyi tahtına yeni birini oturtmaya karar veremeden Alsalam’ı kendinden kurtarmak için son bir şans. Yirmi seneden uzun süren iktidarında iyi bir hükümdar olmuştu. Işık izin verse de yine olabilse. Güneyden gelen yüksek bir çatırtı Ituralde’nin elinin, uzun kılıcının kabzasına gitmesine sebep oldu. Diğerleri de silahlarını gevşetirken hafif kösele ve metal gıcırtıları duyuldu. Bunun dışında, sessizlik. Orman hâlâ donmuş bir mezar kadar kıpırtısızdı. Yalnızca, karın ağırlığı altında kırılmış bir dal. Bir an sonra gevşedi –kuzeyden Yenidendoğan Ejder’in Falme göklerinde belirdiğine dair hikâyeler geldiğinden beri ne kadar gevşeyebilmişse. Belki adam gerçekten de Yenidendoğan Ejder’di, belki gerçekten de gökyüzünde belirmişti, ama gerçek ne olursa olsun, o hikâyeler Arad Doman’ı ateşe vermişti. Ituralde, eli biraz daha serbest olsa o yangını söndürebileceğinden emindi. Çatışma, sefer ya da savaşta neler yapabildiğini biliyordu. Ama Konsey Kral’ın Bandar Eban’dan gizlice kaçırılmasının daha güvenli olduğuna karar verdiğinden beri Alsalam Artur Şahinkanadı’nın yeniden doğmuş halinin kendisi olduğuna inanır olmuştu. O zamandan bu yana, Konsey onu her nereye saklamışsa oradan, düzinelerce savaş emri çıkarmıştı. Adamın nerede olduğunu Ituralde’ye bile söylemiyorlardı. Konsey’deki, karşısına çıktığı her kadın, Kral’dan bahsettiğinde kaçamaklı bir hal takınmış, yüzüne boş bir ifade yerleştirmişti. Alsalam’ın nerede olduğunu bilmediklerine inanacaktı neredeyse. Saçma bir düşünce, elbette. Konsey Kral’a göz kulak olurken gözünü kırpmazdı. Ituralde her zaman, tüccar Evlerin işlere çok fazla karıştığına inanmıştı, ama şimdi işine karışmalarını diliyordu. Neden sessiz kaldıkları bir sırdı, çünkü ticarete zarar veren bir kral tahtta fazla kalamazdı. Ituralde yeminlerine sadıktı, dahası Alsalam dostuydu, ama kaos yaratmak için Kral’ın gönderdiği emirlerden daha iyisi yazılamazdı. Onları görmezden de gelemezdi. Alsalam Kral’dı. Ama Ituralde’ye, Alsalam’ın varlıklarını sözde gizli casuslarından öğrendiği bir Ejderyeminli grubuna karşı olanca hızıyla kuzeye gitmesini emretmişti ve daha Ituralde tek bir Ejderyeminli göremeden, kılını görmedikleri bir başka Ejderyeminli grubuna karşı olanca hızıyla güneye at sürmesini emretmişti. Üçlü bir saldırı her şeyi sona erdirebilecekken güçlerini Bandar Eban’ı savunmaya odaklaması emredilmişti. Bir çekiç darbesi aynı işi görebilecekken güçlerini bölmesi, Ejderyeminlilerin terk ettiğini bildiği bir araziyi taraması, onların kamp kurduğunu bildiği bir yerden uzaklaşması emredilmişti. Daha da kötüsü, Alsalam’ın emirleri doğrudan, Ituralde’ye itaat ediyor olması gereken güçlü asillere gitmiş, Machir’i bu yöne, Teacal’ı o yöne, Rahman’ı apayrı bir yöne göndermişti. Dört sefer, Kral’ın acil emri üzerine, ileride düşman bekleyerek girişilen harekâtlarda, ordunun bir parçası karanlıkta ordunun bir başka parçasına saldırmıştı. Ve bunca zaman içinde Ejderyeminliler daha fazla taraftar ve özgüven bulmuştu. Ituralde’nin zafer kazandığı da olmuştu –Solanje ve Maseen’de, Somal Gölü ve Kandelmar’da–, Katar Lordları madenlerinin ve demirhanelerinin ürünlerini Arad Doman’ın düşmanlarına satmamayı öğrenmişlerdi –ama her seferinde, Alsalam’ın emirleri Ituralde’nin kazanımlarını boşa çıkarmıştı. Ama bu son emir farklıydı. Her şeyden önce, bir Gri Adam emrin ona ulaşmasını engellemeye çalışırken Leydi Tuva’yı öldürmüştü. Gölge’nin neden bu emirden diğerlerinden daha fazla korktuğu bir sırdı, ama hızlı hareket etmek için bir sebep daha demekti. Alsalam’ın bir başka emri eline ulaşmadan önce. Bu emir pek çok olasılığın yolunu açıyordu ve Ituralde görebildiği bütün olasılıkları değerlendirmişti. Ama iyi olasılıkların hepsi burada, bugün başlıyordu. Elinizde yalnızca küçük başarı şansları kalmışsa, onları kullanmalıydınız. Uzakta bir kar kargasının tiz feryadı çınladı, sonra bir ikincisi, üçüncüsü. Ituralde ellerini boru yapıp ağzına götürerek üç sert ötüşü tekrarladı. Birkaç dakika sonra uzun tüylü, açık renkli benekli bir iğdiş at ağaçların arasında belirdi. Binicisi siyah çizgili beyaz pelerin takmıştı. Hem at, hem de adam, kıpırtısız durduklarında karlı bir ormanda zor fark edilirdi. Binici Ituralde’nin yanında dizginleri çekti. Tıknaz bir adamdı, tek bir kısa kılıç taşıyordu, kutusu içindeki yayı ve sadağı eyerine bağlanmıştı. “Hepsi gelmiş gibi, Lordum,” dedi adam, her zamanki boğuk sesi ile, başlığını kafasından arkaya iterek. Donjel gençken biri onu asmaya çalışmıştı, ama sebebi seneler içinde unutulmuştu. Adamın kısa saçlarından kalanı demir grisiydi. Sağ göz yuvasını örten siyah deri yama, bir başka gençlik macerasının andacıydı. Ama tek gözlü de olsa iki gözlü de, Ituralde’nin tanıdığı en iyi izciydi. “En azından çoğu,” diye devam etti. “Kulübenin çevresine, iç içe iki nöbetçi halkası yerleştirmişler. Onları bir buçuk kilometre öteden görebiliyorsunuz, ama kulübedekiler zamanında haber almadan kimse onlara yaklaşamaz. İzlere bakılırsa, sizin getirebileceklerini söylediğinizden daha fazla, sayılmayacak kadar çok adam getirmemişler. Elbette,” diye ekledi kuru kuru, “sonuçta siz yine epey azınlıkta kalıyorsunuz.” Ituralde başını salladı. Beyaz Kurdele teklif etmişti ve görüşeceği adamlar da kabul etmişti. Adamların Işık altında, ruhları ve kurtuluş umutları adına, diğerlerine silah çekmemeye ve kan dökmemeye yemin ettikleri üç gün. Bununla beraber, Beyaz Kurdele bu savaşta sınanmamıştı ve bugünlerde kurtuluşun ne yanda olduğu konusunda bazı insanların tuhaf fikirleri vardı. Örneğin kendine Ejderyeminli diyenler. Ituralde her zaman, kumarcı olmamasına rağmen kumarbaz diye adlandırılmıştı. İşin hilesi, hangi risklere girebileceğini bilmekteydi. Ve bazen, hangilerine girmek zorunda olduğunu bilmekte. Çizmesinin tepesinden yağlı ipekten dikilmiş bir paket çıkardı ve Donjel’e verdi. “Ben iki gün içinde Coron Geçidi’ne gelemezsem bunu karıma ver.” İzci paketi pelerininin altında bir yere tıktı, alnına dokundu ve atını batıya çevirdi. Ituralde için bu paketin benzerlerini, genellikle bir savaş arifesinde, daha önce de taşımıştı. Işık izin verse de Tamsin paketi bu sefer de açmak zorunda kalmasa. Tamsin Ituralde’nin peşinden geleceğini söylemişti – yaşayanların ölülerin peşine düştüğü ilk sefer olacaktı. “Jaalam,” dedi Ituralde, “bakalım Leydi Osana’nın av kulübesinde bizi neler bekliyor.” Acar’ı topuklarken diğerleri de peşine düştü. Onlar at sürerken güneş zirvesine ulaştı ve alçalmaya başladı. Kuzeydeki kara bulutlar yoğunlaştı, soğuk acılaştı. Karı ezen toynakların gıcırtısından başka ses yoktu. Ormanda onlardan başka hiçbir yaratık yok gibiydi. Donjel’in bahsettiği nöbetçileri görmedi. Bir buçuk kilometre öteden nelerin görülebildiğine dair Donjel’in fikirleri çoğu insanınkinden farklıydı. Onu bekliyor olacaklardı, elbette. Ve Beyaz Kurdele olsa da olmasa da, arkasından bir ordu gelmediğinden emin olmak için izliyor olacaklardı. Muhtemelen çoğunun Rodel Ituralde’yi oklarla süslemek için yeterli olduğuna inandıkları sebepleri vardı. Bir lord adamları adına Beyaz Kurdele yemini edebilirdi, ama hepsi yeminle bağlanmış hisseder miydi acaba? Bazen, insanın alması gereken riskler olurdu. Akşam ortası civarlarında, Osana’nın sözde av kulübesi aniden ağaçların arasında belirdi. Bu beyaz kuleler ve sivri tepeli ince kubbeler yığını Bandar Eban’daki saraylar arasında hiç tuhaf kaçmazdı. Kadının giriştiği tek av türü erkek ve güç içindi, genç yaşına rağmen zaferleri büyük ve sayısızdı. Burada gerçekleşen “avlar” başkentte bile pek çok kaşın kalkmasına sebep olurdu. Kulübe şimdi ıssızdı. Kırık pencereler çentikli dişlerle dolu açık ağızlar gibiydi. Hiçbirinde ışık ya da hareket işareti yoktu. Ama kulübenin çevresindeki boş alanı kaplayan kar atlar tarafından ezilmişti. Ana avlunun pirinç destekli kapılan açık duruyordu. Ituralde yavaşlamadan atını içeri sürdü, adamları da peşinden. At nalları, karın ezilip çamura dönüştüğü yerlerde, döşeme taşları üzerinde takırdıyordu. Onu karşılamaya çıkan hizmetkâr yoktu. Olmasını beklediğinden değil. Tıpkı bir köpeğin bir sıçanı sarsması gibi Arad Doman’ı sarsan sorunlar başladığında Osana ortadan kaybolmuştu ve hizmetkârları kısa sürede evin diğer üyelerine başvurmuş, nerede iş bulabilmişlerse oraya yerleşmişlerdi. Bugünlerde efendiler aç kalıyor ya da hayduda dönüşüyordu. Ya da Ejderyeminliye. Ituralde avlunun sonundaki geniş, mermer merdivenin önünde atından indi ve Acar’ın dizginlerini askerlerinden birine uzattı. Jaalam adamlarına hayvanları ile birlikte, bulabildikleri yerlere sığınmalarını emretti. Askerler, avluyu çeviren balkonlara ve geniş pencerelere göz atarak, kürek kemiklerine bir arbalet oku yemeyi bekliyormuş gibi hareket ediyorlardı. Çift kanatlı ahır kapılarından biri hafifçe aralık duruyordu, ama soğuğa rağmen askerler avlunun köşelerine gittiler, atlarıyla beraber, her yönü izleyebilecekleri yerlere büzüldüler. İşler kötüye giderse, belki birkaçı dışarı çıkmayı başarabilirdi. Ituralde eldivenlerini çıkarıp kemerinin arkasına tıktı ve Jaalam ile birlikte merdiveni tırmanırken dantellerini kontrol etti. Ayaklar altında ezilmiş ve tekrar donmuş karlar çizmelerinin altında çatırdadı. Dümdüz ileriye bakmak için kendini zorluyordu. Son derece kendinden emin görünmeliydi, sanki işlerin beklediği gibi gitmemesi imkânsızmış gibi. Zaferin anahtarlarından biri de özgüvendi. Diğer tarafın sizin güvenli olduğunuzu düşünmesi, güvenli olmak kadar iyiydi neredeyse. Merdivenlerin tepesinde Jaalam yüksek, oymalı kapılardan birinin yaldızlı halkasını tutup çekti. Ituralde güzellik lekesinin yerli yerinde olduğundan emin olmak için parmağıyla dokundu –yanakları siyah kadifeden yıldızı hissedemeyecek kadar üşümüştü–, sonra içeri adım attı. Bir baloya giderken hissedeceği kadar güvenli görünerek. Devasa giriş holü dışarısı kadar soğuktu. Nefesleri sisler saçıyordu. Aydınlatılmamış olan mekâna şimdiden alacakaranlık çökmüş gibiydi. Zemine avcılar ve hayvanlar betimleyen rengârenk bir mozaik işlenmişti. Minik taşlar, üstlerinde büyük ağırlıklar sürüklenmiş ya da düşürülmüş gibi, yer yer çentilmişti. Eskiden büyük bir vazo ya da küçük bir heykel taşımış olabilecek devrilmiş bir kaide dışında hol çıplaktı. Kaçarken hizmetkârların almadıkları da, uzun zaman önce haydutlar tarafından yağmalanmıştı. Onları tek bir adam bekliyordu. Beyaz saçlıydı ve Ituralde’nin onu son gördüğü zamankinden bile daha sıskaydı. Göğüs zırhı yıpranmıştı, küpesi küçük bir altın halkadan ibaretti, ama dantelleri kusursuzdu, sol gözünün yanındaki ışıl ışıl kırmızı çeyrek ay, daha iyi zamanlarda, saraya bile yakışırdı. “Işık aşkına, Beyaz Kurdele altında, hoş geldiniz, Lord Ituralde,” dedi adam resmi bir biçimde, hafifçe eğilerek. “Işık aşkına, Beyaz Kurdele altında geliyorum, Lord Shimron,” diye yanıt verdi Ituralde, adamın selamına karşılık olarak. Shimron eskiden Alsalam’ın en güvendiği danışmanlarından biriydi. En azından, Ejderyeminlilere katılana kadar. Şimdi onların konseylerinden yüksek bir konuma sahipti. “Askerim Ituralde Evi’ne şeref bağlı Jaalam Nishur’dur. Yanımda gelen tüm diğerleri de Ituralde Evi’ne şeref bağlıdır.” Rodel’den önce Ituralde Evi diye bir şey yoktu, ama Shimron elini kalbine götürerek Jaalam’ın eğilmesine karşılık verdi, “Şerefe karşı şeref olsun. Bana eşlik eder misiniz, Lord Ituralde?” dedi, doğrulurken. Balo salonuna açılan büyük kapı kanatları menteşelerinden sökülmüştü, ama Ituralde haydutların kapı kanatlarını yağmaladığını hayal edemiyordu. Yan yana on adamın geçebileceği yüksek, sivri bir kemer kalmıştı geriye. Penceresiz, oval odanın içinde, her boy ve türden elli lamba gölgeleri kovalıyordu, ama ışık kubbeli tavana ulaşamıyordu. İki grup adam, aralarında geniş bir açıklık bırakarak boyalı duvarların önünde bekliyordu ve Beyaz Kurdele onları miğferlerini çıkarmaya ikna etmiş olsa da, iki yüz küsur adamın tamamı zırhlıydı ve kesinlikle hiçbiri kılıcını arkada bırakmamıştı. Bir yanda, Shimron kadar güçlü birkaç Doman lordu vardı –Rajabi, Wakeda, Ankaer–; her biri kendilerine bağlı daha düşük lordlar, onlara yemin etmiş sıradan insanlarla çevrilmişti ve ikişerli üçerli birkaç grubun içinde asil bile yoktu. Ejderyeminlilerin konsey üyeleri vardı, ama hiçbiri kumandan değildi. Yine de, o adamların her biri kendi adına bir önderdi, bazılarının düzinelerce takipçisi vardı, birkaçının ise binlerce. Hiçbiri olduğu yerden mutlu görünmüyordu; bir ikisi karşı tarafa, elli altmış Tarabonlunun tek bir grup halinde durup kaş çattığı yere dik dik bakıyordu. Hepsi Ejderyeminli olabilirdi, ama Domanlılar ile Tarabonlular arasında sevgi yoktu. Ama dışarlıklıları gördüğünde Ituralde’nin içinden gülümsemek geçti. Bugün burada olanların yarısının geleceğini sanmamıştı. “Lord Rodel Ituralde Beyaz Kurdele altında geliyor.” Shimron’un sesi lambaların düşürdüğü gölgeler arasında çınladı. “Şiddete başvurmayı düşünen her kim varsa, yüreğini arasın ve ruhunu düşünsün.” Resmi giriş bu kadardı. “Lord Ituralde neden Beyaz Kurdele teklif ediyor?” diye sordu Wakeda, bir eliyle uzun kılıcının kabzasını kavrayıp diğerini yanında yumruk yaparken. Ituralde’den uzun olsa da uzun boylu bir adam değildi, ama tahta oturan kendisiymişçesine kibirliydi. Eskiden kadınların yakışıklı dediği adamlardandı. Şimdi sağ gözünün bıraktığı boş yuvayı çaprazlama bağlanmış siyah bir eşarp örtüyordu ve güzellik lekesi yanağından alnına kadar uzanan kalın yara izini işaret eden siyah bir ok başıydı. “Bize katılmayı mı düşünüyor? Yoksa bizden teslim olmamızı mı isteyecek? Kurt’un sinsi olduğu kadar cüretkâr da olduğunu herkes bilir. Bu kadar cüretkâr olabilir mi?” Yanındaki adamlardan, yarı eğlenti yarı öfke dolu bir homurtu yükseldi. Ituralde, sol kulağındaki yakutu ellememek için ellerini arkasında kavuşturdu. Bunun öfkeli olduğunu ifade ettiğini herkes bilirdi. Bazen de bilinçli olarak yapardı bunu, ama şu anda sakin bir ifade sunması gerekiyordu. Adam onu görmezden gelerek konuşuyor olsa bile! Hayır. Sükûnet. Düellolar öfkeyle girişilen şeylerdi, ama Ituralde buraya sükûnet gerektiren bir düelloya girişmek için gelmişti. Sözcükler kılıçlardan da ölümcül silahlar olabilirdi. “Buradaki herkes güneyde bir başka düşmanımız olduğunu biliyor,” dedi sakin bir sesle. “Seanchanlar Tarabon’u yuttu.” Bakışlarını Tarabonluların üzerinde dolaştırdı ve ifadesiz bakışlarla karşılaştı. Tarabonluların yüzlerini okuyabilmeyi hiçbir zaman başaramamıştı. O korkunç bıyıklar – kıllı boynuzlara benziyorlardı, Saldaealılarınkinden de beterdi!– ve o saçma peçeler yüzünden, maske takmıştan farkları yoktu ve lambaların yaydığı yetersiz ışık da yardımcı olmuyordu. Ama onları zırh içinde görmüştü ve onlara ihtiyacı vardı. “Almoth Ovası’na akın ettiler, kuzeye bile ilerlediler. Amaçları açık. Arad Doman’ı da ele geçirmek istiyorlar. Korkarım tüm dünyayı ele geçirmek istiyorlar.” “Lord Ituralde, bu Seanchanlar bizi istila etmeye kalkışırsa bizim kimi destekleyeceğimizi mi bilmek istiyor?” diye sordu Wakeda. “Arad Doman için savaşacağınıza inancım tam, Lord Wakeda,” dedi Ituralde ılımlı bir sesle. Suratına açık bir hakaret vurulduğu için Wakeda mosmor oldu, Wakeda’ya yeminli adamlarının elleri kılıç kabzalarına gitti. “Mülteciler ovada Aieller olduğu haberini getirdi,” diye araya girdi Shimron çabucak, Wakeda’nın Beyaz Kurdele’yi bozacağından korkarmış gibi. Wakeda’nın adamlarının hiçbiri o çekmeden ya da emir vermeden kılıç çekmezdi. “Raporlara göre Yenidendoğan Ejder için savaşıyorlarmış. Onları, belki bize yardım etmek için, o göndermiş olmalı. Bir Aiel ordusunu kimse yenemedi. Artur Şahinkanadı bile. Bizim gençliğimizdeki, Kanlı Kar’ı hatırlıyor musunuz, Lord Ituralde? Tarihçeler ne derse desin orada onları yendiğimize inanmıyorum. Sanırım siz de benimle aynı fikirdesiniz. Üstelik, Seanchanların bizim o sırada sahip olduğumuz asker sayısına sahip olduğuna inanamam. Ben de Seanchanların güneye, sınırdan uzağa hareket ettiğini duydum. Hayır. Onlardan alacağımız bir sonraki haberin üzerimize ilerledikleri değil ovadan çekildikleri haberi olacağını düşünüyorum.” Savaş meydanında kötü bir kumandan değildi, ama her zaman bilgiç biri olmuştu.

Robert Jordan – Zaman Çarkı 10 – Alacakaranlık Kavşağı
PDF Kitap İndir |