Sarah Mclean – Intikam Atesi

Onu karo sekizli mahvetti. Altılı olsaydı, kurtulabilirdi. Yedili olsaydı, elindekinin üç katı parayla kalkacaktı masadan. Ama sekizli geldi. Genç Bourne Markisi, kartın onunla dalga geçercesine yeşil çuha üzerinde uçup masanın üzerinde açık duran sinek yedilinin yanına konmasını izledi. Gözleri kapanmaya başlamıştı bile, içerideki hava bir anda dayanılmaz bir hızla odayı terk etmişti. Vingt et deux. Onun parasını yatırdığı vingt et un’dan bir fazla. Bütün parasını yatırdığı… O, kartın hareketini parmağının ucuyla durdururken herkes soluğunu tutmuş bakıyordu. İzleyenler, yaşanan dehşeti, felaketten kıl payı kurtulmuş kişilerin zevkiyle seyrediyorlardı. Sonra konuşmalar başladı. “Bütün parasını mı yatırdı?” “Kendisine miras kalan her şeyi.” “Aklı bundan iyisine ermeyecek kadar genç.” “Artık büyümüştür, hiçbir şey insanı bundan hızlı olgunlaştıramaz.” “Gerçekten hepsini kayıp mı etti?” “Her şeyini.


” Gözlerini açtı ve masanın karşısında oturan adama dikti. Bakışları, kendini bildi bileli tanıdığı soğuk, gri bakışlarla buluştu. Vikont Langford babasının dostu ve komşusuydu. Eski Boume Markisi tarafından tek oğlu ve varisini koruması için seçilmişti. Bourne’un anne babasının ölümünden sonra Boume Markiliğini Langford korumuş, markiliğin mal varlıklarını on katma çıkarmış, refahını güvence altına almıştı. Sonra da orayı ele geçirmişti. Komşu olabilirdi ama asla dost olmamıştı. İhanet, genç markinin içini dağlıyordu. “Bunu bilerek yaptın.” Yirmi bir yıllık ömründe ilk kez kendi sesindeki toyluğu duydu ve bundan nefret etti. Masanın ortasında duran bahis kâğıdını alırken rakibinin yüzünde en küçük bir duygu belirtisi yoktu. Bourne, her şeyi kaybettiğinin kanıtı olan beyaz sayfanın üzerine kibirli bir karalamayla atılmış imza karşısında geri dönüp kaçmamak için kendini zor tuttu. “Senin tercihindi. Kaybetmeye razı olduğundan daha fazlasını ortaya koymayı sen tercih ettin.” Resmen soyulmuştu.

Langford ona baskı yapmış, onu zorlamış; kaybedebileceğini hayal bile edemeyecek kadar kazanmasına izin vermişti. Çok eski bir numaraydı bu, Boume da bunu anlayamayacak kadar toydu. Ayrıca fazla hevesliydi. Boume bakışlarını kaldırdı, sözleri öfke ve hayal kırıklığı doluydu. “Kazanmak da senin seçimindi.” “Ben olmasaydım, kazanacak hiçbir şey olmazdı,” dedi daha yaşlı olan adam. “Baba.” Vikontun oğlu ve Bourne’un en yakın arkadaşı olan Thomas Alles bir adım öne çıktı, sesi titriyordu. “Bunu yapma.” Langford oğlunu duymazdan geldi ve kâğıdı katlayarak ağır ağır masadan kalktı. Yüzünde buz gibi bir ifadeyle Bourne ile göz göze geldi. “Bu genç yaşında sana böyle bir ders verdiğim için bana teşekkür etmen gerek. Ne yazık ki artık üzerindeki kıyafetlerinden ve bomboş, eski bir evden başka hiçbir şeyin yok.” Vikont, masadaki para yığınına şöyle bir baktı, o akşam kazandıklarının bir simgesiydi bu yığm. “Parayı sana bırakabilirim, ne dersin? Ayrılık hediyesi olarak.

Hem baban seni sersefil bıraktığımı bilse neler derdi kim bilir?” Boume iskemlesini devirerek ayağa fırladı. “Babamın adını ağzına alma.” Langford, bu kontrolsüz gösteri karşısında tek kaşını kaldırdı ve uzun bir süre sessiz kaldı. “Sanırım parayı da alacağım. Bu kulüpteki üyeliğini de. Gitme vaktin geldi.” Bu sözler karşısında Boume’un yanakları alev alev yanmaya başlamıştı. Kulüp üyeliği. Topraklan, hizmetkârları, atları, giysileri, her şeyi. Geriye bir ev, birkaç dönüm toprak ve bir unvandan başka hiçbir şey kalmamıştı. Artık saygınlığı kalmamış bir unvan… Vikont ağzının bir tarafını alaycı bir gülümsemeyle çarpıttı ve bir bozuk parayı Boume’a doğru fırlattı. Boume içgüdüsel olarak uzandı ve White’ın kumar salonunun parlak ışıklarında parıldayan altın parayı yakaladı. “Bunu akıllıca harca, evlat. Benden alacağın son para bu.” “Baba,” demeye çalıştı Tommy yine.

Langford ona döndü. “Tek kelime etme. Onun için yalvarmana izin veremem.” Bourne’un en eski arkadaşı kederli gözlerini ona çevirdi ve çaresizliğini göstermek istercesine ellerini kaldırdı. Tommy’nin babasına ihtiyacı vardı. Onun parasına ihtiyacı vardı. Desteğine ihtiyacı vardı. Bourne’un artık sahip olmadığı şeylerdi bunlar. İçinde bir nefret kıvılcımı çakıp söndü. Bourne soğukkanlılığını korumaya çalışarak parayı cebine koydu ve arkadaşlarına, kulübe, dünyasına ve ömrü boyunca bildiği yaşama sırtını döndü. O anda intikam yemini etti. BİRİNCİ BÖLÜM Ocak ayı başlan, 1831 Özel odanın kapısının sessizce açılıp kapandığını duyduğunda yerinden kımıldamadı. Karanlıkta, Londra’nın en özel ve dışarıya kapalı kumarhanesinin ana salonuna bakan boyalı camın önünde dikiliyordu. Kulübün içinden bakıldığında bu pencere, çarpıcı bir sanat eseri gibi görünüyordu; Lucifer’ın düşüşünü yansıtan kocaman bir vitraydı. Parlak renklerle, dev melek -ortalama bir insanın altı katı irilikteydi- çukura doğru sendeliyor, Cennetin Ordusu tarafından Londra’nın karanlık köşelerine itiliyordu.

Düşmüş Melek… Yalnızca kulübün adının değil, içeri girenlerin paralarını yeşil çuhanın üzerine bırakırken, fildişi zarları ellerine alırken, ruletin bir renk dalgası içinde baştan çıkarıcı dönüşünü izlerken girdikleri riskin de simgesiydi bu. Ve her zamanki gibi Melek kazandığında cam, ne kadar uzağa düştüklerinin farkında olmayanları hatırlatıyordu. Boume’un bakışları çukurun öbür ucundaki piket1* masasına takıldı. “Croix daha fazla borç istiyor.” Kumarhane yöneticisi, kumarhanenin sahibinin odasına açı- ’ fki. üç veya dört kişi arasında ve otuz iki kâğıtla oynanan bir tür iskambil oyunu. (TDK) (c n.) 10 lan kapının hemen yanındaki yerinden kımıldamadı. “Tamam.” “Hiçbir zaman ödeyemeyeceği kadar borcu var.” “Tamam.” Boume başını çevirdi ve en güvendiği çalışanının gölgeli bakışlarıyla karşılaştı. “Daha fazla borç karşılığında ne teklif ediyor?” “Galler’de iki yüz hektar.” Boume, kararın verilmesini beklerken terleyen ve gerginlikten yerinde duramayan lordu izledi. “Daha fazla borç verin.

Kaybettiğinde onu dışan atın. Üyeliğini de iptal edin.” Kararları nadiren sorgulanırdı, Melek’in çalışanları tarafından ise hiç sorgulanmazdı. Diğer adam, içeri girdiği gibi sessiz bir şekilde kapıya doğru yürüdü. O çıkmadan önce Bourne, “Justin,” dedi. Sessizlik. “Önce topraklar.” Kapının pervazla buluşurken çıkardığı hafif tıkırtı, kumarhane yöneticisinin orada bulunmuş olduğunun tek göstergesiydi. Dakikalar sonra yönetici alt katta belirdi ve Boume, patronun talimatının kâğıtları dağıtan adama iletilmesini izledi. El dağıtıldı ve kont kaybetti. Yine. Bir kez daha. Anlamayanlar vardı. Kumar oynamayanlar, kazanma heyecanını hissetmeyenler kendileriyle bir tur daha dönmek, bir el daha oynamak: bir zar daha atmak; yüz, bin, on bin kazanana kadar devam etmek için hesaplaşmayanlar vardı. Bir masanın ne kadar çekici olabileceğini bilmenin tutkulu, coşkulu, eşsiz duygusunu yaşamayanlar, tek bir kartın bir gecede her şeyi değiştirebileceğini bilmeyenler vardı.

Onlar Croix Kontu’nu iskemlesinde tutan, onu şimşek hızıyla tekrar tekrar bahse girmeye ikna eden, bunu; her şeyini kaybedene dek yapmasına neden olan şeyin ne olduğunu asla bilemeyeceklerdi. Bir kez daha. Sanki ortaya koyduğu şeyle – n rin hiçbiri, en başından beri onun olmamış gibi. Bourne ise anlıyordu. Justin, Croix’e yaklaştı ve mahvolmuş adamın kulağına perv asızca bir şeyler fısıldadı. Asilzade ayağa fırladı, öfkeyle kaşları çatıldı. Utançla yöneticiye yöneldi. Hata. Boume onun söylediklerini duyamıyordu. Duymasına gerek de yoktu. Daha önce yüzlerce kez duymuş; sayısız adamın ilk paralarını kaybetmesini, sonra da Melek’e öfkelenmesini izlemişti. Bir de ona tabii. Justin adamın öne çıkmasını izledi, ellerini havaya kaldırmıştı, evrensel dilde tedbir işaretiydi bu. Yöneticinin durulup sakinleşmek için dudaklarını kıpırdatışını ve başarısız oluşunu izledi. Diğer oyuncuların bu hareketlenmeyi fark ettiğini ve kendisinin iri yarı ortağı Temple’ın kavgaya hevesli bir halde ortaya çıktığını gördü.

Sonra Boume harekete geçti, duvara uzandı ve bir düğmeye basarak çarklar ve kollardan oluşan bir sistemi devreye soktu. Kumar masasının altındaki küçük bir zil çalındı ve kâğıtları dağıtan adamı uyardı. Bu, Temple’a o akşam kavga etmeyeceğini söylemek içindi. Kavgayı Bourne edecekti. Kâğıtları dağıtan adam, tek bir sözle Temple’ın gözle görülmez gücünü bastırdı. Boume ve Lucifer’in olup bitenleri izledikleri duvara doğru başıyla işaret etti. İkisi de bundan sonra olacaklarla yüzleşmeye gönüllüydüler. Temple’ın karanlık bakışları cama takıldı. Croix’i aşağıdaki insan kalabalığının arasından geçirmeden önce başını bir kez salladı. Bourne, onlarla kulübün ana katından ayrılan küçük bölmede buluşmak için odasından çıktı. O kapıyı açıp içeri girdiğinde Croix bir tersane işçisi gibi küfrediyordu. Bourne’a döndü, gözleri nefretle kısılmıştı. “Seni piç kurusu! Bunu yapamazsın. Bana ait olan şeyleri alamazsın.” Boume kalın meşe kapıya yaslanıp kollarını kavuşturdu.

“Kendi mezarını kendin kazdın, Croix. Evine git. Kazandığımdan fazlasını almadığım için de şükret.” Croix bir an bile durup düşünmeden küçük odanın karşı tarafına doğru hamle yaptı. Bourne kimsenin beklemediği bir çeviklikle atıldı, kontun kollarından birini kavrayıp arkasına doğru bükerek yüzünü kapıya bastırdı. Sıska adamı iki kez sarstı ve, “Bir sonraki hareketini çok iyi düşün. Kendimi birkaç dakika önceki kadar yüce gönüllü hissetmediğimi fark ettim çünkü,” dedi. “Chase’i görmek istiyorum.” Sözcükler, meşenin üzerinde boğuk çıkıyordu. “Onun yerine bizi göreceksin.” “En başından beri buraya üyeyim ben. Bana borçlusunuz. O bana borçlu.” “Tam tersine, sen bize borçlusun.” “Buraya yeterince para verdim ben…” “Ne kadar da cömertsin.

Defteri istetip ne kadar borcunun olduğuna bakalım mı?” Croix hareketsiz kaldı. “Ah. bakıyorum anlamaya başladın. Topraklar artık bizim. Sabah avukatını senetle buraya gönder yoksa ben kendim gelip bulurum seni. Anlaşıldı mı?” Boume cevabı beklemeden geri çekilip kontu serbest bıraktı. “Defol!” Croix dönüp onlara baktı, yüzünde panik vardı. “Topraklar senin olsun, Boume. Ama üyelik olmaz… Üyeliği alma. Evlilik arefesindeyim. Müstakbel karımın çeyizi kaybettiklerimi fazlasıyla karşılar. Ama üyeliği alma.” Bourne onun yalvarışlarından, sözlerindeki endişe ve gerginlikten nefret etti. Croix’in bahis oynama dürtüsüne karşı koyamadığını biliyordu. Adam, kazanma güdüsüne karşı koyamıyordu.

Bourne’un içinde bir parça merhamet duygusu olsaydı, her şeyden habersiz olan kız için üzülürdü. Ancak Boume un özelliklerinin arasında merhamet yoktu. Croix kocaman açtığı gözlerini Temple’a çevirdi. “Temple, lütfen.” Temple iri kollarını göğsünde kavuştururken siyah kaşlarını kaldırdı. “Madem bu kadar cömert bir çeyiz söz konusu, daha düşük sınıf kumarhanelerden birinin seni kabul edeceğinden eminim.” Elbette ederlerdi. Katiller ve dolandırıcılarla dolu olan düşük sın ıf kumarhaneler bu sürüngen adamı ve onun kötü şansını kollarını açarak karşılardı. “Düşük sınıf kumarhanelerin canı cehenneme!” dedi Croix tükürür gibi. “İnsanlar ne düşünürler sonra? Ne istiyorsunuz? Size iki katını… üç katını ödeyeceğim. Müstakbel karımın çok parası var.” Boume tam bir iş adamıydı. “Kızla evlen, borçlarını faiziyle öde, sonra seni yeniden üye yaparız.” “O zamana kadar ne yapacağım?” Kontun sesindeki sızlanma rahatsız ediciydi. “Nefsine hâkim olmayı deneyebilirsin,” diye önerdi Temple umursamazca.

Rahatlık, Croix’i aptallaştırmıştı. “Sen hiç konuşma. Herkes senin yaptıklarını biliyor.” Temple’ın sesi tehdit doluydu. “Ne yapmışım?” Korku, kontun içgüdüleri üzerinde etkili olan son zekâ kırıntısını da sildi. Adam, Temple’a doğru bir yumruk savurdu. Temple onun yumruğunu kocaman eliyle yakaladı ve ufak tefek adamı ürkütücü bir güçle kendine çekti. “Ne yapmışım?” diye tekrarladı. Kont, çocuk gibi kekelemeye başladı. “H-hiç. Özür dilerim. Öyle demek istememiştim. Lütfen canımı yakma. Lütfen beni öldürme. Gideceğim.

Şimdi, hemen. L-lütfen. Canımı yakma.” Temple içini çekti. “Sen enerjimi harcamaya değmezsin,” diyerek adamı bıraktı. “Defol,” dedi Boume. “Senin için enerjimi harcamaya değeceğine karar vermeden önce çık git buradan.” Kont uçarcasına odadan çıktı. Boume onun gidişini izledikten sonra yeleğini ve frak ceketini düzeltti. “Onu yakaladığında korkudan altına yapacağını sandım.” 14 “Bunu yapan ilk kişi olmazdı.” Temple alçak bir koltuğa oturup ayaklarını öne uzattı ve bir botunu diğerinin üzerine attı. “Ben de senin ne kadar sabredeceğini merak ettim.” Boume, ceketinin kolunun altından çıkan beyaz kıvrımı düzeltip ilgisini yeniden Temple’a yöneltti ve onun cümlesini anlamamış gibi yaptı. “Ne için?” “Kıyafetlerini düzeltip kusursuz hale getirmek için.

” Temple’ın ağzının bir kenarı alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Kadınlardan farkın yok.” Boume, dev gibi adama baktı. “Son derece dişli bir kadın.” Temple’m yüzündeki gülümseme sırıtmaya döndü ve adamın üç kez kırılıp iyileşen burnunu belirginleştirdi. “Gerçekten beni bir kavgada yenebileceğini söylemeye çalışmıyorsun, değil mi?” Boume yakındaki bir aynada fularının görüntüsünü inceliyordu. “Tam da bunu söylemeye çalışıyorum.” “Seni ringe davet edebilir miyim?” “Ne zaman istersen.” “Kimse ringe çıkmıyor. Hele Temple ile asla.” Bourne ve Temple bu sözleri duyunca döndüler. Düşmüş Melek’in üçüncü ortağı Chase, odanın öbür ucundaki gizli kapıda durmuş; onları izliyordu. Temple bu sözleri duyunca güldü ve dönüp Boume’a baktı. “Gördün mü? Chase, senin bana göre olmadığını kabul ediyor.” Chase, büfedeki sürahiden kendine bir kadeh viski doldurdu.

“Bunun Boume ile ilgisi yok. Kaya gibi bir yapın var senin. Kimse sana göre değil.” Sözleri alaycıydı. “Yani benim dışımda kimse, değil mi?” Temple koltuğunda arkasına yaslandı. “Ne zaman istersen ringe çıkarız, Chase. Diğer bütün işlerimi iptal ederim.” Chase, Boume’a döndü. “Croix’i soyup soğana çevirmişsiniz.” “Beş yıldır bu işi yapıyorum; hâlâ bu adamlar ve zayıflıklan karşısında şaşkınlığa düşüyorum.” “Zayıflık değil. Hastalık. Kazanma arzusu humma gibidir.” Bu benzetme karşısında Chase kaşlarını kaldırdı. “Temple haklı.

Senin kadından farkın yok.” Temple kükrercesine kahkaha attı ve ayağa kalkıp tüm heybetiyle dikildi. “Benim aşağıya dönmem gerek.” Chase, TempleTn odanın öbür ucuna yürüyüp kapıya yönelmesini izledi. “Bu geceki kavganı etmedin mi?” Temple başını iki yana salladı. “Boume fırsatımı elimden aldı.” “Hâlâ vakit var.” “Umudu kesmemek gerek.” Temple odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Chase de bir kadeh viski daha aldı ve dalgın dalgın şömineye bakan Bourne’un yanına gitti. Boume kadehi kabul etti ve altın rengi sıvıdan büyük bir yudum aldı. Viskinin boğazını yakması hoşuna gitmişti. “Sana haberlerim var.” Boume başını çevirip bekledi. “Langford ile ilgili haberler.

” Bu sözler Boume’un içine işledi. Dokuz yıl boyunca tam bu anı, bundan sonra Chase’in dudaklarından dökülecek olan sözcükleri beklemişti. Tam dokuz yıl; kendisinden geçmişini, haklarını çalan bu adamdan haber almak için beklemişti. Tarihini çalan. Her şeyini çalan. Langford o gece ondan topraklarını, tüm varlığını almış; ona yalnızca boş bir evle daha geniş bir mülkün ortasında bir avuç toprak bırakmıştı. Boume, bütün bunların elinden kayıp gitmesini izlerken adamın niyetini anlayamamıştı. Bir mülkü canlı, zengin bir yere dönüştürmenin zevkini bilmiyordu. Toy bir oğlanı alt etmek için nasıl bir kurnazlık gerektiğini anlayamıyordu. Şimdi, on yıl sonra, bunu umursamıyordu da zaten. Artık intikam almak istiyordu. Beklediği intikamı almak. Bu dokuz yılını götürmüş olsa da Boume servetini yeniden yaratmış, hatta iki katma çıkarmıştı. Melek’teki ortaklığından gelen para, kârlı yatırımlarla birleşince ona İngiltere’nin en zenginleriyle rekabet edebilmesini sağlayacak bir varlık kazandırmıştı. Ancak kaybettiklerini geri alamamıştı.

Langford hepsini sıkı sıkı elinde tutmuş; kendisine sunulan teklifler ne kadar yüksek olursa olsun, bu tekliflerin sahibi ne kadar güçlü olursa olsun satmaya yanaşmamıştı. Üstelik çok güçlü adamlar teklifte bulunmuştu. Şimdiye kadar. “Anlat.” “Biraz karmaşık.” Boume ateşe arkasını döndü. “Her zaman öyledir.” Ancak toprak zenginliğini Galler’de, İskoçya’da. Devinshire’da ve Londra’da yaratmak amacında olmamıştı çalışırken. Bunu Falconvvell için yapmıştı. Bir zamanlar Boume Markiliğinin gururu olan bin hektarlık bereketli topraklar için. Babasının, büyükbabasının, büyük-büyükbabasının malikânenin etrafında topladığı, markiden markiye geçen topraklar için. “Ne?” Sözcüklerden önce, cevabı Chase’in gözlerinde gördü ve uzun, okkalı bir küfür savurdu. “Ne yapmış?” Chase duraksadı. “Eğer bunu imkânsız hale getirmişse onu öldürürüm.

” Yıllar önce yapmam gerektiği gibi. “Boume…” “Hayır.” Bourne bir elini havada savurdu. “Tam dokuz yıl bunu bekledim ben. O her şeyimi elimden aldı. Her şeyimi Tahmin bile edemezsin.” Chase onun gözlerine baktı. “Gayet iyi biliyorum.” Boume, bu sözleri idrak edince durdu. Ne kadar doğru olduklarını fark etmemişti. En zor zamanlarında onu elinden tutup kaldıran Chase olmuştu. Chase onunla ilgilenmiş, onu temizleyip paklamış, ona iş vermişti. Onu kurtarmıştı. En azından kurtarmayı denemişti. “Boume,” diye söze başladı Chase, ihtiyatlı bir sesle “t.

t. topraklan elinde tutmamış.” “Ne demek elinde tutmamış?” “Surrey’deki toprakların sahibi Langford değil artık.” Boume. kendini anlamaya zorlar gibi başını iki yana salladı. “Kim peki?” “Needham ve Dolby Markisi.” Bu ad, on yıllık bir anıyı çağrıştırmıştı. Cüsseli bir adam, elinde tüfeğiyle Surrey’de çamurlu bir tarlanın ortasında sert adımlarla yürüyordu. Peşinde de bir kızlar sürüsü vardı. Boy boy kızlardan oluşan bu grubun lideri, Boume’un o ana dek gördüğü en ciddi mavi bakışlara sahipti. Çocukluk komşuları. Surrey soylularının üçüncü kutsal ailesi. “Topraklarımın sahibi Needham mı şimdi? Nasıl ele geçimi iş?” “ İşte burası komik, iskambil oyununda.” Boume bunda bir komiklik göremiyordu. Falcomvell’in bir kez daha bir iskambil oyununda bahis olarak öne sürülüp kaybedilmiş olması fikri onu öfkelendiriyordu hatta.

“Onu buraya getir. Needham’ın oyunu hazır. Falcomvell benim olacak.” Chase arkasına yaslandı, şaşırmıştı. “Bahse mi gireceksin?” Boume’un cevabı gecikmedi. “Ne gerekiyorsa onu yapacağım.” “Ne gerekirse mi?” Boume birden kuşkuya kapılmıştı. “Benim bilmediğim ne biliyorsun sen?” Chase kaşlarını kaldırdı. “Neden böyle düşündün?” “Sen her zaman benim bildiğimden fazlasını bilirsin. Bundan zevk alırsın.” “Daha yakından ilgileniyorum o kadar.” Bourne dişlerini sıktı. “Öyle olsa…” Düşmüş Melek’in kurucusu, dikkatini bir kolundaki leke üzerinde yoğunlaştırdı. “Bir zamanlar FalconvvelFin bir parçası olan toprakları…” II “Benim topraklarım…” Chase, sözünün kesilmesini duymazdan geldi. “Öylece geri alamazsın.

” “Nedenmiş?” Chase duraksadı. “Çünkü… başka bir şeye bağlı.” Bourne içinde buz gibi bir nefret hissetti. On yıl boyunca bunu beklemişti; Falconvvell Malikânesi’ni nihayet topraklarıyla birleştirebileceği anı. “Neye bağlı?” “Kime bağlı demek daha doğru olur.” “Kelime oyunlarıyla uğraşacak havada değilim.” “Needham, Falconvvell’in eski topraklarının, en büyük kızının çeyizine dâhil olduğunu söyledi.” Boume neye uğradığını şaşırmıştı. “Penelope?” “Kızı tanıyor musun?” “Onu görmeyeli yıllar oldu… Neredeyse yirmi yıl.” On altı… Boume, anne babasının cenazesinden sonra Surrey’den son kez ayrıldığı gün Penelope oradaydı. Boume o zamanlar on beş yaşındaydı ve yanında ailesi olmadan yeni bir hayata atılmak üzereydi. Penelope onun arabaya binişini izlemiş ve araba Falconvvell’den uzaklaşırken ciddi mavi bakışlarını hiç ayırmadan arkasından bakmıştı. Boume ana yola çıkana kadar da bakmaya devam etmişti. Boume bunu biliyordu çünkü kendisi de bakıyordu. Penelope onun arkadaşıydı.

Arkadaşlığa hâlâ inandığı zamanlardı. Penelope aynı zamanda hayatı boyunca harcayabileceğinden daha fazla parası olan bir markinin kızıydı. Bunca zaman bekâr kalması için bir neden yoktu. Birçok genç aristokrat onunla evlenmek için can atardı. “Penelope’nin çeyiz olarak Falconwell’e neden ihtiyacı var?” Boume durdu. “Neden şimdiye kadar evlenmemiş?” Chase içini çekti. “Keşke biriniz bizim küçük üye grubumuzun dışında da cemiyet ile ilgilenseydi. Benim için ne iyi olurdu.” “Senin küçük üye grubumuz dediğin grupta beş vü/den fazla adam var. Her biri de -ortakların sayesinde- bilgilerle ı« dolu, başparmağım kalınlığında birer dosyaya sahip.” ” \ in e de akşamları sizi doğduğunuz dünya konusunda eğitmekten başka yapabileceğim daha iyi işlerim var benim.” Boume gözlerini kıstı. Chase’in akşamlarını yapayalnız geçirmek dışında bir şey yaptığını bilmezdi. “Ne gibi şeyler?” Chase bu soruyu duymazdan geldi ve viskisinden büyük bir yudum daha aldı. “Leydi Penelope yıllar önce sezonun en iyi nişanını yapmıştı.

” “Ve?” “Nişan, nişanlısının aşk evliliğiyle bozuldu.” Boume’un sayısız kez dinlediği, eski bir hikâyeydi bu. Yine de hatırladığı kızın, bozulan bir nişanla incinmiş olabileceği fikri karşısında hiç tanıdık olmayan bir his belirdi içinde. “Aşk evliliği,” diyerek burun kıvırdı. “Daha güzel ya da daha zengin biri çıkmıştır karşısına herhalde. Hepsi bu kadar mı?” “O zamandan beri çeşitli talipleri olduğunu duydum. Yine de hâlâ evlenmemiş.” Chase, hikâyeye ilgisini kaybetmeye başlamış gibi görünüyordu. Sıkıntıyla içini çekerek devam etti. “Yine de yakında, Falconvvell söz konusu olunca, ortalık kızışacaktır diye tahmin ediyorum. Talipler bir anda üşüşecektir.” “Benden önce orayı ele geçirmeye çalışacaklar.” “Muhtemelen. Sen, önde gelen rakipler arasında ilk sıralarda değilsin.” “Ben, önde gelen rakipler arasında hiç yokum.

Yine de o toprakların sahibi ben olacağım.” “Bunun için her türlü bedeli ödemeye hazır mısın?” Chase eğleniyor gibiydi. Boume. ortağının imasını fark etmişti. Gözlerinin önüne genç, kibar, kendisinin tam zıttı olan Penelope geldi. Yani kendisinin şu andaki halinin tam zıttı. Bu görüntüden kurtulmaya çalıştı. Dokuz yıl boyunca bu anı beklemişti. Bir zamanlar kendisi için yapılanları yeniden kazanma şansını beklemişti. Kendisine bırakılanları. Kaybettiklerini. Kurtuluşa çok yaklaşmıştı. Hiçbir şeyin yoluna çıkmasına izin vermeyecekti. “Ne olursa,” dedi Boume, ayağa kalkıp ceketini düzeltti. “Bu, bir eşe sahip olmak demekse ona da hazırım.

” Kapıyı arkasından çarparak kapattı. Chase, bu sesi duyunca kadehini kaldırdı ve boş odada kendi kendine konuştu. “Şerefine.” İKİNC İ BÖLÜM Sevgili M… Kesinlikle eve gelmelisin. Bıırası sen olmadan fe c i derecede sıkıcı. Victoria da, Valerie de göl kıyısı için hiç iyi arkadaş değiller. Okıda gitmek zorunda olduğundan emin misin? Benim mürebbiyem çok zeki birine benziyor. Sana da bilmen gereken her şeyi öğretebileceğindeıı eminim. Sevgiler, P. Needham Malikânesi, Eylül ISI3 *** Sevgili P… Korkarım Noel’e kadar o feci sıkıntıya katlanmak zorundasın. Senin için teselli olur mu bilmiyorum anıa benim bir gölün kıyısına gidebilmem bile mümkün değil. Sana ikizlere balık tutmayı öğretmeyi önerebilir miyim? Okula gitmek zorunda olduğumdan eminim… Senin mürebbiven benden pek hazzetmiyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir