Klasik İslâm edebiyatında şairler doğadan aldıkları motiflerden bir soyutlama yaparak, insan psikolojisinin en yüce hâli olan aşka ulaşırlar. Aşk aracılığıyla fizikötesi âleme nüfuz ederler. Orada Varlığın birliği görüşüne, Tanrı aşkında yok olmaya ve ebedî olarak Tanrı aşkında dirilmeye ulaşırlar. Klasik İslâm şiirinin tüm çabası, bizi daha bu dünyadayken öteki âleme ulaştırmaktır. Nitekim pek çok aşk şiiri, fizikî âlemden kurtuluşu ve fizikötesi âleme çıkışı temsil eder. Bunun çok çarpıcı örnekleri vardır. Bununla birlikte, şair dış dünyayla, doğayla alakalarını kesmez. Büyük şairler, şiirlerinde dış dünyaya en ince ayrıntılarına varıncaya kadar yer verirler. Doğadaki bütün motiflerden yararlanırlar; onlar arasındaki sihirli bağı yakalarlar. Bu dünyayı öteki dünyanın bir izdüşümü kabul ederler. Bu dünyanın tüm malzemelerini öteki dünyanın simgeleri olarak kullanırlar. Şiirde duyguların ağır bastığı bir vakıadır. Evet, şair doğadaki tüm sesleri, renkleri, kokuları ve biçimleri, ahenkleri, kısacası tüm imkânları serbestçe kullanır. İşte , Tercümânü’l-Eşvâk’ta geçen çöller, develer, ağaçlar, çadırlar, çimenlikler, vahalar, vadiler, şimşekler, bulutlar, ay, güneş, yıldızlar, kızlar, kadınlar, erkekler, şehirler, dağlar, tepeler, yöreler ve daha nice motifler bu bağlamda değerlendirilmelidir. İbn Arabî’nin şiirleri rahmanî ilhamdan kaynaklanmıştır. İçten içe Kur’ân’ın simgeleriyle örülüdür. Her biri ulvî alanın bu dünyadaki izdüşümleridir. Dolayısıyla, o alana yakışmayan yakışıksız yakıştırmalardan alabildiğine uzaktır. Bu nedenle, veli şairin şiirinde görülen aşk, şevk, coşku kesinlikle afrodizyak sarhoşlukla karıştırılmamalıdır. İbn Arabî Tercümânü’l-Eşvâk’taki şiirleri bu şekilde değerlendirmek isteyenleri, daha ilk bakışta, eserine yazdığı önsözünde açıkça uyarmıştır. Bu kitapta yazdığı bütün şiirlerde daima içine doğan ‘ilâhî varidatlar’a, gönlüne inen ‘ruhanî inişler’e ve ‘ulvî tenasübler’e imalarda bulunduğunu belirtmiştir. Bunu da büyük sufi şairlerin yöntemiyle, simgelerle yani bu dünyanın malzemeleriyle, somut çevrenin sunduğu imkânlarla yapmıştır. Amacının ne olduğunu gene önsöze yazdığı bir şiirle açıklamış ve orada okuyucuya şöyle seslenmiştir: “….. Nice sırlar vardır bunda nice nurlar var pırıl pırıl parlayan Ne yüce sırlardır bunlar Gök kervanlarınca ona taşınan Benim gönlüm için ya da gönlü olanlar için Tıpkı benimki gibi bilginlik ve bilgelik şartlarına sahip olanlar için Bu bir sıfattır öyle kudsî ve öyle ulvî ki ‘Sıdk’ımdan dolayı gösteriyor derecemi Öyleyse ey okuyucu zahirine bakıp da sakın aldanma Zorla kendini, çalış çokça, bâtınını ara ve sırları yakala.” İbn Arabî’nin düşüncesinde genellikle cinsellik ötesi sembolizmi bolca görmek mümkündür. O, Âdem’i ‘ilk gerçek dişi’ olarak görür, çünkü Havva ondan doğmuştur. İkinci Âdem, yani Meryem, İsa’yı dünyaya getirirken de aynı fiili tekrarlamıştır. Burada olduğu gibi, klasik Arap, İran ve Türk şiirinde beşerî aşk ifadeleriyle ilâhî aşk terennüm edilmiştir. Bu terennümler öylesine açık bir gerçeklik içinde kullanılmıştır ki şairin ilâhî aşktan mı yoksa beşerî aşktan mı söz ettiği tartışılmıştır. Bu tür tartışmalara İbn Arabî de hedef olmuştur. Tercümânü’l-Eşvâk’a yazdığı şerh de bu konuyu şöyle dile getirmiştir: “Mekke’de —Allahu Tealâ Mekke’yi şereflendirsin ve onu büyütsün!— yazdığım bu Tercümânü’leşvâk için bir şerh yazdım. Bunun nedeni şudur: Halep şehrinde bulunan dostlarım El-Mesud Ebu Muhammed Bedr bin Abdullah el-Habeşî el-Hadim ve El-Velid el-Barr Şemsüddin İsmail bin Sevdekin en-Nuri’nin istekleri üzerine bu şerhi yazdım. Şemsüddin ‘fakih’lerden birinin bu eseri inkâr ettiğini, eleştirdiğini duymuş. “Şeyh’in Tercümânü’l-Eşvâk’a yazdığıönsözde, bu kitapta gazel tarzında yazdığı aşk şiirlerinde ilâhî ilimleri, sırları ve hakikatleri kasdettiği doğru değildir. Şeyh bu şerhi kendisine aşk şiirleri yazmış denilmesin ve din ve takva konusunda böylesine ünlü bir konuma sahip birine aşk şiirleri yazdığı nisbet edilmesin diye yazmıştır” şeklinde sözler duymuş. Allah her şeyi en iyi bilendir! İsmail bunları duyunca çok üzülmüş. Duygularını, teessürlerini gelip bize de aktardı. Bu nedenle ben de bu kitabın şerhini Halep’de yazmaya başladım. Yazdığım şerhin bir kısmı bazı fakihlerin ve kelâmcıların huzurunda bizim kaldığımız evde Kemalüddin Ebu’l-Kasım bin Necmüddin Kadı İbn el-Adim1tarafından —Allah onu muvaffak etsin!— sesli olarak okundu. Biz hemen yolculuğa çıktık. Kusuru ve eksiğiyle birlikte yukarıda zikredilen tarihte bu şerhi tamamladık. 2Bizi eleştiren kişi bu şerhi duyunca Şemsüddin İsmail’e gelip “Bundan böyle, günlük dilde kullanılan alışılmışsözlere ve kelimelere tasavvufî anlamlar yükleyen ve bu sözlerle ilâhî ilimlere işaret ettiğini ileri süren, tarikat ehlinden olan hiçbir sufi hakkında artık kuşku duymam, hakkında kötü düşünmem mümkün değildir” demiş. Benim hakkımda da hüsn-i zan sahibi olmuş ve hakkımda kötü düşünmeyi bırakmış. İşte, Tercümânü’l-Eşvâk’a bir şerh yazmamın asıl sebebi budur. Hamd Allah’a mahsustur! Minnet de O’na mahsustur! Güç ve kuvvetin fazlası da eksiği de ancak O’nunladır! 3 Tercümânü’l-Eşvâk’ı İngilizceye çeviren R. A. Nicholson da (The Tarjumân al-ashwâq, a collection of mystical odes by Muhyiddin Al-Arabî, Theosophical Publishing House Ltd, London, first edition 1911, reprinted 1978) çevirisine yazmış olduğu giriş yazısında (sayfa 7) İbn Arabî’nin bu şiirlerinin beşerî aşk ifade etmediğini, Doğu şiirini az çok tanıyanların bunu pekâlâ bilebileceğini ifade etmektedir. Doğal olarak şiirin ve aşkın ilgi konusu ‘güzellik’tir. Güzellik ise, insanı ilk plânda yücelten bir değerdir, ama her olumlunun bir olumsuzu da karşısında ya da ardında bulunduracağı gibi, her güzel çizginin ardında da erotizmin bir tuzağı kuruludur. Eğer insan bu tuzaklara düşerse, bunları aşmasını bilemezse, bu kez güzellik insanı yücelten bir değer değil tam aksine alçaltan bir değer oluverir. “Onca ruhla elele, güle oynaya giden güzellik, kıldan ince bir dar boğaz ya da kapıya gelindiğinde, ya dışarda kalır, ya da özündeki bütün libidal ve narsist artıkları pul pul dökerek, saf bir şekilde ideal âleme ait yanıyla ruhla birleşimini, kaynaşmasını yapar. Şairin veli oluşu, veliliğinden sonra da şiir biçimli eserler vermesi ancak bu şekilde olur. Bu eserler görünüşte şiir veya musiki parçalarıdır, gerçekteyse ayrı bir plânın deyişleri. Bu yüzdendir ki, Mesnevî’de ya da Muhyiddîn-i Arabî’nin şiirlerinde şiirden başka bir şey görmemek, insanıyanıltır. Bu ruh öncüleri, şiirden öteye geçmişlerdir, ama şiiri de kendileriyle beraber geçirmişlerdir. Erotik ve plastiği aşamamış estetikle, bunlardan soyunup Allah’a tapınma, Allah’ı anma ve Allah’a götürme plânına yükselmiş estetik arasında, bir derece farkı değil, bir mahiyet farkı vardır.
Muhyiddin İbn Arabi – Arzuların Tercümanı
PDF Kitap İndir |