Gutenberg Galaksisi, ele aldığı sorunlar için bir mozaik ya da alan yaklaşımı ortaya koyuyor. El altındaki sayısız veri ve alıntının böyle bir mozaik imgesi, tarihteki nedensel işleyişleri ortaya çıkarmanın tek pratik aracıdır. Bu yöntemin bir alternatiϐi, görüntülerin uzayındaki sabit ilişkilerin bir dizi görünümünü sunmak olabilirdi. Bu anlamda, elinizdeki çalışmanın üstünde yoğunlaştığı olaylar galaksisinin ya da takımyıldızının kendisi, sürekli etkileşim halindeki, kaleydoskopik bir dönüşüme uğramış biçimlerin bir mozaiğidir – özellikle de içinde bulunduğumuz çağda. “Galaksi” yerine “ortam” [environmerıt] sözcüğünükullanmanın bazı avantajları olabilirdi. Her teknoloji, yeni bir insani ortam yaratma eğilimi gösterir. Yazı ve papirüs, antik dünyanın imparatorlukları ile bağlantı içinde düşündüğümüz toplumsal ortamı yaratmıştı. Udžzengi ve tekerlek, muazzam çapta benzersiz ortamlar yarattılar. Teknolojik ortamlar, insanları içinde barındıran edilgin şeyler değil, gerek insanları gerek başka teknolojileri yeniden biçimlendiren etkin süreçlerdir. Bizim çağımızda, tekerleğin mekanik teknolojisinden elektrik devresinin teknolojisine doğru ani değişim, bütün tarihsel çağların en büyük değişimlerinden birini temsil eder. Hareketli matbaa harfleriyle basımcılık, hiç beklenmedik, yepyeni bir ortam yarattı – KAMU’yu ortaya çıkardı. Elyazması teknolojisi, ulusal bir ölçekte kamular yaratmak için zorunlu olan yoğunluğa ve yayılma gücüne sahip değildi. Son yüzyıllarda “ulus” adını verdiğimiz oluşum, Gutenberg teknolojisinin ortaya çıkışından önce başgöstermedi, gösteremezdi de; tıpkı bütün insanları diğer bütün insanlarla ilişkilendirme gücüne sahip elektrik devresinin ortaya çıkışından sonra varlığını sürdüremeyecek olduğu gibi. Basılı sözün yarattığı “kamu”nun benzersiz karakteri, hem bireyin hem de grubun yoğun ve görsel yönelimli özbilinci idi. Elinizdeki kitapta, görme yetisinin diğer duyulardan gittikçe artan yalıtılmasıyla birlikte, bu yoğun görsel vurgunun getirdiği sonuçlar sunuluyor. Kitabın temasını, süreklilik, birörneklik ve bağlayıcılık görsel kipliklerinin zaman ve uzayın düzenlenişine uzanması oluşturuyor. Elektrik devresi, görsel kipliklerin bu uzanımını, basılı sözün görsel gücüne yakın denebilecek bir ölçüde bile desteklemez. Kitabın “Yeniden Biçimlenen Galaksi” başlıklı son kesimi, elektrik teknolojisi ile mekanik ya da matbaa teknolojisinin çarpışmasını ele alıyor; okuyucu o bölümün bir önsöz olarak çok daha uygun düşeceğini düşünebilir. Elinizdeki kitap, birçok yönden, Albert B. Lord’un The Sinler of Tales [“Masalların Şarkıcısı”] adlı yapıtını tamamlamaktadır. Profesör Lord da, Homeros araştırmalarında sözlü ve yazılı şiirin nasıl doğallıkla farklı kalıp ve işlevleri izlediğini düşünmeye yönelen Milman Parry’nin çalışmasını sürdürmüştü. Homeros’un şiirlerinin sözel kompozisyonlar olduğuna inanan Parry, “şiirlerin sözel karakterini mümkünse yadsınamayacak bir şekilde kanıtlamayı iş edinmiş ve bu amaçla Yugoslav destanlarını araştırmaya başlamıştı.” Parry’nin bu çağdaş destanlara ilişkin çalışması, kendi ifadesiyle, “sözlü öykü şiirinin biçimini tam olarak saptamaktı. … Yöntemi ise, yazıya dökülmemiş şarkının serpilip gelişen geleneğini sürdüren şarkıcıları gözlemlemek ve şarkılarının biçiminin, sanatlarını okuyup yazmadan öğrenmek ve icra etmek zorunda olmalarına nasıl bağlı olduğunu görmekti.” {1} Gutenberg Galaksisi’nin açıklanmasına katkıda bulunmaya çalışacağı üzere, Profesör Lord’un kitabı, tıpkı Milman Parry’nin çalışmaları gibi, içinde bulunduğumuz elektrik çağı için bütünüyle doğal ve bu çağa uygundur. Elizabeth dönemi insanları tipograϐik ve mekanik çağda ne kadar ilerlemiş iseler, bugün biz de elektrik çağında o kadar yol almış durumdayız. Biz de onların iki karşıt toplum ve deneyim biçimini aynı anda yaşarken hissettikleriyle aynı karışıklıkları ve kararsızlıkları yaşıyoruz. Elizabeth dönemi insanları, Ortaçağ’ın toplu yaşantısı ile modern bireycilik arasında asılı kalmışlardı; biz ise, bireyciliği zamanı geçmiş, karşılıklı bağımlılığı ise zorunlu hale getiriyor gibi görünen bir elektrik teknolojisiyle karşı karşıya gelişimizde, onların modelini tersine çeviriyoruz. Patrick Cruttwell bütün bir çalışmasını (The Shakespearean Moment [“Shakespeare’ci Uğrak”]) Elizabeth döneminin aynı anda hem çözülen hem de çözüm bulan bölünmüş bir dünyada yaşama deneyiminden kaynaklanan sanat stratejilerine ayırmıştı. Biz de karşıt kültürlerin buna benzer bir etkileşimi anında yaşıyoruz; işte Gutenberg Galaksisi, deneyim ve zihinsel bakış ve ifade biçimlerinin, önce fonetik alfabe, ardından da matbaa tarafından değişikliğe uğratılma yollarının izini sürmeyi amaçlıyor. Milman Parry’nin, birbirine karşıt sözlü ve yazılı şiir biçimleri ile ilgili olarak üstlendiği girişim, burada düşünce ve deneyimin toplum ve siyasetteki örgütlenme biçimlerini de kapsayacak şekilde genişletiliyor. Sözlü ve yazılı toplumsal örgütlenmenin birbirinden uzaklaşan doğasına ilişkin böyle bir çalışmanın uzun zaman önce tarihçilerce gerçekleştirilmemiş olmasını açıklamak gerçekten zor. Belki de bu ihmalkârlığın nedeni, bu işin ancak, birbirine karşıt yazılı ve sözlü deneyim biçimlerinin bugün olduğu gibi bir kez daha bir arada bulunduğu bir zamanda yapılabilecek olmasıydı. Profesör Lord’un The Singer of Tales kitabına yazdığı önsözde Profesör Harry Levin’in belirttiği gibi (s. xiii): Harϐlerin kullanımını varsayan “edebiyat” terimi, sözlüimgelem yapıtlarının yazma ve okuma yoluyla aktarılmasını öngörür. “Sözlü edebiyat” ifadesi açıkça çelişkilidir. Bununla birlikte, okuryazarlığın kendisinin estetik bir ölçüt olarak nadiren kullanılabileceği ölçüde sulandırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu arada, dile getirilen ya da terennüm edilen Söz, konuşanın ya da şarkıcının görsel imgesiyle birlikte, elektrik mühendisliği sayesinde eski konumunu yeniden kazanıyor. Biz, Rönesans’tan yakın geçmişe kadar hüküm süren basılı kitaba dayalı bir kültür mirasını –ölçülemez zenginlikleri ve bir yana bırakılması gereken züppelikleriyle birlikte– devraldık. Şimdi yapmamız gereken, fosilleşmiş tema ve uzlaşmalar yığınının durağan bir şekilde kabulüne değil, devralınmış ve devredilecek olanın yeniden yaratılması şeklinde organik bir alışkanlığa dayanan, geleneğe taze bir bakış geliştirmektir. Tarihçilerin, fonetik alfabenin yol açtığı düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimlerindeki devrimi araştırmak konusundaki ihmalinin bir paraleline sosyoekonomik tarihte de rastlanır. Kari Rodbertus “Klasik Antik Dönemde Ekonomik Yaşam” kuramını 1864-67 gibi erken bir tarihte geliştirdi. Trade and Markel in the Early Empires [“Erken Dönem Imǚ paratorluklarında Ticaret ve Pazar”] adlı yapıtında Harry Pearson onun getirdiği yeniliği şöyle betimler (s. 5): Paranın toplumsal işlevine ilişkin bu çarpıcı ölçüde çağdaş görüş yeterince takdir edilmemiştir. Rodbertus, bir “doğal ekonomi”den bir “para ekonomisi”ne geçişin, takasın yerine parayı geçirmekten kaynaklanan teknik bir sorundan ibaret olmadığını anlamıştı. Bunun yerine, parasallaşmış bir ekonominin, ayni bir ekonomiyle birlikte giden toplumsal yapıdan bütünüyle farklı bir toplumsal yapıyı gerektirdiği görüşünde ısrar etti. Ona göre vurgulanması gereken, para kullanımının teknik gerçekliğinden çok, toplumsal yapıdaki, para kullanımına eşlik eden bu değişimdi. Bu görüş antik dünyadaki ticaret etkinliği ile birlikte giden değişik toplumsal yapıları içerecek biçimde genişletilseydi, tartışma daha başlamadan sona erdirilebilirdi. Başka bir deyişle, Rodbertus farklı para ve değişim biçimlerinin toplumları çeşitli yollardan yapılandırdığını daha ayrıntılı açıklamış olsaydı, kuşaklarca süren bu karmakarışık tartışmadan kaçınmak mümkün olabilirdi. Sorun nihayet Karl Bucher’in klasik dünyaya bizim geleneksel tarihsel geri bakış tarzımızla değil de ilkel taraftan yaklaştığı zaman açıklığa kavuştu. Okuryazar olmayan toplumlardan başlayıp klasik dünyaya doğru ilerleyen Bucher, “antik ekonomik yaşamın modern toplum perspektiϐinden değil de ilkel toplum perspektifinden bakıldığı zaman daha iyi anlaşılabileceğini öne sürdü.” {2} Okuryazar Batı dünyasının böylesine tersyüz edilmiş bir perspektifi, Albert Lord’un The Singer of Tales’ının okuyucusuna da sunulur. Ama biz aynı zamanda, caz müzisyenlerinin sözlü şiirin bütün tekniklerini kullandığı bir elektrik çağında ya da okuryazarlık sonrası [post-literate] çağda yaşıyoruz. Her çeşit sözel tarz ile empatik özdeşleşim kurmak, bizim yüzyılımızda hiç de zor değil artık. Geçtiğimiz beş yüzyılın tipograϐik ve mekanik çağının yerini alan bu elektronik çağda, durumun bileşenleri sözlü olmadığı zaman bile biçimi “sözel” olan ifadenin ve insanların karşılıklı bağımlılığının yeni biçim ve yapılarıyla karşı karşıya geliyoruz. Bu sorun, Gutenberg Galaksisi’nin son kesiminde daha geniş bir şekilde ele alınacak. Kendi içinde güç bir sorun değil bu; ama yaratıcı yaşamın bir ölçüde yeniden düzenlenmesini kesinlikle gerektiriyor. Eski algılama kalıplarının direnişi her zaman, haberdar olma tarzlarında meydana gelen böyle değişimleri geciktirir. Elizabeth dönemi insanları bizim gözümüze bütünüyle Ortaçağinsanı gibi görünür. Bizim kendimizi modern insanlar olarak kabul ettiğimiz gibi, Ortaçağinsanı da kendini klasik döneme ait görür. Gelgelelim, biz de ardıllarımıza, karakter açısından bütünüyle Rönesans insanı gibi, ve geçtiğimiz yüz elli yılda harekete geçirdiğimiz yeni ve önemli etkenler konusunda bütünüyle bilinçsiz görüneceğiz. Elinizdeki çalışmanın, determinist bir yaklaşımı olmak şöyle dursun, toplumsal değişimin insan özerkliğinde gerçek bir artışa yol açabilecek temel bir etkenine ışık tutacağını umuyorum. Peter Drucker, Technology and Culture [“Teknoloji ve Kültür”] adlı yapıtında, günümüzde yaşanan “Teknolojik Devrim” üstüne (c. II, no. 4, 1961, s. 348) şunları söyler: “Teknolojik Devrim hakkında bilmediğimiz tek –ama temel önemde– bir şey var: Tutumlarda, inançlarda ve değerlerde, bu devrimin serbest kalmasına yol açan temel değişimi doğuran neydi? Göstermeye çalıştığım gibi, ‘bilimsel gelişme’nin bununla pek bir ilgisi yoktu. Diğer yandan, bir yüzyıl önce büyük Bilimsel Devrime yol açan, dünya görüşündeki büyük değişimin sorumluluğu ne kadardı?” Gutenberg Galaksisi en azından bu “bilmediğimiz tek şey”i ortaya çıkarmaya çalışacak. Ama bu arada başka şeyler de yaptığı görülebilir pekâlâ! Bu çalışmanın başından sonuna kadar kullanılan yöntem, Claude Bernard’ın The Study of Experimental Medicine [“Deneysel Tıp Çalışmaları”] kitabının klasikleşmiş girişinde sunulan yöntemle doğrudan ilişkilidir. Bernard (s. 8-9) gözlemin, görüngüleri rahatsız etmeksizin onları kaydetmekten ibaret olduğunu açıklar; öte yandan: “Aynı ϐizyologlara göre deney, tam tersine, araştırmacının doğal görüngülerin koşullarında meydana getirdiği değişiklik ya da bu koşulları bozma düşüncesini ima eder. … Bunu yapmak için, canlı bir öznede, kesme ya da çıkarına yoluyla bir organın çalışmasını engelleriz; ve organizmanın bütününde ya da özel bir işlevde meydana gelen bozulmadan, kayıp organın işlevini çıkarırız.” Milman Parry ve Profesör Albert Lord’un çalışmaları, şiir sürecinin bütününü sözel koşullarda gözlemlemeye ve varılan sonucu yazı koşullarında “normal” kabul ettiğimiz şiir süreci ile karşılaştırmaya yönelikti. Yani Parry ve Lord, dinleme işlevinin okuryazarlıkla bastırıldığı durumdaki şiirsel organizmayı incelediler. Dilin görsel işlevinin okuryazarlık yoluyla olağanüstü bir yaygınlık ve kudret kazanmasının organizma üstündeki etkisini de ele alabilirlerdi. Bu ise, deneysel yöntemin, sırf başa çıkılamayacağı için gözardı edilmiş olabilecek bir etkenidir yalnızca. Ama yoğun ve abartılmış eylem göz önüne alındığında, “organizmanın bütününde ya da özel bir işlevde meydana gelen bozulma” da aynı derecede gözlemlenebilir niteliktedir. Araç yapan hayvan olarak insan, ister konuşmada, ister yazmada, isterse radyoda olsun, uzun zamandır, duyu organlarının birini ya da diğerini, bütün diğer duyu ve yetilerini bozacak şekilde geliştirmekle uğraştı. Ama insanlar bu deneyleri gerçekleştirdikten sonra bunları gözlemle tamamlamayı sürekli olarak ihmal ettiler.
Marshall McLuhan – Gutenberg Galaksisi
PDF Kitap İndir |