A. R. Moore – Robot X-81

Bütün evren, insanların uzay olarak nitelendirdikleri sonsuzluk denizinde yüzüyordu. Bu uzay denizinde, güneş sarı bir portakalı, gezegenler üzüm tanelerini ve uzaklardaki yıldız salkımları, dikkatsizce boşluğa serpiştirilmiş parlak elmas taşlarını andırıyordu. İşte gemi bu sonsuzluk içinden çıktı. Bir saniye önce, en yakın yıldızlara kadar uzanan gökyüzü bomboştu. Jed Ambro, Robot X – 81’in Pluto üzerindeki bir çatlaktan kurtulabilmek için gerekli problemi çözmeye çalışmasını izliyordu. Bir saniye sonra uzay denizinin boşluğunda meydana çıkan gemiyi gördü. Şaşkınlığından çatlağın dibindeki Robot X – 81’i unutmuştu. Gemi dikkatini çekiyordu. Farkında olmadan, sağ elinin parmakları kocaman uzay elbisesinin eldivenine monte edilmiş olan devre kesici düğmeye bastı. Radyo ile kontrol edilen X – 81 durdu ve hareketsiz kaldı. Yine farkında olmadan, sol elinin parmakları Pluto Üssüne ayarlanmış olan mikro – dalgalı radyo vericinin şalterini kapadı. — Yabancı bir gemiyi rapor etmek istiyorum… Birden sustu ve ne söylemesi gerektiğini düşündü. Hiçbir uzay gemisinin bulunmaması gereken bir yerde görünen uzay aracının görünmesiyle öylesine şaşırmıştı ki, kimliğini ve bulunduğu yeri bildirmeyi unuttu. Jed Ambro, gökyüzüne asılı gibi hareketsiz duran altın sarısı topa gözlerini dikerek baktı. Büyüklüğünü tahmin edemediği gibi, kendisinden ne kadar uzak olduğunu da söyleyemezdi.


Bir mil kadar uzaklıkta ve küçük, on mil uzaklıkta ve büyük olabilirdi. Altın sarısı rengin alevden meydana gelmesi mümkün değildi, çünkü, havanın olmadığı yerde yanma olamazdı. Jed’in tahminine göre altın sarısı parlaklık, atomik parçalanmalardan doğuyordu. İkinci tahmini ise böyle atomik parçalanmaların dünya bilginlerine yabancı olduğu üzerineydi. Gözlerini dikerek parlak cisme baktı. İnsanlık dünyasının en iyi eğitilmiş bilginleri burada, Pluto Üssü’nde çalışıyordu. Fakat en usta bir bilgin bile her alanda usta olamazdı. Medyumların bazen kristal bir topa dikkatle bakmalarını gerektiren eğitim hakkındaki bilgi ve kristal topa dikkatle bakıldığı takdirde trans haline geçilebileceği öğrenimine dahil değildi. Böyle trans halindeki kişinin hipnotik emirleri kabul ettikten sonra yerine getirebileceğini bilmiyordu. Ne de emirlerin sesli olarak verilmesinin gerekmediğini, sadece düşünce yoluyla da verilebileciğini, bir insan mantığının diğer bir insan tarafından, bugüne dek bilimsel bakımdan ölçülemeyecek yükseklikte bir frekans bantı üzerinden, kontrol edilmesinin mümkün olabileceğini biliyordu. Boşlukta gördüğü uzay gemisinin aslında kristal bir top olduğunu ve ona bakmakla gerçekten de trans haline gelebileceğini kavrayamadı. Pluto Üssü radyo mesajına karşılık verdiği zaman kulaklıklarında bazı titreşimler oldu. — Kim arıyor? Lütfen kimliğinizi açıklayın. Kulaklıklarındaki sesi duymadı. Radyodan yükselen seste hayret ifadesi vardı.

— Lütfen uzay elbisenizin numarasını söyleyin ki sizi tanıyabilelim! Ambro, kulaklıklarından yükselen sesteki şaşkınlık ifadesini de fark etmedi. Mesajı yayınlayan operatörün merakı iyice artmıştı. — Jed! Bizi arayan sen misin? Nasıl bir gemiden söz ettin? Dünyadan birkaç aydan önce gemi gelmeyeceğini biliyorsun. Ne demek istedin? Cevap ver, lütfen. Jed, dikkatle gemiye baktı. Altın sarısı rengi çok cazip buluyordu. Sanki özel bir frekanstan beyin hücrelerine anlayamadığı bir güç yayılıyordu. Radyo operatörü son derece heyecanlanmıştı. — Yabancı bir gemi gördüğünü rapor eden kimse derhal cevap versin, lütfen! Radyo operatörü ve bu tesiste yaşayan herkes belirli bir bilgiyi ve gizli bir korkuyu paylaşıyorlardı. Paylaştıkları bilgi, uzay denizinin sahillerindeki insanlık keşfinin son derece önemli ucunda bulunmalarıydı. Bu çorak dünyanın donmuş yüzeyindeki çatlağın yanında durmuş, yukarı doğru bakan uzay elbiseli adamın kulaklarında çınlayan radyo operatörünün sesi, bu korkuyla çalkalanıyordu. Fakat Jed Ambro ne bu sesteki korkuyu fark etti ne de sesi duydu. Sanki zihninin bir kısmını saklayan bir çeşit perde yavaş yavaş beynine işliyordu. Bu, ne yabancı ne de tehlikeli göründü. Bütün duygusu, sonsuz bir rahatlık ve sükûnetti.

Sessizce oynaşan altın sarısı rengin görme sinirleri üzerindeki yatıştırıcı özelliğiyle dalgınlaşan Jed Ambro’nun radyo operatörünün sesini duyması mümkün olamazdı. Tabii, operatörün derhal Pluto Üssü’ndeki bütün askerî harekâtın komutanı olan Echoff’a durumu bildirdiğinden haberi yoktu. Komutan Echoff, hemen harekete geçiyor ve müşahede merkezindeki astronotlara gökyüzünde göründüğü haber verilen uzay gemisini aramalarını emrediyordu. Şef astronom sordu. — Bu cisim nerede? — Bilmiyorum. — Fakat bu cismin genel olarak yerini veremezseniz, teleskoplarımızı nereye ayarlayacağımızı bilemeyiz. — Genel araştırma yapacak şekilde ayarlayın. — Peki, efendim. Fakat şimdiki durumumuzu değiştirebilmemiz için en aşağı on dakikaya ihtiyacımız olacak. Pluto’nun donmuş yüzünde, Jed Ambro birden derin bir nefes aldı. Uzay sonsuzluğunda yüzen yıldızlar dışında gökyüzü bomboştu. Boşlukta görünen altın sarısı renkli gemi yoktu. Plastik miğferinin iç yüzünde gümüş renkli incecik bir tabaka meydana gelmiş ve donmaya başlamıştı. Sırtındaki oksijen tankından gelen oksijenin fısıltısı kesilmişti. Jed : — Garip, diye mırıldandı.

Plastik miğferinin iç yüzünde beliren ani buz tabakasını ve oksijen akımının azalmasını düşünerek mırıldanıyordu. Radyo vericinin açık olduğunu ve kelimelerinin üsten alındığını fark etmemişti. Birden kulaklarında beliren sesle şaşırdı. — Jed? Sen misin, Ne oldu sana? Jed, radyo operatörünün sesini tanıdı. — Ha? Neyin var, Al? Hiçbir şey olmadı. — Şu gemi nerede? — Hangi gemi? Jed, kulaklarındaki alıcının sustuğunu hissedince Al Woodson’ın düşündüğünü hisseder gibi oldu. Radyo operatörüne ne olduğunu anlayamıyordu. — Neden söz ediyorsun, Al? Pluto hastalığı seni de mi sardı? Kendi düşüncesi billur kadar temizdi. Bu noktada son derece emindi. Sadece iki gerçek kendisini şaşırtıyordu: Miğferinin camındaki buz tabakası ve oksijen tankındaki azalan basınç. Bu son gerçek çok önemliydi ve hemen üsse dönmesini gerektiriyordu. Belki de tank delinmiş kaçırıyordu. Operatör sordu. — Jed Ambro sen misin? — Tabii. — Uzay elbisenin içindeki radyonun numarası kaç? Numara, miğferin alt kenarında yazılıydı.

Jed, numarayı okudu. — Beş AR üç beş yedi dokuz. Orada neler dönüyor? Neden kimliğimi Öğrenmek istedin? Sesimi tanımıyor musun? Son oyunda bana olan on dolar borcunu ne çabuk unuttun? — Bir dakika, lütfen, Jed. Seni bağlıyorum… Operatörün sesi, cümlesini tamamlamadan kesildi. Kulaklıkta çıt sesi duyuldu. Sonra başka bir ses kulaklıklarından yükseldi. Seste otoriter bir hava vardı. Her zaman emretmeye alışık bir sesti. Jed, sesin sahibini hemen tanıdı: Komutan Echoff. — Ambro, bu gemi hakkında tam bir rapor istiyorum, hem de derhal. Uçuş yönü, büyüklüğü, tahmini hızı, ilk olarak nerede ve ne zaman görüldüğü, son olarak nerede ve ne zaman görüldüğü çalışması hakkında bir tahmin. Bunlara ek olarak, görebildiğin her türlü silahların ayrıntılı raporu. Jed : — Emredersiniz, efendim, dedi. Yalnız bir sorum var, efendim. — Nedir? — Hangi gemi? Echoff tam cevap verecekken vazgeçti.

— Radyo operatörü! Al Woodson’ın sesi duyuldu. — Buyurun, efendim. — Pluto üzerinde görünen gemiyi haber verdiğini söylediğin adam bu mu? — Evet, efendim. Jed lafa karıştı. — Böyle bir şey yapmadım. Allah’ınızı severseniz üste neler dönüyor? Hiçbir şey anlayamadığımı söyleyebilirim. Şaşkınlığı sesinden belli olan Komutan Echoff : — Ben de anlayamadım, dedi. Radyo operatörü : — Böyle bir mesaj gönderdi, dedi. Bildiğiniz gibi efendim hem alınan hem de gönderilen mesajları kaydediyoruz. Söylediklerimin doğruluğunu bu kayıtlarla ispat edebilirim. — Anlıyorum. — Raporu verdikten sonra devreden çıktı. — On, on beş dakika kadar, efendim. Bu kısmı da kontrol edebiliriz. — Jed, eğer dinliyorsan, seni yalancı çıkartmak istemem ama senin için yalan söylemem benim için çok önemli olabilir.

Jed, dinliyordu, ama cevap veremeyecek kadar şaşkındı. Yabancı bir gemiyi haber vermekle suçlanırıyordu! Gözleri elinde olmayarak gökyüzüne doğru çevrildi. Uzay güneşleri ve yıldızları sonsuzluk denizi içinde parıldıyor, fakat aralarında yabancı olabilecek bir cisim göze çarpmıyordu. Komutan Echoff’un sesi yine duyuldu. — Ambro, neredesin? — Üsten takriben iki mil kuzeyde, efendim. — Orada ne yapıyorsun? — Robot X – 81’in eğitimine nezaret ediyorum. Komutanın sesinde yorgun bir ifade belirdi. — Bu robot nerede? — Yüzeydeki derin çatlaklardan birinde. Son defa baktığım zaman oradaydı. — Yani. Böylesine değerli bir parçayı bir an için bile olsun gözünden ayırdın mı demek istiyorsun? — Şey… Önemli bir şey yok, efendim. X – 81, onunla bağıntıyı kestiğim yerde duruyor. Echoff rahatlamış göründü. — Ah, hareketsiz mi? — Evet, efendim. — İyi.

Şimdi rapor ettiğin şu gemiye gelelim. Böyle bir gemi görmediğin hakkındaki iddianda ısrar ediyor musun? — İddia etmekten başka çarem yok. Böyle bir rapor vermedim. Hiçbir gemi görmediğimi kesinlikle söyleyebilirim. — Pekâlâ. Devriye gelene kadar yerinden ayrılma. Eğitimindeki robotu çalıştırma. Devriye gelir gelmez, robotu teslim edecek ve devriye arabasıyla üsse döneceksin Üsse dönünce de derhal beni göreceksin. Söylediklerim tamamen anlaşıldı mı? Echoff’un sesinde öyle bir ifade vardı ki, insan söylenenleri anlamasa bile anlamadım diyemezdi. — Anladım. —İyi. Devriye yola çıktı bile. Birkaç dakika sonra yanına geleceklerini tahmin ediyorum. Yerinden kımıldama. Hepsi bu kadar.

Kulaklıkta tekrar çıt sesi duyuldu ve Echoff’un sesi kesildi. Jed : — Al, neler dönüyor, Allah’ını seversen, diye sordu. — Üzgünüm, Jed, fakat Komutan’ı görmeni söylemekten başka bir şey söylemeye yetkili değilim. — Komutan Echoff’un da öğrenmek istediği bu sanıyorum. Tamam. Kulaklıklarda ikinci çıt sesi duyuldu. Paletli tekerleklerinin üzerinde ağır hareketlerle çatlaklarla dolu arazide ilerleyen araç Jed’e doğru geldi. Aracın görünmesi, kafasında bazı hayallerin canlanmasına sebep oldu. Esrarengiz, çorak görünüşlü arazideki kayalar sanki bir düşmandan kaçmak istermiş gibi, kıvrılıp bükülerek oynaşıyordu. Yoksa, donmuş dünyalarından insan ayağını kesmek için, mümkün olmayan kâbus yaratıkları saldırıya mı geçmişlerdi? 2. Jed Ambro’nun içini buz gibi bir his kapladı. Bu his öylesine güçlüydü ki, Jed, uzay elbisesinde çatlak olduğunu ve boşluk soğukluğunun iliklerine kadar işlediğini düşündü. Kafasında canlanan hayal aleminin dağılması uzun sürmedi. Soğukluk hissinin dağıtılması daha uzun sürdü. Dokunduğu yerde kendisine özgü iz bırakan soğuk sanki eline geçirmiş olduğu avını bırakmak istemiyordu.

Bu hissin dağılmasından sonra bile, Jed Ambro, bu hissin gelecekteki bir zaman içinde kendisini beklediğini ve yine kendisini saracağını düşünüyordu. Lunar aracında uzay elbiseli iki kişi vardı. Biri şofördü; diğerinin, çukurun dibindeki rotobun kontrolunu alacak olan kimse olduğunu tahmin edilebilirdi. Hiçbiri gereksiz sorularla birbirlerini sıkmadılar. Jed araca biner binmez şoför aracın burnunu Lunar üssüne doğru çevirdi ve araç ağır ağır yola koyuldu. Tesisin büyük kubbesi üstündeki uzun kule hemen göründü. Kulenin görünmesiyle, Jed’in içindeki soğukluk duygusunun yerine rahatlık hakim oldu. Soğukluk duygusunun daha derinlere kaçtığını hissetti. Büyük kubbenin gittikçe yaklaşması ile de, içindeki memnunluk ve güvenlik duygusu gittikçe büyüdü. Bu duyuların yanı başında, hafif bir gururlanma havası sezinliyordu. İnsanlık yarışına göre, Pluto Üssü, kişilerin eriştikleri en yüksek noktayı gösteriyordu. Burada bulunmakla sanki bütün evrene meydan okuyorlardı. Üs çok büyüktü. Bu çorak gezegende yetişmiş büyük bir mantarı andırıyordu. Üssü, düşman gözlerden saklamak için hiçbir gayret gösterilmemişti.

Güneş sisteminin en ucunda kalan bu gezegene hangi göz düşmanca bakardı? Buradan itibaren boşluk denizini hangi göz aşar da bu kubbeyi görebilirdi? Hangi düşman göz, bir şeyin önemini araştırmak için buralara kadar gelirdi? Boşluk Denizi’nde «GEÇMEK YASAKTIR» levhası var mıydı? Varsa bu levhayı oraya kim oturtmuştu? Engeli her kim, her ne için tesis etmişse, Boşluk Denizi’ne gelecek başkalarını da mı bekliyordu? Pluto’ya iniş başarıldığı zaman, Ana Dünya’da herkes bu başarının doğurduğu gururla dolup taşmıştı. Sistemlerinin limitine erişmişlerdi. Şimdi önlerinde Uzay Denizi’nin fethi duruyordu, ondan sonra da yıldızlara doğru açılış başlayacaktı. Bu boşluk denizinin sahillerine sükunetle gelmişlerdi. Fakat sükûtlarının arkasında, atacakları ileri adıma engel olmaya kalkacak her türlü direnişle başa çıkmak için büyük hırsları vardı. Boşluk Denizi’ne kuşkulu bir bakış fırlattıktan sonra, insanlık yarışmasının ateşli arzusu biraz gevşemişti. Bilime karşı yabancı olanlar, bilginlerin buluşlarına karşı daha saygılı olmaya başlamışlardı. Boşluğun gerçekten de aşılması kolay olmayan bir sonsuzluk olduğu herkes tarafından kesinlikle kavranmıştı. En yakın yıldıza gidebilmek için yapılacak bir uzay gemisinin hazırlığı en azından altı yıl sürecekti. Gemi yapılmasa bile, bu geminin tekrar kalkış noktasına dönebileceği şüpheliydi. Güneş sisteminin sınırları içinde şimdiye kadar başarıyla dolaşmış olan gemiler Uzay Denizi’nde bir kano kadar değersizdi. Yıldızlara gidebilecek bir geminin yapıldığı düşünülse de çok kuvvetli bir sorun kendisini gösteriyordu… tayfa. Bu noktada yine bilginler imdada yetişti; gemi ve tayfa sorunu için bir çözüm yolunu mümkün kılmışlardı. — Çok hafif maden kullanarak otuz metre boyunda küçük gemiler inşa etmelidir… Toplum sormuştu : — Peki, böyle geminin tayfaları için güvenlik söz konusu olabilir mi? Bilginler tayfaların kimlerden meydana geleceğini açıklamışlardı… Bu açıklama dünyadaki birçok kimsenin ağzını bir karış açık bırakmıştı. Bazıları kuşkuluydu.

Bilginlerden birkaçı bile kuşkudaydı. Kuşkuları, teknik güçlüklerden doğmuyordu, çünkü bütün bunlar para, zaman ve tecrübeyle giderilebilirdi; fakat topluma açıklamanın doğru olmayacağını düşündükleri diğer sebepler vardı. Kuşkuya kapılmalarının nedenlerini özel olarak tartışmışlardı. Pluto Üssü’nün personel şefi, çok değerli Dr. Gregory : — Fakat Tanrı’ya karşı gelmiş olacağız, diye fısıldamıştı. Pop Ridgeway cevap vermişti. — Şimdi ne yaptığımızı sanıyorsunuz? Pop Ridgeway, şef makinistti ve bu durumunu aletlerle oynamasındaki büyük ustalığına borçluydu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir