Ahmed Yilmaz Boyunaga – Endülüs Şahini

Zafer Rüzgarları İfrikiyye’de (1) akşam olmak üzereydi. Gümüş renkli bulutlar, bakır rengine dönüşüyordu. Akşam güneşinin altın ışıklan altında yıkanan kumlarda, onbeş atlı ilerliyordu; Atların toynakları altında kumlar çıtırtüarla eziliyor ve kumlara gömülüp kasılan ve adaleleri dışarı fırlamış bu çevik ayaklar, ezdikleri kumlardan kuvvet alarak, tekrar ileri atılıyorlardı. Mesafeler böylece adım adım yutulmaktaydı. Beyaz maşlahlarına bürünmüş olan bu atlılar, derin bir sessizlik içindeydiler. Belki günlerce sürmüş yolculuğun verdiği yorgunluk, belki de, yollarda, söylenecek her şeyin söylenmiş olup da, sorulacak ya da anlatılacak bir şeyin kalmamış olması, hepsini derin bir suskunluğa gömmüştü. Ancak, kendileriyle ve hayallerindeki kişilerle konuşup dertleştikleri belliydi. Hepsi de, kendilerini atlanmn gidişine ve sarsmtısma uydurmuş gidiyorlardı. Bir kum tepesini aşmışlardı ki, uzaklarda ak minareleri, binalan ve karartı halinde gözüken bitki örtüsü ile bir şehir gözüktü. En öndeki yaşü zat, bir eliyle sakalını sıvazlarken, memnun bir sesle: (1) Müslüman Arapların, Kuzey Afrika’ya verdikleri isim. 5 Elhamdülillah!. Kayrevan’a vardık!., diyerek sevincini belirtti Atlılar ancak hava karardığı zaman şehre ulaşabildiler. Şehrin girişindeki garnizondaki askeri birlik komutanıyla görüştükten ve onun yanlarına kattığı bir erle yarım saat kadar ilerledikten sonra, genel valinin köşküne ulaşabildiler.


Akşamın kara örtüsü, şehrin üzerine çökmüştü. Gökte, akşam olurken belirmiş olan ay, şimdi kızarmaktaydı. Deniz kokusunu getiren tatlı esinti, tunçlaşmış yüzleri okşuyordu. Hurma ve nar ağaçlarının meydana getirdiği bir karartıyı geçmişlerdi ki, genel valinin köşkü karşılana çıktı. Kireçlenmiş koca köşk, besi için bir yerde oturtulmuş iri bir kazı andırıyordu. Şehirde hâkimiyetini ilân etmiş olan akşamın kara örtüsü, sadece bu binaya tesir edememişti. Büyük abanoz kapmm önünde yanan çıralar ve pencerelerden taşan ışıklar, gecenin karanlığına, sadece bu binada izin verilmediğini gösteriyordu. Atlıları karşılayan bahçedeki muhafızlardan biri, atlıların reisinin söylediği birkaç söz üzerine koşarak köşke daldı. Az sonra üç dört hizmetkârın yukarı kal- dırdıkları meşalelerin ışığında, köşkten çıkan maşlahü ve uzun boylu biri gözüktü. Ayaklarında sandaletler vardı. Atlılara doğru heyecanla ilerleyen bu zat, yürürken, yanındaki genç birine: Beklediklerimiz!. Şam Sarayından!., dedikten sonra yüzünde, hoşnutluktan ileri gelen tatlı bir tebes-sümle elini uzatırken: Selâmün Aleyküm Ya Ebu Abdullah! Selâmün Aleyküm ey kıymetli kardeşlerim!. Hoş geldiniz!. Biz6 lere şeref verdinizi diyerek, gelenleri coşku ile karşıladı. Atlıların hepsi, bu karşılanıştan memnun bir şekilde, selâmı aynı coşkunlukla aldılar.

Aleyküm selâm ve rahmetulahi ve berekâtuhu!. Atlıların başkam, altında eşinen atının boynunu okşayıp onu sakinleştirdikten Sonra yere atladı ve sahibine doğru yürüdü. Hoş bulduk ya Musa bin Nusayri. îfrikiyye’nin aslanı!., dedi ve ardından Musa bin Nusayr ile musafaha yaptı ve kucaklaştı. Diğer atlılar da atlarından inmişlerdi. Ifrikiyye Genel Valisi Musa bin Nusayr, misafirine yol gösterdi: Şöyle buyurunuz Ya Ebu Abdullah!. Gözleri- miz günlerden beri yollardaydı. Biraz geciktiniz… Buyurun, siz benimle gelin. Adamlarınızı da, istirahat edecekleri yere yerleştirirler. Sonra yanındaki gence döndü: Misafirlerimizi iyi bir yere yerleştirin. Dinlensinler ve rahat etsinler. Bu sözlerden sonra Ebu Abdullah’ın koluna girdi. Yürürlerken, Ebu Abdullah, geç kalmasının sebebini açıkladı: Yola çıkalı bir ay kadar oldu. Ama o kum fırtı-nası.

Ah, o fırtına. Mecburen, onbeş günlük yolu da-ha uzun zamanda alabildik. Kusurumuza bakma! Neyse zararı yok. Sağ salim geldiniz ya ona şü-kür. Nasıl, yollarda kum fırtınalarından başka bir sı-kıntı ile karşılaşmadınız değil mi? Yok!. Yüce Allah’a hamdolsun her taraf huzur içinde. Suriye’den buraya kadar bütün kabilelerin Umeyye Oğullan Devletine bağlılıklarını gördük ve göğsümüz kabardı. Musa bin Nusayr’in çelik pençesinin 7 îfrikiyye’deki ağırlığını hissettik. Ne büyük hizmette bulunmuşsun ya Musal Değil kılıç çeken bir berberiye rastlamak, bize ters bakan birine bile rastlamadık. Bundan on sene önce böyle olacağını söyleselerdi inanmazdık doğrusu!. Bunu, geri döndüğümüzde de Şam sarayında söylemeye kararlıyız… Musa bin Nusayr ses çıkarmadı. Sadece iç geçirdi. Girdikleri ve yanan on meşalenin aydınlattığı koridorda, yüzü daha iyi görülen Musa bin Nusayr’ın ender rastlanan kişilerden biri olduğu anlaşılıyordu. Gür ve kalın kaşlarının altındaki gözleri bir şahin bakışma sahipti. Uzun çehresini çevreeyen sünnete uygun bir sakal, ona çok yakışmıştı.

Altmış yaşın üzerinde gözüküyordu. Yüzünde geçen senelerin acımasız izleri belli oluyordu. Tunç rengini almış bu çehre, «Ben dünyanın iyi ve kötü günlerini gördüm!» der gibiydi. Ayni zamanda bu çehreden mertlik akmaktaydı. Bakan, bu yüzün sahibine güven duyuyordu. Karşısmdakinde hürmet uyandıran ender rastlanan şahsiyetlerden biriydi. Belki de on sene öncesine kadar için için kaynayan İfrikiyye’ye genel vali tayin edilmesinin sebebi bu idi. İfrikiyye Bölgesi, Musa’nm valiliği ile huzura kavuşabilmişti. İslâmın meşhur komutanlarından Ukbe bin Naîi, Atlas Okyanusü’na kadar Kuzey Afrika topraklarını eline geçirip atını o engin ve mavi sulara sürüp, atının ayaklarını ıslatan koca deryaya bakarak kılıcını havaya kaldırıp: «Ya Rab! Şu engin deniz bana mani olmasaydı, Senin Yüce Adım çok daha ötelere yayardım!» demiş ve ifrikiyye Bölgesinde, Berberiler arasında Islâmiyeti yaymaya başlamıştı. Berberiler, beyaz derili insanların Hami dalına mensup olup, tarih öncesi devirlerde her halde Sami’- lerle birlikte aynı soyu teşkil ediyorlardı. İslâm fetih8 leri esnasında deniz kıyılarında şerit halinde uzanan bereketli topraklarda yaşayan Berberilerin çoğu Hıristiyan ve putperest inançtaydılar, önce Roma İmparatorluğunun ve daha sonra da Bizans Rum devletinin baskısı ve tesiri altında kalmışlardı. Romanlar ve Bi- zanslılar esas itibariyle deniz kıyılarındaki şehirlerde yaşamışlar ve bu Kuzey Afrikalı göçebe yahut yarı göçebe insanların mantığına tamamen ters düşen bir kültürü temsil etmişlerdi. Islâmiyetle karşüaştıklarında, yeni ve bu ilâhi son dinin tesiri altında kalmakta gecikmemişlerdi. Fakat, Bizans Rum Devleti bu bölgeyi bırakmak istemediğinden çeşitli vaadler ve propagandalarla, Berberileri Müslümanlara karşı kışkırtmıştı. Büyük kumandan Ukbe bin Nâfi, Kayrevan Şehrini kurduktan sonra, Tanca Şehrine kadar uzattığı, İslâm hâkimiyeti için, Berbiri – Rum kuvvetleri ile çarpışmak mecburiyetinde kaldı.

Cezayir’deki Biskra yakınında M. 683 tarihinde şehit düştüğünde, onun yerine geçen yeni vali, bölgeyi boşaltmaya mecbur kalmıştı. Ukbe bin Nâfi’nin yetiştirdiği adamlardan biri olan yeni vali Züheyr bin Kays, Emevi Emiri Abdülmelik’den aldığı emir üzerine kısa bir zaman sonra harekete geçti. Berberileri ve Bizanslıları yenerek Islâmlaşmış topraklardan çıkardı. Fakat daha sonra Bizanslılar Berka’ya saldırdılar ve Müslümanlara büyük kayıplar verdirdiler. Emir Abdülmelik bu defa da, Hassan bin Numan kumandasında yeni bir orduyu, Kuzey Afrika’ya şevketti. Bu ordu, Kayravân’ı alıp, Bizanslılarla Berberileri büyük bir yenilgiye uğrattı. İslâm ordusu bir kere daha Atlas Okyanusu kıyılarına kadar ilerledi. Bunun üzerine, etrafında toplananlar üzerinde esrarengiz (sihirli) bir takım tesirlerle hâkimiyet kuran ve bir Ya- 9 hudi kabilesine mensup olduğu şüphesi bulunan kahine bir kadının idare ettiği Berberi hareketi ile karşılaştı. Kâhine başkanlığında harekete geçmiş Berberiler, ellerinden çıkmış olan yerleri tekrar geri aldılar. Yapılan şiddetli bir çarpışma sonunda Emevi kuvvetlerinin bir kısmı şehit düştü; geri kalanlar da Berka’- ya kaçtılar. Berberiler, ve başkanları olan Kâhine Kadın, beş yıl kadar Kuzey Afrika üstünlüğünü ellerinde tuttular. Fakat M. 702 tarihinde, Abdülmelik, Kuzey Afrika meselesini tekrar Önemle ele aldı. Hassan bin Numan’a yardıma askerler gönderdi.

Bu defa, Berberi kuvvetleri îslâm kuvvetleri karşısında tutunamadı. Bozgun halinde geri kaçmaya başladı. Fakat, Kâhinenin emri ile, çekildikleri yerlerden Müslümanlar faydalanamasınlar diye, herşeyi yakıp yıkmaya harabe haline getirmeye başladılar. Hattâ meyve ağaçlarını bile kestiler. Çekildikleri yerleri çöle çevirdiler. Böylece, bakımlı Berberi yerleşme bölgeleri, bahçeleri, kasvet ve Hüzün dolu bir hâl aldı. Komutan Hassan bin Numan, yıkılmış olan bu yerleri teker teker ele geçirdi. Kâhine, Atlas Dağlarına kadar takip edildi. Sonunda, Atlas Dağlan eteklerinde yapılan şiddetli bir çarpışma sonunda Bi’ru’l-Kâhine denilen yerde adamlarıyla birlikte öldürüldü. Kuzey Afrika’yı, Ukbe bin Nâfi’den sonra yeniden Fetheden ve sükûna kavuşturan Hassân’dan sonra meşhur Musa bin Nusayr genel valiliğe getirildi. O da, İfrikiyye’de, kendinden önce meydana gelmiş olan olaylardaki yaraları sardı; huzuru sağladı. Berberiler arasındaki İslâmlaşma hareketlerinin yayılmasında rol oynadı. Şam Sarayı, bu bakımdan Musa bin Nusayr’ın idaresinden ve onun tfrikiyye’deki otoritesinden memnun10 du. Çünkü, Musa idaresinde, Berberiler, kılıçlarını kınlarına sokmuşlar, tahrikçi Bizans’a yüz vermemişler ve akın akın Müslüman olmaya başlamışlardı. Musa’nın çok önemli hareketlerinden biri de, Berberilere değer vermesi, liyakatli olanlara devlet hizmetlerinde yer vermesiydi.

Onun bu hareketi, Berberilerin, gururlarını okşamış ve Umeyye Oğulları Devletine daha çok bağlanmışlardı. Bu bakımdan Emeviler tarafından tutulan bir idareciydi. Musa bin Nusayr, misafiri ile koridorda yürürken birden durdu. Musafahadan sonra bırakmadığı Ebu Abdullah’ın elini sıkarak: Söyle ya Ebu Abdullah! dedi. Şam Sarayı isteğimi nasü karşıladı? Ebu Abdullah, ona gülümseyerek baktı: Hâlâ ayni sözler mi?. Şam Sarayı!. Neden «Halife» demiyorsun? ~ Bunu sen de bilirsin ya Ebu Abdullah!. Onlar, emirden başka birşey değil. Umeyye Emirleri… Sevgili Peygamberimiz Sallallahü aleyhi vesellem, Hz. Muaviye Radıyallahu Anh ile karşılaştığında ona: «Ya Muaviye, melik olduğun zaman halka iyi dav- ran!» buyurup, onun bir zaman sonra iktidara geçeceğini; ama halife değil de melik olacağını işaret buyurmamış mıydı? Hattâ, Hz. Saad bin Ebi Vakkas (R.A.), bu hadise istinaden Hz. Muaviye’niri yanma gittiğinde ona «Melik» diye hitap etmiş, ısrarlara rağmen bu sözünden vaz geçmemişti. Evet, bunu ben de biliyorum; ama «Halife» diye hitap etsen ne çıkar ya Musa? Kıyamet mi kopar? Kıyamet kopmaz ama ben şahsiyetimden çok şey kaybederim; çünkü onları ben de «Melik» olarak görüyorum.

11 Seni tfrikiyye gibi koca bir eyaletin valisi yaptıkları halde mi?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir