Ahmet Semih Mumtaz – Eski Istanbul Konaklari

Haremde ve selamlıkta; evvel zamanın evlerinin birçoğunda; her türlü monotonluk, yani yeknesaklık katiyen yoktu. Bir gün öteki güne benzemezdi. Hadem ü haşem, [5] sayılmış günlere ayrılarak vazifelendirilmişlerdi. Hanımlarla beylerin, beyefendilerin, paşaların, hatta sultanlarla şehzadelerin kendilerini mukayyet kılan meşgaleleri vardı. Hademenin de mutlaka gününde yapacağı iş vardı. Denilebilir ki taksim-i âmâl [6] mükemmeldi. Benim tanıdığım, gidip geldiğim konaklarda çocukluğumdan beri hep şöyle şeyler görürdüm: Hanımefendi, Tanrı’nın sabahı kalkar; erkeğini selamlığa çıkardıktan sonra dosdoğru en alt kata iner; kileri, yemek odasını, kahve ocağını, kızların yatak odasını dolaşır; o gün neyin günü ise o işlere bakanları kontrol eder; lazım gelen emirleri verir; misafir yatak odalarına, salonlara girer çıkar; günlük odasına çekilir; ne yapacaksa yapardı. Yani oya mı işleyecek; gergefle mi meşgul olacak; yoksa okuyacak mı, yazacak mı, odasında yapardı. Veyahut gece misafirleri varsa onlarla, onlara ikram ü izazla [7] meşgul olurdu. Ev hanımlığının şartı buydu. Evlerinde meşgul ve tertipli olmayan hanımların ise su-i şöhretleri [8] vardı. Bu gibileri kimse sevmezdi ve çekiştirirlerdi. Harem Meşgalesi Evvela mükemmel bir kilere sahip olmakla başlardı. Bundan evvel de iyi bir kilerciye sahip olmak icap ederdi. Yemek, içmek işinin temiz ve emniyetli ellere verilmesindeki faydaya itimat vardı.


Bundan sonra diğer ev işlerine ehemmiyet verilirdi. Çamaşırla ütünün; okutulacak küçük kızların; bir saz öğrenecek hanımın veya halayığın ve mesela isterse eğer, harem ağasının; konakta büyük temizliğin, yani sabunlarla sofaların, merdivenlerin, taşlıkların fırçalanmasının, silinmesinin; davetli ve leylî veya neharî [9] misafirler için hazırlıkların şaşırmayan günleri vardı. Bunlarla beraber bazı ev meşgaleleri daha vardı. Evdeki veyahut mahallelerdeki hamamlara gidip yıkanmak ve bu güzel işi mutlaka en aşağı on günde bir yapabilmek. “Nezafet [10] imandandır” derlerdi. Nazif ve nezafetli olmayanlardan pek hoşlanmazlardı. Çalışmaların birisi de haremde turşular, reçellerle şuruplar kaynatmak, kavurmaları büyük kavanozlara yerleştirmek gibi faaliyetlere inhisar ederdi. (Az kalsın tekel ederdi diyecektim!). Kış gecelerinde güğümler içinde, suda kestane ve mısır buğdayı pişirmek bile bu teşrifatın bir parçasıydı. Bu işi eski kalfaların, bazılarının odalarında yaparlar; tabak tabak efendilerine ve misafirlerinde dağıtırlardı. İşte muhterem karilerim, [11] eski evlerin harem daireleri böyle işler görürler ve yaptıklarıyla mağrur olurlardı. Bir de bacıların yaprak dolması hazırlamaları vardı. Yaprakları, ayrı ayrı ayırmak, makasla keserek düzeltmek gibi. Bu da ayrıca bir âlemdi. Selamlık Tarafı Konaklarda selamlık daireleri derecelerine göre hizmetlere ayrılan ağalara, uşaklara teslim olunarak bunlara başağa ve hepsine kâhya efendi nezaret ederdi.

Bu böyle olduğu gibi, küçük konaklar ve orta halli evlerde dahi eğer bir uşak ve bir ayvaz varsa, selamlığın bütün işlerini görürlerdi. Aşçılar mutlaka erkekti. Haremde yapılan yemekler fevkalade faslından ma’dud [12] ve muhteremdiler. Halayıkları, uşakları var olmayan hanelerde de bu hizmetleri evin hanımı yapardı ve zevcinden eve yalnız erzak getirmesini isterdi. Pazarlardan sebzeleri, etleri efendileri alır getirirlerdi ve her ay kilerlerini doldurarak, kolayca halli dava ederlerdi. Bunların hepsi demekti ki evvel zaman içinde bir aile meşgalesi vardı ve bu herkesi evine sımsıkı bağlardı. Amma istisnası yok muydu? Elbette vardı. Fakat bunlar o bağların aralarından birer kaçamak mahiyetinde kalırlardı. Ekseriyetle işin ucu kaçırılmazdı. Akşam, 7 Nisan 1949 Ev Aşkına Dair Çocukluğumuzda Boğaziçi bize, beni unuttular, diye küskün bir çehre göstermezdi. Sebep? Kendilerini unutmazdık zira. Kışta kıyamette de olsa, ayda bir defa olsun oradaki evlerimize gider, hatta gece misafirlikleri yapardık. Fakat bu gidiş ev halkıyla birlikte bir gidiş değildi; muhtasardı. [13] Mesela evin hanımı veya kızı yahut gelini, kâhya kadını veya bacısı bir iki kalfayı ve halayığı beraber alır, bu misafirliği yaparlardı. Maksat? Evi temizletmek, havalandırmak, hava açıksa güneşlendirmek ve rutubetini ısıtmakla kapalı yerleri küflendirmemekti.

Bu mihnetin [14] bir de meserret [15] tarafı vardı. O da aile ocağını temizlemek vesilesinin husule getirdiği bir değişiklikti. Güzel tarafı da görülürdü. Ev kadınlığının edasıyla gururluydu. Evet bunlar böyle olurdu; eski kadınlar ekseriyetle her şeyden evvel yuvalarının nezafet ve nezahetiyle iftihar ve iğtirar ederlerdi. [16] Sokak onlara âdeta angarya gibimsi bir şey gelirdi. “Sokak kadını” tabiri evvel zaman içinde pek hoşa gelecek vasıflar âdâtına [17] girmemişti; “sürtük” gibi bir şey demek olurdu. Sonra da zahmeti vardı. Feracelenmek; çarşaflanmak; giyinmek, kuşanmak; giydirmek, kuşatmak gibi… Masraflı idi de o zamanda hesabını bilenlere göre. Kalabalıkları olmayan adamlarda da böyle şeylere merak vardı. Ekserisi ufak tefek de olsa iki haneye sahip oldukları için yaz ise kışlık, kış mevsiminde yazlık evlerine gider, onu temizlerlerdi. Hülasa ev aşkı başta gelirdi. Herkes evini severdi. Ne Yaparlardı? Kadınlar ev hanımlıklarının zevkini tadarlardı. Evdekiler hisselerine düşen hizmetleri hüsnü ifa ederek [18] müsterih kalırlardı.

Bunlardan sonra eğlenirlerdi. Saz veya şarkı meşk ederler; gergef veya kasnak veya mineler kadar güzel oyalar işlerler; entari veya çamaşır dikerler; tatlılar, reçeller kaynatırlardı. Selamlıkta aşçıbaşı olmasına rağmen gayet nefis ev yemekleri pişirirlerdi. Günleri ayrılmıştı: Çamaşır yıkarlardı; evi baştan aşağıya kadar siler süpürürlerdi. Boş zamanlarda iskambil, peçiç gibi oyunlar oynarlar; eğlenirlerdi. Evde çocuk varsa onlarla meşgul olurlardı. Çalışmalarına, yatmalarına, kalkmalarına nezaret ve dikkat ederlerdi. Selamlıkta emektar ağalarla ayvazlar da uşaklara nezaret ederler, onları da işe alıştırırlardı; terbiye ederlerdi. Hareme, nispeten ahbabı, misafiri fazla olan selamlıkta da bir de misafir sofrası meşgalesi vardı. Tanıdıkların yemeğe gelmeleri davete muhtaç olmadığı için her zaman hazırlıklı bulunmak, zamanın icabındandı. Bazı vakitlerde harem yemeğinin de selamlığa verildiğini bendeniz bilirim. Yaz mevsimlerinde ve sayfiyelerde böylesi çok kere vaki olurdu. Zira apansız misafirler gelirdi. Şöyle bir sual varit olabilir: Yalnız kapalı ev hayatı ve muttarit bir minval üzere imrar-ı hayat [19] monoton değil miydi? İtimat buyurunuz, hayır değildi. Zira günler münkasımdı [20] ve biri diğerine benzemezdi.

Büyüğünde, küçüğünde; demek istiyorum ki saraylarda, konaklarda; tenha ve asude evlerde, yalnız yalnızlık yoktu. Arz ettiğim gibi gelen giden vardı. Hatta gece misafirleri vardı. Gece misafirleri mutat idi; muntazır idi. [21] Bu da monotoniyi dâfi [22] bir işti ve tabiatıyla dedikodu avunmaları da epeyi vakit geçirirdi. Zaten insan melek-rû [23] olsa bile melek-siret [24] olmadığı için herhangi halde olursa olsun yekdiğerine karşı haset veya biraz ehveni olan gıpta ile müterafık [25] bir zaafa müpteladır. Kıskançlık, çekememezlik, kendini beğenmeklik, her mânâda tefevvuk [26] iddiası; hele saraylarda gözdeliği gözlemek hırsı ve heyecanı, ev aşkının gerçi ezalı ve belki ifrata düşülürse cezalı edasıydı. Fakat mademki bu beşerî bir iptilâdır… Böyle diyebiliriz… Bir nevi distraksiyon, binaenaleyh monoton değil idi. Aşk Kuvveti Ev aşkı eski zamanlarda o kadar kuvvetli idi ki, saraylarda senelerce oturmuş, büyütülmüş, terfih edilmiş [27] ve ev bark sahibi edilmiş bir evin evladı gibi hüsnü muamele görmüşler bile efendi hanelerine misafireten gelip birkaç gece kaldıktan sonra mutlaka kendi evlerine, yuvalarına dönmeyi şiddetle arzu ederler, âdeta evciklerinin hasretini çekerlerdi. Yukarıda da arz ettim ya, sokak eski adamların nazarında bir nevi sürtüklük güzergâhı idi. İnsan bugünkü düşüncenin sirayetiyle, “Hey gidi eski ve eski kafalar hey…” diyeceği geliyor. Akşam, 6 Nisan 1950 Eski Ev Hayatları I Bizim çocukluğumuzda oturduğumuz, gördüğümüz, misafirliklerinde bulunduğumuz evlerde evvela zaman taksim edilmişti; kronometre gibi işlerdi. Kalkmak, yatmak, kahvaltı etmek, yemek yemek vakitleri muayyendi. [28] Efendiler istesin, bu böyle olurdu. Sabah oldu vaktinde kahvaltı tepsisi odaya getirilir; masanın üzerine bırakılır; perdeler açılır; cam biraz açılır kapanır; yorgan biraz kaldırılarak yatak ve yatan havalandırılırdı.

Akşamları da vakit geldi mi yatakların örtüleri kaldırılır; camlar, perdeler kapatılır; sürahilerin suyu değiştirilir; kış ise sobaların kapıları kapanır; mangal varsa üstleri kapatılırdı. Çocuklara yatma vakti hatırlatılır; efendiler için de nöbetle bir veya iki kişi ayakta, yani hizmette bırakılarak, üst tarafı odalarına çekilirlerdi. Hele yemek zamanı kıl kadar inhiraf etmezdi. [29] Çıngırak yahut ziller çalınırdı. Herkes beş dakika sonra sofrada bulunurdu. Gelmeyenler beklemezlerdi. Kahvelerde sofrada içilirdi. Saraylarda ve konaklarda bunlar böyle cereyan ederdi. Evlerde dahi bu zaman taksiminin hissesi vardı. Fevkalade günler, geceler tabiî olarak herkes ayaklanırsa da yemek, içmek ve çocuklar için yatmak zamanı değişmezdi denilebilir. Esasen çocuklarla büyüklerin hemdem olmaları [30] pek vâki olmaz; buna müsait çehre bulunmazdı. Sebep olarak da çocukları asabı ve sıhhati bozulur derlerdi. Terbiyeleri de bozulur zannında idiler. Belki bunu aralarında ileri geri konuşmalarına imkân bulmak için söylerler idiyse de ısrarları çocuğun sıhhati üzerinde idi. Hem tertipsiz, hem terbiyesiz yetiştirmekten korkarlardı.

Gerçi bu hususlarda ifratla tefrite düşenler yok değildi. Fakat istisnalar bu usul ve teamülü [31] bozmamakta idi. Okumak Merakı Okumak zevki ve gururu haremde de vardı. Hanımefendiler, evdeki yaşlı kadınlar, hatta bacılar Kur’an-ı Kerim okurlardı; Delâil’i [32] okurlardı ve okuttukları kızlara namazın erkânını ve surelerini öğretir; ezberletirler; masal gibi yazılmış kitapları okurlardı. Ve sıra ile nöbetle okurlardı; ötekiler de dinlerlerdi. Sonra da aralarında bir münakaşa çıkarırlar; nasıl anladıklarını anlatmaya çalışırlardı. Hele kocakarı masallarını öğrenmek ve anlatmak merakı müsabaka halinde idi. güzel masal söyleme bir hünerdi ve aferin alırdı. Çocuklar uyutulduktan sonra daha serbest hareket olunurdu. Bazı romanlar da okunurdu. İhtiyaçların müsaadelerine mevkufen gençler de dile getirilirdi. Hülasa okunan kitap, dinlenen hikâye üzerinde mübahaseler yapılırdı. Bazı defa da bir kitap, bir kıza verilir; bir iki gün de vakit verilirdi. “Sen şunu oku, sonra da tane tane bize anlatırsın” teklifi serdedilirdi. Kâmran isimli bir kalfamızın bu işte mahareti şöhret-şiar olmuştu.

[33] Gece yatısına misafir gelir; Kâmran’ı dinlerlerdi. Başka evlerde de bu gûna [34] söhret-şiar vardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir