Ahmet Turan Alkan – Istiklal Mahkemeleri

İstiklâl Mahkemeleri hakkında, son yıllarda giderek yükselme eğilimi gösteren bir yorum heyecanı far-kedilmeye başladı. Bu heyecanı besleyen ana sebep, İstiklâl Mahkemelerinin yarattığı olağandışı hukuk düzeni ve bu uygulamanın Türk Hukuk Tarihi içinde kapladığı olumsuz alan değildir. Türkiye’de yakın ve uzak tarih, hâlâ gündelik siyasetin kullanmaktan vazgeçemediği bir istismar unsuru ve bir inanç alanıdır. Ne var ki tarihi hadiselerin sık sık gündelik siyasete malzeme teşkil etmesi bir sıhhat alâmeti değildir ve yakın tarihin sık sık siyasetçilere malzeme teşkil etmesi, beklendiği gibi kamuoyunun tarih şuurunu olgunlaştıracak bir gelişmeye işaret etmemektedir. Bu tenakuzu izah edebilecek en önemli sebep, bilhassa yakın tarihin kamu gücü eliyle tek yanlı bir yorum ve anlatım tarzına (versiyon) mahkûm edilmiş olmasıdır. Resmî anlatımın dışında kalan bütün yakın tarih versiyonları, her türlü istismara müsait bir inanç alanı olarak âdeta kasden muhafaza edilmektedir. Türkiye’de yakın tarihin hâlâ bir kavga alanı o-larak korunmasının vebali, tarih disiplininini meslek olarak seçen insanların omuzlarında duruyor. Devletin yakın tarih üzerine koyduğu resmi versiyon ambargosu, kahir ekseriyeti devlet tarafından istihdam edilen bu zümre tarafından belki lüzumundan fazla bir hassasiyet ve “vazife şuuruyla” ciddiye alınmış, i-lan edilen “tabu”ya herkesden daha ziyade “tarihçiler” saygı göstermiştir. “Dikte edilen tarih” anlayışı doğrultusunda yürütülen akademik çalışmalar, bir noktada Türk aydınının, kendi hakikatine karşı takındığı tavrı izah eder. Türkiye’de ilmî dikkat ve muhakemenin “dikte edilen tarih” versiyonu etrafında kurduğu bu garip koalisyon, Türkiye’nin yakın tarihini, politikacıların, tarih “dilletante’larının ve kıraathane sohbetlerinin arka bahçesi haline getirmiş bulunuyor. İstiklâl Mahkemeleri, resmi tarihin en beylik konularından biri olarak hâlâ tartışılabilir olma özelliğini koruyor, istiklâl Mahkemelerini konu edinen bu çalışma, günün moda tabiriyle bir “hesaplaşma” arzusunun eseri değildir; sadece tarihe “olduğu gibi bakma” yolunda ele alınmış mütevazı bir denemedir. İstiklâl Mahkemeleri üzerine yapılan yorumlarda farkedilir bir değerlendirme hatasına dikkat çekmek yerinde olacaktır: Çoğu tenkid anlamını taşıyan değerlendirmelerin büyük bir kısmı, istiklâl Mahkemelerinin Cumhuriyet rejimi kurulduktan sonra işletilen kısmı üzerinde yoğunlaşmıştır. Halbuki, istiklâl Mahkemelerinin ilk dönemi diyebileceğimiz 1920-1922 yıllan arasında geçen sancılı yıllar, bu mahkemelerin kuaıluş ve işleyiş mantığını kavrayabilmek bakımından vazgeçilmez bir önem taşıyor. Yirmibirinci yüzyıla, -tamamen iştirak ettiğim gerekçelerle- büyük ümitlerle yürüyen ve hızlı bir değişim vetiresine girmiş bulunan Türkiye, artık tarihiyle barışmak, onu bir kavga alanı olmaktan çıkarmak ve kendi tarihini paslı bir kıymık gibi etinde taşımaktan vazgeçmek zorundadır. Bu yolda alınacak ilk mesafe, tarihte ideal tiplerin asla yaşamadığı hakikatini kabul etmekle başlıyor.


Tarih insanî bir alandır ve tarihin aktörleri tek renk ve boyutla kolayca tarif edilebilecek sığlıkta asla görünmezler. “Tarihi bilmek yetmez, anlamak da gerekir” cümlesiyle özetleyebileceğim düstûr, tarihle barışık yaşamanın vazgeçilmez ön şartıdır. Bu çalışma, Alternatif Üniversite Kitapları’nın tarzı gereği, tarih disiplininin “mutfağından ziyade vitrinine” önem atfeden bir bakış açısıyla tertip edilmiş, ayrıntılar üzerinde daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen okurlar için çalışmanın son kısmına kapsamı dar tutulmuş bir kitap listesi eklenmiştir. Hadiseler a-rasında illiyet bağı kurulabilmesi amacıyla yine son kısma ilave edilen kronolojinin de faydalı olacağını ümid ederiz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir