Alvin Toffler – Ekonominin Çöküşü

Dünyanın, enerji buhranı, petrol ambargosu veya petrodolarlarla henüz tanışmadığı, sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik kayıtsızlığın çok belirgin olduğu 1972 yılında, “geleceğin bunalımı” olarak adlandırdığım bir dosya oluşturmaya karar verdim. Bu dosyanın içine, dünya basınından bazı alıntıları, ekonomik bir kaç istatistik ve işadamları ve toplumsal refah yetkilileri ile yaptığım bazı görüşmeleri de kattım. Onlara, olası bir bunalımın kurumlarmı nasıl etkileyeceğini sordum. Aldığım cevapların hiçbiri doyurucu değildi. Çünkü böyle bir şeyi hayal bile edemiyorlardı. Başlangıçta, geleceğin daha çok politik yönlerini ele alan bir eser düşünmeme rağmen, birçoğu gibi, kısa bir sürede anladım ki, ekonomik durum gittikçe daha fazla ağırlık kazanmaktadır. Bir seneden daha kısa bir sürede, zenginlik, rahatlık, sınırsız bir büyüme gibi konularda sahip olduğumuz eski varsayımların nasıl yerle bir oluverdiğini görmek, gerçekten şaşırtıcı idi. Daha birkaç sene öncesine kadar hayal bile edilemeyen bazı korkular 50’li ve 60’lı yılların pembe umutlarını sanki bir kenara itivermişti. 7 Temmuz 1974’de Esquire Magazini yöneticileri, benden, bundan sonraki bunalımın ayrıntılı bir incelemesini yapmamı istediler. Bunu kabul ettim, ama tam anlamıyla değil. Çünkü, dosyamın güncelliğini kaybettiğini ve geleceğin bunalımının, bir bunalımdan daha çok, yepyeni, tuhaf ve başedilmesi çok daha zor bir şey olacağını biliyordum. Ağustostan Ekime kadar, Yeni Zellanda, Avusturalya, Singapur, Kopenhag, Londra, Beyrut, Roma ve ABD’nin birçok yerini gezdim. Konferanslar verdim ve birçok kişiyle görüşmelerde bulundum. Bir başbakan, birçok hükümet yetkilisi, ekonomist, iş adamı, sendika lideri, feminist, öğrenci, çevreci, sağ ve merkez görüşlü bir sürü politikacı ile konuştum: Mitinglere katıldım, buralarda dağıtılan bildirileri okudum. Kısa bir süre sonra “bunalım” kelimesi hakkındaki tereddütümde hiç de haksız olmadığımı keşfettim.


İşte bu yüzden, Esquire için yazdığım, konusu sanayileşmiş ülkelerdeki mevcut bunalım olan “Bunalımın Ötesi” isimli makalemde, bu olayı, daha içerikli bir terim olan “eko-spazm” terimi ile adlandırdım. Esquire da çıkan bu makale, dramatik senaryolarıyla birlikte, bu kitabın sadece bir bölümünü oluşturuyor. Çünkü; magazin gazeteciliğinin sıkı kuralları ve yer sınırlamaları nedeniyle, makale belli bir düzeyin üzerine çıkamadı. Sadece, bunalıma kötümser bir bakış açısı oluşturdu; olumlu seçenekler ve bunları nasıl değerlendirebileceğimiz üzerinde hiç durmadı. Makale, basımından hemen sonra, geniş bir tepki uyandırdı. Eko-spazm terimi, bir anda her yerde konuşulmaya başlandı. Birçok gazetenin ekonomi köşesinde, makalenin uzuıı boylu eleştirisi ve incelemeleri 8 yer aldı. Esquire yıllardır hiçbir makalenin, mektup ve diğer şekillerde, bu kadar büyük bir ilgi toplamadığını bildiriyor. Bununla birlikte, birçok dostumu da içine alan geniş bir okuyucu kitlesinin makalenin kötümserliği karşısında düşkınklığma uğradığını biliyorum. Futurist (gelecekbilimci)John Mc Hale’in sözleriyle makale, “Sadece çok fazla bunalım; bunun ötesinde ise çok yetersiz” idi. Sözkonusu makalenin üzerine kurulu, ama uzunluk olarak 3 kat arttırılmış bu kitap, eleştirileri haklı bulan kendi hislerime bir cevap niteliğindedir. Kitabın her köşesine güncel verileri serpiştirdim; makaledeki karmaşık bazı verileri açıklığa kavuşturdum ve bunalımla başa çıkmamızı sağlayacak bir dizi “geçiş dönemi stratejisı’ni kitaba ekledim. Dünyamızı ilgilendiren sorunların hepsi de kesinlikle tehdit edici düzeydedir. Dünyanın sonu, bir patlama veya inilti ile değil, bir eko-spazm ile gelebilir. Bununla birlikte kesinlikle aciz değiliz.

İnanıyorum ki, bu stratejiler, sadece bunalımı dindirmede değil, daha adil ve makul bir dünya görüşü yaratmada da bize yardımcı olacaktır. Özetlemek gerekirse; bu, sanayi toplumlarının bugünkü durumunu esas alan ve bu durumu düzeltmeye yönelik bazı yaklaşımlar getiren geçici bir rapordur. Aylar süren bir araştırma sonucunda, büyük bir hızla yazılan, son sayfaları, Londra’dan New York’a telefonla iletilen ve New York’ta bir gece içerisinde basılan Eco-Spazm Report hızlı yayımcılığa bir örnektir. Umarım, ifade ettiği sorunu açıklığa kavuşturup, onun tedavisine yönelik çalışmaların hızlanmasına katkıda bulunur. Bu amaçla futurist bir çerçevede, rapor şek9 linde, kolay okunabilen, ciddi ve karmaşık konularımızla ilgilenen bir deneme kitabıdır. 10 DÜNYA KUMARHANESİ 1 Para ve çılgınlık Batı edebiyatının iki büyük temasını oluşturur. Grevlerin, çöküntülerin ve yükselen fiyatların bilincimizi bombardımana tuttuğu, dev kârların ve artan işsizliğin küpürlere geçmek için birbiriyle yarıştığı, hisse senetlerinin deli gibi döndüğü, enflasyon ve bunalımın üstünlük sağlamak için birbiriyle çekiştiği günümüzde görünen odur ki, dünya para sisteminin kendisi, çılgınlığın eşiğindedir. Psikiyatristlerin, akıl hastalıklarının en yaygın ve en etkililerinden biri olarak değerlendirdiği “şizofreni”, coşkunluk ve çöküntü hallerinin çabuk aralıklarla dalgalanması şeklinde kendini gösterir. Hasta, kendisi ve dış dünya hakkında aşırı kaygılar taşır; uyuyamama, dehşet verici rüyalar, anlaşılmaz korkuların yamsıra, hayaller ve halisünasyonlar da olabilir. Bu belirtilerin her biri günümüz ekonomik atmosferinde mevcuttur. Çünkü hepimiz gerçekle temasını yitirmiş “anlaşılmaz korkuların” yaygın olduğu bir ekonomide yaşıyoruz. Connecticut’un birbiri ardınca uzanan yemyeşil tepelerinde, Dorset ve Devon’da, Bogota’nın hemen dışındaki Fınca’larda ve Sydney’in kuzeyindeki çiftliklerde mal sahiplerine dert olan bazı kabuslar var. Kırlara 11 doğru bir yağma ordusu gibi akan, çiftliklere çöreklenen, hayvan ve mahsulü çalan, yiyecek, tıbbi yardım, enerji ve sudan yoksun kalmış, gözü dönmüş şehirlilerin görüntüsü bu kabusların başında yer alıyor. Şehirlerdeki milyonlar, gazete başlıklarını sinirli tiklerle okuyup, süpermarketler boşaldığında, yiyeceklerini teraslarda yetiştirmekten bahsediyor ve kıyameti getirecek son yıkımın yaratacağı enkazdan nasıl kurtulacaklarını merak etmekten kendilerini alamıyorlar. Birazını Hieronymus Bosch, birazını da Orson Welles’in yarattığı bu kabusların asıl kaynağı, sanayi toplumlarının büyümenin sınırlarına çarpması ve bunun doğurabileceği muhtemel bir ekolojik karmaşa korkusu idi.

Daha sonraları bu korkular ekolojik karmaşa- •dan apayrı olarak ekonomiye de yansıdı. Bugün işin ucu dünya para sisteminin, ardında bir felaket bırakarak çökmesi olasılığına dek varmıştır. Artık, beklenen gerileme ve çöküş sürecinden korunmak için uzak diyarlar arayanlar, sadece, güneş enerjisi ve yeldeğirmeni taraftan, uzun saçlı garibeler değiller. Londra’da Jim Slater isimli bir maliyeciden, kendisinin “Hiperenflasyondan kurtulma takımı” olarak adlandırdığı bir liste hazırlanması istenmiş. Bu takımda: Sardunya konservesi, bir bisiklet, bir miktar Güney Afrika altın sikkesi ve bir makinalı tüfek var. Büyük bilgisayar işletmeleri sahibi, önde gelen, yürekli kapitalistlerden olup, işi gereği Kaliforniya’nın bütün yarı iletkenlerinin geldiği yer olan Silikon Vadisi’ne sıkça giden bir dostum, herşeyin hayal edebileceğimizden de kötü olacağına inanıyor. O kadar ki; kendisi tenis topları ve raketlerden oluşan bir stok oluşturmuş. 12 Birçoğu bu soğukkanlılığa katılmışlar. New York Menkul Kıymetler Borsası başkanı James Needham “Büyük bir sermaye krizinin bütün imar, taşımacılık, enerji ve iş gelişimi planlarını sekteye uğratabileceğini, binlerce işyerini iflasa sürükleyebileceğini ve işsizlik rakamlarını göklere çıkarabileceğini” öne sürüyor. Başkan Gerald Ford ve Henry Kissinger dünya ekonomisi için var olan tehditlerden gürültülü bir biçimde bahsediyorlar. Fransa Başbakanı Giscard d’Estaing, bütün sosyopolitik eğrilerin “bir felakete işaret ettiğini” söylüyor. New York Times bütün bunları şöyle özetliyor: “Bir zamanlar delilik ve yağmacılık olarak gözardı edilen bazı fikirler” şu sıralarda oldukça ciddiye alınıyor. Her yerde sorulan soru şu: Öyle bir şey bir daha yaşanır mı? Sözkonusu şey, yiyecek kuyruklarıyla başlayıp Buchenwald ile sona eren, 1930’ları sarsan Büyük Bunalım. ”1929″-Bu tarih ardındaki on yılı simgeleyen bir kısaltmadır- bir ııesili felç etti ve o neslin politikalarım şekillendirdi. Ve bizler, 70′!erin ortasında onun bir daha olmasını bekliyoruz.

Şaşılası saflığımızla hala tarihin tekerrür edebileceğine inanıyoruz. Sanki bütün dünya oturamağın kenarına yerleştirilmiş ve her an dünkü trajedinin tekrarlanmasını bekliyor. Saflığımız ızdırap vericidir. Çünkü beklenen şey dünkünden daha iyi ve daha kötü olabilir, ama kesin olan birşey varsa o da “aynı” şeyin olmayacağıdır. Aslında bugün görünen şey ekonomik kargaşadan çok daha derin, geleneksel ekonomi kuralları çerçevesinde anlaşılamayaeak birşeydir. işte bu nedeni#, gittikçe daha şaşkınlaşan ekonomistler “eski kuralların artık işlemediğinden” yakınıyorlar. Görmekte olduğumuz şey sanayileşmenin genel bir krizidir- Sovyetler 13 tipi komünizm ve kapitalizm arasındaki farkları aşan, enerji kaynaklarımızı, değer yargılarımızı, aile yapılarımızı, kurumlarımızı, iletişim tarzlarımızı, uzay ve zaman kavramlarımızı ve ekonomimizi olduğu kadar diğer bilgi kurumlarımızı da parçalayan bir bunalımdır. Bu; gezegenimizdeki sanayi medeniyetinin çöküşünden ve yepyeni bir toplumsal düzenin ortaya çıkışından başka bir şey değildir. Teknolojik, ama sanayiye dayalı olmayan, sanayi-üzeri bir medeniyet. Geçirmekte olduğumuz dönemin, sadece uzun süreden beri ihtiyaç duyulan bir “düzeltme” dönemi olduğunda ısrar edenler, toplumun ekonomik olmayan bölümlerinden fışkıran sinyalleri gözardı ediyor olmalılar. Unutuyorlar ki ekonomik çöküş pekala daha büyük bir dönüşümün belirtisi olabilir ve ekonomistlerin üzerinde durmayı hiç düşünmedikleri etkenlerden kaynaklanabilir. Bunun yanında tarih “tekerrür” etmediği için ve tamamıyla yepyeni bir teknokültüre doğru ilerlediğimiz için 1929 buhranının tekrarını önlemek amacıyla gelişmiş ekonomilere dikkatle monte edilen bütün “dengeleyici” önlemler yersizdir. Ekonomistler, bu dengeleyici önlemlerden biri olarak, 14470 Amerikan bankasındaki mevduatları garanti altına alan Federal Deposit Insurance Corporation (FDÎC) (Birleşik Mevduat Garantisi Derneği)’ni gösterirler. ABD’de Federal Reserve System (Birleşik İhtiyat Sistemi), diğer ülkelerde ise merkez bankalarının da, bankacıları aptalca bir şey yapmaktan alıkoyacağını öne sürerler. Sosyal sigorta ödemelerinin, işsizli”, maaşlarının ve emekli aylıklarının ekonomik bir durgunluk esnasında alım gücünü oluşturacağı söylenir.

Dahası bütün ülkelerde devlet istihdamı o kadar büyü14 müştür ki, (bu işlerin özel kesimde çıkacak bir krizden muhtemelen etkilenmeyeceği için) bu durumun da artı bir dengeleyici unsur olduğuna inanılır. (Bir ekonomistin bana alaylı bir ifadeyle anlattığı gibi: Eğer herkes asker olsaydı, işsizlik problemi ortadan kalkardı). Bu düzenleyiciler bir yana, ekonomistler, kendilerinin de, 40 sene önceki bilgisayarsız, bilgisiz, karanlık günlere göre çok daha güçlü ve zeki olduklarını vurgularlar. Problemleri çözme ve tahmin yürütmede, bilgisayar destekli, karmaşık ekonomik modeller, girdi-çıktı katsayıları ve diğer birçok şaşılası cihazdan yararlandıklarını; karşı devirli harcama, vergi ve kredi kontrolünde Keynes’çi ilaçların nasıl uygulanacağı konusunda milletvekillerine, başbakanlara, başkanlara ders verdiklerini ve hükümette etkin mevkilere sahip olduklarını ileri sürerler. Yani görünüşte herşey güven vericidir!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir