Aydın Boysan – İstanbul’un Kuytu Köşeleri

İstanbııl’ıın Kuytu Köşeleri’ne başlarken, masaya oturup-oturup kalkarak, mantıksız bahanelerle balkona çıkıp çiçeklere bakarak, kitaba başlamadan günler ve saatlar geçirdim. Kendime, bunun hesabını sormaktan bile, kaçındım. Neden? . Çünkü konu İstanbul… Doğduğum, ömrümü geçirdiğim, bu yaşa vardığım şehir … Şehir olarak, ilk sevdam … Neden mi bu denli duygulanıyorum hala? . Çok açık: Çocukluğumuzun o minik-masum sevgilisi, seyrine doyulmayan, birlikte oluşu mutluluk veren, o koynuna girmeye doyulmayan/tertemiz-mis kokulu sevgilisi orta malına dönüştü de ondan … Eşi bulunmaz masum aile kızı, sokak kızı oldu çıktı da, ondan. Sanırım şimdi artık, içimden geçen bir kuşkuyu i tiraf etmenin zamanıdır. Galiba ben, karmaşık işlerden hoşlanmıyorum da, basit-sade şeylere yakınım. Örneğin iş yazılarımı ömrümce kendim daktilo ettim de, kitap ve gazete yazılarımı ille de elle yazıyorum … Kağıdı ıslak mürekkeple öptüren, yumuşak keçe kalemle … Çalışma odamda, bir bilgisayar takımı olduğu halde. Acaba daha açık söylesem mi ki? . Sade-basit çözümlere meraklı olduğumu söylerken, acaba yine de tam bir içtenlikle konuşmuş olmuyor muyum? . Ha tta buna i tiraf yaftasını yapıştırırken, acaba yine de, bir şeyler gizliyor muyum? Sade-basit’in de daha aşağısında bulunan, “bayağı meraklarım” mı var? .


Karmaşık oluşa sürüklenmiş çözüm sahtekar1 1 lıklarına duyduğum nefret, belki beni oralara kadar itmiş olabilir. Ömrüm böyle geçti, geçecek. İsta11/ml’ıı11 Kııytıı Köşeleri dedikten sonra, şimdi insanların i te-dürte yığıldığı kalabalık yerleri anla tmam, yadırganmasın! . Buraları, şimdi bu hale geldi … Benim çocukluğumda, İstanbul’un her yeri “kuytu” idi. Bir milyonun altındaki nüfus, yaklaşık 20 misli artınca, artık kuytu yer kalmadı. Biz anılarımızın mekanlarını, geçmişimizden bize kalanları, her şeyi ama her şeyi, taksit taksit yok ediyoruz. Hepsini yok ettiğimiz anda geçmişimizden, ruhsal olarak kopmuş olacağız. Acıklı sözler söylemek istemiyorum ama, bu kopuşun “ruhsal intihar” olduğunu, belirtmek zorundayım … Üzülerek. 12 . IST ANBUL’UN . KUYTU KOŞELERI Narlıkapı Çıkmazı’nda Bizim sağımızdaki köşede oturan Müezzin Osman Efendi Amcamın, bir kahverengi bir de kara tekesi vardı. Bunlar surların üzerine çıkar, birbirlerine tos vururlardı. İlkbaharda bu tekeler, bütün mahalleyi fena halde kokuturdu. Şu köşedeki evde, kuyumcu Sahak Efendi otururdu, kaynanası Araksi, karısı Hayganuş idi, oğlu Agop arkadaşımdı. Bu sokak, hala o sokak olarak yaşıyor ve insanlar birbirine yakın yaşıyor. Şu soldaki birinci binada piyano akortçusu Fasulyacıyan otururdu. Fasulyacıyan’ın kızı Suzi, arkadaşımdı. l11sa11 ııcrlrş111clrri11dc dr11i::i11 k11cıık k11ca,�a gr/11ıcsi 111i111ırc ilr ça11 k11/rsi11i11 ya11 yıı11a 0/11�11. Sa111atya sahil yo/11111111 balta gilıi i11sa11 ı•I’ dmiz ilişkisi11i kes111csi11de11 ö11ce ıdi.

15 İstanbU:l’da piyano akordu yapabilen tek adam, bizim Fasulyacıyan’ dı. Onun yanındaki evde, Talia Hanım otururdu. Talia Hanım dünyanın en güzel kadınlarından birisiydi. Bunu estetik bir gözle söylemekte olduğumu şöyle anlatmam gerekiyor; ben burada 15 yaşıma kadar yaşadım. Dolayısıyla Talia Hanım’ın güzelliğini, ressamane bir biçimde anlatıyor olmalıyım, yüreğimden bir kötülük geçmiş olamaz. Talia Hanım’ın sol yanağında, müthiş güzel bir gamzesi de vardı. Talia Hanım’ın bir de oğlu vardı, yaramaz mı yaramazdı. Sonradan o çocuğun adının Orhan Boran olduğunu anladım, yıllar sonra. Onun yanındaki evde İstihkam Mülazımevvel İhsan Bey otururdu. Daha sonra İhsan Bey’in albaylığını da gördüm. O zaman kızı Bedia sınıf arkadaşımdı, oğlu Bülent de arkadaşımdı. Onun yanındaki evde, ben yaşta iki küçük kız otururdu. Ben de küçük çocuktum canım, o zaman. Birinin adı Mesadet birinin adı Melahat’tı. Mesadet, esmer tatlı bir cadıydı, kardeşi Melahat’sa kıvırcık saçlı, ak tenli bir cici kızdı.

Sonra bir daha, onları göremedim. Kim bilir nerdeler? Bizi Ramazanda teraviye götürürlerdi, camiye … Ramazan akşamları bütün mahallenin erkekleri teraviye giderlerdi, bizi de erkek sayarlardı, yaka paça götürürlerdi. Narlıkapı’da Hüseyin Ağa Camisi’ne ve orada biz, en arka safta namaz kılardık. Faka t, biz hınzırlığı elden bırakmazdık, günün birinde imamı şaşırttık. İmam namazı yarıda kesti, “ben böyle devam edemeyeceğim arka taraf beni şaşırtıyor” dedi. Herkes namazı bıraktı bizi yakaladı, hepimizi fena halde dövdüler. Ondan sonra bizi, en ön safta kılmaya mecbur ettiler. Bizim 43. Mektep’in az ötesinde Şevket Baba vardı. Şevket Baba’nın kırtasiye evinde ne olacak, kurşunkalem, silgi, krapon kağıdı, zarf, kağıt gibi şeyler bulunurdu. Şevket Baba da, ak sakallı, çok yaşlı bir adamdı. Çok tatlı da bir adamdı, Şevket Baba … Sokaktan geçen çocukları yakalar, arkasında bir yeri gösterir, “çükün düştü ulan” derdi. Çocuk da arkasına bakar, arardı düştü mü sahiden diye. Şevket Baba, arkadaşım Fethi’nin dedesiydi. Fethi bizim Şark Şimendifer futbol sahasının bitişiğinde, sahanın içine giren bahçe16 nin olduğu evde otururdu.

Babası Ziver Bey, İstanbul’un en fiyakalı taksi şoförüydü, büyük Amerikan arabası kullanırdı. Narlıkapı’ya bu sabah geldiğimde, yine sanki hiç uzaklaşmamış gibi bir duygu içindeydim. Bazı değişiklikler var ama, bu değişiklikler, kökten değiştirmiyor olayı … Demiryolu yerinde duruyor, denizi ötelemiş aşağılık herifler ve üstelik imar adı altında yapmışlar bunu vicdan fukaraları ama, deniz yine o tarafta, surları hırpalamışlar ama, yine de duruyor. Hele hele benim sokağım Narlıkapı Çıkmazım, insanlarla birlikte yaşamaya devam ediyor. Biz eskiden, sokak boyutunda yaşardık orada … İnsanlar bugün yine orada sokak boyutunda yaşamaya devam ediyorlar. 17 Biz eskide11 sokak boyııtııııda yaşardık Narlıkapı Çık111azı’11da, i11sa11/ar bııgii11 yine orada sokak boy11t1111da yaşamaya devaııı ediyor. Örneğin, kapıların dışında çöp tenekeleri yok. Çiçekleri var, saksıları var sokakta: . İnsanlar bu sokaktaki saksılara bakıyor, yani evin içinde değil sokaktaki saksıya bakıyor insanlar. Pencerelerini açtıklarında selamlaştığım insanlar oluyor. Birisi “ben artık yaşlandım, artık öbür dünyaya gideyim” diyor. “Dur be! Senin acelen ne, sen kaç yaşındasın?” diyorum. Söylüyor: “61 ” karşı koyuyorum, “61’in lafı mı olur be? Burada 81 var” . İstanbul’un en �ırpalanmamış veya az hırpalanmış köşelerinden birisi burası, benim Narlıkapı Çıkmazım … Bir ötedeki Narlıkapı Caddem, adı cadde ya, bir tarafı büsbütün boşalmış, o tarafında da Bizans surları bozulmuş. Berisinde bazı binalar eksilmiş, yeşillik artmış.

Deniz tarafı iyice yeşillenmiş, denizin seyri mümkün gibi gözükmüyor. Eski dostlardan örneğin, Şark Şimendifer Atölyesi’nden Ali Usta’nın kızı Hüsniye’yi hatırladım, oğlu Hayrettin’i hatırladım … Bitmiyor ki.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir