Ayşe Arman – Kimse Sormazsa Ben Sorarım

Öyle olduğu için mi dikkat çekiyor, dikkati çekmek için mi öyle, çözebilene rastlamadık. Ama kesin olan şu: Ayşe Arman mutlaka dikkati çeker. Yazdıklarıyla dikkati çeker, -öyle anlaşılıyor ki- arkadaş çevresinde veya kendisini hiç kimsenin tanımadığı ortamda da dikkati çeker. Ne yapar da dikkat çeker sorusuna yanıt vermek kolay değil. Gerçi o tipik bir “controversal figure”dür. Yani her zaman tartışılır. Bu zaten yeter diyebilirsiniz. Ama asıl önemli olan kişiliğinin onu tanışılır yapan çizgisidir. Bu satırların yazarı, Ayşe Arman’ı, aynı çatı altında çalışan ve birbiriyle günlük düzeyde hemen hiç ilişkisi olmayan iki kişinin tanıyabileceği kadar tanıdığı için Ayşe Arman’ı tartışılır yapan şeyin ne olduğunu doğru şekilde saptayıp söyleyebilmesi kolay değil. Ama bu açıdan inanılmaz bir kolaylık söz konusu: Ayşe Arman’ın yazılarını okuyan herhangi biri, onun hakkında çok şey öğrenir. Çünkü o özel yaşamıyla ilgili en gün görmemiş gerçekleri bile okuyucunun önüne koyar. O yüzden Ayşe Arman’ı okurken, saklısı gizlisi olmadığı izlenimini edinirsiniz. Hatta bazen, “birazını da kendine saklasa iyi eder” diyebileceğiniz kadar… O’nu anlatan tek kelime nedir? Doğru kelime teşhirci olmalı. Ama bu olumsuz anlamlar çağrıştırabilir. O nedenle saydamdır demek daha uygun düşer.


Belki de onu saydam yapan aslında özgürlüğüne bağlılığıdır. Gerçekten de kendi özgürlüğüne Ayşe Arman kadar bağlı ve saygılı bir kadın, bir yazar, bir kişi bulmak özellikle bizim toplumumuzda imkânsız denecek kadar zordur. Yazılarından anlaşıldığına göre Ayşe Arman’ın belki bütün bunlardan daha önemli tarafı, kendisine veya başkalarına karşı hiçbir zaman ikiyüzlülük yapmayacak kadar dürüst ve özgüven sahibi bir kişi olmasıdır. Düşünün siz… Hangi kadın -veya erkek- yazarımız (üstelik halen evli olduğunu da vurgulayarak) eski yıllarda bir akşam yemeğe çıktığı erkek arkadaşı restoranın tuvaletine gidince, içinden geleni yapmak için onun ardından erkekler tuvaletine girdiğini, bir süre sonra dışarı çıkmaları gerekince kapı kilidinin dili düştüğü için birlikte içeride kalarak yardım istediklerini… Ve çıkarken fevkalâde utandıklarını tüm açıklığıyla yazabilir? Bunlar toplumumuzun alışmadığı kadar pervasız yazılardır. Zaten Ayşe Arman’ı Ayşe Arman yapan bu pervasızlığıdır. Bu dürüstlük ve cesaret karşısında şapka çıkarılır. Sadece özgür ve bağımsız kişiliği Ayşe Arman’ı anlatmaya yetmez. O’nu başkalarından çok farklı kılan özelliklerinden biri, çalışkan, verimli ve titiz bir yazar olması, ayrıca akide şekeri gibi tatlı bir üsluba sahip bulunmasıdır. O yüzden Ayşe Arman’ı n yazdığını hiç okumayabilirsiniz ama okumaya başlayınca bitirmeden bırakamazsınız. Çünkü yazdıklarında kendi dünyasını veya günlük gerçeklerini anlatıyormuş gibi yaparken bakarsınız ki sizi de anlatıyor. Zaten iyi yazar insanı iyi yazar, iyi gazeteci olayı iyi yazar. Ayşe Arman ikisini de iyi yaptığı için iyi bir “gazeteci-yazar”dır. Bu çizgileriyle Ayşe Arman, Röportaj deyince benim aklıma “soru sorma sanatı”ndan çok “merak etmek”geliyor. İnsanların merak ettiğim yanlarını anlamaya çalışmak ve başkalarıyla paylaşmak. Neden böyle bir ihtiyaç duyuyorum? Hiç bilmiyorum.

Ben meraklı biriyim. Bu işi yapmamın yegâne sebebi bu. Soru sormayı seviyorum. Soru sormaktan utanmıyorum. Benim için sorulamayacak soru da yok aslında. Eğer merak ediyorsam, kafamdan geçiriyorsam sormamam için bir neden var mı? Bence yok. Peki ayıp var mı? Bence ayıp da yok. Tek ayıp, samimiyetsizlik, yani düşündüğünü ayıp olur diye sormamak… İyi röportaj, samimi röportaj. Peki karşındaki niye samimi davransın? Neden kendisinin yaralı, hasarlı yönlerini tanımadığı birine anlatsın? Röportaj yaparken şu yanılgıya düşmemek gerekiyor bence; bir insanı çözmeye çalışmak, neden o ya da bu şekilde davrandığını anlamaya uğraşmak, hele bunu bir iki saatte yapmaya kalkışmak, saçmalık. Adam 60 yıl boyunca kendini çözememiş, sen yarı yaşınla bunu nasıl becerirsin! Bu her zaman mümkün değil. Ama işte bazen denk düşüyor, bazı röportajlar bir su damlası gibi oluyor. Minik, tek bir su damlasında o kişinin hayatına ve kişiliğine dair pek çok ipucu yer alıyor. Hatta onu tanıyanlara bile, “İşte bu ol Maskesiz hali. Ta kendisi!” dedirtiyor. Bir röportajcı olarak bunu becermek kolay değil.

Karşındaki sana güvenecek, kendini, daha da önemlisi yüreğini açacak. “Bundan bana zarar gelmez” diyecek ve kendini teslim edecek. Bu anlamda bir hünerim olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman bunu becerebiliyorum. Ben insanlara güven verebiliyorum. Bence bu, bir röportajcı için çok önemli, dersini çalışmış olmasından, konuya hâkim olmasından bile önemli. Empati ya! Tarafsız gazeteci ayaklarını bırakacaksın, kendini karşındakinin yerine koyacaksın. Ama bunu metazori değil, içinden geldiği için yapacaksın. Gerçekten çocuğunu kaybetmiş bir anne ne hissediyor, merak edeceksin. İntihar teşebbüsünde bulunan bir adam hâlâ hayatta öyle mi? İlgini çekiyor mu? Çekmiyorsa başka kapıya. Ama “Ben de geçirdim aklımdan, şuradan atsam kendimi dedim” diyorsan, o zaman kap teybini, koş git ona. Röportaj aslında bir soru sorma değil, dinleme sanatı, insanların sadece anlattıklarıyla değil, anlatmadıklarıyla da ilgilenme sanatı. Yani kafasının arkasındakilerle. Bulmaca çözmek gibi bir şey. Ama bir gazeteci olduğum için değil, soru sormayı sevdiğim için röportaj yapıyorum ben.

Ve sizi temin ederim 10 yıl içinde yaptığım bütün röportajları kendim için yaptım. Sizi düşündüysem namerdim! Röportaj denen olayda beni en büyüleyen şey de şu: Bir kişiye on kişi aynı soruları sorsun, karşınıza on ayrı insan portresi çıkar. Ruh ve beden dili, ses tonu, mimik, bakış o kadar önemli ki. Aslında o kişiyle sen sadece röportaj yapmıyorsun o anda, bütün dünya duruyor ve sen onunla müthiş bir iletişime geçiyorsun. Ama elektriğiniz tutmadı mı, yeryüzündeki en güzel soruları sorsan bile, nafile, geçmiş olsun. Benim için röportaj yapmak hayatta en keyif veren şeylerden biri. Müthiş bir haz alıyorum. Röportajlara giderken, aynen âşık olduğum adama hazırlanır gibi hazırlanıyorum. Karşımdaki bir kedi gibi önce beni kokluyor, güvenip güvenmeme konusunda tedirginlik yaşıyor. Sonrasında bazen şahane bazen ortalama bir “aşk” yaşanıyor. İş bitti mi, top bende oluyor. Başka bir deyişle bitmeyen işkence başlıyor. Ben onu, insanlara onun kendisini bana anlattığı gibi anlatmayı becerebilecek miyim? Bazen oluyor, bazen olmuyor. Ama her şart altında ne kadar titiz çalıştığımı anlatamam. Yıllardır cuma gecelerim iptal! O kasetlerin hepsini tek tek çözdüm, sonra bir cerrah gibi fazlalıkları attım, resmen ameliyat yaptım.

Hâlâ yapıyorum. Ama çıkan röportajların son halini mutlaka insanlara okuyorum. Benim sorularıma sabırla cevap verme nezaketini gösterdikleri için onların söylediklerini, yani ağızlarından çıkanı kulaklarının duyma haklarının olduğunu düşünüyorum. Yaptığım işi çok ciddiye alıyorum. Ve bu işi iyi yaptığımı da biliyorum. Bu kitaba tabii ki yaptığım bütün röportajları alamadım, inşallah başka bir bahara. Elinizde tuttuğunuz kitap sizin için ne ifade eder bilmiyorum, ama benim için en azından 10 gençlik yılım… Röportaj konusunda ustam diyebileceğim bir kişi var: Muhittin Sirer. Bildiğim ne varsa ondan öğrendim diyebilirim. Her başım sıkıştığında onu aradım, asla yardımlarını esirgemedi. Beni hep farklı düşünmeye, farklı sorular sormaya, “ben” gibi sormaya yöneltti. Son olarak huzurlarınızda ona teşekkür etmek istiyorum…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir