Aziz Nesin – Bir Surgunun Anilari

1957 yılında 1. basımı yapılan “Bir Sürgünün Anıları” adlı kitabımın önsözünde şöyle yazmıştım: “Size o günlerin acı, çok acı olduğunu söylemeyeceğim. En acı günler bile üzerinden yıllar geçtikten sonra dalında dura dura ballanan meyveler gibi tatlılaşıyor. Şimdi sürgünde geçen o acı günlerimi andıkça gülüyorum. Anlatınca da dinleyenler gülüyor. Bunları siz de gülesiniz diye yazdım. (….) Bana o acı günleri yaşatanlara şimdi hiç kızmıyorum. Onlara teşekkür bile borçluyum.” Birinci basımından 37 yıl sonra bu kitabın 13. basımını hazırlarken, bugün aynı düşüncede değilim. Belki zaman beni değiştirmiş. Belki de gerçekleri uzaktan daha iyi görüyorum. Bana o acı günleri çektirenlere şimdi çok kızıyorum, herkesin de kızmasını diliyorum.


Aradan geçen zaman beni sürgüne gönderenlerin ne denli haksız, benim ne denli haklı olduğumu gösterdi. Istanbul Sıkıyönetim Mahkemesi beni, Türk Ceza Yasasının 161. maddesine göre 10 ay hapis, 4 ay Bursa’da sürgüne mahkûm etmişti. Sonradan o madde antidemokratik bulunarak yürürlükten kaldırıldı. Ama ben sonradan kaldırılmış olan antidemokratik yasanın bu maddesine göre 10 ay hapis ve 4 ay sürgün cezasını çekmiştim. Çektiğim acıları, benden çok, o zaman 24 yaşında bulunan eşim ve geride bıraktığım 5 ve 6 yaşındaki iki çocuğum çekmişti. Onların benden başka hiçbir geçim ve gelir güvenceleri yoktu. Bir aile yıkıldı, çoluk çocuğum perişan oldu. Elimde olmadan işlediğim bu aile suçunu gidermek, çocuklarımı yetiştirmek için, sonradan anlatılmaz acılar ve çileler çektim. Ve bu acılar hâlâ sürmektedir. O acı günleri sonradan gülümseyerek nasıl anımsadığıma şimdi şaşmaktayım. Beni şimdi böyle düşündüren, sürgünlük zamanımda yazdığım ve Nesin Vakfı kitaplığında bulduğum notlarım olmuştur. Bu mektupları bütünüyle unutmuşum. Onları yazdığımı bile bilmiyordum. Yılda bir, kimileyin iki kez Nesin Vakfında Askeri Fen Tatbikat Okulundaki sınıf arkadaşlarımızla toplanıp söyleşiriz. Hepsi emekli.

Kimisi kurmay albaylıktan, kimisi generallikten, kimisi daha önce emekli olmuş sınıf arkadaşlarımla 1987 yılında Nesin Vakfındayız. Eşleriyle birlikte gelmişler. Yılların arkadaşlarıyız. Eski günlerimizi anıyor, şakalaşıyoruz. Sonra yaşımızı başımızı unutup böyle çocuklukların bize yakışmayacağını fark edip birden ciddileşmeye kalkışmamız da ayrı bir oyun oluyor. O gün yine sınıf arkadaşlarımızla Nesin Vakfında toplanmıştık. 9 kişi vardık. Şarapla, votkayla, rakıyla bişeyler yiyip içtik. Aramızda içki içmeyenimiz var. Güldük, alay ettik, şakalaştık. Birbirimizi sarakaya aldık. Ciddileştik. Artık bu toplantılara katılamayacak olanları anımsıyor, üzülüyorduk. Askeri Fen Tatbikat Okulundaki sınıf arkadaşlarıma Vakıf kitaplığını gezdirirken, biraz da övünmek için onlara meslek okulundaki proje çalışmalarımı göstermiştim. Dolaplardan birini açtım.

Dosyalar çıkardım. 1938 yılında Askeri Fen Tatbikat Okulunda teğmen rütbesiyle meslek eğitimi görürken yaptığım projelerin dosyalarıydı. Örneğin, 30 tona dayanıklı 20 metre uzunluğunda betonarme köprü projesi ve projenin hesapları. Örneğin, büyük bir yapının elektrik donanım projeleri, üç kemerli betonarme köprünün tahrip projesi, çıplak arazide 40 km.lik virajlı bir yol projesi, tahrip projesi ve daha ne projeler… Dosyalar üzerinde kendi el yazım ve çizimimle “M. Nusret Nesin 1938” yazısı ve çizimi vardır. Bunları yapalı bugün 56 yıl olmuş. Bu projeleri salt ben değil, bütün arkadaşlarım yapmıştı. (Teğmen rütbesinde 34 istihkâm ve demiryolu öğrencisi…) Kasıla kasıla, övünerek arkadaşlarıma sordum: Sizde de yaptığınız bu projeler duruyor mu? Hiçbirinde yoktu. Biliyordum onların saklamadıklarını. Ben saklaya toplaya, biriktiren bir insanım. (Ne yazık ki bunları ayırmaya, seçmeye, sıralamaya zamanım olmadı. Belki de hiç olmayacak. Benden sonra Nesin Vakfını yöneteceklerin bu önemli işi yapacaklarını umuyorum.) İşte bu proje dosyalarını karıştırırken, aradan geçen 39 yıllık zamanın rengini almış büyük bir zarf elime geçti.

Zarfı açtım. Sarı ve pembe pelür kâğıtlarına yazılmış, zamanla kimi yazıları silikleşmiş mektuplar buldum. Ben o mektupları 1948 yılında Bursa’da sürgündeyken (yani 46 yıl önce) yazmışım. Bu mektupları yazdığımı büsbütün unutmuşum. Ve bu mektupların bende olduğunu da bilmiyordum. O gün rastlantıyla elime geçti. Haluk Yetiş’e, annesine, o zamanki eşime ve o zamanki kimi arkadaşlarıma yazdığım ve postaladığım bu mektupların sonradan elime nasıl geçtiğini anımsayamıyorum. Bu mektupları sürgünden dönüşümde Haluk Yetiş mi bana vermişti, yoksa sürgünden önce olduğu gibi sürgünden sonra da Haluk Yetiş’le birlikte çalıştığımız Tan Basımevinde Haluk’un kullandığı bir masa gözünde mi bulmuştum? Bunu hiç anımsayamıyorum. Bu mektuplar, benim için değeri ölçülmez bir hazineydi. Arkadaşlarım gittikten sonra, o gece sabaha dek bu mektupları okudum. Gerek cezaevinde, gerek sürgünde çektiğim o dayanılmaz acıları bikez daha yaşadım. Ben o çok acı günleri, aradan bunca zaman geçti diye nasıl olur da gülerek ve gülümseyerek anımsarım. “Bir Sürgünün Anıları” adlı kitabımın 13. basımının sonuna bu mektupları ekliyorum. Mektupları okuyunca, nasıl bir duyguya kapılacağınızı bilemiyorum.

Mektupların kimi yerinde açıklamalar yapmak ve dipnotlar eklemek zorunda kaldım. “Bir Sürgünün Anıları” kitabımın ilk basımını değerli karikatürcü dostum Yalçın Çetin resimlemişti. O zamanlar sevdiğim seyrek insanlardan biri olan Yalçın Çetin, genç yaşında kanserden öldü. Onun anısına saygı olarak kitabımın ilk basımı için yaptığı karikatürleri, kitabımın bu basımına ekliyorum. Bütün okurlarıma, ve özellikle gençlere cezaevsiz, sürgünsüz, korkusuz bir dünya, güzel yarınlarda güzellikler yaşamalarını diliyorum. AZİZ NESİN Nesin Vakfı, Dereboyu, 20 Ağustos 1994 Birinci Basım İçin Önsöz Sevgili Okurlarım, Bu dizide topladığım yazılar öykü değildir. Öyküde de azçok yazarın kendisi, kişiliği bulunur elbet. Ama bu kitapta okuyacaklarınız, gerçek yaşamımdan bir bölüm olan benim sürgün anılarımdır. Size o günlerin acı, çok acı olduğunu söylemeyeceğim. En acı günler bile üzerinden yıllar geçtikten sonra, dalında dura dura ballanan meyveler gibi tatlılaşıyor. Şimdi, sürgünde geçen o acı günlerimi andıkça gülüyorum. Anlatınca da dinleyenler gülüyor. Bunları, siz de gülesiniz diye yazdım. Üzerinde yaşayanların hepsinin güldükleri, gülüştükleri bir dünyaya içimde sonsuz bir özlem var. Yaşamımı kendi gücümce böyle bir işe harcamaktan sevinç duyuyorum.

Babalarımız bize savaş anılarını anlatır, övünürlerdi. Bizim, çocuklarımıza anlatarak övüneceğimiz savaş anılarımız yok. Bizim de kırık dökük, sürgünde, cezaevinde, poliste, sorguda, mahkemede geçen bikaç anımız var. Onları anlatıyoruz. Bana acı günleri yaşatanlara şimdi hiç kızmıyorum. Onlara teşekkür bile borçluyum. Bugünkü kişiliğimde, oluşumda o acı günlerin büyük payı, büyük etkisi vardır. Yoksul çocuğu olduğumdan, zar zor okuyabildim. Yıllarca içimde Avrupa’ya gitmek, oradan bişeyler öğrenmek ateşi yandı durdu. Ama onun yerine burada bir parçasını anlattığım zor günleri yaşadım. Anlatamadıklarım, anlattıklarımdan çoktur. “Bakın, ben sürgünde neler çektim,” demek istemiyorum. Bunu söylemek de, düşünmek de ayıp. Doğrusu tarihimizde o denli çok çekenler, sürgünler var ki, benimki, onların çektiklerinin yanında bir turist gezisi gibi kalır. Yurdumuza, halkımıza yararlı bildikleri ve inandıkları düşünceleri (aktarmak) uğruna, tarihimizdeki bütün sürülenleri ve acı çekenleri saygıyla selamlarım.

Düşünmek, sevmek, gülmek… İşte hepsi bu… İnsan için gerisi yalan dolan…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir